6 Temmuz 2009 Pazartesi

Saygı - Sevgi ve Sorumluluk

BAŞLARKEN:

Yaklaşık bir senedir saygı-sevgi-sorumluluk kapsamlı bir kitap yazmayı istiyordum. Duygu yönetimini yazmama rağmen yaptığımı yeterli bulmamıştım. Geçen gün her zamanki gibi beni motive ettiler. Bende büyük bir isteklilik ile bu kitabı tasarladım. Duyduğum mutluluğu anlatamam. Demek ki gerçekten çok istemişim. Şimdi yazmaya başlarken acaba başarabilecek miyim diye düşünüyorum. Zira saygı-sevgi ve sorumluluk hayatın genel bileşkesini vermektedir. Bu sosyalizasyon mükemmelliğini yaratabilme şansıdır ve çok önemsediğimi bilmenizi isterim.

Saygıyı Hazreti Musa’nın, sevgiyi Hazreti İsa’nın ve sorumluluğu ise Hazreti Muhammed’in öğrettiğini biliyorum. Dolayısıyla ilham verecek kaynak bu dinlerin hayat sevinçleri. Bunlar dünyada yazılı olarak yok ama benim gözlemlerimde bunlar var ve bunları kullanarak açıklamaya çalışacağım. Bu kitap insan olmanın rehberi olacak ve mutlaka çok anlaşılır olmalı.

Başlarken heyecanımın dışında bunu görevimin en önemli parçası gördüğümü söylemeliyim. Elektrik akımının enerji akımı olduğu gerçeği kadar önemli. Hepinize saygılar sunuyorum.

SAYGININ İŞLEVSEL BOYUTLARI:

Saygı her şeyden önce bir bilinç oluşumudur. Yani duygu kadar etkili bir bilinç unsurudur. Neden, zira Hazreti Musa 10 emir ile insanlığı şartlandırmıştır. Bu şartlanma sosyolojik doğa haline gelmiş ve emir bir duygu yapılanması sağlamıştır. Böylece saygı bilinçle kazanılmış bir duygu olmaktadır. Nasıl Hazreti İsa veya Hazreti Muhammed Hazreti Musa öğretisini yıkamamışsa bu öğretinin dünya ve toplumsal oluşumuna katkısı hep sürmüştür.

Saygı bir duruş niteliği olması nedeniyle politik tavrı belirleyici özellik taşır. Kim kime niçin saygı gösterecektir? Herkes her canlıya var oluş gerekçesi ile saygı gösterecektir. Güçlünün zayıfı bertaraf ettiği gibi doğal seleksiyon kurallaması insanlar için doğru değildir. Zira her bir insanın kendine özgü bir üstün yanı vardır ki bu onu saygıdeğer olmaya yöneltir.

Saygı vazgeçilmezdir. Zira temel öğeleri itibarıyla diplomatik duruşun ana elemanı olarak karşımıza çıkar. Bu da yaşamsal işlevselliğin bir boyutu olur ki çok önemlidir. Böylece konuşma tarzımız ve politik hedeflerimiz realize olacak şekle gelir.

a. Saygının Anlamı ve Toplumsal Değeri:

Saygının sözlük anlamı; (1) değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimse, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi unsuru, hürmet, ihtiram. (2) başkalarını rahatsız etmekten kaçınma duygusu şeklinde verilmektedir.

Saygı bir hukuk oluşumudur. Böylece insanlar adaleti ve hak kavramını öğrenmişlerdir. Saygı bir duruş niteliğidir. Bizi anlamaya ve düşünmeye iter. Böylece kendimiz oluruz. Kendi hakkımızı anlar adil davranma bilincine erişiriz. Saygı bir fren mekanizmasıdır. Durmamızı ve insan olmamızı sağlar. Dolayısıyla saygı nitelikleri insan mayasının temelidir ve böyle olmaya devam edecektir.

Toplumun bir arada yaşama sevinci saygı bilinciyle oluşur. Ahlak saygı demektir. Ahlak değeri saygı nedenidir. Böylece toplum bilinci doğar. Toplum bilinci insanı doğal yaşama hazırlar, böylece alışkanlıklar doğar ve insan rahat yaşar.

Yaşamı sosyal ergiyle bütünleştiren ana oluşum saygı ile başlar. Saygı hakkı ve hukuku vazgeçilmez kılar ve toplumu bireyselleştiren yapıyı doğurur.

b. Saygının Parametreleri:

Saygıyı oluşturan etkenler; hak dağılımı, üstünlük bilinci, kutsallık, dikkat gösterme, özen, ölçülü davranış, sevme temayülü, rahatsız etmekten kaçınma şeklinde sıralanabilir.

Hak dağılımı parametresi: hayatın her anında paylaştığımız zaman ve değerleri bireyselleştirme anlamına gelmektedir. Birey kendi hakkını ve hukukunu anlamak zorunda ve bunu kabullenmek durumundadır.

Üstünlük bilinci parametresi; her birey değerini emeği, yeteneği ve görevsel başarısı oluşumuyla bir değer olduğunu ve bunu başardığı için yaşam hakkı kazandığını anlar ve ona karşı üstünlük tavrı verir. Kendi durumunu da aynı yargılarla belirli tutar, bu da önemsenecek bir husustur.

Kutsallık parametresi; canlı her varlık bir fonksiyon taşımaktadır. Bu fonksiyonellik insana onun kutsallığı bilincini aşılar. Her ne kadar zararlı ve haşarata karşı bu duygularımız tutarsız ise de gerçekte her canlı kutsaldır.

Dikkat gösterme parametresi; muhatabımıza ilgi gösterip onu dinleme ve onu anlama fiilini anlatır.

Özen parametresi: saygıyı bir nitelik olarak hayata geçirmemizi sağlar. Bir anlamda diplomatik oluş gerçekleşir.

Ölçülü davranış parametresi: saygıyı ortaya koyan ana unsur budur. Küçük büyük herkese karşı bir denge yaratmak zorunda olduğumuzu saygı ile anlarız. Saygı bir anlama fırsatı verdiğinden kendi politik duruşumuzu bu oluşum içinde düşünerek belirleriz.

Sevme temayülü parametresi; sevginin oluşumu için karşıdakine yakınlık tesis etmek ve onu takdire şayan değerlerle donatmamız gerekir. Bu nedenle karşımızdakini sevme temayülünü ancak saygı sayesinde oluşturabiliriz.

Rahatsız etmeden kaçınma parametresi: bize davranış disiplini açısından yapı oluşturan ana unsur budur. Böylece tavır ve davranış tipleri doğar ki bizi medeni olmaya hazırlar.

c. Saygı ve Tanrısal Yapı:

Tanrısal yapı deyince iki husus akla gelmelidir. Birincisi tanrının bize öğretmek istedikleri, ikincisi tanrısal arayış içinde insanın fonksiyonelliği. Biz ikisini de anlaşılır kılmak zorundayız.

Tarih içinde Allahın peygamberleri vasıtasıyla vazedilen emirlerle dikkat çekilen sosyolojik olgular disiplinine tanrının bize öğretmek istedikleri olarak bakacağız. İnsan bilincini düşünselliğe ve kavramaya iten bu yaklaşım insanın doğası ve sosyolojik doğa anlaşılırlığını yaratacaktır. İnsan özgürlükleri ile yaşamsal kuralları dengelemek ve bu kapsamda sosyolojik evrim yapılanması içinde değer kazanan özgürlükler yaratma bilinci anlaşılır hale gelecektir.

Saygıyı Hazreti Musa’nın 10 emri ile anladığımızı kabul edeceğiz. Böylece insanın sosyolojik bir anlam kazandığını göreceğiz. Bu tanrısal kuralları her zaman değerli bileceğiz. İnsan tekamül ve özellik dinamiklerinin saygı olmadan gelişemeyeceğini böylece toplumsal rehabilitenin yaratılamayacağını anlayacağız.

Tanrısal arayış içinde bireyin tanrılaşması esası öngörülür. Yani birey anlayan, hisseden, bilen ve yöneten olmaktadır. Bu kabiliyetlere yönelişin eğitim ve insan doğasındaki özelliklerle ulaşılması gerektiği açıktır. İnsanın peygamberliği tanrısal bir duruştur ve her insan bunu aramak zorundadır. Mükemmellik ve insan doğasının derinlikleri ancak bu şekilde anlamlı ve ahenkli olabilir.

Her birey lider ve özeldir. Tanrısal dinamikler bireyin kendi özgülüğünün eseri olabilir. İşte bu arayış bireysel bağımsızlığın ve yüce ruhun asalet ve dengesini sağlayacaktır.

d. Sosyalizasyon – Saygı Bağı:

Sosyalizasyon insanın toplumsal dinamiklerinin mantığını ve hareketliliğini anlatır. Bu bakımdan bireyin bireyle ilişkisi ve iletişimi ön plana çıkar. Bireysel oluşun temel kaynağı ise saygı olarak karşımızdadır. O zaman sosyalizasyon oluşumu ile saygı arasında kaynaştırıcı ve vazgeçilmez faktörler vardır ve insan bunu anladıkça ve yaşadıkça kurallayacak ve geliştirecektir.

e. Toplum Dinamikleri ve Saygı:

Bugün toplumsal manada her kesin bir sosyal duruşu olması gereği vardır. Bu sosyal duruş ekonomik çark içinde rasyonel bir mevki olmaktadır. Böylece birey ekonomik oluşuma katkısı oranında bir sosyalite kazanmaktadır. Bu oluşu saygın kılan ana amil her bireyin başkalığına dayanan ve özel hayatla renklenen bir aile veya sosyal yapının varlığıdır. Böylece insan mücadelesinde sanki zamanı ve enerjisini motive eden ve dengeleyen bir güç kazanmaktadır.

Özetlersek iş ve özel hayat bireyin dinamik varlığını anlatır. Bu iki oluşumda da insan politik duruşunu doğasına ve sosyal olgusuna dayandırarak kendisi kurar ve kollar. Bu iki oluşumunda ana parametresi insan doğasına uygun ve saygı temeline dayanmasıdır. Bu durumda “saygı”; bireye yaşamsal dinamiklerinin vazgeçilmez değerlerini sunan bir ortamı vermektedir denilebilir.

f. Rasyonalizasyon Düşüncesinin Saygı Bağı:

Akılcılık evrensel doğrulara dayalı çözümleme bilincidir. Evrensel doğruların yaygınlığı ve anlaşılabilirliği akılcılığın kaynaştırıcı fonksiyon sağlamasına olanak verir. İnsanlar bireysel rolleri ile toplum dinamiklerini harekete geçirirler. Bu bireysel rollerin dayanak unsuru rasyonalite olmaktadır. Rasyonalitenin doğması ve realizesi insanın birbirine olan saygı temelli politik duruşları ile mümkün olabilir.

İstediğiniz kadar akılcı olun sisteme kendinizi kabul ettiremiyorsanız başarılı olamazsınız. Bu durumda saygı sistemi kabul etmeye ve sisteme katkı sağlama realitesini yaratmaktadır.

g. Politik Duruş ve Saygı:

Politik duruşun vazgeçilmez dayanağı muhatabımıza gösterdiğimiz saygıdır. Bu saygı kendimize değerler manzumesi olarak gördüğünüz muhatabınızı bir oluşum ile rehberlemeyi amaç edinecek özellikleri yaratmaktadır.

h. Diplomatik Oluş ve Saygı:

Kurumsal kültür dinamikleri oluştukça ve geliştikçe insan daha iyi anlayacak ki diplomatik oluş bir insani tavır yönlendiricisidir. Bu kazanıldıkça ve geliştikçe insan münasebetleri de daha anlamlı ve verimli olabilecektir. Bu oluşumu da yöneten temel duygusal öğe saygı olmaktadır.


i. Bireysel Duruş ve Saygı:

İnsanın bireysel duruş tekamülünü sağlayacak olan ana unsur kendi içindeki erişilmezliği yaratan üstünlük duygusudur. Üstünlüğü sosyal manada dengeleyen ve ana bireysel duruş yolunu gösteren ana etken saygıdır. Saygıyı vazgeçilmez ve dengeli kılan parametreleri sağlamlaştırdıkça adalet ve hak kavramları temayüz edecek böylece birey kalite ve performans oluşturacaktır. Bu işlevselliği yaratmanın tek çıkış noktası bireysel duruş kalitesi olacaktır. İnsanın nitelik kazanması ve sosyal duruş hedeflerini kovalaması bireysel duruşu kuvvetlendirdikçe tekamül ve inkişaf süreklilik kazanacaktır.

j. Hiyerarşi Kalıbı ve Saygı:

İnsanlara üretken yönetsellik sağlayan amil unsur hiyerarşidir. Hiyerarşiyi işlevsel kılmak ve bireysel tekamülle zaman bazında ilişkilendirmek yönetim becerisinin eseri olur. Dolayısıyla yönetsellik bir performans yapılanması olarak algılanmalı ve hiyerarşi kalıplarını bu işlevsellikle, bireysel beceri ile etkilemek gerekir.

Hiyerarşinin yararlılığı ve tekamülünü sağlama düşüncesinin şeffaflığı saygı unsuru parametrelerinin yeterliliği ve anlamlılığı ile yakından ilişkilidir. Bu nedenle hiyerarşi bireysel duruş kalitesi yanında yönetsel dinamiklerin liyakati ile de anlam kazanmaktadır. Yönetselliğin sadakat ayağı ile bireysel duruş yeteneklerinin etkilediği liyakat bilincinin birlikte ve dengeli kullanımını sağlayacak saygınlık tekamülü garanti eder.

k. Saygının Duygusal Yanı:

Saygı toplumsal oluşum kriterleriyle ilişkili ele alındığında bireye bir duruş perspektifi kazandırmaktadır. Politik duruş niteliği saygı kimliğinin eseridir. Diplomatik oluş birikimi de saygı ile yakından ilişkilidir. O halde saygı medeniyet faktöriyelinin ana açılımını sağlayan unsur olmaktadır.

İnsan duygusallığında yöneliş dinamiklerini akışkanlığa dönüştüren amil faktör de saygıdır. Sosyolojik oluşum dinamiklerini belirleyen ana faktörde saygıdır. Bu durumda saygı vazgeçilmez ve çok değerli duygusal bir bağ unsurudur. Saygı aynı zamanda mantıklı düşünsellik ile duygu yönetimi dengelerinin oluşum faktörüdür. Bu durumda saygıyı işlevsel kılan her değer önemli ve vazgeçilmezdir.

l. Saygının Fizyolojik Olgusu:

Bu bakış açısı öncelikle yaradılış anlaşılırlığını gözden geçirerek anlam kazanabilir. Bizi ortaya çıkaran amil hususların yarattığı psikolojik etkileşimle birlikte sahip olduğumuz fizyolojik oluştur. Bu bizi toplumsal boyutta anlaşılır ve anlamlı kılar. Saygı işte bu yönüyle kişinin kendi ile barışıklığının göstergesidir. İnsan başkası olmayı kolay görür ama kendi olmayı ancak isterse becerebilir. Bu onun kendisine saygısının ana göstergesidir.

