22 Mayıs 2009 Cuma

İnsan ve Tekamül

BAŞLARKEN:

Bu çalışma 28. kitap olarak ortaya konulmak istenmektedir. İnsanlık peygamberler tarafından mayalanan düşünselliklerle hayata renk katan bir yönelişe sürüklenmiş ve bu güne gelinmiştir. İnsan kendini kendine anlatan peygamberleri çok önemsemiştir. Tarihin çok büyük kısmı bu nedenle insanlığın öğretilenleri hazmetmesi ve kurulan sistemin yetersizliğinin ortaya çıkması için geçmiştir. Böylece insanlık kendisine model veren peygamberlere güvenmekten çok kendine güvenmesinin gerektiğini öğrenmiştir. Yakın Çağ ve bilimsel yaklaşım modeli insanın kendine güvenini ve düşünselliğini geliştirmiştir. Tabii bu tüm dünya için olmasa da dünyanın gelişmiş kesimleri için doğrudur.

İnsanlığın ve Hazreti Amonun yaklaşımı tohumlama sistematiğine dayanır. Yani mütekamil örnekleme ile insanlığa aşılanan bireylerin insanlığı değiştireceği ve iyileştireceği umulur. Bugün bizim avantajımız teknolojik berekete ermiş bir dünyada ekonomik değil sosyolojik temelli bir yaşam düzenini tarif edebilme becerisini yaratabilmektir. Dolayısıyla aradığımız yönetsellikten ziyade tüm insanlığın mutluluğuna yönelen bir yaklaşımı açık kalplilikle anlaşılır kılmaya çalışmaktayız.

Toplumların iyileştirilmesi kamil örnekleme ile realize edildiğinden “mütekamil” insan yaklaşımını anlamaya çalışacağız. Yapmış olduğumuz diğer çalışmalar bize rasyonaliteyi, demokrat olma bilincini, stratejiyi, politikayı ve diğerlerini öğretti. Bunların bileşkesinde insanın duruşunu kendisine yakışan bir yapılanmaya yöneltmek örgütsel ve doktriner yaklaşımlarla olacaktır. Doktrini bilinçli ve anlaşılır seçmek bize doğma değil disiplin yaratacaktır. Bu nedenle bu çalışma topyekun bilinci etkileyebilme özelliği ile önemlidir.

İnsan doğasının şüphe ve reddeden öğeleri dengelenmedikçe üretkenliği de yöneliş anlamında değerlenecektir. Bu da tekamülün önemli bir parçasıdır. İnsanı değerli kılan kendine özgü yorumudur. Bu insana özgürlük disiplini içinde verildikçe insan zenginleşir. İşte gerçek hazine budur.



İNSANIN TOPLUMSAL FONKSİYONELLİĞİ :

Bu bölüm insanın yaşamsal duruşunu anlaşılır kılmak maksadıyla yazılmaktadır. Bu bölüm yaşamı bugünkü olduğu kadar gelecek içinde anlaşılır yapmak zorundadır. Böylece tekamül kapsamında insanın sosyal ve bireysel duruşlarına zemin teşkil edecek anlaşılırlık açıklık kazanacaktır.

Hayatın renkliliği ve yaşanabilirliği mutlaka tercih edilen standartlar çerçevesinde ortaya çıkar. İnsanın kamil versiyonu kendi alışkanlıkları ile bütünlük sağladığı hayatın eseridir. Hiçbir düşünsellik mükemmel olarak görülemez. Bunu aramak sürdükçe yaşam anlamlı ve bereketli olur.

İnsan tekamülünü tarihsel örneklemeleri ile anlaşılır kılmak ve buradan hareketle geleceğe örneklemeler üretmek görevimizdir. Ancak böyle olursa tekamül anlam kazanır.

a. Çocukluk Çağı:

Hayatın en güzel çağı çocukluk dönemidir. Zira ebeveynlerimiz bizi bu dönemde kollamak ve hayata alıştırmak bakımından gayret içindedirler. Çocukluğun sevgi ve saygı temelli bir aile oluşumuna dayanması gerekir. Özellikle babanın anne ve çocuk üzerinde ruhsal bir denge oluşturması gerekir. Anne baba ilişkilerinin sağlıklı bir yapı içinde olması kendilerini kabul etme bilincine dayandığını anlamalıyız. Bunu gerçekleştirmek kadının görevidir. Kadın hayatı bu perspektiften göremiyorsa evlenmek değil yaşamak hakkına bile sahip olmamalı bence.

Kadın cazibenin ve aile içindeki etkileşimin merkezidir. Onun duyarlılığı ve bilgisi çok önemlidir. Kendi zevkleri paralelinde sorumluluklarını yerine getirmek ve aileyi mutluluk üreten bir fonksiyonelliğe götürmek bir tasarım, bir yöneliş ve en önemlisi bir isteklilik olayıdır. Kadınla erkek konuşmayı ve bütünleşmeyi bu perspektifte ele alabilmelidir. Özellikle kadınların bu perspektifi yaratmaları zaman alabilir ama bunu desteklemek gerektiğini anlamalıyız.

Çocuk sorumluluklarını ve hayat stratejisini realize etmeyi bu bakımdan önemseyebilecek yöneliş kazanmalıdır.

b. Gençlik Çağı Fonksiyonelliği:

Gençlik alışkanlıkların belirginleştiği ve karakterin oluşum periyodunun canlandığı, enerjik, sorumluluğu kısmen oturmuş bir zaman dilimidir. Bu zaman dilimini toplumlar iyi dengelemelidir. Eğitim yönelişleri yanında sosyal duruşa temayül ve bireysel duruş etkinlikleri ile spor ve sanat hayatı doldurmalıdır. Spor bir dinlenme ve zevk işlevselliği yaratmalı, sanat zevk ve estetiği ruha nakşetmelidir.

Dolayısıyla gençleri eğitmek yanında bireysel duruş fonksiyonelliği yaratarak zamanı rasyonel kullanmak önemlidir. Konuşma yeteneklerinin gelişmesi işlevselliği sanat kapsamında etkilendirilirse düşünsellik daha fazla pozitif verilere ulaşacaktır. Toplumların gençlerin sosyalitesinde duygusallık ile estetik dengeleri ön planda tutmak önemlidir. Gençlerin hayata hazırlanma yönelişleri, stratejik düşünsellik hep bireysel duruş seçeneklerini motive edecek unsurlardır.

Gençleri organize etmek ve zamanı üretkenliğe çevirmek özel tasarım ve yönetim etkinliği gerektirir. Bu nedenle toplumları örgütlemek ve buna uygun altyapıyı geliştirmek gerekir.

c. Ergenlik Fonksiyonelliği:

Gençlik döneminin en önemli etkisi kendi cinselliği fizyolojik belirginlik içinde tanırken psikolojik etkilerin sosyolojik olgulara yön vermesini disipline eden kültürel olgularla ortaya çıkmaktadır.

Ergenlik dönemi daha çok psikolojik bir başkalaşım olarak algılanmalıdır. Artık birey eşeysel bir anlam ortaya koymakta ve varlığının fizyolojik temelini anlamaya çalışmaktadır. İnsanlık soyunun zaman boyutundaki etkinliği sadece var olma değil aynı zamanda gelecek yaşamsal tasarımın bir parçasını yaratmak olarak görülmelidir.

Ergenlik dönemi hassasiyetleri seks ve cinsellikten öte eşeyselliğin sosyolojik dinamiklerinin öğrenilmesi gereken bir dönem olarak görülmelidir. Böyle bir etkinlik bireyi kendi cinselliğinde manidar bir etki unsuru olarak anlama imkanı yaratacaktır. İnsanlar seksi bir şekilde öğreneceklerdir. Bu nedenle Batının yaptığı gibi bir serbesti anlayışının doğru olmadığına inanıyorum. Dengeleri ve yaklaşımları doğal olgular değil sosyolojik gerçeklere dayalı akıl ve duygu üretimi veya duygu etkilenimi yapmalıdır.

d. Lise Seviyesi Eğitim Beklentileri:

Bizim varsayımımızda herkesin asgari lise tahsili yapması öngörülmüştür. Bu seviyede bir eğitim bireysel duruş ekseninde yeterliliği yaratarak fonksiyonelliği sağlayabilmelidir. İnsanları hayata alıştırma bazında sosyalizasyon ve sportif etkinlikler zamanı pozitif üretkenlikle doldurmalıdır.

Birey fırsat bazında yönelişlerini doygunlaştırabilmelidir. Toplumun sosyalite, sanat ve spor açısından örgütlenmesi gerektiği açıktır. Bunu eğitim tasarım dengeleriyle bütünleştirmek çok daha fazla etkinlik yaratabilir.

Herkesin her şeyi bildiği gerçeği mümkün olmasa bile herkesin her şey hakkında kanaatinin ve yorum yapabilir seviyede bir alışkanlığının olduğu durum yaratılabilir. İnsanlara anlaşılabilirlik bazında eğitim ortamını uygunluğa getirmek ve öğrenmeyi kısa zamanda çok daha etkin hale getirmeye özen ve zaman ayırmak gerekir.

Lise seviyesi eğitim programlamasında bilimsel sahaların derinlikleri yerine kuramsal alanları anlaşılır gelecek şekilde tedbir almalıdır. Matematiği anlaşılır ve uygulanabilir yapmak topyekun kaliteyi ortaya koyan bir husustur.

e. Üniversite Fonksiyonelliği:

Üniversite yöneltici ve yönetici insan kimliği oluşturma bilincini olgunlaştıran aynı zamanda bir bilimsel sahada derinlik kazandırarak ihtisas veren bir merkezdir. Üniversite evrensel kabul görmüş bilgi ve düşüncenin öğrencileri işletilerek öğretildiği bir yerdir. Öğrenme, yorumlama ve anlama deneyimleri gelişmiş öğrencilerden oluşan bir kitleye kendi sahasında yeterliliğini ispatlamış bir öğretici tarafından yönlendirme yapılarak eğitim gerçekleşir.

Üniversitenin liseden farkı lisede kabule dayalı öğrenme tekniği uygulanırken üniversitede şüphe bazlı araştırmalı bir teknikle öğrenme sağlanır. Böylece öğrenci araştırmayı, tasarlamayı ve bilgiyi yorumlamayı öğrenecektir.

Üniversite sosyalitesi itibarıyla öğrencileri sanat, spor, sosyalite ve düşünsel tartışma oluşumları ile zenginleştirilmiş bir ortamda yaratmalıdır. Burada öğrenci fiziksel, zihinsel ve psikolojik olarak tutarlı hale gelebildiği gibi konuşma, düşündüğünü realize etme, cins ve karşı cinsle arkadaşlık deneyimleri kazanabilmeli ve bireysel duruşunu sağlamlaştırarak kendi kendine yeterli olabilecek duruma gelebilmelidir.

f. İleri İhtisas Fonksiyonelliği:

Master usta demektir. İhtisasın ustası ne demektir? Ben bu işin erbabıyım demektir. Bu nasıl olur? İhtisasın dalları ve derinliği hakkında düşünsel ve tatbiki olarak yeterlilik kazanmakla olur. Bu oluşum üniversitelerde yaygın olarak araştırma görevlisi fonksiyonelliği ile sağlanmaya çalışılmaktadır. Böylece birey hem detayda hem kuralda ihtisasın özel yapılanmasına aşinalık kazanmaktadır.

Doktora seviyesinde eğitim girilen yeterlilik sınavı ile bu işin uzmanı ya da mütehassısı oldun demektir. Doktora seviyesinde eğitim masterdan ileri olarak tasarlayan-çözümleyen bir bilinç ortaya konulduğunu anlatmaktadır.

Doçent-profesör gibi duruşlar doktoranın ötesinde bu sahadaki tecrübe birikimini yansıtan özellik taşır. Bir birey kendi senelerini üretkenliğe dönüştürmeden profesör olamaz. Bu nedenle profesörlüğü hakka ve gerçeğe dayandırmak gerekir. Düz beyinli muhafazakarlar bunu anlamadıkları için üretken olmayı ve beceriyi insan oluşumunda görememişlerdir. Aslında üretkenlik emek ve dikkat ile birlikte ortaya çıkmaktadır.

g. Evlilik Fonksiyonelliği:

ADN çalışmaları içinde karşı cinslerin arkadaşlık perspektifinde derinlik kazanmasını sağlayacak açıklamalar ve perspektif bulunmaktadır. Öncelikle karşı cinslerin arkadaşlık ve duygusal derinlik üzerinde birbirlerini tercih etmeleri ve birbirlerine anlam katmaları evliliği çekilebilir, zamanı dengeleyebilen ve zevkleri paylaşabilen bir sistematiğe ulaştıracaktır. Evin yönetselliği ve birlikte üretkenlik çok küçük detaylara dönüşecektir. Hele evliliğin çocukla bütünleşen duygusallığı ve heyecanı çok anlamlı ve zaman dengeleyen bir oluşum ile kendini tanıma ve geliştirme süreci yaratacaktır.

İnsan etkileşimi beceri olarak gördükçe işi zevke düşünceyi eğlenceye çevirecektir. Böylece birliktelik haz ve keyfin yaygınlaşmasını sağlayan çekicilik kazanacaktır. Duygusal derinlik düşünsellik ve sanat insanın kendini yenileme ve sürekli tazeleme imkanı veren unsurlar olacaktır. Hayatı yeniden değerlendirdikçe tazelenen zevkler ve istekler ortaya çıkacaktır. Seksi anlamlı ve sanat içerikli gördükçe renklenecek duygusallıklar hayata anlam katacaktır.

h. İş Hayatı Fonksiyonelliği:

İnsanın hayatla ekonomik bileşkesi anlamlı ve anlaşılır olduğunda yaşamsal stres kendisini dengeleyen bir üretkenliği ortaya koyacaktır. Bireysel duruş ile yaşamsal verilerin fonksiyonelliği anlam kazandığında kalite sürekli gelişecektir. İnsan kalitesinin limiti yoktur. Bu nedenle gayret zaman ve beceri paylaşımlı düşünsellik hayatı sürekli geliştirici etki oluşturacaktır.

Her insanın başarmak ve belli kalite standardını yakalamak yeterliliği hayatın renkliliğidir. Bu nedenle insan derinlemesine ve duygusallık etkilemesine bağlı olarak faydasını ve varlığını anlamlı boyutlara çekecek dengeleri artan yönde geliştirecektir.

Yaşamsal işlevsellik toplumsal örgütlenme ve organizasyon bilincini arttıracak ve dengeler tekamül edecektir. İnsanın işlevselliği belirginlik kazandıkça üretkenlik ve fayda bilinci yaygınlaşacaktır.

i. İhtisaslaşma Fonksiyonelliği:

Toplumlar kurumsallaştıkça insanların ihtisaslaşma verileri derinleşecek ve bunlar zevklerle de anlam kazanacaktır. Toplumsal dengeleri anlamlı kılan ihtisaslaşma insanların işe yararlıkları bazında kendine güven yaratacak ve böylece toplumun bir parçası olma bilinci gelişecektir.

İnsan emeğinin fayda ölçüsü zaman içinde daha anlaşılırlık kazanacaktır. Üretkenlik ile fayda anlayışı verimlilik düşüncesiyle sürekli rasyonalite yaratacağından yönetsellik ve yönetilme dengeleri derinlik ve anlaşılırlık değerleri oluşturacaktır.

İnsanın hayattaki katkı ve parçası olma istekliliği arttıkça kalite ve performans etkisi gelişecektir. Sanatın ve estetiğin yaratacağı derinleşme insanı ihtisaslaşmada daha da teşvik edici unsur haline gelecektir. Hayatı ve zamanı doldurma ve fayda oluşturma bilinci hem kalite hem de üretkenlik yönleriyle insanları anlamlı ve dengeli kılacaktır.

İhtisasların birbirlerini etkileme ve kendi diplomatik olgunlaşmaları hayattaki renkliliği arttıracak ve insanlar kendi olmaktan mutluluk duyacaktır. İnsanların farklılık ve ait olma özellikleri arttıkça kendilerine güvenleri gelişecektir.

j. Sosyalizasyon Fonksiyonelliği:

Sosyalizasyon yaşamı renklendiren, iletişim ve arkadaşlık disiplinlerini yaratan böylece bireyin zaman bazında üretkenliğine olanak sağlayan bir anlayıştır. Zamanın ve çevrenin pozitif alana dönüşümü insanın etkinliğini ve düşünselliğini daha önemlisi liderliğini geliştirecektir.

Sosyal olmak bilinci zaten insanlıkta pozitif tema olarak anlaşılmaktadır. Bu durumda sosyalizasyon bilincini kuvvetlendirerek örgütlenme becerisini yönetmek gerekmektedir.

k. Siyasi Duruş Fonksiyonelliği:

İnsan kendini bir şekilde yöneten veya yönetilen olmaya yakın hissedecektir. Bu onun fonksiyonel oluşumuna yön verecek bir anlayışı ortaya koyacak gerek bunun işlevselliği bazındaki duruşunu ve anlayışını gerekse toplumsal paylaşım bileşkesindeki hak beyanı bu açıdan değerlendirilebilecektir. Bu mantıksal duruş kendisine savunulacak bir değer gibi gelecek ve bu değerin mücadelesini vermek bakımından toplumun ortaya koyduğu fonksiyonelliğin parçası olmayı deneyecektir.

Siyaset tabii ki yönetsellik bazındaki tercihleri kapsamaya devam edecektir. Bunun tüm insanlık boyutundaki çabayı ve lokal değişim ve fonksiyon tercihlerini yine bu siyasi fonksiyonelliğin içinde tartışacak ve yaşayacaktır.

Her bireyin haklılığı açısından bir duruş özelliği kazandıracak olan bu durum toplumsal mutabakat gibi insanlığı sürekli kalite mertebesinde ve verimlilik açısından rasyonel olmaya ve sürekli tekamül etmeye zorlayacaktır.

l. Bireysel Duruş Fonksiyonelliği:

Bireysel duruşun insan için fark yaratmak temelli bir çaba ve fayda üretme mekaniği olduğunu iyi anlamamız gerekir. Bireysel duruş; alışkanlıklar, yorumlama tarzları, bilgi ekseni, beceri özgünlükleri gibi sahalarda belirginlik görülen bir oluşumu başlatacaktır. Böylece insan eğitim tarzı topyekun irade oluşumu yanında bireyselliği de yönetir duruma gelecektir.

İnsanın toplum örgütlenmesi yanında bireysel yaşam aktivasyonu yönlendirmesini sağlayacak olan bu yöneliş bireyin kendine güvenini ve rasyonalitesi hakkında bir işlevselliği ortaya koymaya çalışacaktır. İnsanlar bireysel duruşlarıyla övünecekler ve onları daha da derinleşen ve kabiliyetleri yükselen bir amaca çekecektir. Böylece bireysel kalite ve üretkenlik bazındaki verimlilik tartışılır duruma gelecek ve yaratılan bu rasyonalite insan kapasitesini fayda ve derinlik bazında etkileyecektir.

m. Sosyal Duruş Fonksiyonelliği:

Sosyal duruş; toplumun organizasyon yapılanmasında alınan rolü açıklamaktadır. Sosyal duruş toplumsal oluşun bir açıklayıcı ihtisas ve yönetsel yetenek açılımıdır. Sosyal duruş bir liderlik ve topyekun işlevsellik ölçüsü ortaya koymaktadır. Sosyalizasyon olgularında sosyal duruşun yaratacağı fonksiyonellik çok etkili bir olaydır. Bu doğal oluşumu faydaya ve anlaşılırlığa yöneltmek istemekteyiz.