İnsan yaradılış olgusu ile kendini barıştırabilecek yeterliliği bulabilmelidir. Unutmamak gerekir ki her insanın kendinle iftihar edebileceği mutlaka bir üstün tarafı vardır. Ve bu onun çekim gücünü yaratacaktır. Özenmek, imrenmek, önemli olabilir ancak gerçekleri değiştirmez. O halde fizyolojik saygınlık önemlidir ve önemsenmelidir.

m. Doğa ve Saygı:

Biz yaşadığımız dünyayı bizden önce yaşayanlardan devraldık. İnsanlığın en büyük özelliği zamanı taşımaktır. Zaman ile doğa arasındaki etkileşim bizim becerimizdir. Doğayı anlayabildiğimiz ölçüde doğadan istifade edebilir ve kendimizi etkin kılabiliriz. Bu konuda bilmemiz gereken doğanın sistematiklerinin olduğu ve canlılığıdır. Bu sistematikleri dengelemek için anlamak ve uyumlu olmak şarttır. Bu da hiç şüphesiz doğaya saygı göstermekle olur.

İnsanın toplum veya birey bazında doğayı etkileme potansiyeli çok yüksektir. Bir ormanı yakmak bir kibrit çakmakla olabilir. Böylesi bir etkinliği ancak duyarlı ve anlamlı yaşam bilinci dengeleyebilir.

n. Aile ve Saygı Temeli:

İnsanın hayata hazırlandığı yer ailedir. Bu nedenle ailenin sosyolojik kurgusunun anlamı çok önemlidir. Aile bireyleri bazında geçmişle bütünleşen, bugünü realize eden ama yarını düşleyen bir felsefik temeli yansıtır. Çocukların gelecekle bağlantılı yöneliş oluşumları, aileyi temel mekanize yapan annenin rolünü belirginleştirir. Anne yuvanın veya ailenin temel direğidir. Babanın bunu görmesi ve anlaması annenin de bu sorumluluğu taşıyabilecek olgunluğa erişmesi gerekir.

Aile bireyleri aile ortamının bugün ve gelecek açısından ortaklıklarını iyi görebilmeleri ve yaşam dilimindeki bu beraberliklerini anlamlı kılabilmeleri önem kazanmaktadır. Anne ve babanın hayat bileşkesindeki boşluklar ve birbirlerinin hayat perspektiflerine saygıları çok önemli ve anlamlıdır. Cahili cühela köpeklerin dünyaya akıttığı zehirlerin yarattığı mutsuzluğun süratle ve dikkatle yok edilmesi gerekir. Düşünen insanları köpeklerin iç güdüleri mutsuz yaparak yaşamın bir zehir olduğunu anlamak gerekir.

o. Kurumsal Yapı ve Saygı Gereği:

Her kurumsal yapı belli bir ihtisas kümesini kendi bünyesinde ve kendine özgü olarak çalıştırarak hayata geçirir. İnsanın bu ihtisas yapılanması içindeki rolünü realize edebilmesi ve bunun hayata geçiş performans değeri bireyin kendine ve kuruma duyduğu saygının temelini teşkil eder. Hayata anlam katan sosyal duruş öğelerinin realitesi ve performans kriterleri bu saygının derecesi ile ölçülmelidir. Yani saygıyı bir sömürü gibi görmemek ona katkıda bulunmayı bir saygı unsuru olarak değerlendirmek gerekir.

p. Siyaset ve Saygı Unsuru İlişkisi:

Siyaseti bireyin toplumsal oluşumlardaki rolü olarak anlamak gerekir. Bu rolün tecrübe ve oluşlarla topluma fayda sağlaması esastır. Dolayısıyla siyasi duruş faktörünün ana unsuru topluma fayda değeridir. Bu değeri anlamlı ve anlaşılır kılmak tüm siyasetçilerin işlevselliğinin temelini oluşturmalıdır. O zaman siyasetin saygı unsuru oluş veya söylemleri topluma fayda cihetiyle anlaşılır kılma gayreti olarak görmek gerekir.

q. Demokrasi ve Saygı Değeri:

Demokrasi gerek bireyin gerekse kurumsal örgütlenmedeki kurumsal stratejilerin yaşamsal paylaşım perspektifinin realizasyon yoludur. Bu nedenle dengelere, anlayışa, birbirini dinlemeye ve anlamaya, birbirini ikna etmeye, birbiriyle rekabete ihtiyaç vardır. Bütün bu karmaşık gözüken oluşları hayata geçirebilme oluşumunu saygı düsturu belirler. Bu nedenle kurallara ve hukukun anlaşılırlığına ihtiyaç vardır. Hukuk ve kurallar alışkanlık ve beğeni oluşturma değerlerine göre saygınlık kazanır ki işte bu kültürel gelişimin bir anlamda ana motoru olur.

r. Saygının Vazgeçilmez İlkeleri:

Saygının birinci ilkesi; var oluş ve yaşamsal değerleri kabul etme bilincini oluşturma gayreti olmasıdır. Yani işlevselliği monitorize eden kuvvetleri dengeleyen bir özellik taşımasıdır. Dolayısıyla yaşamsallık bir anlamda saygının temel anlaşılırlığı ile realize olan gerçekliktir.

Saygının ikinci ilkesi; işlevselliği taraflar arasında verimlilik bazında oryante etmesidir. Yani taraflar saygıyı çıkar ve menfaat bazında fayda üreten bir unsur olarak görmelidirler.

Saygının üçüncü ilkesi; varlığı ile tekamülü ve dengeyi sağlamasıdır. Bu özellik tarafların çıkarları yanında varlığını idame doygunluğunu irade olarak görmeyi amil kılar.

Saygının dördüncü ilkesi; fayda, verimlilik, düzen ve denge faktörleri ile anlaşılırlık açısından tartışma ve ikna zemini yaratabilmesidir. Bu özellik müşterek hareket anlayışını doğurur ki var olma ve ortak çıkar zincirlerinin çalışmasını sağlar.




SEVGİNİN İŞLEVSEL FONKSİYONELLİĞİ :

Sevgiyi anlayabilmek için Sevgi Değirmeni isimli bir şiir kitabı yazdım. Daha sonra sevgiyi en çok kullananlardan olan Hazreti Mevlana’yı incelemeye çalıştım. Daha sonra Hazreti İsa’nın öğrettikleri arasında sevgi kıvılcımlarını öğrendim. Bütün bunlar bana sevgiyi yeterli anlamda öğretemedi. Ve ben kitabın bu bölümünü yazarken neler yazacağımı emin olun bilmiyorum.

Sevginin insanlar arası bir beğeni ve sempati kıvılcımı yarattığını, sevginin ilgi ve merak ile yöneliş oluşturduğunu, insanın insanlardan beklediği ve insanlara vermek zorunda olduğu ilgi ve bereketi yarattığını, sevginin bir vazgeçme iksiri olduğunu, bunların bileşkesinde sevginin muteber olma duygusu olduğunu hissediyorum.

Hep yaptığım gibi sevgi sözcüğünü de sözlükten alıp yazacağım ve insanlığın anladığı ile benim hissettiklerim bağlamında bir yolu deneyeceğim.

Hazreti İsa’nın dediği gibi “sevgi insanları birbirine bağlayan güçlü bir enerji” tanımını ben çok benimsiyorum.

a. Sevgi Anlamı ve Bireysel Değeri:

Sevgi; insanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu, olarak tanımlanmaktadır.

Bu durumda sevgiyi ilgi ve bağlılık perspektifinde analiz etmemiz doğru olacaktır. İnsanın hayatla ilişkisinde ailesi, daha sonra kendi kurduğu aile, çalışma ortamı ve yaşam alanı ortaya çıkmaktadır. İlgiyi bu perspektifte yaşam ortamımızdaki insanlarla ilişkilerimizde kullanmaktayız. Daha da enteresan tarafı bize ait olanlara karşı daha başka hisseder ve anlarız. Bağlılığımız kendimize ait olan şeylerde vücut bulur. O halde sevgi bireyin yaşamsal dinamiklerine fonksiyonellik katan bir enerji ya da sinerji olarak anlaşılmalıdır. Bireyi hayatla irtibatlandıran bir ruhsal köprü de denilebilir. Bu durumda sevginin bireysel değeri hayattaki renkliliğimiz olmaktadır.

b. Sevginin Toplumsal Yapısı:

İnsanlara sevgi temelli yaklaşımları Hazreti İsa öğretmiştir. Fakirlerin hayatla ilişkisinde daha duyarlı ve duygu yüklü yaşamalarını yorumlayarak Allahın fakirleri daha çok sevdiğini söylemiştir. Duygu yüklü yaşam tekamül açısından bakıldığında anlamlı ve manidardır. Ve bu açıklama bence de doğrudur.

Hazreti İsa “size bir tokat atana , diğer yanağınızı da uzatın” der. Bu düşmanınızın olmadığını size düşman görüneninde gerçekte sizden olduğunu anlatır. Ve sevgiyi ne kadar önemsememiz gerektiğinin mesajını verir.

Ben bu iki açıklamayı hayatın gerçek anlamı olarak görürüm. Sevgi toplumsal manada insana değer katan ana oluşumdur. Sevgiyi ortaya koyan ilgi; beğeni, takdir ve kabulü birlikte yansıtırken bağlılık; ait olma, benimseme ve yakınlık duyma oluşumlarını kapsar. Bu yapı içinde bireyden topluma yayılan bir sinerji doğar ki bu bizi toplumun parçası haline getirecektir.

c. Sevginin Parametreleri:

Sevginin birinci parametresi: hayata pozitif bakma bilincidir. Psikolojik olarak hayatla dengeli ve barışık olabilmemiz hayatı kabullenme ve onun parçası olma dinamiklerini yaratmamızla gerçekleşebilir.

Sevginin ikinci parametresi: yöneliş disiplinine sahip olmaktır. Yönelişi; istek, arzu ve umutlarımız tayin eder. Bu üç yapı yaşamsal dinamikleri kanalize etmektedir. Böylece sevginin oluşturduğu ilgi ve bağlılıklar bizi hayatla müşterek olmaya yöneltir.

Sevginin üçüncü parametresi: tatmin olma gereksinim ve becerisidir. Bizi yönelişimizde anlamlı kılan faydaları aramamız doğaldır. Bu faydalar uğruna yaşadığımız hayat olur.

Sevginin dördüncü parametresi: anlamlılık ilkesidir. Değerlerimizle ihtiyaçlarımızla yaşar bunlar için çaba sarfederiz. Dolayısıyla tutarlılık olabilmesi için anlamlı bir oluşu seçeceğiz demektir.

d. Sevgi ve Tanrısal Yapı:

Sevgi oluşumu içinde hiç şüphesiz koruma ihtiyacının da katkısı var. İnsanlıkların yalnızlıklarına çare arayışları içinde tanrı belki de korunma gereksiniminden ortaya çıkmaktadır. Bu oluşumun sevgiyi ve muhtaç olmayı anlaşılır kılmamızı sağlamış olabilir. Ben sevgiyi Hazreti İsa’nın öğretisinde tüm insanlığı kucaklayan mesajlarda aramak istiyorum. İnsanlığın cennet ulaşacağı fikri yanında iyi olmak ve iyilik yapmak düşüncesinin temel teşkil etmesi sevgiyi kucaklayan ana öğe olmuştur. İnsanları kaynaştıran ana fikir insanların korkuları yanında ihtiyaç duydukları büyük kurtarıcının sevgisini kazanmak zorunda olduğumuz gerçeğidir. Musevilik Allahı şahsiyete dönüştürmüş, Hıristiyanlık onu insan olarak baba –oğul ikileminde perçinlemiştir. Böylece Allah mükemmel ve kudretli insan figüründe yer alırken sevgi temelli bir yaşamsallığı yaratmıştır. Bugün bile insan hakları dahil tüm yönetsellik becerileri hep Batı’nın becerisinde ortaya çıkabilmiştir.

e. Toplum Dinamikleri ve Sevgi:

İnsanı içselliğe ve samimiyete iten ana unsur ilişkiye karşı insanın duyduğu sevginin tezahürüdür. Bu özellik sağlam ilişki ve dengeli yaşamsallık yaratmıştır. Bunlarda doğru sözlü olmak, dediğini yapmak, dinlemek, anlamak gibi kavramların oluşmasına ve önemsenmesine olanak vermiştir. Eğer insan samimiyet kazanmamış olsaydı hiçbir şekilde üretken ve verimli olmayı başaramazdı.

İşte sevgi toplumsal dinamikleri öteleyen onu bireyin kalbinde hareketli kılan ana unsur olarak görülmelidir.toplumsal davranış öğeleri ahlak ve namus çizgileri hep sevgi kavramının samimiyeti çerçevesinde şekil alan unsurlardır.

Böyle olunca sevgi insan iletişiminin merkeziyet kazanmasını sağlayan temel unsur haline gelmiştir. Hazreti İsa insanları birbirine bağlayan ana unsurun sevgi olduğunu açıklaması bize bunu ispatlayan ve öğreten ana unsur olmaktadır.

f. Sosyalizasyonun Sevgi Bileşkesi:

Sosyalizasyondan beklediğimiz birinci etki zamanın rasyonalitesidir. Birlikteliği esas harekete geçirici unsuru saygı olarak göstermiştik. Saygı tek başına bir duruş, sevgi ise üretkenlik unsurudur. Bu durumda saygı ve sevgi sosyalizasyonun verimlilik ölçüsünü belirlerler.

Sevgi kaynaşma, paylaşma ve üretme ötelemelerinin ana faktörüdür. Böyle olunca sosyalizasyon birlikte üretmenin ve etkileşimin ana oluşumu durumuna gelecektir. Sosyalizasyon düşüncesini izah ederken bir iyilik etkileşimini anlatmıştık. Burada da iyiliğin harekete geçiren faktörü olarak sevgiyi anlatmaktayız. Dolayısıyla iyilik temelli yaşam ve mutluluk temelli anlayış sevgi arar ve sevgi ile yücelir. İnsanı insan yapan değerlerin başında insanın duyduğu sevgi yatar.

Aile sosyalleşmesi içinde de ana faktörün sevgi olduğunu vurgulamamız gerekir. Sevgi bir fizyolojik kaynak olarak ailede doğar ve hep yaşar.

g. Politik Duruş ve Sevgi:

Sevgi politik duruş kapsamına içtenliği ve samimiyeti sokmasıyla onun verimliliğini ve etkinliğini belirler. Önemseme ve yönelme olgularını harekete geçirir ve insanın tutarlılığını belirler.