Sosyal duruşun insan genel duruşuyla ve bireysel duruşla yakından ilişkisi vardır. Genel duruş; tüm fiziki ve psikolojik etkilerin unsurlarını kapsamaktadır. İnsanlar liyakat ve sadakat dengesinde karar verebilirliklerini dengeledikçe ve her insanın rasyonel oluşumu geliştikçe sosyal duruş kalite fonksiyonu yaratacaktır. Bu da tekamül açısından insanın dengeli ve özellikli olmasını ortaya koyacaktır.

İnsanın sabır ve yetişme özelliklerinin zaman bazındaki göstergesi sosyal duruşun önemli parametreleri şeklinde ortaya çıkacaktır.

n. Kurumsal Fonksiyonellik:

Toplumsal oluşum ortaya koyduğu yapılanma organizasyon işlevselliği ile açıklanmaktadır. Organizasyon işlevselliğinin temel yapı taşları kurumlardır. Kurumların rasyonel oluşları yanında ihtisas temelli arayış ve tekamül fazlarının da yaratılması önemlidir. Rasyonalite-verimlilik ve bireylerin sosyal duruşlarının dinamikleri kurumsal fonksiyonelliği ortaya koyar.

Dolayısıyla kurumsal fonksiyonellik organizasyon yapısındaki tekamülün ana öğesini oluşturur. Bu öğe bireyin ihtisası yanında diplomatik anlayışını da kapsamalıdır. Bu durumda toplumsal örgütlenme idealize edilmiş bir formasyon kazanacaktır.

Kurumsal fonksiyonellik aynı zamanda toplumsal kalite unsurunun tekamül ayağıdır. Bu nedenle insanlık için önem taşıyan bir bakış açısıyla anlaşılırlığı geliştirilmelidir. Yönetsellik ve performans bu oluşumun önemli diğer elemanlarıdır. Böylece devlet unsuru anlaşılırlık kazanacaktır.

o. İnsan Kalitesi ve Formasyon Bilinci:

Bu bölümü özellikle önemsemek gerekir. Zira insanın mekanik bir yapı içinde ortaya konulduğu diğer başlıklar onun bireysel ait olma ve varlık unsuru özelliklerini yok saydığımız anlaşılmasın. İnsan duygusallığını yaşam perspektifinde oluşturan bencillikler mutlaka zaman boyutunda dengelenecektir. Ama insanın kaprisi dahil tercihlerinin irrasyonalitesi her zaman oluşları etkileyecektir.

İnsan kalitesini ortaya koyan değerlerin başında hayata karşı direnç ve hayatı yaşamsallığı ile ortaya koyma disiplini gelir. Bu başta giyim – kuşam ve tarz olarak ortaya çıksa da ana gösterge oluşumları etkileme becerisidir. Bu hem yaradılış hem de var oluş gerçeklerini yansıtan temel bir tezahür olarak algılanmalıdır.

İnsanın hayat bileşkesinin açılımını tam ve doğru olarak yapabilmek hiçbir zaman mümkün olamayacaktır. Bu nedenle insanlar özgürlüklerini ve ruhlarının getirdikleri ile bütünleşen bir mantaliteyi her zaman yaşatabilmelidirler.

İnsan tekamülünü sağlayan ana etken olarak özgürlükleri görmek gerekir. İnsan duyarlılığı bir anlamda özgürlüklerinin eseridir.

p. Orta Yaş Fonksiyonelliği:

İnsanın hayatla ortaya koyduğu anlaşılabilirlik orta yaş dengeleriyle anlam kazanır. Orta yaş tecrübenin yeterliliği anlaşılabilirliğin anlamlılığı demektir. Toplumları orta yaş grubu etkiler ve performansını ortaya koyar. Bu nedenle toplumsal varlığın değeri ve anlamı bu grubun yetişme ve etkin olma değerini taşır.

Eğitsel manada dengelenen, yaşamsal manada ortaya çıkarılabilen ve en önemlisi kazanılan sosyalite ile orta yaş fonksiyonelliği oluşur. Bu fonksiyonellik gerek siyaseten ve gerekse sosyal duruş varlığı ile kendine özgürlük taşır ve taşımalıdır.

Bu grubu kaynaştırmak ve birbirini tamamlayıcı bir özellik katmak rasyonaliteyi çok pozitif etkiler. Sosyalizasyon bilincinde bu yapılanma çok önemli görülmeli ve desteklenmelidir.

İnsan tekamülünün işlevsel başarısı bir anlamda orta yaş fonksiyonelliği ile anlaşılırlık kazanır. Bunu böyle görmek ve önemsemek gerekir.

q. Üst Seviye Yönetici Fonksiyonelliği:

Üst seviye yöneticiliği mutlaka kendine özgü bir birikimin yorumlama kabiliyetine sahip olma yeteneği ister. Yaşamın ve ihtisasın birikim ölçüsü bunun yönetsel yorumunda yatar. Bu bir ölçüde üretkenliği yaratan öğelerin felsefik yorumlanmasını anlamına gelir.

Üst seviye yöneticilerin tekamül olgusu çok daha kolay gözlemlenebilir. Bu nedenle bireyi etkinleştiren öğeleri anlamlı kılmak ve bu özel yeteneklerin ortaya çıkması için özel çaba sarfetmek gerekir. Üst seviye yöneticisi sadece ihtisas performansı değil aynı zamanda verimlilik bazında rasyonalite,üretkenlik ve kalite açılarından üretim ve faydayı yorumlayabilme etkinliği ortaya koyabilmelidir. Sadece personel yönetimi bile başlı başına kurumsal bir yetenektir. Bunun lojistik, araştırma-geliştirme, işletim gibi performansları hakkında da işlevsellik, geniş tecrübe ve bilgi birikimini isteyeceğini unutmamak gerekir.

r. Yaşlılık – Emeklilik Fonksiyonelliği:

Kurumların işlevselliğinin personel ve işletim dinamikleri bir dizi yönetsellik tercihleri ile ortaya çıkar. Kurumların yönetsel dinamiklerini oluşturan yönetim kadrolarının zaman içinde yenilenmesi eski kadrolarla oluşturulan dengelerin bazen bozulmasına neden olabilir. Kurumlar işlevselliklerini kendi tasarımcılarıyla zaman boyutunda dengelemeyi düşünmelidirler. Ancak unutmamak gerekir ki becerisini ortaya koyan dinamikler kendilerinin en iyisini yapmışlardır ama bu belki de anlaşıldığı ölçüde yeterlilik yaratamamıştır.

Sistemlerin faydalı dinamiklerini görebilmek bakımından kurumlar kendilerini aşırı tutuculuğa çekmeyecek tarzda eskilerden faydalanmalıdır. Ben kendi durumumu değerlendirerek söyleyeyim Deniz Kuvvetlerini işletme tekamülü açısından etkileyebilecek bu kadar birikim sağlamışken bunu faydaya çevirememeyi çok büyük kayıp olarak görüyorum.

Emeklilik zamanını ihtisas ve sosyalizasyon dengeleri içinde stresten uzak ancak rasyonel biçimde realize etme yönelişlerini desteklemek gerekir.



TARİHSEL DOKTRİNER FONKSİYONELLİK ETKİSİ :

İnsanların birlikte yaşayabilmesi kolay bir olay değildir. İnsan düşünebilen bir varlıktır ama beklenti ve düşüncelerinin özü ve sınırı belirsizdir. Bu oluşum Hazreti Adem’den bu yana değişerek gelişerek süregelmektedir. Hazreti Şit’in yönetsellik yönünden getirdikleri hakkında pek bilgimiz yok ama inisiye yani sıtla donatılma olayının MU zamanında Hazreti Şit tarafından başlatıldığını sanıyorum. Hazreti İdris yönetselliği kendi üzerinde toplayarak tarıma ve mücadeleye yönelik toplumsal örgütlenmeyi ortaya koymuş olmalı. Nitekim Nuh tufanından sonra insanlığı toplu hareket etmeye yönelten örnek bu şekilde yaratılmıştır. Tanrısal bir gücü simgeleyen lider ve kendilerine yönetsel sırların verildiği diğer yöneticiler.

Bu bölümde tarihsel olarak bu fonksiyonelliği inceleyecek ve bugün için ihtisas ve beceriye dayandırılan kabiliyeti gizli planda yürüten Masonluk sisteminin getirdiği faydaları anlamaya çalışacağız.

Toplumların eko-sosyal yapılanmalarının dinamiklerini doktrine etmek topyekun düşünselliği yaratmak bakımından önemli ve gereklidir. Dolayısıyla insanların doktriner hareketliliğini toplumsallaştırmanın gereği ve önemi büyüktür.

a. Ezoterik – Batıni Doktrinler :

İnsanoğlu zeka pırıltılarını ilk göstermeye başladığı günden bu yana nereden geldiğini, ne olduğunu ve nereye gideceğini sürekli düşünmüş, cevabı bulduğunu zannettiği anda, bulduğu bu kutsal cevap için başka bir kutsal cevaba inananlarla savaşmış, onları öldürmekten çekinmemiştir. Kitleler bu kutsal cevaplara, diğer bir deyişle dinlere konulan kurallar çerçevesinde bağnazca bağlanırken kutsal cevabın gerçek anlamını kendilerine saklayan ilk Ezoterik öğretinin yaratıcısı rahipler sıradan insanların yetersiz bilgileri ile bu cevabı anlayamayacaklarını düşünerek bir sırlar sistemi oluşturmuşlardır.

Ezoterik – Batıni sırların sadece bu sırları elde etmeye hak kazanan belli bir zümreye verilmesi, bu doktrinin hem zayıf yanını hem de bugüne kadar ulaşıp günümüz uygarlığının oluşmasında büyük rol oynamış güçlü yanını aynı anda içinde barındırır. Öğretilerin ancak belli bir eğitim ve bireysel gelişimden sonra sırlarını ortaya koyması kitlelerden kopuk doktrinler olarak kalmasına neden olmuştur. Öte yandan sırların semboller dili bünyesinde son derece iyi saklanması ve sembollere her çağda gelişen uygarlık doğrultusunda farklı anlamlar yüklenebilmesi tüm insanlık tarihi boyunca bu sırları saklayarak günümüze kadar ulaştıran kardeşlik örgütlerinin var olmasını mümkün kılomıştır.

Bu sırlar nelerdir? Günümüz uygarlığının oluşumunda büyük etkisi olan ve çağımızın laik bir akıl çağı olmasını sağlayan bu doktrinin içeriği nedir?

Ezoterik – Batıni doktrinler, felsefi alanda Panteizm olarak ifade edilir. Tek tanrılı dinlerde yaradan- yaratılan ikilemi varken Panteizm de bu ikilem yoktur. Varolan her şey Tanrıdan zuhur etmiştir ve onunla özdeştir.

Evren ve tanrı birdir. Tanrı yaradan değil varolandır ve evrenin toplamıdır. Onsuz ve sonsuz olan tanrı makrokosmosta da mikro kosmosta da bulunur. Tanrısal nurun bir özü olan ruh hiçbir zaman ölmez. Ve yegane amacı ayrıldığı ana kaynağa yani tanrıya dönmektir. Bununda tek yolu evrensel bir yasa olan evrim yani tekamüldür.

Aslolan ruh ve ruhun tekamülüdür. Madde onun kullanıp attığı, bir üst düzeye geçme aracı ve zaman içerisindeki var oluşunun ifadesidir. Ruh-can-beden üçlüsünü barındıran insan mikro kosmostur. Mikro kosmos, baba-ana ve oğul veya öz-cevher ve hayatı kapsayan makrokosmozun yani tanrının özdeşidir.

Ruhun tekamülünü yani çıktığı ana kaynağa dönmesini sağlayan evrensel yasa, yeniden doğuş yasasıdır. Eb alt düzeydeki var oluşun ifadesi olan cansız varlıklardan, en üst düzeydeki kamil insana kadar ruhun ulaşmasını sağlayan yeniden doğuş zinciri ancak ruhun mükemmelliğe ulaşmasını ve tanrıya dönmesi ile kurulabilmektedir.

Evren, tanrı ile özdeş olduğu ve tanrıdan başka hiçbir varoluş bulunmadığı için iyilik ve kötülük kavramları da tanrının ifadeleridir. Ancak aslolan sevgidir, iyiliktir. Tanrısal fışkırmanın bilinen en üst düzey ifadesi olan insan iyi ve kötünün savaştığı alandır. Aslolan iyilik olduğu, evrenin tümü sevgi üzerine kurulu bulunduğu için ancak iyi bir insanın ruhu, kamil insana dönüşebilmektedir ve tanrı ile bütünleşebilir. Yaşamı boyunca iyi olmayanlar bulundukları düzeyde yeniden doğarlar. Kötü davranan insan ise bir önceki aşaması olan hayvansal varlığa geri döner. Ne tür bir hayvan olarak doğacağı bir önceki yaşamındaki tavırlarına bağlıdır.

Tek tanrılı dinler her şeyi bilen ve tek yaratıcı olan tanrının kendisine tapılması ihtiyacı içinde olduğu için evreni yarattığını iddia etmektedirler.

Ezoterik doktrinler ise tanrının tek amacının kendisini daha iyi tanımak olduğunu ileri sürmektedirler. Tanrısal bir zuhur olan insan dolayısıyla tanrının bir ifadesidir.

Ezoterik doktrinlere göre, tanrısal bilincin artmasının en öncelikli aracı kamil insan olduğu için yegane hedef kamil insanlar yetiştirmek olmalıdır. Kamil insanları yetiştirmek ise ancak üst düzeyde bir öğretiyi algılayabilecek seçilmiş insanların eğitilmesi ile mümkündür. İşte bu kamil insanları yetiştirmek için binlerce yıldan bu yana çeşitli örgütler kurulmuş ve bir sırlar sistemi oluşturulmuştur.

Bu öğretinin kullandığı dil “semboller dili” olagelmiş ve bu sembollerin simgesel anlatımlarının imkanlarından yararlanılmış, hemen her kavimde her millette binlerce sene korunarak uygarlıktan uygarlığa aktarılması mümkün olmuştur.

Sembollerin dili ile öğretisini inisiyelerine kuşaktan kuşağa aktaran hakkında bilgi bulabildiğimiz ilk kardeşlik örgütü Naacal Kardeşliğidir. Bu örgüt insalığın ilk bilinene büyük uygarlığının beşiği olan günümüzden 12000 yıl önce sulara gömülen Pasifikteki MU kıtasında kurulmuş bulunana yönetici rahipler örgütüdür.

b. MU Uygarlığı ve Naacaller:

Batık MU kıtası ve MU uygarlığı hakkındaki bilgilerin çok büyük bir bölümü 19 yy da yaşamış olan İngiliz Araştırmacı James Churchward’ın incelemeleri neticesinde gün yüzüne çıkmıştır. İngiliz albay 1880 li yıllarda Hindistan ve Tibette bulunduğu sıralarda bu kıta hakkında ilk bilgileri edinmiş emekliliğinden sonrada Orta Amerika’da araştırmalarını tamamlayarak bu batık uygarlık hakkında yazmıştır.

Bilim dünyası gerek Churchward’ın ortaya çıkardığı MU kıtasının, gerekse bir diğer batık kıta olan Atlantis’in varlıklarını kuşkuyla karşılamaktadır. Ancak yine bilim dünyası bu iki kıtanın battığı öne sürülen tarih olan 12 bin yıl önce dünyada büyük bir jeolojik olayın yaşandığını onaylamaktadır. Kaldı ki dünyanın hemen her yerindeki kavim ve milletlerin tufan efsaneleri de büyük bir felaketin yaşandığını doğrulamaktadır.

Churchward’a göre MU kıtası doğudan batıya 8 bin km, kuzeyden güneye 5 bin km uzunluğunda dar bir ada kıtaydı. Naacal tabletleri bu kıtanın uygarlığın beşiği olduğunu öne sürmektedir. Yaklaşık 70 bin yıllık bir uygarlık geçmişine sahip olan MU zaman içersinde tüm dünyada bir çok koloniler ve büyük imparatorluklar oluşturmuştur.

MU uygarlığının kolonileştirdiği ve daha sonra bağımsızlaştırdığı iki devlet Atlantis ve Uygur imparatorluklarıdır. Ayrıca bugün antik Mısır, Çin, Hint ve Maya uygarlıkları diye bilinen uygarlıkların kökeninde MU uygarlığı yatmaktadır.

15 bin yaşında oldukları belirlenen Naacal tabletlerine göre evrenin başlangıcında sadece ruh vardı. Daha sonra bu ruhtan bir kaosun var olduğu uzay var oldu. Zamanla kaos yerini giderek düzene bırakmaya başladı ve uzaydaki şekilsiz ve dağınık gazlar bir araya geldi. Bu gazlar güneş sistemlerini ve gezegenleri oluşturmak için katılaştı.

MU dilinde Ra kelimesi güneş anlamına geliyordu. MU’nun kolonisi olan Mısırda da güneş tanrıya Ra adı verilmiştir.

Naacal kardeşlerinin öğretilerini yaydıkları ve yeni üyeleri inisiye ettikleri mabetler, kıtanın her yerine ve kolonilere dağılmış vaziyette idi. Dev blok taşlardan yapılan bu mabetlerin damları yoktu ve bunlara şeffaf maketler deniyordu. Güneş ışıklarının inisiyeler üzerine doğrudan ulaşması için mabetlere dam yapılmıyordu. Günümüz Masonluğunda da aynı sembol kullanılmakta ve Mason mabetlerinin tavanları sanki üstü açıkmış gibi gökyüzünü sembolize eder biçimde düzenlenmektedir.

MU dininin dört temel kavramı vardır:

- Tanrı tektir, her şey ondan varolmuştur ve ona dönecektir.
- Ruh ile beden birbirinden ayrıdır. Beden ölür ve ayrışırken ruh ölmez.
- Ruh mükemmelliğe ulaşmak için değişik bedenlerde yeniden doğar.
- Mükemmelliğe ulaşan ruh tanrıya döner ve onunla birleşir.

Naacal öğretisine göre tanrı sevginin ta kendisidir ve tüm evreni de sevgi üzerine kurmuştur. Naacaller yalnızca üstad rahiplerin tanrıya ulaşabileceklerine inanırlardı.

Tanrının kendi asil nitelikleri olarak kabul edilen dört temel güç ateş, yel, su ve topraktır. Naacaller bu dört temel gücü gamalı haç ile sembolize etmişlerdir.

c. Atlantis ve Osiris, Maya-Uygur Kolonileri:

Atlanrtis Yunanlı filozof Platon aracılığıyla insanlığa duyurulmuştur. Mısırlı Rahipler inisiye ettikleri Platon’a bu sırrı vermişlerdi.

MU kolonisi Atlantis’te MU Kozmik dinini öğreten okulların bulunduğu ancak bağımsızlık sonrası ana dinden uzaklaşıldığı anlaşılmaktadır. Naacal tabletlerine göre Atlantisli rahipler kendi güçlerini arttırmak için ana dini yozlaştırmayı çıkarlarına uygun bulmuşlardır.

Atlantis’te dini yozlaştırma Osiris’in ortaya çıkışına kadar sürdü. Tabletlere göre Osiris genç yaşında doğduğu yeri terk ederek MU’ya gitti. Ve burada bilgelik okullarından birine gitti. MU kıtasında üstad rahip olana kadar kalan Osiris dini bir reform başlatma göreviyle ülkesine geri döndü. Osiris güçlü kişiliği ile halkı da yanına aldı ve yozlaşmış rahirleri itibarını yitiren mabetleri temizledi. Ölümünden sonra öğretisi Osiris dini haline geldi.

Osirisin Hazreti Şit olduğu ve ilk peygamber olarak 22 bin yıl önce yaşadığı anlaşılmaktadır.

MU uygarlığının Atlantis dışındaki en önemli kolonileri Maya ve Uygur kolonileridir.

Maya Amerika, Uygur ise tüm Avrupa ve Asya’yı kapsıyordu. Churchward tüm ari ırkların köklerinin Uygurlara dayandığını iddia etmektedir. MU ların kurduğu ilk koloni Uygur kolonisidir. Nuh Tufanından sonra Tibette bulunan Naacal kardeşlerin ile Babil kardeşlerinin kurtulabildikleri tabletlerde yazılıdır.

Uygur uygarlığının günümüze bir diğer etkisi de Zerdüştlük, Brahmanizm ve Budizm’in ana kaynağı olan Rama öğretisi oldu. Şamanizm de bunların bir versiyonudur.

d. Mısır ve Hermes Okulu:

Osirisin müridlerinden olan Hermes yada diğer adıyla İdris, Mısırda Osiris dinini yaydı. Mısır’ın ünlü ölüler kitabında “ilahi kelamın efendisi ve ilahi sırların sahibi” denilmektedir.

Günümüz Mısırologları Gize deki Keops, Kefen ve Mikerinos piramitlerinin yapım tarihi olarak M.Ö.3000 yıllarını verirler. Bu tarihin çok daha eski olduğu sanılmaktadır.

Hermes ve onun devamı olan başrahiplerin yönetimindeki Mısır Ezoterik doktirinin barınağı ve okulu olageldi. Yönetici Firavunların aynı MU’da ve Atlantis’te olduğu gibi inisiye edildikleri ve rahipler örgütünün sembolik lideri oldukları bilinmektedir. Tüm rahipler sırların dışarı çıkmaması ve öğretinin yozlaşmaması için ketumiyet yemini ederlerdi.

Kurulan sistem insanı zaaflarından arındıran bir özellik taşımaktadır. Çırak-üstad ve özel üstad statülerinde sırlara ulaşılabilmektedir.

e. Musa ve Yahudi Ezoterizmi:

Musa üç kat sır perdesinin altına saklanmış olan tek tanrıya inanan kardeşlik örgütünün inisiye bir üyesiydi. Musa’nın eski tek tanrılı inancı ihya etmesi ve meydana çıkardığı Musevi dininden önce Hıristiyanlık sonra da İslamiyet’in etkilenerek doğması ile dünya yeniden tek tanrılı dinlerin büyük çoğunlukla benimsendiği bir yer haline geldi.

Soyut Tanrı kavramına insanları inandırmak için Musa insanların bu tanrıdan korkmamalarını sağlamak zorundaydı. Tek yaratıcıya inanan ve ibadet edenlerin ödüllendirileceği inanmayanların ve kötülerin cezalandırılacaklarını söyleyen Musa tanrı eliyle cezalandırma yöntemini kendisi uyguladı.

Son derece iyi yetişmiş olması ve Osiris rahiplerince kabul edilecek nitelikte bir kişiliğe sahip olması Musa’nın güçlü bir aristokrat soydan geldiğinin göstergesidir. Osiris rahiplerinin firavunun yeğeni olan Musayı inisiye ederek yönetim çerçevesinde güçlendirmeye çalıştıkları tahmin edilmektedir.

İbranileri hemen her ortamda Mısır’lılara karşı koruyan Musa birgün bir İbraninin Mısırlı bir görevli tarafından dövüldüğünü görünce olaya müdahale etmiş ve onu öldürmüştü. İbranileri alarak Sinaya çekilen Musa Sabi “Elohim” inancı ile Osiris dinini birleştirerek “On emir “ ismi altında kendi öğretisinin temelini attı. Musa hiyoroglif dili kullandı. Tevratın Ezotorik yorumu “Kabala” üzerinde çalışarak diğer Yahudi gruplarından ayrıldılar.

Musa’dan 800 yıl sonra Tevrat’ı yeniden yazan Ezra tanrıyı suhur edilen değil tüm alemlerin yaratıcısı olduğu teziyle ortaya koymuştur. O güne kadar Tanrının birliğini savunan tek tanrılı inanç temellerinden değişmiş ve amaç insanların tanrıya ulaşması çabasından birer kul olan yaratılmışların ödül olarak cennete gitmelerine dönmüştür.

f. Antik Yunan Ezoterizmi – Pisagor-Eflatun(Platon):

Yunan uygarlığının kurucularında Örfe ile uygarlık yolunda çok önemli birer taş olan Ecilides, Çiçeron, Pisagor ve Platon gibi felsefe okulu ve din kurucuları hep Mısır’ın o ünlü mabedinde “Osiris mabedinde” inisiye edildiler.

Tufandan sonra çok büyük gerileme kaydeden insanoğlu yeniden başlamak zorunda kaldığı için ilkel kabileler dönemini bir kez daha yaşadı.

Örfe Apollona adanmış Delf mabedinin bakire rahibelerinden birinin oğludur. Bu mabette görevli rahibelerin bakire olması zarureti söz konusu rahibenin tanrı Apollondan hamile kaldığı iddiasını ortaya çıkarmıştır.

M.Ö.700 de Örfe Yunanistan’dan kaçıp Mısıra geçerek, Osiris rahiplerine sığındı. Burada inisiye olup 20 yıl geçirdikten sonra Yunanistan’a döndü. Burada çok tanrılı Zeus ve Diyonizos dinini kurdu.

Örfeik öğretiye göre tüm insanların en büyüğü olan Zeus tüm evrenin kendisinden var olduğu tanrıdır. Diyonizos ise onun oğludur. Yani tezahür etmiş ilahi kelamdır. İnsanlar Diyonizostan birer parçadır. Yeniden doğuşa inanan Örfe gerçek tanrının tek ancak ikincil tanrıların sonsuz sayıda ve çeşit çeşit olduklarını söyler.

M.Ö.570 lerde doğan Pisagor Delf mabedinde inisiye edildi. Sonra Mısıra gitti. Daha sonra Babil’e gitti. Buralarda Osiris yanında Rama, Zerdüşt dinlerini öğrendi. Daha sonra İtalya’daki Yunan kolonisi Cratura da kendi okulunu kurdu. Ezoterik doktirinin yanında fizik, psişik, dini ve siyasi tüm bilimler öğretiliyordu.

Pisagor enstitüye girmek isteyen adayları çok uzun süre sınayarak ancak layık olduklarına inandıklarını alıdı. Enstitünün girişinde Hermesin bir heykeli bulunmaktaydı ve kaidesinde “inanmayan uzak dursun” yazıyordu. Enstitüye girmeye layık olanlar bazı denemelere tabi tutuluyordu. Bu sınavlar Mısırdaki inisinasyon sınavlarını andırsa da bunların çok daha yumuşatılmış şekilleriydi.

Sınavlardan geçen ve yapılan özel bir törenle kardeşliğe alınan adaya acemi ya da çırak anlamına gelen “Novice” deniliyordu.

Pisagor müritlerinin evlenmesi zorunlu idi. Tanrının eril ve dişil ikilemini kabul eden ekol bunun uzantısı olarak evlilik müessesesini ve aileyi kutsal kabul ediyordu. Yine aynı görüş doğrultusunda enstitüye hem erkekler hem de kadınlar inisiye edilebiliyorlardı. Müritlerden evlilik konusunda uymaları beklenen yegane kural kendisi gibi bir inisiye ile evlenmeleri idi. Çünkü inisiye edilmemişlerde “erdemi” bulmak zor idi.

İkinci derece müritlerine “Nomoteth” unvanı verilir ve derecedeki inisiyelere “kutsal sayılar bilimi” öğretilirdi.

Pisagorla inisasyonun zirvesine varan üçüncü derece kardeşlere üstad olarak dördüncü ve son derece tevdi edilirdi. Üstadların vazifesi kendi iç varlıklarının derinliklerine inerek tanrısal ışığı görmek, hakikati zekada, fazileti ruhta ve temizliği bedende tahakkuk ettirmektir. İkincil vazifeleri ise alt derecedeki kardeşlerine gözetimcilik ve rehberlik yapmak, idari işleri yürütmektir. Ulaştıkları seviyeyi tüm yaşama aktarmaları beklenen üstadların unvanları aydın kişi anlamına gelen “entelektüel”dir.

Platon M.Ö.427 de Atina’da doğdu. Platonun ilk öğretmeni Sokrattır. Platon Delf mabedinde inisiye oldu ve oradan Mısıra gitti. Üçüncü dereceye kadar inisiye olduktan sonra İtalya ya geçti. Gerçeğin sezgi yoluyla kavranabileceğini anlayan Platon her şeye rağmen gerçeği bulmaktaki tek yolun mantık olduğunu savunan Sokratın etkisindeydi. Platonun ezoterik öğretiye katkısı da akılcılığı öğreti içinde sağlam bir zemine oturtması olmuştu.

Atina’ya gelen Platon “Akademia”yı kurdu. Burada diyaloglarını yazdı. Gerçek, güzel, iyi gibi soyut kavramları halka anlattı. İyiyi, doğruyu ve gerçeği arayan kişinin ruhu arınır ve ölümsüzlüğe ulaşır demekteydi.

Diyalogları ve İdealar Kuramı ile kendisinden sonra gelen nesilleri büyük ölçüde etkilemiştir.



g. Farklı Bir İnisiye : İsa:

İsa’nın doğduğu sırada o gün bilinen dünyanın büyük bir bölümü Roma İmparatorluğunun egemenliği altındaydı. Dinsel açıdan çok tanrılı inanç sistemini kabul eden Romalılar kendi tanrılarına karşı hoşgörülü olunması halinde işgal ettikleri toprakların halklarının inançlarına karışmıyorlardı. İnançlarında özgür bırakılan kavimler yönetimin başına büyük dertler açmıyorlardı. Bir tek istisna Yahudilerdi.

Yahudiler son derece katıydılar. Onlara göre tek tanrı vardı ve onun dışında başka tanrı olduğunu söylemek en büyük günahtı. Bu durum Romalılarca kendi tanrılarının aşağılanması olarak görüldü. İmparator Septim Severus Yahudiliği yasakladı. Baskı arttırıldı. Hıristiyanlıkta aynı baskıdan kurtulamadı. Ta ki imparatorluğu yıkılmaktan kurtarmak için Hıristiyanlığı seçen Bizans İmparatoru Constantin dönemine kadar.

İşte İsa böyle bir ortamda dünyaya geldi. Roma baskılarından yılmış olan Yahudi halkı kurtuluşu mucizelerde arıyor ve kendilerine Tevrat’ta geleceği bildirilen kurtarıcı Mesihi dört gözle bekliyorlardı.

İsa, Musa’nın öğretisinin Ezoterik yönünü yüzyıllardır bünyesinde barındıran Eseniler arasında dünyaya geldi. Yahudilikteki dinsel yozlaşmadan uzak kalabilmek için Eseniler Yahuda çölündeki Kumran’a çekilmişlerdi. İsa’nın bir Eseni olduğu doğduğu tarih olduğu iddia edilen 25 Aralık gününden bellidir. Bu tarih Eseniler’in Elokim adına düzenledikleri kutsal ayin günüdür.

Esenilerde inisasyon üç derecelidir. Gözetimden sonra iki yıl çömez, ikinci derecede de iki yıl, sonra İsrail’in kutsal seçkini yada Işığın Oğlu adı verilen üçüncü dereceye gelmek yeteneğe bağlı idi.

Ruhun ölümsüzlüğüne, insanın tekamülüne, tüm insanlığın kardeşliğine ve iyilik yapmanın önemli ilke olduğuna inanırlardı. Ayinlerde temizlik esastı. İnsan sevgisinin ön plana çıkarılması, yalandan nefret edilmesi, mülkiyetin ortaklığı Esenilerin başlıca özellikleriydi.

Eseniler genellikle bekar yaşarlardı. İsa’da bu geleneği bozmadı. İsa Tibetteki Ezoterik öğreti kaynağından istifade etti. Kamil bir insan olan İsa tanrının oğlu sembolü ile anlatılmaya çalışıldı. “Kimse yeniden doğmadıkça Tanrı katını göremez” sözü Ezoterik bir göürştür.

Yuanna İncili doktrinin iç yüzünü, Ezoterik yönünü ortaya koymaktadır. Şovalye tarikatlarınca kabul edilen İncil budur. Masonlarda bunu önemser.

Hıristiyanlık; iyilik, doğruluk, güzellik gibi kavramlarla insanların kardeşliği gibi duyguların geniş kitlelerce kabul görmesini sağlamıştır.

Constantin M.S. 313 yılında Milan fermanını yayınlayarak önce Hıristiyanların inançlarında özgür olduğunu kabul etti. Sonra da Hıristiyanlığı devlet dini olarak ilan etti.

h. İslamiyet ve Batıniler:

Hazreti Muhammet Kabe mabedinin yönetimini elinde tutan rahiplerin soyundan gelir. Muhammetin ailesine ve savubdukları dini inanca tek tanrı inanırları anlamına gelen “Hanif din” inanırları deniyordu.

İslamiyetin Kuran dışındaki en önemli kanun koyucusu Hanif dini uygulanmakta olan ilkeleriydi.

Halife Ömer Mısırı fethettiğinde İskenderiye kitaplığını yaktı. Halka Müslüman olmaktan başka şans tanımadı. Ezoterik birikim daha sonra Aleviliği yarattı. Alevilik Tanrı-evren-insan üçlemesinden oluşan varlık birliğine inanır.

Yeni Platoncu filozofların etkileri kuşaktan kuşağa yayılarak sürdü. Filozoflar bu akıma Tasavvuf, kendilerine de Sufi adını verdiler.

İsmaililerin hedefi filozof Farabi’nin deyimi ile “gerçek akıl devletini, kardeşliğe ve eşitliğe dayanan bir cumhuriyeti” kurmaktı. M.S. 209 da Fatımiler Mısırda kuruldu. Sistem inisiye edilmiş yönetici şeyhlere dayanıyordu. İsmaililik Pisagorcuğun bir nevi devamı gibidir. İsmaili öğretisi 7 dereceli bir tekamülü içermekteydi. Müminler, müleddefler, dailer(çağıran), Dai-yi Ekber, Tazket kapısı, Hakikat kapısı, yedinci derece en mükemmel dereceydi.

İsmaililerin bir tür bugünkü devamı Dürzülerdir.

i. Mutasavvuflar, Aleviler, Bektaşiler:

Sabilik Uygur imparatorluğuna kadar dayanan Babil okulu öğretisinin halka malolmuş şekliydi. Büyük İskender’in bu toprakları fethi sırasında Pisagorculukla tanışmış ve Sabi öğretisi yeni bir ivme kazanmıştı. İsmaililik böylece doğuyordu.

Sabilik MU dininin Tanrının sembolü olan güneşi tanrının yerine koymuş bir güneş kültüdür. Sabiler Hermesi, Pisagoru, Örfeyi de birer yarı tanrı olarak görüyorlardı. Namaz kılma, oruç tutma, kurban kesme ve hac hep Sabi kökenlidir. Günde yedi kez namaz kılınırken İslamiyet bunu beşe indirmiştir.

Türklerde etkili Sufi olarak Ahmet Yesevi; müridinin şeyh ünvanını alabilmesi için dokuz aşamayı geçmesi gerekiyordu. Tövbe edenler, bilginler, Zahidler, Sabirler, Salihler, Razılar, Şakirdler, Muhibler, Arifler.

Arif kişi içine dönmeli ve sezgi yoluyla kendinde var olan tanrıyı içinde aramalıdır. Kendini bilme, gerçeği kavrama, Tanrıya ulaşım arifliğin üç aşamasıdır.

Alevi inancına göre her ruh şu on dört aşamayı geçmek zorundadır. Cansız bedenlerin ruhu, bitkilerin ruhu, hayvanların ruhu, şeytanların ruhu, cinlerin ruhu, inanmayanların ruhu, inananların ruhu, dindarların ruhu, ermişlerin ruhu, evliyaların ruhu, peygamberlerin ruhu, meleklerin ruhu, evrensel ruh, evrensel hikmet.

Hacı Bektaş Veli Yesevi tarikatında Babalığa kadar yükseldi. Bektaşilikte ruh ölümsüzdür. Ruh gövdeye sonradan girmiştir ve geldiği Tanrısal kaynağa geri dönecektir. Dört kapı öğretisine göre birinci gurup sofular, ikinci grup tarikat yolunu tutanlar, üçüncü grup tanrı hakkındaki sırları bilenler – ermişler, dördüncü grup tanrı ile birleşmiş olanlar. Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat kapıları olarak adlandırılır.

Ahilik bir meslek örgütü olmanın yanı sıra giriş – davranış töreleri ve sırları olan Batıni bir kuruluştur. Ahiliğin altı ilkesi; elini açık tut, sofranı açık tut, kapını açık tut, gözünü bağlı tut, beline sahip ol, diline sahip ol.

Ahilikte 9 dereceli sistem vardır. Yiğitlik, yamak, çırak, kalfa, usta, ahi, halife, şeyh, şeyhul Mesayık.

Mevlananın en önemli özelliği Batıni doktrini şiirlerle anlatmasıdır. Tanrıya ulaşmanın yolunun aşk olduğunu savunur. Aşk ışıktır, nurdur, Mevlevi Farsçada dönen anlamına gelir.

Yunus Emre de aşkı esas alan bir anlatım kullanmıştır.

j. Batı Dünyası ve Ezoterizm; İsmaililer ve Templierler:

M.S. 874 den 1256 ya kadar Ortadoğu’da İsmaililer son derece etkin oldular. 1164 yılında İsmaili İmamı 2. Hasan Ramazan ayının ortasında şeraiti kaldırdığını açıklamıştı. Oruç yanı sıra namaz kılma ve diğer ibadet zorunluluklarının kalktığını duyurmuştu. İslam dininin öngördüğü zorunlu ibadetlere Selçuklu yönetiminin Bağdat hilafeti üzerindeki baskısını kaldırması sonucu geçilebildi.

İslamiyet’in ortaya çıkışından sonra sürekli yayılması ve doğudan Selçuklular ile Anadolu’ya, Batıdan da Murabıtlar ile İspanyaya kadar ulaşması Hıristiyan dünyasında büyük bir endişenin doğmasına yol açtı. Tüm ticaret yolları Müslümanların ellerindeydi.

10. yy da Avrupa’da feodal derebeyleri çok güçlüydü. Aralarındaki çatışmalar dur durak bilmiyordu. Papalar uzunca bir süredir doğuya sefer düzenlenmesini istiyorlardı. Doğunun zenginlikleri taşınacak ve Avrupa’daki Hıristiyan çatışmaları kutsal toprakların kurtarılması amacına yöneltilecekti.

Papa II: Urbanus doğu Hıristiyanlarına yardıma koşanlara cennet vaat ederek kısa sürede etrafına çok sayıda yandaş topladı. Bunlar giysilerine haç işareti diktirdi. Bu kuvvetlere haçlılar dendi.

1099 da Haçlı Kuvvetleri Kudüs önüne geldi. Fatımiler tarafından yönetilen Kudüsü alarak Müslüman ve Yahudileri kılıçtan geçirdiler. Avrupadaki ticaret canlanırken İslam dünyası geriledi.