Samimiyet doğru sözlü ve olduğu gibi görünmeyi sağladığından politik duruş tercihleri bu veçhe ile insanın karakteri ile uyumlu hale gelmekte ve politik duruş bilinci anlaşılır durumu yaratmaktadır.

Netice olarak sevgi; insan karakter olgularıyla dış dünyanın buluşmasını ve insanı olduğu gibi davranmasını sağlayan ana etken durumundadır.

h. Sosyal Duruş ve Sevgi:

Bireyin toplum içindeki oluşundan, daha sonra kazandığı sosyal mevkiden ortaya çıkılarak belirlenen sosyal duruş, öncelikle kendini beğenme ve sevme, sonra insanları sevme ve yaşama katkıda bulunurken kendi yaşamını manalandırma bakımından bireye etki eder. Bu doğrudan bir varlık sevgisi anlamı taşımalıdır. Böylece insan ilgi ve dikkatini yoğunlaştıracak ve performansını üretkenlik ve verimlilik bazında yükseltecektir. Denilebilir ki insan sevgisi sosyaliteyi oluşturan en anlamlı duygusallıktır.

Sosyal duruşun otorite yönü insan sevgisiyle donatılmazsa sömürü ortaya çıkar ki bireylerin üretkenlikleri düşer. Bu nedenle insanın ferdi üretkenliğini maksimize edecek motivasyon ancak sevgi temelli duygulama ile mütekamil olgular yaratabilir.

i. Bireysel Duruşun Sevgi Boyutu:

Bireysel duruşu etkileyen ana düşünceler karşı cins cazibesi, üstünlük bilinci, çevreye etki düşüncesi ve tabii ki insan sevgisidir. Bu durumda insanın dünya ile barışıklığının ana göstergesi onun ruhunun açılımını sağlayan sevgi kaynaklarıdır. Sevgi kaynaklarını çoğaltmak insanın elindedir. Politik duruş çizgisinde verecen ve hoşgörülü mizaçlama insanın sevgi boyutunun gelişmesini sağlar. Aslında öngörülen erdemde içinde alçakgönüllülük formasyonu ile sevgiye atıfta bulunmaktadır.

j. Hiyerarşi İçinde Sevginin Anlamı:

Hiyerarşi yönetsel yapılanmanın ana unsurudur. İnsanlar bu yapılanma içinde kendilerini üretken yapabilmek için sevgiye muhtaçtırlar. Sevgi bir yaranma ya da yaltaklanma unsuru değildir. Sevgi bir ihtisas varlığının parlaması şeklinde kendi kişiliğinin ve liyakatın doğmasının duygulamasıdır.

Amirin memura bir gülümsemesi bile memurun gönlünde baharların açmasını sağlar. Böylesi önemli olan yakınlık etkileşimini sevgi tezahürleri ile donatmak ama etkisizleşmesine müsaade etmemek hiyerarşik yapılanmanın kilididir. Her bireyde farklı tezahür eden bı ilgi açılımını yönetici ilgi ve dikkati ile dengeleyecek liderliğini gösterecektir. Bu nedenle stratejik düşünsellik önemli ve ortaklaşma sağlayan unsur olarak dikkat çekicidir.

k. Sevginin Duygusal Anlamı:

Sevgi temelinde yatan duygusallığın birkaç etkileşim unsuru vardır. Birinci unsur; bağımlı hale getirmesidir. Bu yakınlaşma – ilgi – ve temayül kazandırır. Sosyalleşme temeli bu nedenle sevgiyle yakından ilişkilidir. İkinci unsur; vazgeçmeye zorlamasıdır. Bu özellikle tüm etkinliklerde kendini gösterir. Sevilen şeye karşı adeta bir zafiyet kılıfı doğar. Üçüncü unsur; yönelme istekliliğidir. Bu sevginin üretkenlik ve verimlilik açısından ne kadar önemli olduğunu gösterir. Dördüncü unsur; güven duymadır. Sevginin yarattığı amil hususlardan birisi hiç şüphesiz insanların birbirlerine güvenmelerini sağlamasıdır. Beşinci unsur; tekamül sağlamasıdır. Bu yöneliş bazında üretkenlik ve verimlilik yanında tekamüle yöneltmesi ile de önemli bir durum ortaya koymaktadır.

l. Sevginin Psikolojik Olgusu:

Sevgi beğenme, bağlanma ve ilgi fonksiyonelliği ile bireyin psikolojik etkileşimini yaratmaktadır. Böylece birey güven, var olma zevki ve ait olma etkileşimlerini harekete geçirerek bu oluşumu takdir etmektedir. Bireyin bu psikolojik devinimi onu tatlı bir zevke ve mutluluğa yöneltmekte ve birey tatmin olma bakımından hareketlilik kazanmaktadır.

Sevginin iyi niyet ve güven oluşumlarıyla ahenkli varlığı unutulmamalıdır. Bu oluşumlar psikolojik kaynaşma yaratırlar ve insana özel görünen bir davranış yapılanmasını hazırlarlar.

m. Doğa ve Sevgi:

Doğa güçten etkileşim alır. Sevgi ise insan doğasına güç katar. Bu nedenle sevgiyi insana güç veren paylaşma ve ortaklaşma bilincini yaratan amil olarak görmek gerekir.

Sevginin doğası toplumsal yakınlaşma ve ilginin odağı olması nedeniyle çok önemlidir. Bireyi toplumsal mayaya hazırlayan sevgidir. Toplumla barışık olma bilinci sevginin yarattığı bir sonuçtur. Böylece etkileşimde birey sosyalizasyon kazanmakta böyle entelektüeliteyi yaratmaya yönelmektedir.

Hayatın var oluş ile başlayan sevgi dinamiklerinin çağlar boyunca oluşum ve etkileşimi iyi analiz edildiğinde zamanın sevgiyi tekamül ettirmekte olduğu görülecektir.

n. Aile ve Sevgi Temeli:

İnsan doğasının sevgi merkezi ailenin birincisi karşı cins heyecanı, ikincisi çocukların yetiştirilmesi heyecanıdır. Aile zamanı insana göstermesiyle tahammül dinamiklerini harekete geçirir. Böyle olunca birey sevgi ile tatminkarlığını gelecek yönetimine dönüştürmeyi amaçlamayı öğrenir.

Aile zaman içinde bir ruh birliği özelliği kazanır. Buradaki bireyler sevgi temelli bir bütünlük ile kendi aralarında kendi özel kültürel olgularını yaratırlar ve bunları alışkanlık haline getirirler. Yeni kurulan ailelerde kültür çatışmasının ana çıkış noktası bu ruh alışkanlıklarının varlığı olmaktadır.




o. Demokrasi İçinde Sevginin Anlamı:

Demokrasi ortak yönetsellik bilinci demektir. Fikir ve lider oluşumları bireyleri harekete geçirir. Fikirlerin karmaşıklığı veya sadeliği toplum içindeki anlaşılırlığından çok beklentilerle uyumluluğu açısından önem kazanır.

Sevgi toplumsal örgütlenmede bireylerin kabullenmelerini kolaylaştırır. Bu noktada sevginin kaynak teşkil ettiği işlevsellik bireyin huzur ve endişeleridir. Sevgi varlığı insanı huzurlu ve dengeli yada hoşgörülü kılar. İnsan hoşgörüsünü yaratan ana etken bireyde temel oluşturan sevgi varlığıdır.

Netice olarak demokrasi bireyin sevgi tekamülünün bir aracı olmalı ve böylece güçlenen birey yaratılarak toplum birey kaynaşması sağlanmalıdır.

p. Sevginin Vazgeçilmez İlkeleri:

Sevgi bağışlayıcıdır: sevginin en büyük özelliği kabul ediciliği geliştirmesidir. Bu hoşgörü ve alçakgönüllülüğü tetikler. Böylece erdem ortaya çıkar.

Sevgi belirleyicidir: sevginin en etkili sahası ona öncelik verme alışkanlığı ve temayülü yaratmasıdır. Böylece sevgi yakınlaşmanın ve birlikteliğin ve paylaşmanın yaratıcısı olmaktadır.

Sevgi etkileyicidir: sevgi insanın temayül ve beklentileri için emeği ve yönelişi anlamlı hale getirmesi en önemli özelliklerindendir.

Sevgi vazgeçilmezlik yaratır: sevginin ortaya koyduğu öncelikler ve alışkanlıklar insanın yöneliş belirleyiciliği, coşkusu kadar vazgeçilmezliği de oluşturduğu açıktır.

Sevgi mutluluğun temel taşıdır: insanın huzur ve zevkleri insan temayül kriteryasını belirgin kılar. Memnun yaşam dinamikleri mutluluğu arama fırsatı verir. Böylece insan aradıklarını belirginleştirir ve huzur bulur.


q. Sevgi ve İnsan İçin Önemi:

Sevgi insan samimiyetini yaratan olgunun temel taşıdır. Samimi insan üretken ve verimli olma dinamiklerini benimser, çalışkan ve zeki olmayı önemser. İnsanı hayata bağlayan ana unsur sevgidir. Saygı ile ilişkisi saygının sevgi kriteryasına olanak sağlayan unsurları türetme imkanı vermesidir.

İnsan huzur ve mutluluğu aramak üzere yaşamı anlamlı kılmaya, varlığının gücünü göstermeye çalışmayı sevgi yöneliş dinamikleriyle kazanır. Sevgi insan olmanın temel taşıdır.

İnsan bebekliğinde sevgi ile tanışır. Allahın yaradılış lutfu sevgiyle bütünleşmekte insan bu güzelliği kendi yaratıcılığının eseri olarak benimsemekte ve yeni dünyayı keşfeden bebeği kucaklamaktadır. Bebeğin dünyayı tanıma süresinin güzelliği ve özelliği insanın öğretme yeteneğini geliştirmesini saplar ki bu da tanrısal bir özelliktir.

Netice olarak sevgi kaynaşma yanında var olma bilincinin de kutsanmasına olanak veren çok kapsamlı bir işlevselliktir.

r. Sevginin Oluşum Yöneliş Etkisi:

Sevgi bir kurtuluş gibi başlayabilir. Sevgi beğeni ya da özenti gibi başlayabilir. Ama sevgi mutlaka aradıklarımızla ilgili bir özellik olmalıdır. Böyle olursa benimsenmesi ve kabul edilmesi anlamlı ve etkili olacaktır.

Sevginin kriteryası vazgeçilmezliği ve bağışlayıcılığı ile kendisini belirginleştirir. Seçicilik oluşumu ve yöneliş temayülü etkileşimi yoğunlaştırır.

Sevgi azdan çoğa tekamül eden çaba ve gayretlerle ilişkili insan karakterine uyumlu bir nitelikler oluşumudur. Bu özelliği ile sevgi her anında varlığını hissettiren ve vazgeçilmezlik öğelerini yaratan bir dinamikler bütünü olur.

Sevgi var olmasıyla, kattığı bereketiyle insan dimağının kutlu duygusudur. İnsanlığı kenetleyen ana maya sevgiden gelir.

s. Sevgi Doğası:

Sevgi; kontrol edilemeyen, insan doğasının temayül mekanizmalarıyla etkileşimli, insan tercihlerinin dayanak sistematiğinin istenci, bağlanış ve ilgi temayülü etkileyicisi olarak insan yapısının özel tutkusunu oluşturur.

Sevgi doğası; tabiiliği ile yarattığı gerçekçiliği insan için çok önemlidir. İnsanın doğru ve tekamül eden yapılaşmasının ana etkeni sevgidir. İnsan huzurunun da varlık bilincinin etki oluşumu da sevgi ile ilişkilidir.

Netice olarak sevgi; etkileşimin yoğunlaştırıcısı, yönelişin belirleyicisi, direncin tekamülü, sabrın yaratıcısıdır. Bu doğal kısvesiyle insanın insan olma etkileşiminin dayanağıdır.

Duygusal manadaki hayatın oluşum ve yöneliş öyküsü de sevgi ile yaratılabilir. Sevgi bu dünyadaki kalış ve var oluş hikayesinin ana temasıdır.





SORUMLULUĞUN İŞLEVSEL FONKSİYONELLİĞİ:

Sorumluluk; insan ile onun hayatının manası arasındaki dengenin ilişkisini sağlayan oluşumlar açıklanmaktadır. Sorumluluk insanın yaşamsal fonksiyonelliğinin anlamı olmaktadır. Böylece insan Salih Ameli kendisini realize etmek, Müjde’yi aklının felsefik boyutunu oluşturmak kapsamında bir yaşamsallığı anlaşılır bulmaktadır.

Biz insanın yaşamsal sorumluluğunun dışında hayatla etkileşim boyutlarının içinde mutluluğa uzanan ve sorumluluğu görev telaki eden bir açıklamayı savunacağız. Böylece insan sorumluluk kavramının doğasını görebilecek ve kendi ile hayatını kaynaştırma üslubu yaratabilecektir. Bizim amacımız anlaşılmaz olmak değil anlaşılabilirliği kargaşadan kurtarmaktır. Dolayısıyla İslamiyet’le insanlığa öğretilen sorumluluk kalıplarını izafi anlatımda kullanarak kendimize ait sorumluluk bilincini nasıl oluşturacağımızı araştıracağız.

a. Sorumluluk Anlamı ve Gereği:

Sorumluluk; yapmamız gereken şeyleri yapma bazında duyarlı kılınan bir anlayışı anlatır. Yapmamız gereken şeyler nelerdir? Salih Amel araştırması insanın fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik boyutta fonksiyonelliğinin resmini yansıtmaktadır. Tanrının dini vecibe olarak insana verdiği sorumluluk iyilik ve mutluluk temelli bir yaşam öyküsü oluşturmaktır. Biz bunun düşünsel kriteryasını anlatmaktayız. Bu oluşum içinde ibadet kriteryası açık ve anlaşılır asli sorumluluğumuzdur.

Sorumluluk; bize yüklenen, gerek görev bazında gerekse sosyalite bazında olması gerekenleri anlamakla başlar. Sorumluluk insan dinamiklerinin çabası yani motorudur. İnsanı gerek sosyalitede gerek bireysel olguda anlaşılır kılan unsur sorumluluk bilinci üzerinde oluşan etkileşimdir.

b. Sorumluluğun Toplumsal Değeri:

Sorumluluk bireysel anlamda toplum işlevsellik çarklarının dişlileri gibidir. Bu dişlilerden biri tökezlerse toplum işlevselliği sekteye uğrar. Ve insanlar rahatsız olur. İnsan işte bu açıdan kendi fonksiyonelliğini toplumsal işlevsellik perspektifinde görebilmeli ve kendi rolünü bu anlamda üstlenmelidir.