Templier Şövalyeleri 1118 yılındaa “İsa’nın Fakir Askerleri” adı altında kuruldu. Hugs De Payens ve diğer şövalyeler, davet üzerine Hasan Sabahı Alamut kalesinde ziyaret ettiler. Burada Sabahın kurduğu sistemi gözleriyle gören şövalyeler, örgüt ve Batıni doktrin hakkında da ilk ağızdan bilgiler aldılar. Kudüse geldikleri sırada Katolik inancın en önde gelen savunucuları arasında yer alan Templierler Hasa Sabah ve Dailerini tanıdıktan, İsmaili öğretisini derinlemesine inceledikten sonra akılcılığı ön plana çıkaran Ezoterik doktrine bağlandılar. Templierlerdeki bu inanç değişikliği kurdukları güçlü örgüt sayesinde tüm Avrupa’ya yayıldı.

Şövalyeler Hıristiyan görünme zorunluluğu ile Ezoterik inançlarını bir arada tutabilmek için Yohanna incilini seçtiler. Şövalyelerin bir diğer adı da Sen Jan Şövalyeleridir. Üç dereceli bir inisinasyon sistemi kurdular. Şövalyeler birbirlerine kardeş diye hitap ederlerdi. Serving Brathers, Chaplaini, Knight üç derecenin isimleridir.

Selahattin Eyyubinin 1187 yılında Kudüs’ü ele geçirmesinden sonra şövalyeler dağıldı. Templierler Londrayı mesken seçince etkilenme yapısı değişti. Daha sonra Mason localarına geçtiler.

1570 yılında Almanya’da Rose Croix Kardeşleri cemiyeti kuruldu. Hermes, Kabala, Platon kısaca tüm ezoterik ekollerin bir sentezi olarak kurulan Rose Croix akılcılığı ön plana çıkardı. Dünyanın kaderini etkileyen zirveye Martin Luther ile ulaştı. Rose Croixler Masonlarla sürekli irtibat içinde oldular.

k. Ezoterizmin Zaferi: Humanizm ve Rönesans:

İtalya’da Platon Akademisinin önderliğindeki akademisyenlerin Yunan Klasiklerini gün yüzüne çıkarması tüm yaşamda ve özellikle bilim ve sanatta yeni bir atılımı beraberinde getirdi. Önde gelen temsilcilerinden birisinin Dante olduğu Ezoterik öğreti yepyeni bir dönemin başlamasını sağladı. Rönesans. Yeniden doğuş anlamına geliyordu. Rönesans düşünürlerinin en büyük hedefi Yunan – Roma uygarlığı ile Hıristiyanlık arasında bir iletişim bir ilişki kurmak ve iki uygarlığı aynı potada eriterek yepyeni bir dünya kurmaktı.

Bizanstan İtalya’ya göçenlerin beraberinde getirdikleri Yunanca eserler ile İtalya manastırlarındaki Roma eserlerinin anlaşılır bir dille İtalyancaya çevrilemesi ulusal bir edebiyat ve tarih anlayışının doğmasını sağladı. Eski uygarlıklarla Hıristiyanlık arasında bir süreklilik olduğu ispat edilmeye çalışıldı. Toplumdan ziyade birey ön plana çıktı ve giderek insani değerler bütün diğer değerlerin üstünde tutulmaya başlandı. İnsanın üstünlüğü ve saygınlığı üzerine çeşitli yapıtlar yazıldı. Hümanizm akımı ile insana insan olmaktan gurur duyması öğretildi.

Papalar ve Katolik devletlerin kralları Masonların birbirine ketumiyet yemini ile bağlı olmalarından ve toplantılarının gizli yapılmasından endişe duyuyorlardı. Fransa da büyük devrimin gerçekleştirilmesi sistemin giderek laikleşmesi hep Masonların işiydi.

1815 yılında İngiltere’de yeni bir Büyük Loca Yasası yayınlandı. Tanrı ve din hakkındaki ilk bölüm şöyle değiştirildi.

“Sıfatı dolayısıyla bir Mason ahlak kurallarına uymakla görevlidir. Eğer mesleği iyi anlamışsa hiçbir zaman bir tanrı tanımaz ya da dinsiz olmayacaktır. Tanrının her şeyi insanlardan daha başka gördüğünü o herkesten daha iyi anlamak zorundadır. Çünkü insan dış görünüşü görür, Tanrı ise gönülleri. Bir insan dini tapınış tarzı ne olursa olsun tarikatten çıkarılmaz. Yeter ki yerle göğün yüce mimarına inansın ve ahlakın kutsal görevlerini yerine getirsin.”

Bu yasa ile Hıristiyanların yanı sıra Yahudi ve Müslümanlarında örgüte katılmaları mümkün oldu. Böylece Masonluk özgür düşüncenin filizlendiği her ülkede varlığını gösterdi ve tüm dünyaya yayıldı.

l. Masonluk ve Ezoterizm:

Ezoterik doktrin Masonlukta daha 1. derece olan çırak derecesinde inisiyelere verilmeye başlanır. Locanın yöneticisi olan Ustadı Muhterem toplantıyı açarken “Bir Mason arasıra günlük hayatın kaygılarından uzaklaşmalı ve düşünceye dalmalıdır. İşte o zaman düşüncelerimiz evrenin ulu mimarı dediğimiz Yüce varlığa doğru yükselmeye başlar. Dileriz ki o Yüce Varlıkla aramızdaki mesafeyi daha çabuk aşabilmek için ortak çalışmalarımız bize yeni kuvvetler versin.” Bu açıklamadan da görüldüğü gibi Masonlukta hedef ahkikate varmak Yüce varlığa erişmektir.

Masonlukta başkan yani Üstadı Muhterem tanrısal iradenin loca içerisindeki ifadesidir. Bu nedenle kendisine mutlak itaat zorunludur. Localar sembolik olarak güneşin ilk ışıklarının ortaya çıktığı yani tanrısal aydınlanmanın var olabildiği anda çalışmaya başlar.

Masonlar tüm insanlık için bir ülkü mabedi yapmak amacıyla çalışırlar. Masonluğun bu görevi ancak tüm insanların mükemmele ulaşmasıyla son bulacaktır. İnsanlar akıllarını kullanarak iyiyi, doğruyu ve güzeli aramakla yükümlüdür. Masonlar kendilerini “Işığın Çocukları” olarak nitelendirirler. Yüce varlığa inanmak ancak dinlerin bünyelerindeki her türlü doğmadan uzak kalmak Mason olmak için aranılacak şartlardandır.

Çıraklıktan kalfalığa geçilir. Üçüncü derece üstadlıktır.

Masonluk tabiat üstü kuvvetleri ve mucizeleri reddeder. Aklın uygun koşullar altında dışardan gelecek her türlü engellemeye karşın tekamül edeceğini savunur. Akıl tekamülün birinci aracıdır. Tekamülün amacı ise Hakikati aramaktır.

Masonluk eski çağlardan bu yana dini ve siyasi her türlü yobazlığa, putlara karşı çıkmıştır. Ve her türlü doğmayı yıkmak en önemli görevleri arasındadır. Her şey sürekli bir gelişme ve değişim içindedir. Bu durum evrene hakim olan evrim ve hareket kanunları ile açıklanabilir. Tanrı nurdur, ruhtur, Hakikattir, Adalettir, çalışmadır ve Aşktır.


2. İNSAN TEKAMÜLÜ VE SOSYAL OLGULAMA BİLİNCİ:

Hazreti Şit ile duygusallık merkezli tekamül anlayışlı tohumlama sistematiği Hazreti İdris ile Nuh tufanı sonrası sistematiğe kazandırılmıştır. Böylece Hazreti İdris karakter bazlı yapısal oluşum önlendirmesi yanında inisiye sistematiği ile tekamül etmiş insan yaklaşımını toplumsal yönetselliğe kazandırmıştır.

Hazreti Musa, Hazreti İsa ve Hazreti Muhammed bu inisiye sistematiğini toplumsal duyarlılığa dönüştürmeyi çözüm olarak göstermişler böylece bugün Masonluk ötelemesi yanında toplumlar inisiye edilmeden de yönetsel dengeler üretmeyi öğrenmişlerdir. Demek ki insanlık teknolojik gelişim yanında toplumsal özellikler paralelinde bireysel tekamülü başarabilecek etkinliğe ulaşmak üzeredir.

Bu bölüm toplumsal doğa ile insan doğası bileşkesinde Kamil insan perspektifini anlatmaya çalışacaktır. Salih amel yaşamsal dinamiklerde dengeli yaşamayı öğretirken duygusallık kriterleri bazında tekamülü burada anlamaya çalışacağız.

a. Tekamül Düşüncesi:

Tekamül gelişme anlamını taşısa da olgunlaşma, beklenene yaklaşma gibi etkileri de üzerinde taşımaktadır. İnsanın kendine güven derecesi ile toplum üzerindeki etkinliği bağlamındaki olgusunu anlatmaya çalışır. Askerlikte tekamül göreve ve yıllardaki tecrübeye dayanılarak yaratılır. Gemide subay önce branş, sonra bölüm ve nihayet komuta kademelerinde görev yaparak tekamülün zaman ve eylemde gerçekleşmesi sağlanır.

Doktorun tekamülü ihtisası ve tecrübesidir. Bugünkü ortamda ihtisas alanları kendi ustalarını tekamül etkeni olarak gösterselerde gerçek tekamül hayatla bütünleşen deneyimlerde yatar.

Mason’luk Yakın Çağın modern toplumunda tekamülü inisiye odaklı yaratmış ve bugüne gelinmesini sağlamıştır. İslamiyet zaman bazında değişmezliğe dayalı yapılanmasıyla belki de en değişik inisiye olgusunu kullanmıştır.

Dolayısıyla tekamül bugünkü bildiklerimize dayalı olarak Batının ihtisası ile Doğunun inisiye düşünceleriyle bütünleştirilerek anlaşılır yapılabilir.

b. Tekamülün Getirdiği Faydalar:

İnsanların toplu halde ve aile formasyonu altında ortaklaşa yaşamaları kendi bireysel duruşlarında politik fonksiyonellik yaratır. Politik fonksiyonelliğin istikrarlı bir duruş kabiliyeti haline gelmesi tekamülün belirginliğini sağlar.

Yakın çağ öncesi şartlarda tarım ekonomisi dengeleri ve örgütlenme fonksiyonelliğinde inisiye yolu ile insanlara politik duruş bilinci enjekte edilmiş böylece yönetsellik etkinliği kaynaşma ve en önemlisi sadakat hissi oluşmuştur. İtaat bir doğal olgu olmasına rağmen özgür veya indoktrine edilmemiş insan da oluşumu tersliklere ve redde tabidir. Bu öenmli sorunu Türkler yaşlılara itaat, Latinlerde ise soylulara itaatle bütünleştirerek toplumsal sosyalizasyon olgularını yaratmışlardır.

Tekamül mutlaka karakter ile bağlantılı, zeka ile kaynaşımlı, ruhun getirdikleriyle belirginlik taşıyan özel bir durumdur. Çocukluğunda yaramaz olanların daha sosyallik kazandıkları, küçükken hayatla tanışanların daha duyarlı olarak geleceğe yöneldikleri aşikardır. Bunlarla beraber itaat ve saygı elemanlarını kültürle bütünleştiren öğeler insanın tekamülüne fırsat verirler.

c. Tekamül Etkileme Fonksiyonu:

Tarih içinde insanlığı etkilemiş büyük düşünürlerin çevre değişim ve yalnızlık bağlantılı etkilerle tekamülü uç noktalara götürdükleri gerçektir. Duygulara ve belli bir eğitim birikimine tabi tekamül olguları bu etkilerden yararlanmaktadır. Benim yaşadıklarım ise ayrı bir olaydır. İnsanlığın bunu gerçekleştirme becerisi sanıyorum ki benim yazdıklarımın hepsine çok daha geniş perspektif yaratabilecek tecrübe mevcut bulunmaktadır.

Türkiye’de “oğlum askere gitsin adam olsun gelsin” görüntüsü anlamlı ve tekamüle örnek çok değerli bir olaydır. Demek ki toplumsal tekamülü bireysel duruş fonksiyonelliği ile birlikte ve kamp oluşları ile ele almak gerekir.

Bireyin kendi başına kendi duygusallığı ile yaşama yönelmesi belkide özgürlükler bilincinde en sağlıklı yoldur. Ama muhafazakar değerler ve toplumun kültürel olguları bu şekilde kendini yaşatamaz. Böyle olunca insanlar çok yalnız ve tecrübesiz kalırlar.

Aile ve akraba formasyonu sosyalizasyon ve tekamül kontrol fonksiyonelliği açısından önemli bir bağ yapısı oluşturmaktadır. Bu nedenle özgürlük alanlarında belirgin bir disiplini yaratmalıdır.

d. Yaradılış Tekamül Dengesi:

Ruhun duygu bağlamlı önceki yaşantılardan taşıdığı kırpıntılar mutlaka buradaki karakter yapısına etki etmektedir. Doğulan yerin sosyal duruş etkisi hak ediş bilinciyle ele alındığında kendimizi daha kolay anlayabilir duruma gelebiliriz.

İnsanlığın birey bazındaki tekamülünün ana fonksiyonu sorumluluk bilincidir. İslamiyet’in sorumluluk temelli açılımı hem eğitsel manada hem de duygusal manada tekamülü yönlendirmektedir. Bu durumda Hazreti Allahın yol gösterdiği hususlar, insanın tekamül-sosyalizasyon – mutluluk temelli anlam ve özellik taşımaktadır. Bu kapsamda hayatı düşündüğümüz de tekamülü doğal sorumluluk bilinci ile sosyal duruş olguları çerçevesinde ele almamız doğru olur.

Çocuğun çocukluğunu, gencin gençliğini yaşaması ve hayata doluluk getirmesi en doğru bilinçlenmedir. Bu durumda sorumluluk ölçüleri ile sosyal duruş hedefleri arasında bir denge kurulması ve insanı bu olgunluğa yöneltecek tekamülü yaratmaya çalışmak en doğrusudur.

e. Ruhsal Tekamül Düşüncesi:

İnsanlığın yeniden doğuşun tekamül etkisi yarattığı düşüncesi mutlaka doğru olmalıdır. Kainatın ve zamanın insan hayatıyla bileşkesinde dünyadaki tüm yaşam zamanlarının örneklerini insanın yaşamış olma olasılığını yaratmaktadır. Eğer bu doğruysa her birimizin ruhunun milyonlarca yıldır eğitildiğini düşünmemiz belki de doğru olur.

İnsanın içinde yatan aslanın tatminkarlık marjları insanın tanrısallığını göstermesi yanında tekamül limitlerini de ortaya koymaktadır. Bu durumda bireysel duruş tanımlaması ruha ulaşmak isteyeceği limitleri açık olan bir tekamül menzili verebilecektir.

Ruhun tekamülü olayının duygusal derinlikte yattığını değerlendiriyorum. Bu durumda insanın ihtisaslaşması ile ruhun tekamül etkinliği arasında bir ilişki olmalıdır. İnsan ruhunun tekamül arayışına verilecek olan açıklık zaman disiplini ve zamanın etkin kullanılması alışkanlıklarıyla mümkün olabilir. Böyle bir alışkanlık bilinçlenmesi insanı sürekli gelişen ve tekamülü hazırlayan bir mahiyete sokabilir. İnsanların duygusal eğitimleri de yaşamın bu konudaki fırsatları olarak görülmelidir.

f. Duygusallık ve Tekamül:

Duyguyu ruhsal bir hayat etkileşimi olarak ele almıştık. Duygusallığı tekamül etkisinde geliştiren en önemli duygu sorumluluk duygusudur. Dolayısıyla insan önce kendisine karşı sonra eşine ve çocuklarına karşı taşıdığı ve kazandığı sorumluluk bilinci mutlaka çok önemli bir tekamül olgusudur.

Saygı ve sevgi duygusallığı sosyalizasyon bilincinin ruhu dengelediği duygusallık ortamını yaratmaktadır. Yaşanılan her türlü duygu tezahürü bir tecrübe bilinci oluşturur. Ve bu tekamül dengesinde uyumu yönelişi etkileyen bir sonuç yaratır. O zaman duygusal dengeleme ve eğitim performansı insan sağlığının göstergeleri olarak ele alınmalıdır. İnsanlığı yalnızlığa hapseden inisiye yaklaşımları aslında insanın kendisini öğrenmesine olanak verir. Ben eminim ki inisiye edilmiş insanların duygusallıkları artmakta itaat temelli dengeler çoğalmakta ve güvenilirlik katsayısı çoğalmaktadır.

Tekamül mutlaka yaşanılan hayatın bir parçası olmalı ve her insana bu fırsatı belli imkanlarla sunabilmelidir. Böylece insanlar tekamül konusunda gelecekte çok daha fazla deneyime sahip olabileceklerdir.

g. İnsan İçin Olgunluk Göstergeleri:

İnsanın bilgi derinliği ve bilgiye hakimiyet açısından olgunluğu sınavlarla anlaşılabilmektedir. Ancak bu özellikle sorumluluk ve yönetsel ekseninde yeterliliği yaratmamaktadır. Eğitimin cehaleti aldığı eşekliğin baki kaldığı doğru bir sözdür. O zaman insana olgunlaşması ve davranış disiplininde dengelenmesi bakımından fırsat vermek gerekir.

Olgunluğun birinci göstergesi; sorumluluk bilincidir. Kendisine söylenmeden gerekeni görebilmek ve yapabilmek bunun açıklık kazanmasını sağlayabilir.

İkinci gösterge; yaşam disiplinidir. Dengeli ve anlamlı değerlerle hayatı donatabilen birey bu göstergeyi başarmış olacaktır.

Üçüncü gösterge; bireysel duruşun yansımalarıdır. İnsan bireysel duruşunda yeteneklerini kullanmayı dengeleyebiliyor ve hayatı bunlarla özleştirebiliyorsa bu sahada bereket yaratmış demektir.

Dördüncü gösterge; üretkenlik bilincidir. Hayatı fayda üretmek bakımından rasyonel değerlerle donatmak bu göstergeyi anlaşılır kılar.

Beşinci gösterge; mutluluk bileşenidir. Eğer insan yönelişlerinde kendini ve çevresini mutlu edebilecek değerlere sahipse bu olgunluğun göstergesi olur.

h. Yönetsellik ve Tekamül İlişkisi:

İnisiye anlayışı ve öğreti disiplini insana politik duruş kazandıran öğelere sahiptir. Aynı zamanda irtibat ile sosyal bir yönetim dengesi oluşmaktadır. Bu kitlelerin yönetselliğinin vazgeçilmez gerekliliğidir. İnsanların kanunlarla, tüzüklerle indoktrine edildiği imajı belki doğrudur ama yönetsellik ayrı bir örgütsel yapıya ihtiyaç gösterir. Böylece toplumsal dinamikler koordineli bir özellik taşır duruma gelinir.

Masonluğun dünya yönetselliğine kattığı güven dinamikleri de ayrı bir etki olarak görülebilir. Ben bu irtibat fonksiyonelliğini daha biraz şeffaflaştırarak korumak gerektiğine inanıyorum. Her ne kadar liderlik önemli ise de liderliği yönetmek ve koordinasyon sağlamakta yönetsellik bakımından önemlidir.

Toplumların yaşam standartlarını yükselttiğimiz zaman yönetsel olguların irtibat sağlayıcı elemanları da belirginlik açısından zaaf yaratmayacaklardır. Dünyanın devletlerce yaşama dinamikleri ihtisas yanında prensiplerle de kendisini var edecektir. Böylece tekamül vasfı yönetselliğe koruyucu bir mekanizma sağlayacaktır.

i. Tekamül için Kategorileşme Örneği:

Sosyal duruş olgularını kategorize edebilmek çırak-kalfa-usta-üstad yapılanmasına uygun olarak anlaşılırlık taşır. Belki de zaman içinde bireysel ve sosyal duruş etkinliğini sağlayan insanların bu kategorilerde anlaşılırlığı beklenebilir.

Her yaşamsal organizasyon kendi içinde bir ihtisas bir de tekamül vasfı taşır. Tekamülü ve ihtisası yönlendirici etkiler yaratılarak organizasyonların verimliliği rasyonalite kazanabilir. Dolayısıyla teşkilatlanma bilincinde ihtisas kadar tekamül de göz önünde bulundurulmalıdır.

Tecrübenin çokluğu ile becerinin etkinliği farklı farklı olgulardır. Biz tekamülü beceri etkinliği ile anlaşılır kılmalıyız. Zira tecrübe tasarım eksikliğinin başarısızlıklarını gösterir. Tecrübeden faydalanmak önemli tecrübeye güvenmek yanlıştır. Derinliği ve dengeyi görebilmek bir yetenekle açıklanabilecek durumdur.

j. Eğitsel Manada Tekamül:

Yönetsel tasarım bir zeka ve bilgi ortamı tezahürüdür. Bu kişinin dikkati ve ilgisiyle denge kuran, bilgi ve beceriyle hayata geçen bir olgudur. Yönetsellik bir eğitim birikimi tecrübe ile yorumlama becerisinde açıklık kazanabilir. Bu durumda tekamülü beceri geliştirme, eğitimde deneyim kazanma olarak algılamak gerekir.

Görev başı eğitimi kavramı yaygın bir kabul görür. Nedeni bireyin göreve hazırlanma olanağı vermesidir. Eğer yeterlilik belirlenir ve eğitsellik yeterlilikle dengelenirse tekamül ortaya kolay çıkacaktır.

Yönetim becerisi staj veya tatbikat ile örneklenerek yaratılırsa daha etkili bir tekamül yaratmaktadır. Ama unutmamak gerekir ki sorumluluk bilinci olmayan uygulama gerçek başarı göstergesi yaratmaz.

k. İnsan Fonksiyonelliğinin Uygunluğu:

İnsanı hayatla bütünleştiren fonksiyonelliği fizyolojik ve ahlaki boyutlarda uygunlukla belirli olmalıdır. Allahın peygamberlerinin ve insana hayatla birlikte uygun görülen yapılanma içinde yaşamak önemlidir. Tarihsel boyutta Kuran-ı Kerimde Allahın cezalandırdığı kavimler ve Nuh tufanı her insanın bilincinde yer etmeli ve bunun mayasının önemli olduğu anlaşılmalıdır.

İnsanı doğası ile toplumsal doğayı bütünleştirmek bu uygunluğu zaten ortaya koyabilmektedir. Sosyalizasyon olguları içindeki denge kültürlerde tekamül ettirilerek hayat saygınlığı yüksek boyutlara çekilmelidir. Ehli mümin kavramı toplumsal bir saygınlık aracı olarak ele alınmalıdır. Bilimi ve düşünselliği önemsemek gerekir.

İnsanın kendi kalitesi ile kültürel öngörüler arasındaki dengeyi anlamak ve bunu değerlendirmek önemlidir. Uygunluğu önemsemek toplumsal kurallarla ve bu kurallara bağlılıkla ortaya konulabilir. Bu durumuyla toplumsal muhafazakarlık yararlı bir araç olabilecektir.

l. Hayat – Tekamül Dengesi:

Çocukların ebeveynlerin etkisinde yöneliş kazanması gibi toplumun yöneliş disiplini de tekamül ereğine uygun temayülle olmalıdır. Sosyalizasyonun bir amacı da toplumsal temayülü etkilemek olmalı ve böylece toplumsal olgunluk potansiyeli yaratılmalıdır.

Nasihat değil ama ikna etkinliği sosyalizasyon ile yaygınlaştıkça hem bireysel kalite performansı gelişecek hem de toplumsal kalite etkinliği artacaktır. Amacımız insanları olgun ve deneyim temelli yorumlamaların etkisinde yaşatmak zevk ve estetik bilinci yanında felsefi ve anlamsal zenginlik oluşturmaktır. Bugün için bireysel yalnızlık temelli olgunlaşma etkinliği kaynaşan düşünsellik aracıyla derinlik kazanacak ve böylece tekamül etkisi insan hayatını daha fazla etkileyecektir.

m. Tekamülün Toplumsal Etkilenimi:

Sosyalizasyon bilinci tekamülü hızlandırıcı etki yapacaktır. Zira birbirini etkileyen insanlar birbirlerini etkilerken tekamül hızları artacaktır. Tekamülü etkileyen en önemli faktör düşünselliği kritize edebilmektir. Bu da sosyalizasyon ile ortaya çıkacak bir olağan durumdur.

İnsanın tekamülü ile ikna yeteneğinin işlevselliği arasında önemli bir ilişki vardır. Bu nedenle insanların konuşmaları, kendilerini anlatmaları ve insanların kendilerine eleştiri yöneltmeleri bir çok açıdan tekamülü zenginleştirir. İnsanı konuşturmak, yorumlama yapmasına olanak vermek onun doygunluğunu ortaya koyar. İnsanın kendini çevreye kabul ettirme temayülü bireysel tekamülün ikinci unsuru olacaktır.

Sosyalizasyon kuralları saygı ve iletişim dengelerini önemsemelidir. Bu oluşum tekamülü hazırlayan ve toplumsal etkileşim yaratan önemli bir oluşumdur.

n. Eğitim – Tekamül – Deneyim:

Eğitimin aktif uygulanırlığı düşünselliği ve bilgi ile tutarlılığı dengeleyen bir yorum kabiliyetini yarattığı gerçektir. Böylece insan öğrenir ve öğrendikleriyle hayatı ve karşılaştığı problem sahalarını anlama yeteneğini geliştirir. Eğitimi, gelecek faydalı ve mutlaka önemli olarak görmek gerekir.

İnsanın açık ve gizli hedefi tekamül etmek olmalıdır. Bunu sağlayacak beyinsel potansiyel herkeste vardır. Bunu hedef alınca bilim sahalarını tanımak ve bu sahalardaki derinliğin konuyla ilgili detaylara hakimiyeti arttıracağını anlamalıdır. Tekamül bir anlamda detaylardaki derinliğin insana verdiği güven duygusunun tezahürüdür. Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu sözü bu açıdan önemlidir. Biz bu nedenle Ehli mümin kavramını ortaya koymuş bulunmaktayız.

Deneyim hangi tekamül veya hangi eğitim olgusunda olursa olsun mutlaka daha iyi ve eleştirel gözle analizi bize daha etkin olma fırsatı verir. Tasarımın deneyimi bile bir nevi tekamül olgusuna sahiptir. Ben önüme çıkan her fırsatı tekamül anlamında benimsedim ve bunu değerlendirdim. Demek ki tekamülün en etkin olayı bu temayüldür.

o. Felsefe ve Tekamülün İlişkisi:

Felsefe bir olguyu düşünsel olarak bilgilerle anlaşılırlık kazandırma yönelişidir. Felsefe bize derinlik ve ilgililik açısından tekamül ve ihtisas imkanı sunar. İnsanların sosyalizasyon temelli etkileşimi de bir anlamda felsefe olgusunu körüklemelidir. Felsefe yapmak konuyu ilişki açısından irdelemekle olur. Bizim bir çok konuda yürüttüğümüz fikirler felsefeye örnek ve temel oluşturmalıdır. Her şeyin felsefesi olur. Mutlak doğrular tartışılmaz. Ama kaç tane mutlak doğru vardır.

Benim yöneliş doğrularımı belirleyen dünya gerçekleri ile olması gereken beklentilerin uyuşturulmasından başka bir şey değildir. Demek ki tekamül düşüncesi başlangıçtaki stratejik kabullerle yakından ilişkilidir. Bu bir anlamda konuyla ilgili felsefik anlamıyla mütalaa yapabilmeyi gerekli kılar.

p. Tekamülün Erişilebilirliği:

Bugüne kadar insan sosyal ve bireysel duruşların etkisinde organizasyon oluşumunda kendini kabullenme yönelişi ama içindeki aslanı bastırma gerçeği ile yaşadı. Bizim aradığımız bireysel duruşu anlaşılır kılarak insanın kendisine tekamül enginliği yaratabilmesidir. Ben öyle zannediyorum ki yazma kabiliyeti ve bunun ihtisas bazında örgütsel etkileşimi tekamülü hızlandıracaktır.

Bugün insanların yatay bağlamda etkileşimi hemen hemen yoktur. Halbuki kimbilir hangi kurumda hangi birey ne kadar yanlış değerlendirme ile yanlış kararlar alınmasına fırsat vermektedir. Halbuki sosyalizasyon dengelerinde muhafazakar olgularla evrimci etkileri kaynaştırıcı tedbirler ne kadar kolaylık sağlayacaktır.

Tekamül zamanın faydaya dönüşüm kalıbıdır. Bu sosyal ve organizasyonel bir fonksiyonellik taşıdıkça insanlığın tekamülü gerçekleşecektir.

q. Tekamülün Saygınlığı:

İnsanların birbirini kabullenmelerini kültürel bir olgu haline getirmek şarttır. Bu nedenle bireysel ve sosyal duruş olgularına açıklık getirmek gerekir. Ehli mümin kavramı bile tekamül dengesinde yeterlilik taşımamasına rağmen gereklilik bazında ortaya konmuş bir kavramdır. Eğitimin kategorilenmesi bir başka tekamül saygınlığı unsurudur.

İnsanlar önce emeğe ve toplumsal oluşumlarda ortaya çıkan belirginliğe saygı göstermeyi öğrenmelidir. Demokrasi bir anlamda bize toplumsal olguları kavrama fırsatı vermekte ve bireyi topyekun gelecekten sorumlu tutmayı amaçlamaktadır. Siyasetle insanı ilişkilendirmek ise ayrı bir tekamül fırsatı verir.

Tekamülü birey önce kendinde hissedebilmelidir. Düşünsellik – öğrenme ve sosyalizasyon fonksiyonelliği tekamülü saygın kılmak üzere anlaşılmalıdır. Bunu sağlamadan insanların tekamüle ve kendi yeteneklerine güvenme olgunluğu yaratılamaz.

r. Tekamül ve Sosyal Yetenekler:

Üniversitelerin belli kurumsal oluşları örgütlenerek tartıştıkları bir yapıya kavuşturulmaları tekamül etkinliğinde sosyal bir yetenek kazandırır. Şehirlerde de gerek ihtisasların detaylarında gerekse hobiler ve kültürel olgular anlamınd asosyal yetenekler yaratılmalıdır. Sivil toplum örgütleri bu anlamda siyasi ve sosyal olgunluğu yönlendiren oluşumlardır. Bireyi bu yeteneklerin içinde daha kolay tekamül ettirmek mümkündür.

Bir taşra şehrinde dünyanın bir çok yeriyle bireysel veya kurumsal manada iletişim kurabilme olanaklarına sahibiz. Bu tekamülü hızlandırmak açısından önemli bir yetenektir.

İnsanların deneyim ve yorumlamaları daha ulaşılabilirlik kazandıkça insanlar üretkenliklerini arttıracaklar aynı zamanda tekamüle yetenek katacaklardır. Gelişmişlik bir anlamda daha kolay sorunları çarelere kavuşturma imkanı ile ortaya çıkar. İnsanların yalnızlığına ve tekamülüne fırsat vermek toplumsal olguları geliştirmek demektir.

s. Tekamülün Ereği:

Benim anlayabildiğim kadarıyla anlaşılabilirliğin ve izafiyetin limiti ve sonu yoktur. Bu durumda insanlar tekamül hedeflerini limitsiz düşünmelidirler. Emek ve istek bileşkesi tekamülün açıklığını ve anlaşılırlığını anlatır. Bu nedenle sosyal olguları geliştirdikçe derinleşecek ihtisas fırsatları gibi görmek gerekir.

Nasıl bir hayat tasvirinin seçkinliği bazında bile sonsuz seçeneği varsa hayattaki itici gücü oluşturan insan beyni ve ruhunun da seçkinliği bazında bile sonsuz seçeneği vardır. Bu nedenle insan kendi farklılığını ararken tekamül ortaya çıkacak ve insanın tekamülü dünyaya yansıyan bir pencere gibi algılanacaktır.

Ruhun dünyadan toparladıkları duygusal bağlamda etkileşimler olmalıdır. Bu nedenle yaşamsallığı ve üretkenliği duygularımızla bütünleştirmek zorundayız. Bu bize Altın Çağın bireysel fonksiyonelliğinin anahtarını verecektir.

İnsan Fizyolojisi ve Doğa

0. BAŞLARKEN :

Aslında gerçekçi olmak gerekirse ADN için ilk düşündüğüm gelişmeye muhtaç olan tıptı. Şeker hastalığı, yüksek tansiyon ve migren gibi konularda ortaya koyduğum yargılar beni heyecanlandırmıştı. Deniz Harp Okulunda Sağlık dersi aldım. Daha sonra denizciler için bir sağlık rehberi hazırlamaya çalıştım. Ve tabii ki kendimin ve ailemin sağlık olaylarıyla gelen tecrübeler var benim hayatımda. Yazılarımı yazarken Tıp ile ilgili zaman zaman düşünceler de geldi aklıma ama ben kendimi yetersiz ve çok uğraştırıcı bir saha olarak gördüğümden girişmedim. Geçen gün kanser konusunda bir yazı dizisi yayınlanmaya başladı. 1996 yılında “bırakın veya imkan verin kansere çare bulayım” diye serzenişte bulunduğumu hatırladım. Ve benden bu sahanın çözümlenmesi isteniyor diye algıladım. Ben gerçekten bu sahada kitap yazabilir miyim onu dahi bilmiyorum. Tarih biraz uğraştırdı ama kolay çözümlendi. Tıp çok kapsamlı ve karmaşık gibi geliyor. Denesem hiç olmazsa elimizde bu konuda da bir yorum olur diye düşünüyorum. Bu mutlaka geniş ve derin bir ihtisas işi. Zeka fırsat ve yol bulabilir çözüm üretmez.

1. İNSAN FİZYOLOJİSİ :

İnsan bedeni bir yaradılış harikası olmalı. Topraktan, sperm ile yumurta zerrelerinden ve büyük bir genelleme ile ruh ve bedenden oluştuğu asırlardır söylenmektedir. Bugün döllenmenin nasıl olduğu konusunda daha fazla bilgimiz olmasına rağmen genetik tablonun oluşum performansını hala olasılık teorileriyle anlamaya çalışmaktayız.

Genetik bilim, kromozomlar ve oluşum doğası bize zaman içinde daha fazla bilgi üretse de bir ruh etkisini hiçbir zaman tam anlamıyla çözümleyemeyeceğimizi kabul etmeliyiz. Bu nedenle Allahın gücü bizi her zaman etkilemeye devam edecektir.

Topraktan oluşumuz mucizesi ise beslenme ve organik madde oluşum ve etkileşimi bize yaradılışın bir etkisi olarak devamlı anlamlı kalacaktır.

Erkek ve dişi doğalarına gelince; bu çift yaradılış öyküsü bir yaşamsal sosyalizasyon ve rasyonalizasyon etkisi olarak bize süreklilik yaratan unsur çerçevesinde canlı kalacaktır. Bu harika fizyolojiyi ve doğayı incelemek büyük bir zevk ve derinliği sonsuz irdeleme özelliği taşımaktadır.

a. Erkek – dişi ve döllenme :

Hayatın önemli bir oluşum döngüsü erkek – dişi yaratılmışlığa dayanmaktadır. Erkek kendine özgü, güçlü, çekici ve yönlendirici karakteri ile farklılık gösterir. Bu özellikleri onun fizyolojik farklılıklarına dayanır. Bu yaradılış psikolojik ve sosyolojik unsurları ortaya çıkaran bir nitelik taşımaktadır. Erkeğin karşı cins üzerinde olan etkisi tarih boyunca “koruyucu” nitelik taşımıştır. Yakın çağa kadar ait olma dengeleri ile birliktelik yürümüşse de bugün artık karşı cinste hem psikolojik hem de sosyolojik olarak farklı bir kutup haline gelmiştir.

Kadın; güzelliği, inceliği, uyanıklığı ve sakinliği ile erkeği etkileyen ve ona yönelme oluşumu sağlayan çok özel durumuyla hayatın öteki yakasını oluşturur. Kadının psikolojik ve sosyolojik oluşum yapılanması kültürlerde farklılık gösterse de genel manada ekonomik duruşu olan, sosyolojik fonksiyonelliği ile eğitimi dengelenen hayatı cazibesi ile boyayan bir farklılık kaynağı durumundadır.

Döllenme temelli yaşamsallık bize geleceği yaratma imkanı vermektedir. Çocuklar ve gelecek insanlık yaşantısının önemli bir sosyolojik yönünü yaratmaktadır. Çoğalma içgüdüsü olarak adlandırılan karşı cinslerin çekiciliğine dayanan fizyolojik ve psikolojik olgular. Hayatın çok önemli bir çatışma – zevk ve yaşamsal etki yönünü yaratmaktadırlar. Yaradılıştan bu yana hayatı renkli kılan sorumluluk temelli geleceği yaratan en önemli oluşum budur.

Netice olarak dünyada hayat erkek dişi ve döllenme temelli çoğalma öyküsünün bir oluşum renkliliğidir. Medeniyet; zamanı ve fizyolojik-sosyolojik gereksinimleri düzenleme disiplini olmasına rağmen bunun evrimselliği aşikardır. ADN bir başlangıç bir temelleme öyküsüdür. İnsan doğası anlaşılabilirliğini sürdürdükçe, sosyolojik ve psikolojik olgular renklenmekte ve hayat tekamülünü devam ettirmektedir. Dolayısıyla fizyolojik tanımlamalar ve doğa felsefe temelli yorumlama farklılıkları ile yenilenen ve zenginleşen bir karakter taşımaktadırlar.


b. Erkeğin Üretkenliği :

Erkeğin fizyolojik yapısı kadının ürettiği yumurtayı dölleyecek bir sperm üretmektedir. Sperm; baş, boyun ve kuyruktan oluşur. Başın en uç kısmına akrozom denir. Akrazomda yumurta zarını delebilen enzimler bulunur. Spermler hareketlidir. Hareketi kuyruk sağlar. Dakikada 3-3.5 mm yol alabilir. Spermelerin ömrü ortamın p Hına bağlıdır. Asidik ortamda hemen ölürken, bazik ortamda 48 saat canlı kalabilirler.

Erkeklerde üreme sistemi iki testis, epidimis, sperm kanalı, seminal kesecik, prostat bezi, cowder bezi ve penisten oluşur. Testis torbalar içinde bulunur ve yüzlerce kıvrılmış tüpten oluşur. Bu tüplere seminefer tüpçükleri denir. Bu tüpçüklerde saniyede bin, günde yüz milyon sperm oluşur. Epidemis spermlerin olgunlaştığı yerdir. Sperm kanalı spermlerin dışarı atılmasını sağlar. Prostat bezi sperm sıvısının büyük kısmını sağlar. Cowder bezi; penisin dibinde bulunan iki küçük bezdir. Kaygan bir madde salgılayarak penisin hareketini kolaylaştırır. Penis süngersi dokudan oluşur. Kan hücum etmesiyle sertleşir.

Erkeğin sürekli üremeye yöneltici bir fonksiyonel oluşumu vardır. Bunun sosyolojik etkisi yanlış anlaşılmamalıdır. Erkeği sosyolojik anlamda dengelemek ve onun fizyolojik olgularını değerlendirmek kadına düşmektedir. Ben iki günde bir seks yapmak erkeğin psikolojik dengesi için gerekli olarak düşündüm hep. Kadın bunu görmeli ve erkeğini bu anlamda rahatlatıcı tavır ve denge kurmalıdır.