Sorumluluk bireye yüklenen yaşam zorluğu değil yaşam manası olmalıdır. Hiçbir insana taşıyamayacağı yük verilmez. Böyle olunca kurumsal yapılanma ve organizasyon sorumluluk bilinci üzerine kurulmuş yapılanmalardır. Bu açıdan sorumluluk hiyerarşi, kurumsal ihtisas ve en önemlisi yönetselliğin açık oluşum dinamiğidir. İnsanlar kayıtsız şartsız sorumluluk üstlenmese toplum yönetselliği ve organizasyon dinamikleri kurulamaz ve işletilemez.

c. Sorumluluğun Parametreleri:

Sorumluluğun birinci parametresi: gereklilik bağıdır. İnsan gerekli olan konulara ve oluşumlara hizmet vermekten zevk alır. Bu açıdan insanı işlevsel kılacak bir oluşum mantalitesi olmalıdır.

İkinci parametre zamanlamadır. İnsanı fonksiyonel kılacak olan görev veya işlem mutlaka zaman bazında açıklık taşımalıdır.

Üçüncü parametre başarı perspektifidir. İnsan yapacağı işin formasyonunu bilerek işlevsel olabilir. Dolayısıyla başarmayı bilmeyen yani nasıl olacağını anlamayan çözümü de sağlayamaz.

Dördüncü parametre niyet açıklığıdır. Sorumluluğu ortaya koyan dinamikler gerekli olduğu kadar anlamlı da olmalıdır. Bu nedenle işlevselliğin maksadı anlaşılır olmalıdır.

Beşinci parametre uygunluğudur. Birey kendinle sorumluluk arasında ilişkilenmeyi açık olarak benimsemelidir.

d. Sorumluluk ve Tanrısal Yapı:

İnsanlara sosyal bir anlayış düzeni kuran peygamberlerdir. Peygamberlerin yaptıkları çağın şartlarına göre insanlara sorumluluklar yüklemeleri ve çözümlemeleri ile organizasyon dinamiklerini yenilemeleridir. Bu kapsamda en derin bireysel sorumluluk disiplinini İslamiyet getirmiş, adeta her bireyi inisiye edecek atılım ve başkalaşımı yaratmıştır. Bugün bilebildiğimiz cennete hazırlık olan İslamiyet doğuşu insanlığın rehber anlayış ve disiplinin çıkış noktasıdır.

Dolayısıyla tanrısal doğruları ararken kendimize yüklenen sorumluluklardan kaçmamız gerekir. Hayat sorumluluğumuzu hissettiğimiz ölçüde verimli ve anlamlıdır. İnsan ruhunun tekamül yanında rehberlenen özgürlükleri hiçbir zaman sorumluluklarıyla çatışmamalıdır. Hayatı tek düze tembellik olarak değil üretkenlikteki verimlilik katkısı olarak görmek insana yakışır. Ve böyle gerçekte mutlu olunur.

e. Toplum Dinamikleri ve Sorumluluk Bilinci:

Her insan bir şekilde toplumun bir parçası olmaktadır. Organizasyon dinamikleri katılımcılığı yaygınlaştırıp sosyalizasyon bilinci getirdikçe bireysel sorumluluk almaktan kaçmaya meyillidirler. Halbuki topyekun varlığın üretkenlik dinamikleri çok kapsamlı ve yaygın olmak zorundadır.

İnsanların demokrasi bilinçlenmeleri yanında tekamül dinamikleriyle de yakından ilişkili gelişmeler kaydetmeleri gerekir. Zira demokrasi yaygın olan muhafazakarlığı daha kolay benimser. Bu tekamülü zorlaştırır. Devlet organizasyonunda yaşama erki bu nedenle çok önemlidir. İnsanları tekamüle ve üretkenlik faydalarına yöneltmek toplumsal bir oluştur.

f. Sosyalizasyon ve Sorumluluklar:

Sosyalizasyon kitabı yazılırken liderlik ve iyilik eksenleri esas alınmıştı. Liderlik bir sorumluluk olayıdır. Bireyin diğerlerini etkileyebilmesi onun doğasının vazgeçilmez unsurudur. Bu doğa geliştirildikçe insanların paylaşımcılığı ve hoşgörüsü gelişecek böylece insanlık topyekun tekamül çehresini yaşanır dinamiklere kavuşturacaktır.

Sosyalizasyon oluşumlarını gerçekleştirmek ve bunu alışkanlık bazında realize etmekte bir başka sorumluluk olgusudur. İnsanların organize olmaları ile fayda üretmeleri arasındaki denge medeniyetin anlamı olmalıdır.

Sorumluluk hissettiklerimizde vazgeçilmez gördüklerimiz arasında dengelendikçe tekamül ve fayda çoğalarak artacaktır. Bu nedenle sorumluluğu dengeli ve törpüleyici öğelerle üretken kılmak ve fayda oluşturmak önemlidir.

g. Rasyonalizasyon ve Sorumluluk Bilinci:

Rasyonalizasyon disiplini bize etkili ve tekin olmanın yolunu göstermektedir. Bu husus mutlaka buna daha yatkın bireylerin gayretleriyle anlam kazanacaktır. İnsanları topyekun alim yapamayız. Ama alimleri faydalı yaparak insanlığın stres ve oluşlarını dengeleyebiliriz. Organizasyon ve oluşumlar toplumsal dinamiklerle evrensel aklı yarattıkça insanlık sorumluluklarını daha iyi anlayacaktır.

Rasyonalizasyon etkinlik ve verimlilik açısından yapılanmanın vazgeçilmez boyutudur. Bunu sorumluluğumuz dahiline almak tekamül ve toplumsal olgular için vazgeçilmezlik taşır.



h. Bireysel Duruşun Verdiği Sorumluluk Bilinci:

İnsan ereğinin limiti yoktur. Dolayısıyla kabiliyetleri ararken veya bir kabiliyeti geliştirirken bunun en iyisi ve en özeli olma istekliliğinin canlı tutulması gerekir. Bu da kişinin kazanacağı sorumluluk bilinci ile etkili hale gelebilir.

Bu sorumluluk bilincini geliştirmek ve desteklemek bireyi kabiliyeti ile yalnızlığa iterek değil onu özendirerek ve yarıştırarak rekabet ortamında mümkündür. Birey yeteneklerini göstermeyi ve bunlarla toplum içinde değerleriyle yarışmayı bir zevk haline getirdikçe kendi bireysel durumunun gelişmesi çerçevesinde gayret yaratacaktır. Aradığımız da zaten budur.

i. Sosyal Duruşun Sorumluluk Bilinci:

Kurumsal yapılaşma içinde teşebbüs yaratmayı önemseyen bir anlayışla sosyal duruşu gözetmemiz gerekir. Sosyal duruş mevkii sömürmek değil yüceltmek sistematiği taşımalı liyakat temelli bir yönetsel sadakat anlayışı gelişmelidir. Bunu yapabilmek için üretkenlik ve beceri kapsamında şeffaf olmak ve değerlendirme titizliği ile rekabeti esas almak önemlidir.

Dolayısıyla birey sosyal duruş etkinliğini gayret ve çaba ile tekamül ettirme anlayışını geliştirdikçe bu onun sorumluluk bilincini de geliştirecektir.

j. Hiyerarşi İçinde Sorumluluk:

Kurumsal yapılanmada kurumun stratejik hedeflerine konsantre olmuş bir personel yapılanması mutlaka bireyin katkısının görülebileceği bir anlayışla yönetilmelidir. Çalışanın sömürüldüğü, cambazın parsayı götürdüğü anlayış ancak bu şekilde tekamül ettirilebilir.

Unutmamak gerekir ki üretkenlik ve çaba her zaman ölçülebilir değerlerdir. Bunların anlaşılır kılınması etkinlik değerleri ile belirginleştirilmesi verimliliğin vazgeçilmez faktörleridir.

Bireyin var oluş ve donatım ekseninde çaba içine girebilmesi yönetilen- yöneten dengeleri içinde anlaşılırlık kazanacaktır. Yöneten ve yönetilen duruşları dinamiklerini yarattıkça sorumluluk duygusunu da geliştirecektir.

k. Sorumluluğun Duygusal Anlamı:

Sorumluluğun duygusal yönetiminin baş aktörü tatmin olma değeridir. İnsan emeğinin ve gayretlerinin karşılığını görmek ister. Başarı ve gerekenlerin yapılmış olması bireye dönük olarak açıklık yaratmaktadır. Böyle olursa bireyin faaliyet – tatmin olma çerçevesinde dengelenen bir davranış modu doğacaktır ki duygusal anlamda bu çok önemlidir.

Sorumluluğun mutluluk çerçevesinde de dengelenen açılımları olmalıdır. Böyle olursa hem stratejik anlamda bireyin düşünselliği açıklık kazanır hem de mutluluk temelli yaşam ortay çıkar.

İnsanın davranış yapısında duyarlılık açısından ortaya koyduğu değerler onun duygusal gelişimini anlaşılır yapacaktır. Faaliyet ve gayret üretkenliğin bu da ilginin eseri olur.

l. Sorumluluğun Sosyolojik Olgusu:

Sorumluluk iki yönlüdür. Birinci yapısını bireyin kendisine karşı sorumlulukları oluşturur. Bu düzenli bir yaşantıyı ve üretken olmayı sağlar. İkinci yanı sosyolojik olgular karşısındaki tutumudur. Bunlar insanın kişilik değerleriyle yakından ilişkili olmaktadır. Daha çok bunlar kişi hakkında sorumluluk yanı hakkında fikir sahibi olmamızı sağlar.

Aile içinde sorumluluk bilincinin gelişmesi çok önemlidir. Dolayısıyla ailenin yönetsel dinamikleri bireylerin sorumluluk alanlarıyla dengelenmelidir.

Kurumsal yapı içinde sosyal duruşu oluşturan yapı sorumluluk alanlarını ve başarıyı kontrol eder. Şeffaf ve ölçülebilir yapılanma sağlandıkça kişi duyarlık kazanacak ve pozitif olma yoluna yönelecektir.

m. Doğa ve Sorumluluk:

İnsan etkileşimi kendi doğasını kendi yaratmakla beraber sosyolojik manada yöneliş dizaynları olması gerekir. Peygamberlerin bireysel sorumluluk tasarımları yanında sosyolojik kurallamalar yapmaları bu işin doğasını meydana getirir.

Dolayısıyla sosyolojik manada getirilen kuralları toplumların benimsemesi ve bunları kendi doğaları haline getirmeleri zaman ve teşebbüs sonucu ortaya çıkar.

Sosyalizasyon dinamikleriyle insanları harekete geçiren unsurlar anlaşılırlık ve etkenlik kazandıkça insanların sorumlulukları bireysel etkileşim alanlarını yaratacaktır.

Sorumluluk bir etkileme unsurudur. Bu unsurun belirginliği ve faydası onun doğasına etki eder. Böylece etkinlik toplumsal yapıyı motive edecektir.

n. Aile ve Sorumluluk Bilinci:

Aile bireysel oluşumun merkez unsuru ve zamanın etkin kullanım disiplininin realize merkezidir. Aile yönetsellik kapsamında bireysel duruş etkinliğini realize ve kontrol etmeyi amaç edinmelidir. Fertlerine kabiliyet ve yetenek yüklemek aile yönetim formasyonunun öncelikli görevidir.

Dolayısıyla aileyi gerek bireysel duruş gerekse sosyal duruş çerçevesinde bir rehabilite merkezi yapmaya çalışmak gerekir. Bireyler stratejik duruşlarıyla ilgili özümlemeyi ailede öğrenir ve benimser. Alışkanlıkların ortaya çıkışı ve bunların hayatla dengelenmesi sorumluluk yapısının anlamını oluşturur.

o. Şehir Yaşantısı ve Sorumluluklar:

Şehir içinde spor, sanat, üretkenlik ve sosyalizasyon dinamikleriyle bütünleşen bir yaşantı kurmak gerekir. Kişi bireysel davranışlarını şehrin kabiliyetleriyle bütünleştirdikçe hem sağlıklı hem de sosyal olmaktadır.

Şehrin politik faaliyet duruşlarını realize etmesine bireysel katkılar yardımcı olur. Bu nedenle birey politik davranış ve düşünselliğini siyaseten etkili kılmak zorundadır. Bu, başarı perspektifi dahilinde faydalı ve anlamlı olacaktır.



p. Hayat ve Sorumluluklar:

Dünyada önerilen bir hayat formu yoktur. Ancak yaygın olan hayat, çocukluk, gençlik, evlilik ve yaşlanma şeklindedir. Evlilik genellikle çocuk sahibi yapar insanı. Yani hayatının en güzel dönemini seçtiğin eşinle ve ortak çocuklarınla geçirirsin. Böylesi bir hayat renkli ve canlı olabilir.

Evlenmemekte bir hayat şekli olabilir. Ama hayatın zevkleri ve yaradılışın ayrıca tanrısallığın realizesi evlenmekle ortaya çıkan durumdur.

İnsanın hayata karşı sorumluluğu büyüktür. Çünkü bir defa bile toplum dışı davranmaya hakkın yoktur. Hemen toplum seni dışlar. O zaman hayat dikkat ister özen ister ve en önemlisi sorumluluk ister. Kuran bu kapsamda Salih Ameli tavsiye ediyor. Demek ki hayatla ilgili baş sorumluluğumuz Salih Amelle yaşamak olmaktadır.

q. Siyasetin Sorumluluk Bileşkesi:

Siyaset toplum için çalışmak ve buna kendini adamak anlamına gelir. Siyasi görev yapanların sorumlulukları çok büyüktür. Bugünkü iletişim imkanlarıyla siyaset siyasi hüviyet taşıyan kişinin ağzından çıkanı kulağının duyması gerekir. Demokrasilerde siyasi duruş fikir ve düşünceleri toplum yararına oluşumlara çevirme becerisini temsil eder.

Siyasi liderin sorumlulukları genel organizasyon bilincinin dışına çıkmadan toplumsal olgular ve rakip siyasi görüşler karşısında kendi duruşunu belirlemekle başlar. Bu mutlaka bir politik duruşu temsil eder nitelik taşımalı ve realize edilmesinin mantıklı değerler taşıdığı düşünülmelidir.

r. Sorumluluğun Vazgeçilmez İlkeleri:

Birinci ilke; zorunluluk taşımasıdır. Bir şeyi realize etme bakımından kendimizi zorunlu hissedersek bu vazgeçilmezlik taşır.

İkinci ilke; fayda sağlamasıdır. Her sorumluluk mantıklı bir anlam yüklü olmalıdır. Böylece vazgeçilmezliği kuvvetlenecektir.

Üçüncü ilke: sahipliliğidir. Sorumluluğun sahibi belli olması gerekir. Eğer böyle olmazsa hiçbir şekilde hiç kimse sahip çıkmayacaktır.

Dördüncü ilke: yapmanın doğruluğudur. Sorumluluk anlamlı olması kadar doğru olduğu imajı da hakim olmalıdır.