Seksin bir psikolojik olay olarak ortaya çıkan tarafı çok anlamlıdır. Bu nedenle seks bir fizyolojik gereksinme olmakla beraber psikolojik bir uygulama örneğidir. Bu nedenle karşı cinsler arasındaki sosyaliteyi bu psikolojik olguya dayandırmak hem duygusal hem de güdüsel bir gereklilik doğuracaktır. Bunu kullanmak ve renklendirmek bireylerin tecrübe ve isteklilikleri ile anlam kazanır. İnsanların davranışlarını psikolojik durumları ile sosyolojik alışkanlıkları etkiler. Bunları böyle görüp kültürleri dengelemek ve yönlendirmek gerekir.

c. Kadının Üretkenliği :

Yumurta hücresi en dıştan yumurta zarı ile çevrilidir. Zarın içinde çekirdek, sitoplazma ve vitellüs (yumurta sarısı) vardır. Çekirdek hücrenin üst kutbuna yakın olarak bulunur. Vitellüs gelişecek emriyo için depolanmış besin maddesidir. Büyüklüğü 0.2 mm kadardır.

Yumurta ve sperm çekirdeğinin birleşmesine döllenme denir. Döllenmede iki çekirdeğin birleşmesi yanında iki hücrenin tümüyle birleşmesi de söz konusudur. Döllenmeyle oluşan hücreye zigot denir.

Dişi üreme sistemi yumurtalıklar, fallop borusu, döl yatağı ve çiftleşme borusundan oluşur. Yumurtalıklar badem şeklinde, karın boşluğuna tutunmuş iki bezdir. 2.5-3 cm uzunluğunda 6 gr ağırlığındadır. Yumurta hücresi falikül denen keseciklerde oluşur. Fallop borusu yumurtalıkları döl yatağına bağlayan kanaldır. Bu borunun içi titrek tüylerle örtülüdür. Bu tüyler hareketsiz olan yumurtayı döl yatağına ulaştırır. Yumurtanın bu kanaldan geçişi 4-5 günde olur. Döl yatağı karın duvarına açık olarak bulunur. Kalın bir düz kas yapısındadır. İç kısmı bol kan damarı taşıyan yumuşak bir zarla örtülmüştür. Eğer yeterli kan gelmezse zarın üst tabakası parçalanır. Ve toplamış olduğu kan dışarı atılır. Bu olay yumurta döllenmediği zaman olur. 28 günde tekrarlanır.

Dişinin üretkenliği hiç şüphesiz sadece yumurta oluşturma ile kalmamaktadır. Döllenen yumurtanın 9 ay 15 gün gelişmesini sağlayacak sistematik dişinin en önemli özelliğidir. Bu nedenle dişi yaratıcılık vasfı taşımaktadır. Biz psikolojik anlamda bu fizyolojik süreci çok etkili ve anlamlı görmeliyiz. Sosyolojik olguları psikolojik yeterlilikle anlaşılır kılmak çok önemlidir. Vücudun dengesinde beslenme, hareketlilik ve düzen önemlidir. Bu nedenle kadının hamileliği her kültürde çok önemsenmesi gereken bir durumdur.

Kadın kendi sorumluluğunu fizyolojik olgular anlamında hissetmeli ve eşinin bu durumu dengelemesine olanak vermelidir. Kadının tutarlılığı mutlaka kendi anlayışı paralelinde gelişecektir. Ama aşk ve sevgi temelli olguların dayanıklılığı ve kuralcılığı önemseteceği akılda tutulmalıdır. Kadının görevi sağlıklı ve sevecen bir yavruyu dünyaya getirmektir. Bunu başarabilen kadın kendini mutlu hissedebilmelidir. Hayata en büyük anlam buradan gelmektedir.

d. Hücre – doku – organ :

Bu bölüm hakkında yazabilmek için biyolojik anlamda madde – işlevsellik – canlılık öğeleri arasında tespit edilen bilgi birikimini incelemek zorunda kaldım. Emin olun net ve gerekli hususları açık olarak görebildiğimi söyleyemem. Ama bir şekilde bu bölümü yazmam gerektiğini biliyorum.

Önce canlılık ile başlamalıyım. Canlılık bir varlık temelli işlevselliği hazırlayacak madde olgusuna ve bu işlevselliği denetleyecek bir ortam olgusuna dayanmalıdır. Canlılığı iki ana düşüncede izah edebilmek mümkündür. Birincisi hep kolay kabule dayalı olan tanrısal bir kontrol mekanizmasının varlığıdır. Bize verilen ipuçlarında quartzların kontrol dinamikleriyle Allahın bu mekanizmayı oluşturma olasılığı oldukça yüksektir. İkincisi doğal ortamın ışıma, yansıma ve üretme yapılanmasındaki olağan dinamiklerin canlılığı yaratmasıdır. Her iki açıklama da canlılığı bir doğal dinamikler manzumesi altında görmemiz gerektiğini dikte ettirmektedir. Bu durumda sonuçtan başa dönümlü irdeleme teknikleriyle doğal dinamikleri açıklama imkanının olabileceğine inanıyorum.

Hücre canlı mekanizmasının temel yapı taşı olarak gözlenmektedir. Mikron mertebesindeki küçüklüğü bize ne kadar zor çalışma imkanı verdiğini göstermektedir. Moleküler yapılama analiziyle irdelendiğinde canlılık yapı taşlarının belirlenmesi mümkündür. Hücre işlevselliğini genetik yapılanma ve maddesel biyokimyasal dinamiklerin oluşturduğunu kabul etmeliyiz.

Hücre; hücre zarı, sitoplazma ve çekirdekten oluşan bir canlılık merkezidir. Hücre dinamiklerini yöneten dengenin kromozom yapılanması yanında hücre çekirdeğinin merkeziyetçi göreviyle ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Hücre; yaşamsal evre, fonksiyonel dinamikler ve işlevsel oluşumlar açısından irdelendiğinde, gerek genetik etkiler, gerekse canlılık doğası olguları hücrenin biyolojik özellikleriyle dengelenmek zorundadır. Madde özellikleri bazında enerji, işlevsel sinerji ve fonksiyonel döngüler mutlaka bir disiplin ile sağlanmaktadır. Bu özellikler hücrenin doku ve var oluş gereksinimleriyle değişkenlik taşımalıdır.

Canlı organizmanın fonksiyonelliğini yaratan hücre dayanışma ve organizasyonundan ortaya çıkan formasyon dokuları meydana getirir. Dokular fonksiyonelliği bazında kendine özgülük taşıyan bir yapılanmadır. Temeli hücre canlılığı olan bu oluşumlar canlı metabolizmaya işlevsellik katarlar.

Organlara gelince; canlı vücudunun tüm fonksiyonelliğini ortaya koyabilmesi bakımından genetik formasyonun belirlediği temele dayanarak oluşan yapılanmayı anlamamızı sağlamaktadır. Vücutta yer alan her bir organın gerek dokusal gerekse hücre formasyonuna özellik katan hususiyetleri vardır. Bu nedenle organları fonksiyonelliği bazında işlevsel detaylarda analiz etmek gerekir. Bizim amacımız biyolojik doğayı anlaşılır kılmak değil buna bakış açısı türeterek insanlığın işlevselliğini fonksiyonel baza oturtmaktır.

e. Dolaşım Sistemi:

Kalp, damarlar ve kandan oluşan yapı anlaşılmaktadır. İnsan kalbi sağ ve sol bölümlerden, her bölümde kulakçıklar üstte, karıncıklar altta bulunur. Kan kalbe kulakçıktan girip karıncıktan çıkar. Kulakçıklar ile karıncıklar arasında kapakçık bulunur ve bunlar kanın yukarı çıkışına izin vermezler. Kalbin görevi kanın vücutta dolaşımını sağlamaktır. Sağ karıncıktaki kanı götüren damar akciğer atardamarı, sol karıncıktaki kanı götüren damar aorttur. Karıncığın kasılması sırasında gevşeyen sağ kulakçığa alt ve üst ana toplardamarlardan, sol kulakçığa ise akciğer toplardamarından kan gelir. Kalp kası kendi uyarısını kendi üretir. Kalbin gerektiği zaman hızlanıp yavaşlamasını omirilik soğanı düzenler.

Damarlar üç çeşittir. Atardamarlar; dış gömlek, kas kılıf ve endotel tabakasından oluşur. Kılcal damarlar sadece endotelden kılcal damar ağı şeklindedirler. Kan ile hücre arasında madde alışverişinde görev yaparlar. Toplardamarlar; akciğer, mide ve böbrek gibi organlara göre isim alırlar. Akciğerden gelen kanı taşıyan dışındakilerde kirli kan bulunur. Kanın % 50 toplardamarlarda durur.

Kan dolaşımı küçük ve büyük olmak üzere iki çeşittir. Küçük dolaşım kalbin sağ karıncığından çıkıp sol kulakçıkta biten dolaşımdır. Kirli kanın temizlenmesini sağlar. Büyük dolaşım besin ve oksijence zengin kanın hücrelere, hücrelerde oluşan artık maddelerin organlara taşınmasını sağlar.

Atardamara geçen kanın damar çeperine yaptığı basınca kan basıncı, tansiyon denir. Atardamarda 93 cm olan civa basıncı toplardamarlarda 10 mm civa basıncına kadar düşer.

Kan dokusu kan plazması ve kan hücrelerinden oluşur. Plazma sarımsı renkte bir sıvıdır. Kan hücreleri ise alyuvarlar, akyuvarlar ve trombositlerden oluşur. Alyuvarlar kırmızı kemik iliğinde üretilir. Ortalama ömrü 127 gündür. Çapları 7-8 mikrondur. Alyuvarların temel görevi oksijen ve CO2 taşınmasıdır. Akyuvarlar ( lokosit) kanın çekirdekli hücreleridir. Mikropları ve dokulardaki ölmüş hücreleri alıp sindirirler. Ömürleri 2-4 gündür. Granüllü alyuvarlar kırmızı kemik iliğinde üretilir. Granülsüz alyuvarlar dalak ve lenf düğümlerinde üretilirler. Bağışıklık kazanmamızı sağlayan plazma hücrelerine dönüşebilirler. Trombositler kanın pıhtılaşmasında görev yaparlar.

Alyuvardaki protein tipine göre kan grupları A, B, AB ve O grupları şeklindedir. Rh faktörü alyuvar zarındaki protein durumuna göre Rh(+) veya (-) olarak adlandırılırlar.

f. Sindirim Sistemi:

Ağız, yutak, yemek borusu, mide, oniki parmak barsağı, ince bağırsak ve kalın bağırsak sindirim sisteminin bölümleridir. Ağızda besin maddeleri dişler ve dil hareketi ile küçük parçalara bölünürken, tükürük ile de ıslatılır. Çiğneme istemli bir hareket olarak başlayıp refleks hareketi olarak devam eder. Tükürük bezleri; kulak altı, çene altı ve dil altı olmak üzere üç çifttir. Tükürükte mukus ve sindirim enzimi bulunur. Ve günde 1 litre kadar salgılanır. Yutak ve yemek borusu besinleri mideye ulaştırır. Yutkunma sırasında küçük dil soluk borusunu kapatınca besin arka taraftaki yemek borusuna aktarılır. Yemek borusu 2 cm çapında ve 25 cm uzunluğundadır.

Mide “J” harfi şeklinde düz kaslardan yapılmış bir torbadır. Yemek yeme faaliyeti bitince midenin yemek borusuna ve oniki parmak bağırsağına bakan açıklığı kapanır. Mide bir yanda kasılıp gevşerken bir yandan da besinlerin üzerine “mide özsuyu” salgılar. HCl, pepsinejen ve reninden oluşan mide özsuyunun salgılanmasını hormonlar ve sinirler düzenler. Renin süt proteinlerini çökelterek midede kalmasını sağlar. Besinler midede bulamaç haline gelir ve oniki parmak bağırsağına geçer.

Mideden sonraki 24-26 cm lik ince bağırsak bölümüne oniki parmak barsağı denir. Buraya karaciğer ve pankreas bezi salgı döker. Karaciğer safra salgılar. Safra büyük yağ damlacıklarını küçük parçalara böler, yağ asitleri ve gliserinin A,D,E,K vitaminlerinin ve besinlerdeki kolestrolün emilmesini kolaylaştırır. Pankreas özsuyu da sindirim enzimleri vardır. Günde 1-1.5 litre özsu salgılanır.

Besinlerin son parçalanması ince bağırsakta olur. İnce bağırsak çeperindeki salgı bezleri enzimler salgılar. Sindirim sonucu oluşan küçük moleküllü besinlerle, su, vitaminler, madensel tuzlar kana ince bağırsakta geçer. Besinlerin kana geçişi difüzyon ve aktif taşma ile olur. İnce bağırsaklar 6-8 m uzunluğundadır. İnce bağırsaklarda tüyler(villüs) emilme yüzeyini genişletir.

Sindirilen yağ asidi ve gliserin villuslardaki lenf damarlarına alınır. Kılcal damarlara ise monosaklaritler, amino asitler, vitaminler, su ve ilaçlar geçer. Kılcak kan damarlarına geçen besinler önce kapı toplardamarı ile karaciğere götürülür. Böylece kandaki glikoz miktarı dengelenir.

Kalın bağırsakta sindirim yapılmaz. Depolamaya ve atılmasında iş görür. Kalın bağırsakta yaklaşık 100 çeşit bakteri bulunur. Bunların bazıları B ve K vitamini yapar. Anüsten atılan maddelere dışkı denir. Dışkının ¾ ü su, ¼ ü katı maddelerdir.

g. İskelet Yapısı:

İnsan iskeleti üç bölümde incelenir. Baş, gövde ve üyeler. Baş iskeleti; kafatası(8) ve yüz kemiklerinden (14) oluşur. Baş iskeletinde sadece alt çene kemiği hareketlidir. Gövde; omur kemikleri ve göğüs kafesi kemiklerinden oluşur. Omur kemikleri 33 tanedir ve omurlar kıkırdak yastıklarla üst üste geçecek şekilde birbirine bağlanmıştır. Aralarındaki eklemler yarı oynardır. Ortada omurga kanalı bulunur.

Göğüs kafesinde 12 çift kaburga kemiği ve 1 göğüs kemiği bulunur. Arkada omur kemikleri önden göğüs kemiği ile bağlantılıdır.

Üyeler iskeleti; kolların gövdeye bağlandığı yere omuz kemeri, bacakların bağlandığı yere kalça kemeri denir. Omuz kemerinde köprücük ve kürek kemikleri vardır. Kalça kemerinde (2) kalça kemiği ile sağrı bölgesi omurları bulunur.

İskeleti oluşturan kemiklerin birbirlerine bağlandıkları yere eklem denir. Oynamaz, yarı oynar ve oynar eklemler vardır.

İskeletin görevleri; vücuda desteklik ve direnç verir, hareketimizi kolaylaştırır, iç organlarımızı korur, kaslarımıza ve iç organlarımıza tutunma yüzeyi oluşturur, fazla madensel tuzları depo eder, kemikler alyuvar yapım işinde de görev yapar.
h. Solunum Sistemi:

İnsanın solunum sistemi; burun, yutak, gırtlak, soluk borusu, bronş ve akciğerden oluşur. Burun içinden geçen havanın kısmen nemlendirilmesini ve ısınmasını ayrıca tozlardan arınmasını sağlar. Aynı zamanda burun boşluğunun tavanında bulunan duyu hücreleri burnun koku almasını sağlar. Gırtlak bir yandan soluk borusunu korur, bir yandan da ses telleri için yuva oluşturur. Ses telleri gırtlağın yan duvarlarındaki bir çift kıvrıntıdır. Havanın etkisiyle “ses” i meydana getirir. Soluk borusu gırtlağın altından akciğerin ortasına yakın bölümüne kadar uzanır. İçini tüylü epitelyum doku astarlamıştır. Bu tüyler hava içindeki yabancı maddelerin tutulmasını ve atılmasını sağlar. Soluk borusu akciğer hizasında iki kola ayrılır. Bu kollara bronş denir. Bronşlar akciğerin içine girince dallanır. Milyonlarca ince kola ayrılınca bronşçuklar oluşur.

Akciğerler kaburgalar arasında kalan göğüs boşluğuna sağlı sollu olarak yerleştirilmiştir. Pembe renkli ve esnek dokulu bir organdır. Sağ akciğer üç bölmeli, sol akciğer iki bölmelidir. Akciğerin içinde bulunduğu göğüs boşluğunun basıncı hava basıncından düşüktür. Yani negatiftir(60 cm Hg) göğüs boşluğuna hava girerse akciğerler genişleyemez. Bronşçuklar üzüm salkımına benzeyen keseciklerle sonlanır. Bunlara hava peteği denir. Hava peteklerinde gaz alışverişi yapılır. 300 milyon hava keseciği vardır.

i. Sinir Sistemi:

Merkezi sinir sistemi beyin ve omiriliği, çevresel sinir sistemi ise bunların dışında kalan sinirleri içerir. Erkeklerde beyin 1375 gram, kadınlarda 1245 gramdır. Beyni dıştan içe üç zar örter. Sert zar, örümceksi zar, ince zar. Örümceksi zar ile ince zar arasında beyin sıvısı bulunur. Bu sıvı çarpmalarda beyni korur. Ve kanla beyin hücreleri arasında madde alışverişini düzenler.

Ön beyin, orta beyin ve art beyin bölümleri vardır. Ön beyin uç ve ara olarak ikiye ayrılır. Ön beynin yarımküreleri uç beyin olarak adlandırılır. Kıvrımlı bir yapısı vardır. Kıvrımlar arasında yarıklarda görülür. Beyin yarım kürerli üstte nasırlı cisim ve altta beyin üçgeni köprüleri ile birbirine bağlıdır.

Beyin yarım küreleri bilinç, zeka, hafıza, düşünme, bilerek hareket etme ve beş duyunun alınıp değerlendirildiği merkezleri taşımaktadır. Duyguların dışarı yansımasını yöneten talamus ile hipofiz bezini kontrol eden hipotalamus ara beyinde bulunur.

Orta beyinde görme ve işitme ile ilgili yapılan reflekslerin merkezi bulunur. Art beyin; beyincik ve omirilik soğanını kapsar. Beyincik dengeyi sağlar, kan hareketlerini düzenler. Omirilik soğanı; çiğneme,yutma, kusma, kalbin ve akciğerlerin çalışma hızını düzenleme ile damarların büzülmesini etkiler.

Omirilikten vücudun sağ ve sol tarafına 31 çift sinir çıkar. Omirilik kurşun kalem kalınlığındadır. Arka kökten çıkan sinirler duyu organlarıyla, ön kökten çıkan sinirler kaslarla bağlantılıdır. Omirilik uyarıları iletir ve alışkanlıkları yönetir.

j. Kas Sistemi ve Hareketlilik:

Çizgili kaslarımız yaptığı göreve uygun olarak üç şekilde olur. İğ şeklinde; uzun kemikleri hareket ettirenler, yelpaze şeklinde; karın ve sırt kasları, halka şeklinde; ağız, göz ve anüs çevresi kasları.