Beşinci ilke: tatmin edici olmalıdır. İşin vasfı mutlaka kalite ve performans açısından tatminkar bir sonuç yaratmalıdır.

Altıncı ilke: zamanlaması olmalıdır. Her işin veya işlemin mutlaka muteber bir zaman için faydası daha yüksektir.

s. Sorumluluğun Medeniyetle İlişkisi:

Medeniyet bir yaşam disiplinidir. Bireylerin hak ve hukuku yanında düzeni sağlayan kuralları vardır. İdeal medeniyet insan doğasına uygun kurallarla yaratılabilir.kural sorumluluk demektir. İnsanlar bunları realize etmek zorundadır.

ADN çok geniş perspektifte yaşam mantalitesi ve öğretisi olan geniş kapsamlı bir medeniyettir. Başta Devlet ve Salih Amel insanların sorumluluk sınırlarını belirlemiş ve bilimsel veçheyle görev ve sorumlulukları açıklamıştır. Dolayısıyla medeniyet sorumluluk demektir.

İnsan Sosyolojisi ve Doğa

BAŞLARKEN:

İnsan yaşantısının var oluştan bu yana sahip olduğu imkanları geliştirerek sürekli yenilenen bir sosyolojik oluşum yarattığını gözlemliyoruz. Ekonomi, fizyolojik varlığın oluşları, psikolojik etkenler, insanın tasarım yeteneği yaşamın sosyolojik boyutlarını belirlemektedir.

İnsanın davranış ve yaşamsal duruşunu meydana getiren olguları var oluştan bu yana incelemek çok karmaşık olmayan ancak belirsizlikleri hayal ederek mümkün olabilir. Biz de bunu yaparak insanın sosyolojik yönünü ve bunun doğasını anlaşılır kılmaya çalışacağız.

Sosyolojik manada evrim bize insanın kültürel duruşunu anlamamız açısından fırsat verecektir. Bugün artık şehir ve dünya genellemesinde sosyolojik bir oluşum vardır ve buna gelindiğinde durumu daha kapsamlı görmek gerektiğini anlayacağız.

İNSANIN SOSYOLOJİK EVRİMİ:

Hayvanlar ve gelişim içinde insanların oluştuğu, bunların popülasyon yaşamlarının bir birliktelik taşıdığı ve Aden aleyhisselamla başlayan oluşumda insanın kendi değerlerini yarattığını ve gelişen zaman içinde bu oluşumun mana ve yönetsellik kazandığı böylece Yakın Çağ perspektifine ve şimdi de Altın Çağ geleceğine dayandığını anlamalıyız. Dolayısıyla insan dünyada hazır bir sosyoloji bulmamış kendi doğası bunu yaratmıştır.

Peygamberlerin dünya hayatını regüle ederken genel anlamda sosyolojik etkileşimi ortaya koyduklarını görmekteyiz. Benim konumum size bu sosyolojik etkileşimi bir bilim haline getirerek dünyaya anlaşılabilir bir gelecek sunmaktır.

Dolayısıyla işlemin geçmişe dayalı oluşumu “sosyolojik evrim” kapsamında ele alınmaktadır. Bu anlaşılmadan bugünün etkilerini göremez ve anlayamayız.



a. İlk İnsan Doğası:

Neondertal’ler arasında Adem Aleyhisselamın ruh katılarak insan yaşantısının başlatılması bize neondertalleri anlamamızı dikte ettirmektedir. İnsanlar çoğalınca ve kendi sosyalitelerini dengeleyince bunların kaybolması insan tarafından yok edildiği gerçeğini ortaya koymaktadır.

Neondertal yaşantının doğasını maymun türlerinin doğasına benzetebiliriz. Ruhları olmadığı için konuşmaları ve düşünmeleri mümkün değildir. Bu oluşumun Adem-Havva ikilisi paralelinde insanın doğduğu ve düşünsellik çerçevesinde yavaş yavaş kendilerini korudukları ve geliştirdikleri düşünülmelidir.

İlk insanın bugünden çok farklı olduğunu ve bu farkın o zaman ki sosyal koşullara uyumlu yaratıldığının bir gerekçesini oluşturduğu açıktır. Bu mutlaka bilimsel açıdan tasavvur edilebilir. Hazreti Ademi göstermesi bize hareket noktası olarak zamanı anlamamızı sağlamaktadır.

b. M.Ö. 50000 – 20000 Arası :

Bu dönemde neondertalden insana dönüşüm perspektifi egemendir. Konuşma etkinliği ortaya çıkmış ve insan düşünmek kabiliyetini yavaş yavaş hissetmeye başlamıştır. Bu dönemde bireysel manada varoluş, güvenlik, beslenme temel olguları etki yaratmış olmalıdır. Cinselliğin hiçbir kuralının olmadığı hatta örtünme bilincinin bile yavaş yavaş geliştiğini düşünmeliyiz.

Temel manada hiçbir ekonomik etkileşim olmadığı tamamen “ilk insan” doğası içinde yaşandığı ve sosyalitenin maymunlarda olduğu yapıya benzer geliştiği düşünülebilir. Duygusal açıdan mutlaka anlaşılır kalıplar vardı ama bunlarında ilkel ve tutarsızlıklar taşıdığı gerçektir.

Çoğalma ve birikim dengeleri içinde bu dönem avcılık-toplama ve doğal ortamda yaşama olarak düşünülmelidir.



c. Hazreti Şit ve MU medeniyeti:

Hazreti Şit Batı medeniyeti tarafından Osiris olarak bilinir. M.Ö. 20000 lerde MU medeniyetini tekamüle yönelten peygamberdir. Hazreti Şit ile insanlık ilk defa tanrı ve din kavramlarını öğrenmiştir. Buna göre kainat tanrının varlığından oluşan fışkırmadır. İnsan bu bakış açısıyla tanrının parçasıdır. Kainattaki canlılığı tanrının ruhu insandaki canlılığı tanrının parçası olan ruh ortaya koyar. Bu düşünsellik hala dünyada yaygın olarak kabul görür.

Hazreti Şit “inisiye” yöntemiyle insanın tekamül ettirileceğini öngörür. Böylece kamil insan idealizesi ortaya çıkar. Bu özellik MU medeniyetinde toprak sahipliği, yada tanrısal aktivitenin olgusu olan bireyselliğin gelişmediğini gösterir.

MU medeniyeti denizciliği esas alan teknolojik ve bilimsel veri tabanını oluşturmuştur. Bu dönemde hiyeroglif yazınında kullanılmaya başladığını anlıyoruz.

d. Nuh Tufanı Sonrası Sosyoloji:

MU medeniyeti ve bunun sonu olan Nuh tufanı insanlık tarihinin bir dönüm noktasıdır. MU medeniyeti insanı sosyal kuralsız olarak yaşatmış, insanlar konuşma ve kısmen düşünme yeteneği oluşturmuştur. Nuh Tufanı sonrası canlı kalan Nuh ve tayfası ile yüksek yerlerde yaşayanlar sahip olunun konuşma ve toplama becerileri yanında tanrı ve din kavramlarını da biliyorlardı. Atlantis ve MU kıtalarının batması sonucu bu MU medeniyetinden pek fazla bir şey kalmamıştır.

İnsanlık Nuh Tufanının etkilerini binlerce yıl üzerlerinden atamamıştır. Ama sosyalizasyon temelli Şit öğretileri gelişmiş ve insanlar çoğaldıkça kendilerini yararlı yapmayı öğrenmişlerdir.

e. Hazreti İdris ve Mısır Medeniyeti:

İdris peygamber Nuh tufanı sonrası oluşumun realize ve yönlendirmesini sağlamıştır. Firavun tanrısal bir lider olarak ortaya çıkarılmış yönetim mantalitesi doğmuştur.

İdris Peygambere göre “güneş”, “Ra” tanrıdır. Sebebi insanlık güneş sayesinde dünyadaki hayatın var olduğunu anlamışlardır. Şit öğretisiyle uyumlandırılarak “güneşin” tanrısal bir hikmet olduğu kabul görmüştür. Bu sistemin ana öğesini firavun, askerler, rahipler, köylüler gibi organize bir sonucun doğmasını sağladığı anlaşılmaktadır.

Mısırın MU birikimini tanıması MU birikiminin insanlığa yeniden yorumlanıp organize olmayı sonuç kılmıştır. Hazreti İdris dört oğlu vasıtasıyla insanlığı dört milletler grubuna bölmüştür. Bugün Latin, Sami, Çin ve Türk olarak algıladığımız bu yapılanma gruplar arası bir rekabet ve çatışma alanı doğmasını sağlamıştır.

f. Yontma Taş Devri Sosyolojisi:

Toplumsal örgütlenme dinamiklerini yaratan Hazreti İdris, hayatı bir üretim-tüketim bileşkesinde mevsimsel ve üretsel manada düzene koymayı da başarmıştır. MU medeniyeti birikimini kullanan Hazreti İdris, giyinen, aile kavramı yapılanması ortaya çıkmış, yaşam şekilciği açısından pişiren ve konuşan bir insan sosyolojisini düzene koymuştur. Getirdiği ana öğe tanrısallık dinamiği ile inanan ve üreten insan imajını sağlaması ve bunun toplumsal dinamiklerini yaratmıştır.

Yontma taş devri deyince teknolojik anlamda taşın işlevsellik kazandığı dinamikler akla gelmelidir. Evler taşların işlenmesiyle yapılmaya başlanmış, tekerlek taşın şekil verilmesiyle kullanılmış, savaş aracı olarak baltalar taştan yapılmıştır.

Bu dönemde tarım üretkenliği de tabii ki doğaya ve imkanlara uyumlu olarak gerçekleştirilmektedir.

g. Cilalı Taş Devri Sosyolojisi:

Bu dönem teknolojik olarak tuğlanın üretim saykılına girmesi, çanak ve çömlek işlevselliğinin kazanılmasını anlatır.

Bu üretkenlik ekonomik ve sosyolojik oluşumlara çok önemli detaylar kazandırmıştır. Böylece insanlık medeniyeti arama yolculuğunu başlatmıştır. Yaratılan refah ve oluşumlar insanın rahat ve huzurunu dolayısıyla sosyolojik olgularını geliştirmiştir. İnsan medeniyete cilalı taş devri ile yolculuk başlatmıştır denilebilir.

Çömlekler tahıl ve su hatta şarap muhafazası açısından önemli katkılar yapmış böylece insanın konfor düzeni ortaya çıkmıştır. Şehircilikte büyük aşamalar meydana gelmiş hatta kanalizasyon ve su şebekelerini deneyen toplumlar bile ortaya çıkmıştır.

h. Maden Devri Sosyolojisi:

Maden üretkenliğinin hayata kattıkları çok önemlidir. Böylece savaş unsuru olarak kılıç ve mızrak başlangıçta çok etkili olmuştur. Demircilik, bakırcılık zanaatkarlık hep bu dönem sonrası oluşumlarıdır. Tekerlek madenden yapılınca dayanıklılık çok artmış böylece fonksiyonalite anlam kazanmıştır.

Çatal-kaşık ve bıçak kullanılmaya başlanmış yemek kültürü doğmuştur. Bakır kapların yemek pişirmede kullanılması mutfak kültürünü ortaya çıkarmıştır. Porselen ve cam işlevsellikleri de zaman içinde ortaya çıkınca bugüne yönelim birikimleri anlaşılırlık kazanmıştır.

Maden devri cilalı taş devri ile ortaya çıkan medeniyet olgularını çok daha geniş bir kapsama taşımıştır. Bugün kullandığımız bir çok alışkanlık hala maden devri yapısı özellikleri taşımaktadır.

i. Hazreti Musa ve on emir:

Hazreti İdris’in kurduğu Mısır’daki sistematik üç bin yılı aşkın süre de insanlığın getirdiği tekamüle, başkaldırıya maruz kaldı. Yahudilerin Yakup soyu ile Mısır’a gidişleri ve Mısır’da bir süre sonra kötü muamele görmeleri bir tesadüf olamaz. Bu tanrısal bir oluşumdur. Hazreti Musa’nın Yahudileri Mısır’dan kurtarışı ve yepyeni bir sosyalizasyon bilinciyle dünyanın geleceğine yön verecek bir çizgiyi oluşturması çok önemli bir olaydır. Dolayısıyla Yahudi tarihi insanlık sosyolojisini etkileyen en önemli oluşumdur.

Hazreti Musa’nın köle bir kavimden üstün bir ırk yaratması ve bugüne gelinmesi ve hatta bugün Kuran’a rağmen Yahudilerin kendi üstünlüklerini tüm dünyaya gösterme çabaları tesadüf değil bir insanlık öyküsü olmalıdır.

j. Hazreti İsa ve Hıristiyanlık:

Hazreti İsa’nın Hazreti Musa’yı tasdik ederek yaratılan üstünlüğü tüm insanlığa yaygınlaştırması insanlık tarihinin en önemli olayıdır. Yani Hıristiyanlık tüm insanlığa yayılan bir üstünlük aracıdır.

Hazreti İsa’nın tüm insanlığı kucaklayan açılımı bugün bile ne kadar heyecan vericidir. 2000 yıl sonra Hıristiyan Alemi Yahudiler kadar üstün meziyetlerle donatılmış bir yapıyı kurmuştur. Demek ki ne kadar bozukta olsa Allahın sistematiği tekamül mekanizmalarını uygun şekilde kullanmaktadır.

Hazreti İsa tüm insanlığı kucaklarken ruhu ve insanın kutsiyetini ön plana almakta, cennetin meyvesini vermekte ve kendisinin rolünü göstermektedir. Sevgi bağı Hazreti İsa öğretisinin ana unsurudur. Saygı ve sevgi temelli başkalaşım insanlığı bugüne taşımıştır.

k. Hazreti Muhammed ve İslamiyet:

Hazreti Muhammed dünyanın aydınlığı olan Kuran-ı Kerimi insanlığa bağşetmiş son ve en özel peygamberdir. Hiç yoktan çöl eşkiyalığı sistematiğini kurarak mukaddes İslamiyet Bayrağını insanlığın kalesine dikebilmiştir. Bu büyük peygamberi saygıyla anıyorum.

İslamiyet toplumsal sorumluluk dinamikleri aşılayarak toplumsal zaman ve güç dinamiklerini harekete geçirmeyi insanlığa öğretmiştir. Evet insan cenneti kovalarken mutlu olmayı ve mükemmelleşmeyi öğrenmiştir.

İslamiyet ve Hıristiyanlık son 4 yüz yıl hariç 1000 yıl Avrupa – Orta Doğu eksenli olarak birbirlerini geliştirmişlerdir. Böylece insanlık tekamülü ve ADN rüyasını realize edebilecek potansiyeli üretebilmiştir.


l. Göçebe Toplum Sosyolojisi:

Türkler iki yüz yıl öncesine kadar göçebe toplum özelliklerini muhafaza edebilmiş ve bunun yarattığı başkalığı insanlığa etki olarak oluşturmuştur. Bugün hala Orta Asya da göçebe yaşayan topluluklar mevcut olmasına rağmen medeniyet ve insan bileşkesinde gelecek farklı yapılaşmayı sağlayacaktır.

Oba düzeni ve Türklerin aile-birey-çocuk-genç olguları dünyaya örnek ve özel insan mekanizmaları olarak görülmelidir. Obanın yarattığı dinamik askeri güç potansiyeli dünyayı üç dört yüz yıl öncesine kadar çaresiz bırakabilmiştir. Bu çaresizlik bilimin ve eğitimin fonksiyonelitesine olanak sağlamış ve bugünün öyküsü ortaya çıkmıştır.

m. Yerleşik Toplum Sosyolojisi:

İlk yerleşik toplum düzeni Mısır’da oluşmuştur. Buna göre toprağa bağlı bir yapısal denge kurulmuş üretim topluma paylaştırılmıştır. Sümer siti devletleri daha sonraki şehirleşme yapıları hep toprağa dayalı bir anlam taşımıştır.

Yunan medeniyeti ile ortaya çıkan bölgesel üretkenlik paylaşım dinamikleri Roma medeniyeti ile ortaya çıkan askeri güç etkili siyasi yönetsellik dengeleri hep yerleşik düzenin tekamül olgularıdır.

Bugün dünya tarımsal anlamda global denebilecek bir bütünlüğü, sanayi kapsamında tekamül seviyesine kadar dengeli bir beceriyi, ulus devlet modeliyle bölge ve yöre kapsamlı ekonomik abilitiyi yaratmış durumdadır.

Bütün bunlar yerleşik toplum sosyolojisinin eserleridir ve gelecek daha da parlak manada global – yöre kapsamlı dengelerle oluşacaktır.

n. Keşif – İcatlar ve Yakın Çağ:

Keşif ve icatlar dünya konjonktüründe dengeleri üretim açısından çok etkilmiş böylece hem sosyoloji hem de ekonomi değişim geçirmiştir. Yakın çağın devlet organizeli millet üretkenliğini yapılandırma sistematiği çok başarılı olmuş ve dünya sürekli zenginleşen bir atmosfer yakalayabilmiştir.

Yakın çağ insan eğitilebilirliği ve ihtisasına dayalı örgütsel dinamikleri geliştirdikçe hem toplumsal kalite artmış hem de tekamül sürekliliğini sağlamıştır. Batının bu beceri tablosunu alkışlamak gerekir.

Yakın çağ “Laiklik” perspektifinde insan doğasının rekabet ve üretkenlik perdelerini kullanarak yarattığı gelişme trendini Altın Çağda da uygulamak zorundayız. Bugün kü insan tekamül verileri analizinde ne kadar ilkel ve geri olduğumuz meydandadır.

o. 20.yy Sosyolojisi:

20.yy hareket – iletişim ve eğitim kabiliyetlerinin teknoloji ile sürekli gelişen perspektifte yenilendiği bir dönem yani bir adaptasyon ve deneme dönemidir. Bu yüzyılda insan tarihi boyunca görmediği yenilenme ve tekamülü yaşamış ve öğrenmiştir. Nitekim insanlığın beklentisindeki Altın çağa ulaşma azmi 20.yy da hat safhaya çıkmıştır. Belki de beklenen veya umulan da budur. Bu oluşum eğitim perspektifinde ortaya konulan “üniversite” eğitsellik becerisinin eseridir. Bunu tasarlayan ve yöneten her kese şükran borçluyuz.

İnsan düşünselliğinde beceriyi yakalama ve ortaya koyma disiplini çok önemli bir rol oynamıştır. Bu yönüyle İngiltere’nin sağladığı etkiyi küçümseyemeyiz.

p. Altın Çağ Sosyolojisi:

Altın çağ; artık yakın çağ deneyimlerinin tekamül ve hedefler muvacehesinde geleceği yöneten anlayışıyla sosyolojik dinamikleri fizyolojik güdülerden kurtararak duygusal sistematiklere zemin hazırlayan varlığa dönüştürmeyi gaye almalıdır.

Birey her oluşumuyla insanlığın misafiri ve sevgilisidir. Bunu kucaklamak ve ona organizasyon, yaşam alanı sosyalitesi ve fizyolojik – psikolojik yeterlilik sağlamak esastır.
Hayatın çözümlenebilir realitesi karşısında duyarlı ve anlamlı gelecek için yaşama bilinci ve dostluk-sevgi-saygı yapılanması sosyolojik oluşumları yönlendirme gayretlerinin temelini teşkil edecektir.

2. KÜLTÜR VE SOSYOLOJİK ETKİLEŞİM:

Kültür bir topluluğun yaşamsal örgütlenme ve zamanı pozitif kullanma bilincinin hayata yansıttıklarıdır. Biz bu bölümde toplulukların kültür performanslarını kendilerinin geleceği görerek anlaşılır kılmalarını sağlamayı amaçladık. Böylece sosyoloji geçmişi arayan değil geleceğe kültürel bazda hizmet veren stratejik bir oluşuma dönüşebilecektir. Böyle olunca daha zevkli ve daha güncel atmosfere dönüşecek ilgi ve düşünsellik yaratacak insanların pozitif değerlerini arttıracaktır.

Kültürü bugün ve yarın bağlamında gözlemleyebilmek büyük bir tasarım olgusudur. Hem bilinmeyenleri tahmin etmek hem de bulabildiklerimizi realize etmek dinamik bir düşünsellik yaratacaktır. İşte bu yönüyle karmaşa değil kalite indirgenmiş anlaşılırlık kazanması önemlidir.

a. Kültür ve Öğeleri:

Her toplum farklı düşünce, inanç, değer sistemlerine sahiptir. Bunlar iyi veya kötüyü açıklamada dünyayı tanımamızda belli işlerin hangi tekniklerle yapılacağının tespitinde önemli rol oynar. Bu öğrenilmiş fikirlere kültür diyoruz.

Gelenekler birbirlerini destekleyerek birbirlerine uyumlu olurlar. Bir gelenekteki değişiklik diğer gelenekleri de etkiler ve değişmeye neden olur. Toplum bilimciler bu olaya “kültürel birleşme” adını vermektedirler. Yani kültürün bütün parçalarının herhangi bir biçimde birbirine bağlanmasına kültürel birleşme adını vermekteyiz.

Aşağı yukarı hepimiz bir işi yaparken pek bilinçli olarak düşünmeyiz. Çünkü bu iş daha önce de başkaları tarafından aynı biçimde yapılmıştır. Bu nedenle de artık biz onu kültürümüze içselleştirmişizdir. Onun doğru ve yanlışlığını düşünmeyiz. Artık o davranış kalıplaşmış bir davranıştır.

Kültürün bir diğer özelliği de öğrenilen davranışlardan oluşmasıdır. Doğrudan edinilmez. Biyolojik kalıtımla kuşaktan kuşağa geçmez. Topluma her yeni katılan üye bunu öğrenerek geliştirir ve bunlar duygu yüklüdür.

Her toplumun kültürü iki türlü öğeden kurulur:

(1) Maddi Öğeler: Toplumun ya da grubun herhangi bir gelişim aşamasındaki teknolojik ilerlemesini üretim, teknik, hüner ve becerilerini ifade eder.

(2) Manevi Öğeler: Bunlar toplumun yaşamını düzenleyen değer, inanç, yasa, gelenek, görenek ve ahlak kurallarından oluşur.

Aşağıda onbeş temel kültürel değerin varlığı vurgulanmaktadır:

- Başarı
- Disiplinli bir iş ve çalışma
- Ahlaki değerlere bağlılık
- İnsancıl olma
- Pratik ve yeterlilik
- Kendini geliştirme
- İyi bir hayat biçimi
- Eşitlik
- Özgürlük
- Uyumlu olmak
- Bilime olan inanç ve akılcılık
- Milliyetçilik ve vatanseverlik
- Demokrasi
- Kendine ve başkalarına saygı
- Grupla birlikte çalışmaya ve grup başarısına inanç

b. Gerçek Kültür – İdeal Kültür:

Kültür içindeki bir farklılık gerçek ve ideal kültür olarak belirlenen uyumsuzluktur. İdeal kültür toplumu bir arada tutan norm ve değerlerin sadece kurallarda geçerli olmasıdır. Gerçek kültür ise bu norm ve değerlerin pratikteki, günlük yaşantıdaki uygulanış ve bulunuş biçimidir.

Eşitlik değeri üzerinde özellikle duran bir toplumda eğer milyonlarca insan gerçekte aç ve sefalet içinde yaşıyorsa ideal ve gerçek kültür arasında fark var demektir.

Toplumda yaşayan insanlar ideal ve gerçek kültür ayrılığı üzerinde çok büyük bir önemle durmazlar.

c. Yüksek Kültür – Yaygın Kültür:

Kültür içindeki bir farklılıkta aynı toplum içinde yaşayan elitler ile geniş halk tabakalarının sahip olduğu norm ve değerlerdeki ayrılıklarda yatar. Toplum içinde özel bir yaşam biçimi, zevkleri, alışkanlıkları olan küçük bir elit grubun sahip olduğu kültüre “yüksek kültür” denilir. Örneğin üst sınıfların yaşantı biçimleri, klasik müziğe düşkünlükleri, resim ve heykel sanatıyla ilgilenmeleri yüksek kültürün temel değerleri olarak betimlenir.

Bunun karşıtında ise büyük halk kitlelerinin benimsediği yaşam biçimi zevkler, farklı değerler yer alır ki buna da yaygın kültür denilmektedir. Örneğin televizyon seyretmek, maça gitmek, aile aktivitelerine katılıp birlikte gezmek, macera filmleri seyretmek, sokaktaki köfteciden köfte ekmek yemek gibi.

Ancak toplumda bazı gruplar her iki kültür içinde de yer alıp iki türlü yaşam biçimi ve zevkleri de paylaşabilir.

d. Alt Kültür – Karşıt Kültür:

Alt kültür toplumun temel kültürel değerlerini paylaşan ancak bunun dışında kendini diğer gruplardan ayıran değer, norm ve yaşam biçimleri olan gruplardır. Örneğin dünyanın bir çok ülkesinde gençliğin, ırkların, etnik grupların oluşturdukları çeşitli alt kültürler mevcuttur. Daha küçük alt kültürler üniversite kampuslerinde veya uyuşturucu madde kullanan insanlar arasında görülebilir. Alt kültür gruplarının kendi alt kültürünü üstün görme ve diğerlerini aşağılama tutumları vardır. Buna etnosentrik tutum denir.

Karşıt kültür ise bir alt kültür olup norm ve yaşam biçimleri açısından içinde yaşanılan kültüre ters düşen tutum ve davranışları içerir. Bu gruplar toplumun sahip olduğu hatta gurur duyduğu norm ve değerleri reddederek karşıt tutum ve davranışlara sahiptirler.

e. Kültürel Relativizm:

Kültür taassubu veya ben merkeziyetçilik diye bilinen etnosentrizm kişinin kendi kültürünü temel olarak alması ve diğer kültürleri kendi kültürü açısından değerlendirmesi demektir. İnsan belli bir kültürde doğar ve yaşamını sürdürür. Başkalarının kültürünü tanımadığı için kendi norm ve değerlerini üstün görür.

Kültürü yine o kültürün içinde, değer yargılarını kullanmadan tanımaya ve anlamaya kültürel relativizm denir. Çünkü her değer ve norm o kültür için anlamlıdır veya anlamlı parçalardan oluşur. Diğer kültürlere olan körlüğümüzü bir kenara bırakıp, onları kendi kültür değerleri ve normları içinde görebilmeliyiz. Kültürel relativist görüş böylelikle kültürü oluşturan parçaların nasıl uyumlu hale geldiğini, o parçaları aşağı veya yüksek görmeden yani değer yargılarımızı kullanmadan anlamak demektir. Bu görüş bize diğer kültürleri de kabul etme bilinci aşılar.

f. Popüler Kültür ve Fakirlik Kültürü:

Toplumun maddi ve manevi kültür öğeleri yaşamın ekonomik, politik ve din yönleri ile sınırlı değildir. Bir toplumda yaşarken gördüğümüz, duyduğumuz ve minnettar olduğumuz şeyler genelde toplumun popüler kültürü ile ilgilidir. Popüler kültür yaşadığımız günlük hayattır.

Popüler kültür aynı zamanda bizi geçmişe bağlayan bir araçtır. Her toplumun popüler kültürü kendine özgüdür. Popüler kültür kitlesel tüketimin bir aracıdır. Popüler kültür yolu ile geçmişi yeniden yorumluyor, şimdiki zamanı değerlendiriyor ve gelecek hakkında spekülasyon yapıyoruz.

Fakirlik kültürü; fakirlerin sahip olduğu değerlerin ekonomik yönden başarılı olan kişilerin değerlerinden farklı olduğunun ileri sürer. Fakirlerde başarılı olmak için gerekli olan istek, arzu ve disiplinin olmadığını iddia etmiştir.



g. Aile ve Toplumlaşma:

Aile insan yaşamında en önemli ve ilk toplumsallaşma kurumunu oluşturur. Yeni doğan bir çocuk önce aile çevresinde toplumsallaşma sürecine girmektedir.

Anne ve babaların çocuklar üzerinde çok büyük etkileri vardır. Kültürde çocuk tarafından anne-babanın çeşitli beklentileri doğrultusunda içselleşmiştir. Bu ilk öğrenmeler çocuğun ilerideki gelişmesinin temelini oluşturur.

Çocuğun gelişmesiyle birlikte anne-babalar ve ailenin diğer fertleri çocuğun faaliyetlerini cezalandırma ve pekiştirme yoluyla onun kişilik gelişimine yardımcı olurlar. Ayna benlik kavramıyla çocuğun davranılşlarının başkalarının gösterdiği tepkilerle yön verdiği savunulur. Böylece çocuk kendi kendine iyi mi yoksa kötü mü olduğunu öğrenmeye başlar. Bunu öğrenirken de çevreden aldığı geri bildirimlerden hareket eder.

h. Din Kurumu:

Din dünyanın her toplumunda toplumsallaşma da önemli role sahiptir. Özellikle çocuğun ahlaki açıdan gelişiminde, doğru ve yanlış kavramlarının öğrenilmesinde çok etkilidir. İnsanlar aile içindeki üyelerle ve toplumdan etkilenerek belirli din kalıplarına uyar ve bunları benimser.