Çizgili kaslar iskeletimizin hareketli kemiklerine dış kısımlardan bağlanmıştır. Kas kemiğe kas kirişiyle(tendon) bağlanır. Bir kasın iki ucu iki farklı kemiğe bağlıdır. Bu durum kasların kemikleri kaldıraç gibi hareket ettirmesine neden olur. Kaslar kemiklere birbirlerine zıt yönde kasılan çiftler biçiminde bağlanmışlardır. Çünkü bir kas bağlı olduğu kemiği kasılarak çektiği halde itemez. Kemiğin aksi konumuna dönmesini diğer kasın kasılması sağlar.

k. Deri, Terleme, Vücut sıcaklığı:

Üst deri ve alt deriden oluşur. Üst deri; çok katlı epitelyum dokudan oluşmuştur. Bu kısımda kan damarları ve sinir hücreleri yoktur. Korun(kornea) tabakası(ölü olan yassı ve serttir, ter bezi kanallarının uzantısı küçük delikçikler bulunur, bu delikçiklerden oksijen (1/7 si) girer, korun tabakası devamlı yenilenir, vücut suyunun su buharı olarak çıkmasını önler) malpighi tabakası (üst üste gelmiş canlı hücrelerden oluşur, korun tabakasını bu tabaka oluşturur, deriye renk veren pigmentleri buradaki hücreler sentezler, renk pigmentleri vücudu güneşin zararlı etkilerinden korur.)
Alt deri: bağ dokudan oluşur, kalınlığı 2.5-5 mm kadardır. Yapısında kan damarları, sinirler, kıl kökleri, ter bezleri, yağ bezleri, duyu hücreleri, elastiki ve kolojen lifler vardır.

Alt deri ile üst deri birlerine kıvrımlar yaparak bağlanır. Deriyle kaslar arasında bol yağ dokusu içeren gevşek bağ dokusu bulunur. Bu doku kaide zarı adını alır ve ısı kaybını ve darbelerin şiddetini azaltması, ayrıca yağ depolaması nedeniyle çok önemlidir.

Derinin görevleri; iç organları korumak, vücuda mikrop girişini engellemek, vücuttaki suyun buharlaşmasını önlemek, vücut sıcaklığının artmasını ve azalmasını önlemek, kıl, tırnak vb. yapılar oluşturmak, gaz değişimi yapmak, dokunma duyusu görevi yapmak, boşaltıma yardımcı olmak, vücudu mor ötesi ışınların zararlı etkilerinden korumak, D vitamini sentezlemek.

l. Beyin ve Düşünsellik:

Beyin ruhumuzla bedenimizin bütünleştiği merkezi oluşturur. Bu nedenle duyularımızı bedensel manada, duygularımızı ise ruhsal manada dengeleyen bir örgütlenme ile çalışır. Düşünselliğimizi oluşturan ana unsur ruhumuzun beyinde açtığı bilinç duyarlılığıdır. Bu duygularımızla değerlendirilen bir kompleksiti yaratır. İnsanın karar ve hissiyatını dengeleyen düşünsellik hayatın bir anlamda sistematiği ve oluşum metolojisini yaratır.

Dolayısıyla beyni sadece sinir algılama ve duyuları yönetme olarak değil hayatımızın anlamını yaratan ruhsal etkisiyle beraber anlamalıyız. Beynin fiziksel yapılanmasının elektriki oluşumunu ruhla bütünleştiren sistematiği hiçbir zaman çözümleyemeyeceğiz ancak işlevselliği hakkında teoriler üretebilir ve bunları anlaşılır yapabiliriz.

Ruhun insan hayatındaki önemi bedenle bütünlüğünde aranmalıdır. Bedenin çektiği acılar ruhu da etkilemekte ve bu nedenle ruh rahatsızlığı hissetmektedir.

m. Karaciğer – Pankreas:

Karaciğer vücudumuzun laboratuarıdır. Kütle ve hacim olarak en büyük bezdir. Görevleri;
- Sindirim sırasında on iki parmak bağırsağına safra salgılamak,
- Yaşlı alyuvarları parçalamak,
- Besinlerle alınan galaktoz, furuktoz gibi basit şekerleri glikoza çevirmek,
- Alınan fazla glikozu glikojen olarak depolamak,
- Protrombin ve fibrinojen salgılamak,
- Kanın damarlar içinde pıhtılaşmasını önleyen heperin maddesi salgılamak,
- A vitamini sentezlemek, A ve D vitamini depolamak,
- Vücut ısısını sağlamak(kanı ısıtarak)
- Protein ve yağ metabolizmasını düzenlemek,
- Etil alkolü asetil CoA ya dönüştürmek

Pankreas endoksin bez olarak kana “insülin” ve “glikojen” hormonu salgılar. İnsülin hücre zarlarının glikoza olan geçirgenliğini arttırır. Glikojen ise glikozun hücrelerden kana geçişini hızlandırır. İnsülin hormonu canlıların büyümesi üzerinde de etkilidir. Pankreas enzokrin bez olarak on iki parmak bağırsağına sindirim enzimleri taşıyan özsu salgılar.

n. Göz :

İnsan gözü dıştan içe üç tabakadan oluşur. Sert tabaka(sklera), damar tabaka, ağ tabaka(retina). Gözü en dıştan saran oldukça kalın ve sağlam olup bağ dokudan oluşan kısım sert tabakadır. Ön bölümü saydamdır. Bu bölüme kornea denir. Damar tabaka; siyah renkli, ince, gevşek yapılı bir tabakadır. Göze kan getiren damarların bulunduğu bölüm olup, gözün ön bölümüne gelince düzleşir. Buraya iris denir. İrisin ortası deliktir, göz bebeği adını alır. İris göze giren ışık miktarını ayarlar. Ağ tabaka; gözün içindeki sinir hücrelerinin oluşturduğu tabakadır. Işığa duyarlı hücreler ağ tabakadaki sarı benekte bulunur. Işığa duyarlı olmayan bölgeye kör nokta denir.

Sarı benekte çomak hücreleri ve koni hücreleri vardır. Çomak hücreleri siyah ve beyazı ve cisimlerin şeklini algılar. Koni hücreleri renk alabilen hücrelerdir. Kırmızı, mavi ve yeşili alabilen üç çeşidi olduğu kabul edilir. Renk körlüğü üç çeşidin bulunmadığı durumda ortaya çıkar.

Ön oda kornea ile iris arasındaki boşluğa denir. Göz bebeğinin arkasında kalan boşluğa arka oda denir. Göz merceği de arka oda da bulunur. Ve ışığın sarı benek üzerine düşmesini sağlar. Sağlıklı göz 13 cm ile 65 m arasını net olarak görebilir. Miyopluk uzaktaki cisimleri, hipermetropluk yakındaki cisimleri iyi göremediğimizde ortaya çıkar. Astigmatlık kornea tabakasının bozulmasıyla, presbitlik göz merceğinin esneme kabiliyetini yitirmesiyle ortaya çıkar.

o. Kulak :

Dışkulak, orta kulak ve iç kulaktan oluşur. Dış kulak; kulak kepçesi ve dış kulak yolundan oluşur. Bu yolu kıllar, yağ bezleri ve kulak kiri bezleri bulunan bir deri örtmüştür. Kulak zarına kadar uzanır. Kulak zarı kendisine gelen titreşimleri orta kulağa iletir.

Ortakulak şakak kemikleri arasında bezelye büyüklüğünde bir boşluktur. Çekiç, örs ve üzengi kemikleri bulunur. Çekiç kemiği kulak zarına, üzengi kemiği iç kulağa açılan oval pencereye bağlıdır. 600-6000 frekansındaki sesler mükemmel iletilir. Orta kulaktan geniz boşluğuna östaki borusu açılır. Ağzın açılıp kapanmasıyla genişleyip daralır. Böylece ortakulağa hava giriş çıkışı sağlanır.

İç kulak; şakak kemiklerinin içine yerleşmiştir. İçinde hem ısıtma hem de denge ile ilgili yapılar bulunur. Şakak kemiklerinin kıvrımlı yapısı kemik dolambaç olarak adlandırılır. İçinde zar dolambaç vardır. Arasında bir sıvı bulunur. Buna dış sıvı denir. Dalız iç kulağın ortasındaki boşluk, salyangoz; bunda üç kanal vardır, vestibular kanal kohlear kanal ve timpanik kanal. Kohlear kanalın içini mekanik uyarılara duyarlı tüylü hücreler döşemiştir. Bu hücrelere korti organı denir. Yarım daire kanalları, tulumcuk, kesecik; çok sayıda tüylü hücre ile örtülü olup, denge duyusunu algılarlar.

p. Burun :

Koku alma organı olan burun uç beynin ön kısmında bulunur. Kıkırdak doku şeklini verir. Burun deliklerinin içini epidal doku örter. Burada mukus salgılayan hücreler bulunur. Ayrıca havadaki tozları tutan kıllar bulunur.

Burun boşluğunu da epidal doku örter. Burnun tavan kısmına rastlayan bölümünde sarı renkli koku alma bölgesi vardır. Koku almayı sağlayan hücreler burada bulunur. Koku alıcıları mukus ile örtülüdür. Mukus içinde çözünen gazların kokusu alınabilir.

q. Dil ve Tat Alma:

Dil tat alma organıdır. Dildeki tat alma tomurcukları dilin üst yüzeyine yayılmıştır. Dilin değişik tatları alan tat tomurcukları dilin farklı bölümlerinde bulunur. Ekşiyi yan taraftakiler, tuzluyu ön ucunun yanındakiler, tatlıyı alanlar dilin ön ucunda ve acıyı alanlar dilin arka ortasında bulunur.

Tat alma memeciklerinin üç çeşidi vardır. Çanaksı, mantarsı ve yapraksı memecikler.

r. Dokunma Duyusu :

Dokunma duyusu organı deridir. Deriyle basınç, sıcaklık, soğukluk, sertlik, yumuşaklık, ağrı gibi duyular alınır. Bu duyuları mekanik duyular denir.

Deride bu duyuları alabilen alıcılar vardır. Pacini cisimciği ve merkel diski sert – yumuşak, sivri – kesici gibi dokunmayla ilgili duyuları, krause cisimciği soğuğu, ruflloni cisimciği sıcağı, kıl kökü alıcısı kıllara dokunulduğunu, serbest sinir uçları batma, yanma, kesilme ile ilgili olayları algılamamızı sağlar.

s. Bağışıklık Sistemi ve Hormonlar:

İnsan vücudu kan üzerinden beslenen, korunan ve çalıştırılan bir özellik taşır. Salgılanan hormonlar vücudun her yerine ulaştığından her yerini değişik şekilde etkiler ama en çok ilgili organı veya dokuyu çalıştırma fonksiyonelliği yaratır. İlaçlarda bu anlamda kullanılmaktadır. Kan tahlilleri insan vücudunun dinamikleri hakkında önemli göstergeler yaratırlar. Bugün uygulanan sağlık sistemi kan tahlillerine dayalı tespitlerle yürütülmektedir.

Salgı bezleri üçe ayrılır; hormon salgılayan endoktrin bezler, tükürük ve ter salgılayan ekzokrin bezler, hem hormon hem hormon olmayan maddeler salgılayan karma bezler. Endoktirn bezler; hipofiz, tiroit, paratiroit, böbrek üstü bezleri, epifiz ve timüs bezidir. Ekzokrin bezler; tükürük bezi, ter bezi, göz yaşı bezi, süt bezleridir. Karma bezler; karaciğer, pankreas ve eşey bezleridir.

Hipofiz bezi; beynin hipotalamus bölgesinin altında bulunur. Bezelye büyüklüğündedir. Ön ara ve arka olmak üzere üç loptan oluşur. Ön loptan; büyüme hormonu ve diğer bezleri uyaran hormonlar salgılanır. Ara bölümün hormonu intermedin(mekülasit uyarıcı hormon) deri koyulaşmasında etkili olur. Arka loptan; oksitosin ve vasopressin salgılanır. Oksitosin doğum sırasında dölyatağı kaslarının istemsiz kasılmasını sağlar. Vasopressin böbrek kanalcıklarından suyun geri emilmesini uyarır.

Tiroit bezi; gırtlağın iki yanında bulunur. Ve iki loptan oluşur. Hormonu tiroksin metabolizma hızı üzerinde etkilidir. Metabolizma vücuda alınan besin maddelerinin kimyasal değişiminin tümüne denir. Özümleme ve yardımlama şekilleri vardır. Yetişkinlerde tiroit az salgı yaparsa miksidema ve guatr oluşur. Bu yapısal bozukluk veya yeterli iyot alınmadığı durumda ortaya çıkar. Tiroksin azlığı oksijen ve besin tüketimini azaltır. Vücut sıcaklığı düşer. Tiroksin fazlası da dış guatr yapar. Çok terlerler. Tiroit bezinin diğer hormonu kalsitonin kastan kemiklere kalsiyum geçişini uyarır.

Paratiroit bezi; tiroit bezi içine gömülmüş küçük bezelye büyüklüğünde dört doku kütlesidir. Parathormon hormonu üretir ve bu kalsitoninle birlikte kandaki madensel tuzların düzenlenmesinde etkili olur. Fazla hormon kanda kalsiyum miktarını arttırır.

Böbrek üstü bezi; böbrek üstünde yer alır. Dış kısmına kabuk, iç kısmına öz bölgesi denir. Kabuk bölgesi hormonlarına kortikoidler denir. Mineral kortikoidler vücuttaki tuz dengesinin korunmasını sağlarlar. Gluko kortikoidler ise amino asitlerin glikoza dönüşümünü uyararak enerji üretimini hızlandırır. Eşey hormonları; testis ve yumurtalıklarda salgılanan östrojen ve androjen hormonları kabuk bölgesinde de salgılanır. Öz bölgesi hormonlarında adrenalin kalbin çalışmasını hızlandırır, ayrıca karaciğer ve kaslarda depolanmış glikojenin glikoza parçalanmasını sağlayan enzimlerin sentezini uyarır, noradrenalin damarların büzülmesini ve kan basıncının yükselmesini sağlar.

Epifiz bezi; beyin yarımküreleri arasında bulunur. Yumurtalık faaliyetlerini engelleyici yönde etki yaptığını ve ergenliği geciktirdiğini söyleyebiliriz.

Timüs bezi; tiroit bezinin biraz altından başlayıp yürek hizasına kadar uzanan atkı biçimindeki iki parçalı bir bezdir. Antikor yapma yeteneğini etkiler. Ayrıca akyuvar olgunlaşmasını sağlayan bir hormon salgıladığı sanılmaktadır.

t. Lenf Sistemi:

Kılcal damarlardan hücreler arası boşluklara akan sıvı doku sıvısıdır. Doku sıvısı renksiz ve kan sıvısındaki küçük moleküllü maddelerle az miktarda proteinden oluşur. Doku sıvısının tümü hücreler arası boşluklardan kılcal damarlara benzer damarlara girer. Bu damarlara lenf damarları denir. Doku sıvısı bundan sonra akkan adını alır. Kan hücrelerinden yalnız akyuvarlar kılcaldamarlar dışına çıkabilir. Bunlar lenf damarlarına girerler.

Lenf sistemi; kılcaldamarlardan dışarıya çıkan ve dokular arası alanları dolduran doku sıvısının dolaşım sistemine dönmesini sağlayan yardımcı bir sistemdir. Sistemi oluşturan damarlar çok sayıda kapakçık taşır. Bu damarlarda akkan arkadan gelen sıvının itmesiyle akar. Lenf sisteminde atar damar yoktur. Kılcal damarlar lenf sisteminde de bulunur. Lenf kılcallarının proteinleri geçirgenliği çok fazladır.

Lenf damarları birbirine bağlanarak kalın lenf damarlarını oluşturur. Bu damarlar omuz bölgesinde dolaşım sistemine bağlanır. Böylece kılcal damarlardan çıkan sıvı tekrar dolaşım sistemine geri döner.


2. İNSAN DOĞASI :

Birinci bölümde biyolojik anlamda insan fizyolojisini anlaşılır hale getirmeye çalıştık. Bu bölümde ise vücudun fizyolojik etkilerinin hayatla ilişkisini anlaşılır kılmaya çalışacağız.

Ben açıklık kazanması bakımından varlık ve oluşumu fizyoloji, topyekun fonksiyonelliği ise doğa olarak ayırdım. Böyle bir ayırıma neden gerek gördüğüme gelince vücudumuz organlarıyla fonksiyonelliğini gerçekleştirirken biz hayatımızı idame eder ve yaşarız. Bu yaşama fizyolojik verilerin etkisini gözeterek bazı kurallar ve yaklaşımlar türetmek zorundayız. Böylece hayat disiplini ile vücudun fizyolojik oluşumu arasında ilişki ortaya çıkacaktır ki hayatı yaşarken bize bu fizyolojik anlamlı bir çerçeve sunacaktır.

İnsan doğası çok karmaşık olmayan ancak belli noktalarda dikkatli olunması gereken vazgeçilmez yaklaşımlardır. Bu doğa zaten yaşamımızda var olduğu için biz onu sadece tanıyarak dikkatimizi daha anlamlı tutacağız.

a. Boşaltım Sistemi ve Dengeleri:

Hücrelerdeki biyo kimyasal tepkimeler sonucunda CO2 ve NH3 gibi artık maddeler oluşur. Ayrıca vücuda fazla miktarda madensel tuz ve su girebilir. Canlılar iç çevrelerini değişmez tutabilmek için hücrelerinde oluşan CO2 ve amonyağı(NH3) vücuda giren madensel tuz ve suyun fazlasını vücut dışına atmak zorundadır. Hücrelerde oluşan NH3 ün hücrelere giren fazla su ve madensel tuzların vücut dışına atılmasına boşaltım denir.

Boşaltım sistemi; böbrekler, sidik borusu, sidik kesesi ve boşaltım kanalından oluşur. Böbrekler idrar oluşumunda, sidik borusu ise oluşan idrarın sidik kesesine taşınmasında iş görür. Böbrekler 10-12 cm büyüklüğünde 120-170 gr ağırlığındadır. Üç bölümde incelenir. Kabuk bölgesi, öz bölgesi ve havuzcuk. Kabuk bölgesi kırmızımsı renkte en dış kısımdır. İdrar burada süzme birimlerinde (nefroz) oluşur. Öz bölgesi kabukta oluşan idrarı havuzcuğa götüren toplama kanallarına sahiptir. Havuzcuk böbreğin çukur tarafında kalan sarımsı bölgedir. İdrarın bir süre depolanmasında iş görür.

Her böbrekte bir milyona yakın nefroz bulunur. Kalbin her kasılmasında pompalanan kanın ¼ ü böbrek atardamarı ile böbreklere gelir. Bu dört beş dakikada bir kanın böbreklerden geçmesi demektir.

Böbrekler kandan NH3, üre ve ürik asit gibi zararlı metabolik artıkların ayrılmasını sağlar. Kandaki su seviyesini korur. Tuz dengesini korur, kanın Ph’ı değişmez tutulur.

b. Tuvalet Gereksinimi ve Disiplini:

İki tip tuvalet gereksinimi vardır. Bir büyük abdest dediğimiz kalın bağırsakta toplanan dışkının atılması, ikincisi sidik torbasının dolması sonucu idrarın dışarı atılması.

Dışkının oluşumu tabiî ki yediğimiz maddelerin vücuda yararlı kısımları ayrıldıktan ve sindirim sisteminin ürettiği yapılanmalardan arda kalanlar ile gerçekleşir. Günde üç öğün beslenme alışkanlığına sahip kişilerde bu ihtiyaç günlük belli zamanda karşılanan bir saykıla dönüşür. Temizlik ve gerçekleşen oluşum titizlikle dengelenir. Çocuklarda bu alışkanlığı kazandırmak biraz titizlik konusuna dikkatle sağlanabilir.