Dini kalıplar toplumsal yaşamın bir çok yanında insanları etkiler.

i. Ana – Baba – Büyük – Küçük Aile:

Otorite figürüne göre ana-baba ailesi, büyüklük boyutunda ise büyük ve küçük aile olarak sınıflandırabiliriz. Bu durumda aile;

- Ana ailesi (Anaerkil)
- Baba ailesi (Ataerkil)
- Büyük aile (Geniş aile)
- Küçük aile (Çekirdek aile)

Ana ailesi: avcılık ve toplayıcılıkla geçinen toplumlarda, toprağa yerleşmeyle beraber ortaya çıkan bir aile türüdür. Erkekler çoğunlukla oturma yerinden uzaklarda yapılan avcılıkla uğraşmaktadırlar. Kadınlar ise çocukların bakımı, korunması, yiyecek hazırlama, yaralılara bakma, hayvanları evcilleştirme, ailenin geleceği ile ilgilenmektedirler. Bu ailede baba otoritesi yoktur. Ananın kız ve erkek kardeşleri, çocukları ve ananın diğer akrabaları aynı evde birlikte yaşarlar. Böylece çocuklar ana evinde oturmakta ve akrabalarla ilişkileri de ana soyundan gelmektedir. Evin reisi kadının erkek kardeşi yani çocukların dayısıdır. Baba da anasının evinde kız kardeşlerinin çocuklarına babalık görevi yapmaktadır. Çocuklar analarının çocukları, babalarıyla hukuki ve sosyal ilişkileri yoktur. Ev, toprak ve her türlü eşya ortaktır. Kadının statüsü bu durumda daha yüksektir.

Baba ailesi: bu ailede baba otoritesi ağır basmaktadır. Pederi aile, bölünmez asaba ve ataerkil aile şeklinde gruplandırılabilir.

- Pederi aile: Ana baba beraber oturur. Çocuklar üzerinde ana babanın eşit hakları vardır. Akrabalık hem anadan hem babadan gelir.
- Bölünmez asaba: Baba tarafı akraba olarak tanınır. Kan bağı geçerlidir. Fertler eşittir. Bu ailede yaşayan anne babanın çocukları üzerinde hakları yoktur. Çocuk asabanın malıdır. Aile içinde özel mülkiyet yoktur. Her şey asabanın malıdır. Aile reisi en yaşlı babadır. En yaşlı çift yöneticidir.

- Ataerkil aile: Sonsuz ve mutlak bir baba otoritesi hakimdir. Baba otoriteyi dinden almaktadır ve atalarının kurduğu ocağı devam ettirmektedir. Amaç ailenin devamını sağlamaktır. Bu nedenle erkek evlat sahibi olmak amaçtır. Kadın evlenince kocasının evine gider. Baba ailenin bütün mallarına sahiptir. İstediği gibi hareket eder. Çocukları ve karısı üzerinde her yetkiye sahiptir.

Büyük aile: Çok sayıda küçük ailenin aynı çatı altında oturmasıyla oluşan aile tipidir. Bu ailede akrabalık bağları kuvvetlidir. Tarım toplumlarında görülür.

Küçük aile: Karı koca ve evli olmayan çocuklardan meydana gelir. Küçük aile sadece iki kuşaktan oluşur. Çekirdek aile evrensel bir olgudur. Dört işlev yerine getirilir.

- Cinsel ilişkilerde düzenleme
- Ekonomik dayanışma
- Üreme
- Toplumsallaşma

Küçük ailenin evrensel bir karakter taşımasında önemli olan dört eğilim şunlardır:

- Eş seçiminde özgürlük
- Kadının toplum içinde statüsünün yükselmesi
- Kadın ve erkeğe tanınan eşit boşanma hakkı
- Bireylerin toplumsal sınıflar karşısında artan eşitliği ve engelleri kalkması.

j. Aile Kurumunun Evrimi:

- Aile büyüklüğü azalmıştır. Dolayısıyla çekirdek aile tipi egemen olmaya başlamıştır.
- Aile üretici olmaktan çok tüketici olmaya yönelmiştir.
- Çeşitli kurumlar ailenin görevlerini ellerinden almıştır. Ancak ailenin duygusal önemi hala bir psikolojik dayanak olarak devam etmektedir.
- Genellikle ebeveynler tarafından ayarlanan ekonomik gereksinmelere dayalı evlilikler çekirdek ailede yerini duygusal tercihlere bırakmıştır. Bunda kadının bir ölçüde ekonomik gücünün oluşması, eğitim olanaklarının artmasının da rolü büyüktür.

Sonuç olarak aile kurumunun da değişen toplumsal yapının paralelinde bir değişmeye uğradığı ortadadır.

k. Ekonomik Etkileşim ve Sosyoloji:

Tarih boyunca aile ve toplum ekonomik oluşumlardan çok etkilenmiştir. Başlangıçta barınma yeri temelli bir sosyoloji oluşurken, daha sonra tarım ekonomisiyle toprağa dayalı bir ekonomik sosyalizasyon, sanayi devrimiyle çekirdek aileye dönen ekonomik bir sosyalizasyon ve nihayet bilgi toplumuyla eğitim ihtisası üzerine dayalı bir sosyalizasyon ortaya çıkmıştır.

Bugün çoğalan şekilde ihtisaslaşma üretkenliği yaygınlaşmakta, sanayi oluşumuyla dengelenen bir oluşum, toprak işletimi ile rasyonelleşen bir sosyalizasyon oluşumu birlikte yaşamaktadır. Gelişen teknolojik imkanlar ve artan refah çekirdek aile formasyonu ile birlikte genişleyen bir hareket alanı kavramı doğmaktadır.

Altın çağın tekamülünde; birey temelli özgürlüklerin genişlemesi, çekirdek aile sorumluluklarının toplumsal yapı içinde paylaşımı ve müreffeh birey anlayışlı bir sosyolojinin doğması beklenmelidir.

l. Eğitim Etkileşimi ve Sosyoloji:

Eğitim çok kapsamlı çok geniş bir perspektiftir. Bilimsel temele dayalı “teori” temelli eğitim modüleritesi yaygınlaşmakta ve “doğma” temelli dini eğitim klişeleri ortadan kalkmaktadır. Bu oluşum bireye üretkenlik formasyonu yüklemekte ve birey kendi etki alanını kendi yaratacak özelliklere dönüşmektedir.

Bilim ve sanat engin ve eşsiz genişliğinde tüm insanlığı kucaklayacak farklılaşım hücrelerini oluşturmaya müsaittir. Bu yapılanma insan özgürlükleri ile insan refahı arasındaki dengeler kurulduğunda mütekamil özellikler ortaya koyacak ve bu oluşumlar sosyolojiyi oldukça etkileyecektir.

m. Din Etkisi ve Sosyoloji:

Din insan hayatının işlevselliğini fonksiyonel yapan, genel varlığı korku ve ilgiyi etkileyen çok önemli bir etkileşim unsurudur. Dinleri oluşturan kurallar kendilerini vazgeçilmez yaparlar. Bu vazgeçilmezlik insanlar için mücadele unsuru haline getirilmiş ve böylece insanların kitlesel etkileşimi yaratılmıştır. Eğer kitle halinde insanları sadece ırklar harekete geçirseydi hiçbir zaman bir dünya egemenliği meydana getirilemezdi.

Dinlerin vazgeçilmez ve acımasız varlık unsurları toplumlararası etkileşim yanında bireysel dinamiklere de hareket vermektedir. Nitekim ABD komünizm tehdidini halkının bireysel etkileşimi için kullanarak halkın tekamülüne olanak sağlamıştır. Yeni çağ içinde Türk tehdidi de Avrupa’da bireysel motivasyona zemin hazırlamıştır. Ana çıkış noktası ise dini varlığın korunması arayışlarıdır.

n. Laiklik Temelli Toplum ve Sosyoloji:

Laiklik dini etki zincirini akılcılığa dönüştürerek bireyin benimseme ve betimleme oluşlarını zenginleştiren bir ortam hazırlar. Avrupa’da dini öğeler teknik detayda farklılık taşır. Bu farklılıkları asimile etmek laiklikle mümkün olabilmiştir. Böylece insanlar vicdanen ve aklen rahatlamışlar ve düşünsellik zenginleşmiştir. Dolayısıyla Avrupa bilgi çağı dinamiklerini laikliğe borçludur.

Türkiye gibi ülkelerde laiklik dinden pasifize edilmeyi ya da dinin kuvvetlenmesi için kutup oluşturmayı sağlayan bir özellik taşımaktadır. Nitekim 1980 li yıllarda radikal İslamın örgütlenmesi laikliğe karşı dinin hareketlendirilmesinden başka bir şey değildir.

o. Siyasal Oluşumlarla Sosyoloji:

Toplumu partiler halinde hareketlendirme yönelişi siyaset kapsamında ortaya çıkmaktadır. Siyasal oluşumlar iktidar mücadelesi ve iktidar avantajlarını kullanma dinamikleriyle etkileşim ortaya koyar.Bireysel hareketlenme bireyin partisi ile yakından ilişkilidir. Ekonomik etkenler ve siyasi güç dinamikleri kişiye cazip gelen hususlardır.

Netice olarak birey bazında renkliliği ve tekamülü organize eden siyasi dinamikler bir anlamda toplumu harekete geçiren unsurlardır. Toplum bireyin hareketliliğinden pay kazanır ve böylece toplumsal dinamikler ortaya çıkar.

p. Demografik Değişme Kuramı:

Toplumsal tekamülü realize etmek siyasi konjonktür ile ulusal dinamiklerin dengelenmesi ile mümkün olabilir. Amaç toplumsal verileri iyileştirmek ve kaliteyi arttırmaktır.

Siyasal dinamikleri demografik oluşumların realizesinde kullanmak politik bir sanat ve işlevsel bir başarıdır. Dünya insanlığının zaman boyutunda kalite ve performans dengelerini geliştirmesi gerek iyileşen koşulların gerekse doğal dengelerin bir sonucu olarak vazgeçilmez bir sorumluluktur.

Örgütlenmemiş veya örgütlenme kalitesi oluşmamış toplumların fertlerinin demografik yapılanmayı etkileme dinamikleri çok zayıftır. Bu durumda topyekun kalite bireysel kabiliyetlerle yakından ilişkili olmaktadır.

q. Kentleşme ve Sosyoloji:

Sanayi devriminin bir sonucu olarak şehirlerin nüfusları süratle artmaya başlamıştır. Köylerde ekonomik ortamın gelişmemesi ve nüfus artışının rasyonaliteyi olumsuz etkilemesi bu oluşumu hızlandırmıştır. Böyle olunca ABD ve Avrupa hariç kentleşme bakımından ö-olumsuz gelişim söz konusu olmuştur.

ABD ve Avrupa modern kentleşme mihverini ve etkilerini yaratmalarına rağmen teknolojinin gelişme trentleri tam anlamıyla tutarlı kentleşme olanakları vermemiştir. Bu nedenle kentlerde sokaklarda kalmış her taraf araba yığılmıştır.

Kültürel açıdan yepyeni bir kent kültürü doğmaya başlamış, viran ve gecekondu mahalleleri türemiştir.

Bugün kentlerinde kültür dokularını yaratma ihtiyacı ve sosyalizasyon tedbirleri ile mahalleleri rehabilite etme ihtiyacı söz konusudur. Kentler Altın çağda büyük refah alanlarına dönüşecek ve buna göre tutarlı yaşam olguları realize edilecektir.

r. Sanayi Toplumu Sosyolojisi:

Aileyi çekirdek aile yaygınlığına götürmesi yanında kadında ekonomik ve sosyal kişilik kazanmış böylece aile performansı son derece kritik dinamiklere dönüşmüştür. Çocukların yetişmesi bakımından kreşler doğmuş, evlerin büyüklükleri terk edilmeye başlanmıştır.

Kentleşme süreci hızlanmış, toplum bireysel bazda mekanize olmuştur. Emek yoğun çalışma tatil konsepti geliştirmiş, turizm doğmuş ve dünya trafiği yoğunlaşmıştır.

Bireyin ekonomik özgürlüğü kültürel ve politik oluşumları etkilemiş, demokrasi bilinci yaygınlaşmaya başlamıştır. Bugünün modern toplumunun yaşam organizasyonu doğmaya başlamış, laiklik yaygınlaştırılmış, komünizm ile din kalıpları etkisizleştirilmeye başlanmıştır.

s. Bilgi Çağı Sosyolojisi:

Ekonomik duruş kabiliyeti bireyin eğitim performansını olumlu olarak etkilemiş dünya konjonktürünün değiştirilmesi, Batı medeniyet bölgesini beyin yoğun çalışma sürecine itmiştir. Böylece global dünya sistematiği doğmuştur.

Sermaye kontrolünün Batını elinde olması teknoloji üretim potansiyelini de Batının kontrol etmesini sağlamıştır. Altın çağ perspektifinde sağlanan bilimsel tekamül bugün yapabildiğimiz çaba ve performansa olanak sağlamıştır.

İnternet ortamının sağladığı iletişim ve etkileşim çok önemli bireysel performans oluşumlarına olanak verebilecek durumdadır. İnternetin devlet sistematiğinin, bankacılık sisteminin topyekun yenilenme fırsatı vermiştir. Bilgi artık yaygın ve önemlidir.

t. Altın Çağ Sosyolojisi:

Birey bazında tekamül kısvesinin sistematikleri belirlenmektedir. Birey özgürlükleri fayda temelli kriterler ve hedeflerle donatılmaktadır. Çalışma ve üretme disiplinleri verimlilik düşüncesi ve bütün bunları destekleyen organizasyon tekamülü Altın Çağın performansını belirleyecektir.

Bireysel duruş kapsamında tekamül ve refah ulaşım etkilerini hayatı anlaşılır ve kapsamlı yapacaktır. İnsanların iyilik ve mutluluk perspektifli yaşam anlayışları sosyaliteyi ve entelektüeliteyi geliştirecek ve insan gerçek manada sosyal insan olacaktır.

Çalışma hayatının bilgi temelli yönetim perspektifli canlandırılması ekonomik oluşumları dengelemek ve topyekun başarı kriterlerinin gelişmesi dünyayı cennete çevirecektir.






3.SOSYOLOJİK OLARAK İNSAN DİNAMİKLERİNİN DOĞASI:

Bu kitabın birinci bölümünde tarihi oluşum içinde sosyolojik evrim incelenmeye çalışıldı, ikinci bölüm kültürel açılım içinde sosyolojinin yaşamsal boyutu analiz edildi, bu bölümde ise modern toplum kültür sosyoloji iletişimi ve bunun rasyonalitesi incelenecektir.

Bu bölüm insan dinamikleriyle medeniyet olgusunun vazgeçilmez manaları arasındaki ilişkiyi anlatacaktır. İnsan sosyolojik yapılanmasının modernitesi yanında insan ruhunun iyilik ve mutluluk temelli açılımı önemle vurgulanacaktır. Dolayısıyla insan varlığının ve geleceğin farkında olarak yaşamayı öğrenecek ve böylece sosyolojinin bugünü ve yarını anlam kazanacaktır.

Bu bölümün devamı 2K 1R çalışmasıdır. Dolayısıyla rasyonel açıdan kültürün manevi ve maddi değerleri yönetilebilirlik kazanacaktır. Bu insanın geleceğini beğenmesi olacak ve gelecek için her kes mükemmeli arayacaktır.

a. Bireysel Duruş ve Oluşması:

Bireysel duruşu biz bugüne kadar yetenek ve bilgi temelli kabiliyetler olarak ele aldık. Burada bireysel duruşa sosyalite ekleyeceğiz. Böylece bireysel duruş nihai anlamına kavuşacaktır. Nedir sosyalite? Topluma kaynaşma potansiyeli olarak anlatmalıyız. Bireyin toplumu itirme gücü de diyebiliriz. Böylece bireysel duruş sosyolojik bir etkinin merkez unsuru olacaktır.

İnsanın sosyalitesini birinci derecede iş hayatındaki etkinlikleri, ikinci derecede arkadaşları ve faaliyetleri oluşturur. Toplumlar sosyalizasyon örgüsü içinde nitelik kazandıkça insanın da bireysel sosyalitesi güçlenecek ve potansiyeli gelişecektir.

Netice olarak bireyin kabiliyetleri diğer toplum elemanları üzerinde etkileşim sağlayacak böylece hem kaynaşma hem iyilik hem de mutluluk pekişecektir.

b. Sosyal Duruş ve Oluşumu:

Sosyal duruş iki mana ifade etmektedir. Birincisi bireye ailenin verdiği duruştur ki bu büyük kaderin tecellisidir, ikincisi toplum örgütlenmesinde teşebbüslerin yarattığı kurumsallaşmanın verdiği sosyal mevkidir, daha doğrusu bu mevkii insanın donatmasıdır. Biz burada ikinci manada öngörülen sosyal duruşu incelemekteyiz.

İnsan bireysel duruş potansiyeli ile sosyal duruşunu donatır. Sosyal duruş yönetsellik, felsefe ve görüş gerektirir. İhtisasın öngördüğü olgularda katılınca sosyal duruş kompleksitisi anlam kazanır. İnsanın sosyal duruşu hak etme bilinci ve toplumsal örgütlenmenin teşkilatlanma mantığı bunu rasyonel yapmalıdır. Dolayısıyla toplum sosyal duruşu etkin kılmadan modern ve çağdaş olamaz. Bu oluşumu liyakat temeline ve böylece sadakatle birleştirmeye önem vermek gerekir.

c. Modern İnsan Dinamikleri ve Sosyoloji:

Medeni insanın bireysel davranış açılımı Salih Amelle anlaşılır kılınmıştır. Medeni insanın sosyalitesini oluşturan dinamikler de sosyalizasyonla açıklanmıştır. Bu durumda medeni insan kendine güvenen, topluma pozitif etkileşim sağlayan, bireysel duruşuyla kabiliyetlerinden emin olan, sosyal duruşuyla ebilitesini gösteren insan demektir.

Medeni insanın yaratacağı sosyoloji; önce kendi değerleriyle mutluluğu kovalayan ve ruhunun getirdiklerini dünyaya yansıtan kendi ereğini stratejik olarak benimsemiş erdemden nasibini almış bir yapı olacaktır. İşte ADN’a yakışan insan budur.

d. Çağdaşlık Anlatımı ve Tekamül:

İnsanlık sahip olduğu örgütsel yapılanma ile toplumsal anlamda tekamül içindedir. Bazı toplulukların organizasyon dirençleri daha yüksek ve üretken olacaktır. Bunun doğal sonucu olarak bu toplumlar insanların üzerindeki stresi azaltacak deneyimler oluşturarak uygulamaya sokabileceklerdir. Bu durumda dünyanın bu bölgesi diğer bölgelerden farklı yaşamaya başlayacaktır. Dünyanın evrensellik kabulüyle tekamüle dayanan bu özelliği çağdaşlık bilincini oluşturmuştur. Dünyanın geri kalanının da aynı tedbir ve uygulamaları benimsemesi çağdaşlığı yaygınlaştıracaktır.

Çağdaşlık sadece teknoloji imkanları anlamı taşımaz. Çağdaşlık toplumun niteliklerini bahse konu lider topluma benzetme çabalarını kapsar. Dünya halkları için çok önemli bir evrim olayı olarak çağdaşlık diğer insanları motive eden ve örgütlenmelerini tekamül ettiren bir oluş sağlar.

e. Çalışan İnsan Sosyolojisi:

Yakın çağ ekonomik örgütlenmesi herkesin çalışarak ekonomik hüviyet kazanmasını sağlamış, böylece Allahın verdiklerini bekleyen insanlar kendileri çalışarak yaşamayı öğrenmişlerdir. Çalışan insan önce emeği ile kazanmayı öğrenmiş, daha sonra global perspektifte milletlerin üretim paylaşması bilinci özellikle Batı dünyasını bilgi toplumu özelliklerine yöneltmiştir. Bilgi toplumu sömürü anlamında bir tüketim toplumu hüviyetidir. Çalışma ve üretkenlik her ne kadar bireysel yetenek bazında verimlilik düşüncesini geliştirmişse de bu bir aldatmacadır. Gerçekte bilgiyi üreten zor şartlarda yaşayan insanlarda oluşan arayış ve çabadır.

Özellikle robotlaşma ile insan üretkenliği dinamikleri çok değişecektir. İnsanın çalışma boyutunu bireysel duruş ve faydaya dönüştürmeden yapılacak her türlü yanlışlık insanlığı kuralsız ve beceriksiz kılacaktır. Bu nedenle insan dinamikleri çalışma ve faydadan uzaklaştırılamaz.

f. Yönetim Dinamiklerinin Sosyolojisi:

Yönetsellik organizasyon ve verimlilikle oluşu ile üretkenliğin temel unsurudur. Aslında medeniyet yönetsel beceri tasarımı olmaktadır. Yakın çağın kurumsallaşma dinamikleri üretkenliği verimli ve kaliteli kılmayı başarmıştır. Bu durumda yönetselliği teknoloji ile daha verimli boyutlara ulaştırmak amaç olacaktır.

Kurumun insan gücü rasyonalitesi sonsuz verimlilik açılımına sahiptir. Bu durumda sosyal duruş dengelerinde kurumsal verimliliği fayda ve etkinlik duyarlılıklarıyla bütünleştirmek büyük bir çaba isteyecektir.

Yönetselliğin ikna ve tekamül yetenekleri hiçbir zaman kaybolmayacak hususlardır. Bu durumda organizasyon dinamikleriyle yönetselliği etkinlik yönüyle analiz insanlığı çok kapsamlı deneyimler yükleyecek ve böylece gelecekle ilişkili insan oluşları dengelenecektir.

g. Demokratik Ortam Disiplinleri:

İnsanların özgürlükleri hareketlilik ve davranış tiplemeleriyle ilgili anlaşılırsa bunların diğer insanların hak ve özgürlükleriyle çatışmamaları için mutlaka disiplinlerin yarataılması gerekir. Bugün Avrupa Birliği tekamül aşamasında en modern yapıyı oluşturmuş olmasına rağmen insanlığın tekamül perspektifinde daha alacağı çok yol vardır.

Bireysel duruş anlamında siyasi dinamikleri yaratma temayülü kurumsal ve stratejik bazda desteklenmeli ve böylece tekamül parametreleri gelişmelidir. Fikrin oluşması veya yeni yönelişlerin tercih edilmesi hep toplumsal dinamiklerin etkinliği ile ilişkilidir. Daha çok katılım sağlayacak insanların tekamül perspektiflerini oryante etmek önemlidir. Böyle olunca demokrasi ve kurallar insanların sosyalizasyon bilinçleriyle daha etkili hale gelecektir.

h. Demokratik Ortam Toplumsal Dinamiklerinin Tekamülü:

Tarih biliyor ki demokrasi hiçbir uygulamasında inkişaf ve yenilikleri benimsetememiştir. Ancak gelecek böyle olmayacaktır. Geleceğin resmi ve şekli belirlidir. Bu nedenle insanların katılım ve paylaşımlarının sinkronize olmasını sağlayacak ortak demokraside yaratılacaktır. Demokrasi siyaseten rasyonel tekamülü benimseyerek çalışacaktır. Devletlerin yaşam alanlarını geliştirme çabaları sadece dikey yani demografik çabaya açıktır. Böyle olunca tutarlı ve dengeli bir dünya demokrasisi en sağlıklı gelişim ortamıdır.

Liderliklerin ve stratejik araştırma merkezlerinin çabaları, kurumların rasyonel hizmet gayretleri her şey rasyonel ve fayda temelli etkinliklerde anlam kazanacağından insanların sosyal duruş stratejileri tekamülün sigortası olacaktır. İnsanın üretme ve verimli olma cevheri tükenmek bilmez bir tekamül yasası doğurur. Bu insanın arayış ve yaşayış disiplinlerini etkiler ve insan doğası canlılığına ulaşır.



i. Bireyin Toplumsal Etkinliği:

Bireyi bireysel duruş dinamikleri ve sosyal duruş çabaları ile sürekli dinamik kılan yapımız sosyalizasyon çerçevesinde bireyi toplumsal etkin faktör durumuna getirmektedir.

Sosyalizasyon kurumsal mekanizmalar yarattıkça insan kendini sürekli gelişen ve paylaştıkça zenginleşen bir toplumsal erk haline getirecektir. Böylesi bir işlevsellik insan dinamiklerini sosyolojik anlamda çok etkileyecektir. Böylece birey mutluluk çabalarını kendi bireysel tekamülü ile birlikte görecek ve üretkenliğini kendi üzerinde verimliliğe dönüştürecektir. Bu çaba toplumsal bereket yasasını yaratacak insanlar çabaladıkça toplumsal değerler kıymetlenecektir.

j. Demokratlık Bilincinin Sosyalizasyon Yönü:

Demokratlık bilinci bireye düşünsellik ve kendi doğrularını gözden geçirme fırsatı vermektedir. Böyle olunca kendisinin yarattığı düşünsel çözümleri diğerlerine kabul ettirme gayreti kendi yetenekleri ile liderlik özelliğini geliştirirken diğerlerinin fikir ve değerlerine de ulaşma imkanı verecektir. Böylece sabit fikirlilik kalkacak yerine evrensel kabuller zebginliği üzerine kurulu düşünsel dinamikler gelecektir.

Sosyalizasyon insana tekamül fırsatı verirken demokrat olma gereği ve tarzı paylaşım ve dengeleri olumlu geliştirecektir. Hayatı paylaşma-üretme dengeleri ile tanıdıkça insan öğrenmenin ve başarmanın hazzına varacak, tekamülü hayatının vazgeçilmez parçası yapacaktır.

k. Rasyonalizasyon, Strateji, Kurumsallaşma:

İhtisasın kendine özgülüğünü kurumsal dinamiklerin kurulması ve geliştirme gayretleri yaratmaktadır. İşte bu özellik stratejik düşünselliği ve gayretleri kümelemeyi yaratacaktır. Stratejinin gelecek tasarımı yaygınlığına erişmesi insanları üretkenliğe alıştıracaktır. Zira gelecek çok fazla derinlik yaratılabilmesi olanaklarına sahiptir. Bu da üretken çalışmaların çokluğuna işaret eder.

Rasyonalizasyon teknoloji ve ihtisas derinliği ile sürekli dengelenen bir düşünsellik ve çaba yaratmaktadır. Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki rasyonalizasyonun sonu yoktur. Ve böylesi dinamik bir düşünsellik insanlığa anlamlı derinlikler sunmaktadır.

l. Yerel Yönetim Dinamikleri:

Yerel yönetimler şehrin kültürel dinamiklerinin realizesini ve işletilmesini üstlenmelidir. Bugün şehirlerin kültürel tanımları yoktur. Bir insan kümesi gibi kökenlerini yaşarken kendini sentezleyememiş durumdadır.

Dolayısıyla yerel yönetim örgütlenmesi kültür dinamiklerini araştıran – geliştiren bir hüviyet kazanmalı ve bunun tekamülünü sağlayabilmelidir.

Şehrin kabiliyetleri kültürel tasarımın realizesine anlam katacak dinamikler yaratmalıdır. Bu kabiliyetleri sinkronize etmenin yanında hem realizesi hem de ihtisas derinliği yaratması bakımından örgütlenme gereği vardır.

Şehrin refahı sahip olunan kabiliyetlerin yarattığı dinamiklerle ortay çıkar. Şehrin anlaşılabilirliği ve yapılanması ancak bu şekilde netlik kazanabilir.

m. Merkezi Yönetim Etkileri:

Ulusal yönetsellik dinamiklerin oluş ve cereyan yapılanmalarını etkilemektedir. Dolayısıyla ulusal üretkenlik yapılanması tasarlanmalı ve bunun global şemsiye ile uyumlu çalışması sağlanmalıdır.

Dünya konjonktürel dengeleri topyekun refahın gelişmesi maksadına hizmet etmelidir. İnsanları üretken ve faal tutmak vazgeçilmez hususlardır.

Sosyalizasyon dinamiklerinin ilk hareket örgütlenmesini mutlaka merkezi olarak realize etmek gerekir. Alışkanlıkların ve üretkenliklerin artması paralelinde bu oluşumlar kendi üretkenliklerinin artması paralelinde bu oluşumlar kendi üretkenliklerini kendileri yapacaklardır.

Eğitim ve üretim fonksiyonalitesi merkezi tasarımlarla yakından ilişkilidir. Bunların kalite ve formasyon disiplinleri olmalı ve denetlenmelidir.

n. Suç – Ceza – Ödül:

Sosyolojik etkileşimin insan doğasında var olan arsızlık ve tatminsizlik değerleriyle ortaya çıkan uyumsuzluklar mutlaka olacaktır. Bunların sosyolojik anlamlı analizleri ve alınacak tedbirler rehabilite olmayı sağlayacaktır.

Bir toplumun fertlerinin ceza ve ödülle motive edilebileceği denenmiş ama başarısı pek saptanmamış bir durumdadır. Sistematiğin başarıyı ödüllendiren yapısı insanları olumlu etkiler. İnsanlara bir şey vermeden insanlardan bir şeyler beklemek çok yanlıştır. Bu da yönetim dinamiklerinin işlevsellik sorunu olacaktır.

o. Toplumsal Devinim ve Tekamül:

Bireysel bazda “bireysel duruş”, kurumsal aktivite bazında “sosyal duruş” toplumsal devinim elemanları olarak görülmelidir. İnsanların topyekun kalitesi ve etkinlik yaratma disiplinleri toplumsal başarının anahtarı olmaktadır.

İnsanlar hem kendileri hem de kurumları için tekamül esas stratejiler ürettikçe ve bunlar yaygınlaşıp gerçekleştikçe tekamül sağlanacak ve böylece insanlık sürekli gelişen formasyon kazanacaktır.