İdrarın dışarı atılması ise alınan sıvı miktarına bağlı olarak sıklaşan bir özellik gösterir. Bu nedenle günlük ortalama 2 litre sıvı alınması böylece kanın gerekli temizleme fonksiyonunun duyarlılığını yaratmak gerekir.

c. Uyku – Rüya ve Gereklilik:

Uyku; duyusal veya diğer uyartılarda uyandırılabilen bilinçsizlik halidir. Özellikle sinir sisteminde biriken toksik atıklar uykuyu meydana getirir. Sinir sistemi uyku anında bu maddeleri inaktive ederek dinlenir. Uyku; bedensel ve ruhsal yorgunlukları giderici, dinlendirici ve insanın yeniden enerjik olmasını sağlayıcı bir gereksinimdir. Uyku anında kalp atışları azalır, tansiyon düşer, solunum azalır ve derinleşir, vücut ısısı düşer, kaslar gevşer, iç organların çalışması yavaşlar, sinir sistemi ve duyu organları istirahat halindedir.

Yavaş dalga uykusu; aşamalı olarak derinleşen dinlendirici bir uykudur. Uykunun uzun bölümünü meydana getirir. Genellikle hatırlanamayan rüyalar görülür. Uyku derinliği sabaha doğru azalır.

REM(Rapid Eye Movements) uykusu; yavaş dalga uykusunun bir bölümünde uyku derinliği ve vücut fonksiyonlarında değişiklik görülür. Uyku derinliğine bağlı olarak kan tonüsü azalır, kırık göz hareketleri başlar. REM uyku fazı normal uyku içinde her 90 dakikada bir tekrarlanır. Ortalama süresi 20-30 dakikadır. REM uykusu oranı yükseldikçe vücudun dinlenmesi tamamlanır. REM uykusu daha çok dinlendirici ve hatırlanan rüyaların görüldüğü uyku fazıdır.

Derin uykuya dalma kişiden kişiye değişir. Işıkları azaltılmış temiz havalı ve sakin bir yerdeki uyku daha dinlendiricidir. Beyindeki uyanık kalmayı sağlayan merkezlerin etkisizleşmesiyle uyku başlar. Esneme, gözlerin kapanması ve uykuya dalma ile devam eder.

d. Zindelik ve Sağlık:

Zindelik nedir? İnsanın kendisini her zaman en iyi performans için hazır hissetmesidir. İnsan vücudu beslenme, hareketlilik ve moral bakımından bir denge unsuru olarak kendini gösterir. Fazla yemek yemek, şişman olmak, hareketsizlikten ortaya çıkan durumlar ve nihayet psikolojik şartlar itibarıyla yaşamdan haz duymak gerekliliği ile günlük faaliyetleri etkileyecektir. Beslenmek bir disiplin işidir. Hem uygun hem de yeteri kadar yemek tüketmek önemli bir olaydır. Hareketsizlikte aynı şekilde sağlık sorunları yaratabilen bir durumdur.

O zaman insan zinde kalmak bakımından belli asgari bir yaşam disiplinini sürekli taşır durumda yaşamalıdır. Bunu sağlamak üzere bilimsel ve kültürel değerler ortaya konulmalı ve insana öğretilmelidir. Zinde olan bir insan üretken yaşamaya doğru kendini hazır hissedecektir. Bunun için spor, sanatsal aktiviteler önemli hususlardır. Ben günde bir saati sportif maksatlı kullanmak gerektiğine inanıyorum. “Ter kandan tasarruf sağlar” sözü bana rehber olmuştu. Siz de kullanın derim.

e. Kan Sistematiği ve Analizi:

Vücutta tüm doku ve organlar kanın taşıdığı beslenme unsurları ve faaliyet hormon yada etkileriyle beslenirler. Ve hareketlilik kazanırlar. Bu nedenle kanın özellikleri vücudun bağışıklık sistematiğinin esasını teşkil eder. Kanın temizlenmesini karaciğer ve böbrekler ayrıca solunum veçhesiyle akciğerler sağlamaktadırlar. Bu üç organın insan sağlığı ve yaşamsal oluşumların temeli olduğu unutulmamalıdır.

Bilimsel olarak karaciğerin beslenme ve yaşam disiplini açısından performans özellikleri ortaya konulabilmelidir. Böbrek için yeterli ve uygun su tüketiminin gerekliliği anlaşılır olmalıdır. Aynı zamanda böbrek hasatalıkları karaciğer hastalıkları ve akciğer hastalıkları konusunda birey bilinçli ve kendine düşen alışkanlıkları geliştirici şekilde yaşamayı öğrenmelidir.

Kalbin spor ve beslenme yanında yaşam koşulları ile de yakından ilişkisi vardır. Bu veçhe ile psikolojik ve performans özellikleri bakımından insanın bilinçlenmesi önemlidir.


f. Ter – Kan Denge Açıklaması :

Vücuttaki ve daha da önemlisi dokulara yakın olarak tüm vücuttaki deri üzerinden terleme yoluyla toksinler ve kandaki zararlı maddeler dışarıya atılabilmektedir. Günde belli bir yüksek performans ile sağlanacak terleme olayı sadece kan dengeleri açısından değil aynı zamanda eklemleri, kasların ve iskeletin duruş kabiliyetleri bakımından dengelenmesini sağlayacaktır.

Ben son 15 yıl içindeki durağanlığımdan ne kadar rahatsızlık duyduğumu anlatamam. Sonuç ne oldu fazla kilolarla gelen rezalet ve en önemlisi kalp krizi geçirdim. Bu benim kendime yaptığım bir zulüm gibi algılanabilir. Ama ben bunu sizlerin yönlendirmesinde gerçekleştirdim. Sebebi kendi düzenimi zorlayarak ruhun derinliklerine inebilme teşebbüsü idi. Sizlerin benim yaptıklarımı yapmanız gerekmez. Ben belki de gerek sağlamlık gerekse sağlık açısından belli özelleri sağlayan bir durumda olabilirim. Kendimi böyle zorlamam görevime olan düşkünlüğümle ilişkili olmalı diye düşünüyorum.

g. Hareket ve Sağlık:

Ben günde 30 dakika yürümek gerektiği görüşündeyim. Bunun ruhu rahatlatmak yanında eklem yerleri ve kasların hareketliliğin getirdikleriyle yaşamsal bir gerekliliği karşıladığı inancındayım. Özellikle ev hanımlarının bunu mutlaka yerine getirmesi gereklidir. Diğer insanlarında hayatlarındaki oluşumları küçüklüğünden itibaren bu şekilde geliştirmesi çok önemlidir. Teknolojinin getirdikleri insanları hareketsizliğe boğmuş ve yaşamı kolaylaştırdığını sandığımız bu gelişimler insan sağlığını riske atar duruma gelmiştir.

Ben insan organizmasının temel sağlık unsurlarından birnin hareketlilik olduğuna inanıyorum. Zinde olmak ve sağlıklı olmak hayat boyu bir görev ve disiplindir. Bunu yaradılış gerekliliği gibi görmek gerekir. Yaşamımızdaki alışkanlıklarımızı geliştirme ve bunun önemine inanma çok önemlidir. Hayatı üretken ve verimli kılmak top yekun fizyolojik anlaşılabilirlikle doğrudan ilişkili bir durumdur.

İnsan yaşamında asgari bir defa mutlaka ama 10 yılda bir tavsiyeli olarak maraton koşmak insan sağlığı açısından çok önemli bir fonksiyonelliktir. Ben bunu çok arzuladım. 35 km ye kadar çıkardım. Asfaltta koştuğum için dizlerim rahatsızlandı. Daha sonra uzun mesafeli yüzerek bu rahatsızlıktan kurtuldum. Bu tecrübelere dayanarak söylüyorum ki 2-3 km koşmak, 10 yılda bir maraton koşmak ve akabinde 3 ay 2000 m yüzmek yaşamasal fonksiyonelliğin anahtarıdır.

Kalbin ve damarların hatta kötü alışkanlıkların bu şekilde üstesinden gelinebileceğini düşünüyorum. Ayrıca maraton koşan bir entelektüel kişinin performans kriterlerini ikiye katlayacağından eminim.

h. Beslenme Alışkanlıkları ve Önemi:

İnsan vücudunun normal enerji cinsinden kalori olarak ihtiyacı erkeklerde 2500 kadınlarda 1800 kalori / gündür. Bu ölçü beslenme büyüklüğünü anlamamız bakımından önemlidir. Ben beslenme alışkanlığını alınan protein ölçüsü ve vitamin çeşitliliği ile takip etmek gerektiğine inanıyorum. Her gün bir tabak salata yemek bir porsiyon protein almak ve vücudun hareketliliğine göre yeteri kadar karbonhidrat almak önemlidir. Bunları gerek kültürel gerekse yerel bazda anlaşılır kılmak gerekir.

Çocukların beslenme alışkanlıkları itibarıyla yönlendirilmeye ihtiyaçları vardır. Aileler bu yönden hiçbir yeterli görüş ve bilgiye sahip değildir. Bunları anlaşılır kılmak ve insanların bu alışkanlıkları zaman içinde yaşam tarzlarına yansıtmalarını sağlamak öncelikli fonksiyonel görevimizdir.

i. Dinlenme Gereksinimi:

Yorulan bir insanın dinlenme fazında ne kadar zevk aldığını anlamamız lazım. Üretkenlik kalıpları ve performans ölçüleri bilinçli insan dinamiklerini zenginleştirecektir. Hayatı tasarruf bazında ölçümlendirmek kadar hareketlilik bazında da ölçümlendirmek gerekir. Böyle bir zihniyet insanda çalışkanlık tohumlarını yeşertecektir.

Topyekun insan kalitesi bakımından hayata bakabilmemiz lazım. Zamanı ve ihtiyaçları dengelerken aynı zamanda insan için önemliliği de göz önünde bulundurmalıyız. Günlük alışkanlıklar yanında periyodik alışkanlıklar da geliştirilmelidir. Böylece insan hayatı daha zevkli ve renkli bir performansa dönüşecektir.

Hayata karşı pesimistik yaklaşmamak gerekir ve mutlaka iyi taraflarını da düşünebilme gayreti içinde olmamız gerekir. Hayat bileşkesindeki güzellikleri kardeşlik ve yakınlıklarla geliştirmek ve zevkli performanslara dönüştürmek elimizdedir.

j. Ağız ve Diş Sağlığı:

Ağız sindirim kanalının girişidir. Ağızdaki olumsuzluklar diş sağlığının bozulmasına, sindirimin olumsuz etkilenmesine yol açar. Ağız ve diş sağlığında en önemli iki hastalık diş çürükleri ve diş eti iltihaplarıdır. Dişler neredeyse bütün sistemleri olumsuz etkileyen sürekli enfeksiyon odağı haline gelebilir. kalp, böbrek, eklemler gibi yapılarda önemli sağlık sorunlarına yol açabilir.

Diş çürümelerinin oluşmasında üç temel etmen bulunmaktadır. Duyarlı bir diş yüzeyi, mikro organizmalar için elverişli yiyecek artıkları, bunların parçalanmasına ve asit oluşmasına yol açacak mikro organizmaların varlığı. Dişler düzenli olarak fırçalanır ve bakımlarına özen gösterilirse mikroplar onlara zarar veremezler. Diş çürüğü dişte oyuklar yaparak dişin yapısını bozan ve kendi kendine iyileşmeyen bir hastalıktır.

Ağız içersindeki bakteriler yiyecek artıklarındaki şekerli maddeleri kullanarak onu saydam, yapışkan bir madde haline getirir ve dişler üzerinde yapışmasını sağlar. Bu birikintilere plak denir. Ağızda şekerden ve bakteriden oluşan etkilerle asit meydana gelebilmektedir. Bu asit diş minesinin erimesine neden olur. Bu etken diş minesi üzerinde küçük delikçikler yapar. Bu delikler giderek genişler ve küçük oyuklar haline gelir. Diş çürüğü diş özüne doğru ilerledikçe dişler ağrımaya başlar. Çürük daha da ilerlerse çene kemiği içersinde apse oluşturur. Diş hastalıkları için erken tanı çok önemlidir.

k. Giyinme Alışkanlıkları:

Mevsim şartlarına uygun olarak insanlar giyinme alışkanlıkları oluşturmuşlardır. Kış aylarında soğuk şartlara göre kalın giysiler kullanılır. Özellikle evlerin kaloriferli olmaları grip-nezle gibi hastalıkların çok fazla yaygınlaşmasına neden olmuştur. Evlerde 22 derece olan sıcaklığa göre giyinmek gerekirken, dışarının sıcaklığı 10 derece veya daha düşük olabilmektedir. Vücut direncinin yükselmesi bakımından sıcaklık değişimlerini dengeli şekilde karşılamak bunun yaratacağı sorunları azaltabilir.

Soğuk havalarda koşmak veya hızlı yürümekte insanı terletebilir ve bu hastalığa davetiye çıkarabilir. Ayrıca yağışlı ve soğuk havalarda başımızın ıslanması hastalığa neden olabilir.

Giyinme terbiyesi bir kültürel oluşumdan çıkmış neredeyse evrensellik taşımaya başlamıştır. Giyim eşyalarında insan sağlığı için uygunluk taşıyan malzeme kullanılması da önemlidir.

l. Mikroplar ve Enfeksiyon:

Bugün insanlığın en büyük, en amansız düşmanının mikroplar olduğunu biliyoruz. Bu küçük tek hücreli organizmalar öylesine küçüktür ki mikroskopla ancak görülebilir. Mikrop veya mikroorganizma diye tanımlanan bu küçük düşmanlar bitkisel yada hayvansal yapılı olabilirler. Hayvansal yapıdaki “protozoa”, bitki formunda olanlara “bakteri” denir. Üçüncü bir grup vardır ki bunlara genelleme halinde elenemeyen virüs denir. Mikroplu her hastalık özel bir mikrobun sonucudur. Belirli bir hastalığın mikrobu başka hastalığa sebep ve kaynak olamaz. Mikrobik hastalıkların çoğunda vücut direncine ve karşı koyma gücüyle bu mikropları yok edebilir. Mikroplara karşı en etkili savunma yolu aşıdır.

Enfeksiyon mikrobik hastalığın adıdır. Genellikle mikroplardan bulaşan hasatalıklara vücut direnç kazanır ve bir daha yakalanmaz.

m. Antibiyotik Tedavisi:

Antibiyotik tedavisinde temel ilkeler şu şekilde sıralanabilir; antibiyotik tedavisinin gerekçelerinin saptanması, tedavi öncesi uygun örnek alınması ve incelenmesi, etken olabilecek organizmaların düşünülmesi, antibiyotik seçiminde göz önüne alınması gereken noktalara uyulması, farmakolojik özelliklerin bilinmesi, kombinasyon antibiyotik tedavisi endikasyonlarının olup olmadığının araştırılması, konakçı faktörlerinin gözden geçirilmesi, antibiyotik tedavisine yanıtın izlenmesi.

Antibiyotik tedavisi endikasyonları oldukça kısıtlıdır. Bir hastada antibiyotik tedavisine başlanabilmesi için iki durumdan birinin var olması gerekir.

- Antimikrobiyal ajanla tedavi edilebilecek bir enfeksiyon hastalığın varlığı,
- Antimikrobiyal ajan tedavisi ile gelişmesi önlenebilecek bir enfeksiyon olasılığı.

Antibiyotik kullanımında en önemli hatalardan biri ateşin tek başına antibiyotik tedavisi için yeterli bir endikasyon olduğunun düşünülmesidir.

n. Kalp ve Önemi:

Kalbimiz en çalışkan organımız. Anne karnında altı haftalık iken çalışmaya başlayan kalbimiz bir ömür boyu hiç durmaksızın çalışıyor. Bu değerli organ bir kas pompasıdır. Kanın vücudumuzda durmaksızın akmasını sağlayan bir hayat pınarıdır.

Kalp ve damar hastalıkları kanserden sonra dünyada ölüme sebebiyet veren hastalıklardandır. Kalp hastalıklarından korunmada en büyük etken bilinçli olmak ve dengeli beslenmektir.

Kalp ve damar sistemi konusunda gerçeğinde yeterince spor yapmak önemlidir. Sportif aktiviteleri bütün ömür boyu sürdürmek kalp ve damar hastalıkları için mücadelede önemli başarı yaratır.

Stres ve büyük üzüntüler, psikolojik depresiv olgular kalp sistematiğinin dengelerini bozmaktadır. Bu nedenle beslenme yanında yaşamdan etkilenme riskleri de önemsenmesi gereken hususlardır.

Yüksek tansiyon, şişmanlık, sigara içmek, ailede kalp hastası bireylerin bulunması, yüksek kolesterol, kalp rahatsızlıklarına önemli ölçüde davetiye çıkartırlar.

Kalp rahatsızlığı; göğsün orta kısmında sıkıştırıcı ve yanma tarzında, omuz veya kol gibi bölgelere yayılan ağrı hissedilmesiyle, kalpta çarpıntı, hızlanan atışlar ve düzensizlik belirtileri ile ortaya çıkar.

o. Alışkanlıklar:

İnsan hayatını etkileyen onun hayatında hangi duygunun belirgin olacağına karar veren şey
alışkanlıklarıdır. Alışkanlıklar bir insanı inanılmaz derecede ileriye götürürken aynı zamanda aşağıya da çekebilir. Bütün inişli çıkışlı dönemler hep bu yüzden yaşanır. Alkol kullanma alışkanlığı bir aileyi parçalayabilirken geride hayata negatif bakan çocuklar bırakıyor. Kendi ruhsal gelişiminde çöküntü yaşayan bu çocuklar geleceğin kaygılı birer bireyi oluyorlar. Alışkanlığın çeşidi sadece kendisini değil çevresindeki bir çok insanı da etkiliyor.

İnsanların alışkanlıkları çocukluklarından itibaren gözlemledikleri hayatta beğendikleri veya tercih ettikleri bazında oluşur. Alışkanlıkların mantalitesi kültür olarak tanımlanır.

İnsanları düşünen ve tarzlarında politik davranan bireyler haline getirebilmek amacımızdır. Bu nedenle insanların alışkanlıkları bazında kavramaları gerekenler ve kültürlerinin mantalitesi kapsamında hareket etmeleri en doğru yaklaşımdır.

Alışkanlıklar kabiliyetleri etkileyen önemli araçlardır. Bu nedenle insan seçeceği kabiliyetlere uygun alışkanlıkları benimsemeli ve bunlara önem vermelidir.

p. Duygusallık Temayülü:

Toplumun değerleri ile bütünleşen tercihler vardır. Bunlar bize tanımlanmış duygusallık verirler. Ayrıca insan doğasında oluşan reaksiyoner duygular vardır. Bunlar da bizi çevremizle olan ilişkilerde politik duruşumuza yönelten etkilerdir. İnsan bazen doğruyu bildiği halde toplumsal etki nedeniyle çevrenin istekleri doğrultusunda hareket eder. Dolayısıyla insan duygusallığını yöneten bir ahlak-namus-vicdan üçlemesi vardır. Bu üçlemenin bireydeki tezahürü bireyin politik geçerliliği ile ortaya çıkar. Bizim amacımız ahlak ve namus olgularını belirgin kılarak bireyi politik duruşunda dengelemek ve bunun doğası çerçevesinde erdemi hedef alan kaliteyi yönetmektir. Duygusallığın yönetselliği bir anlamda medeniyetin kalitesi ve insanın taşıdığı sosyolojik pozitif enerjidir. İnsanlar bunu başarmak için çaba sarfettikleri ölçüde kendilerinin inkişafını sağlayacaklardır.

q. Mutluluk Hedef ve Önemi:

İnsanın üretkenliği stratejik bir yaşam anlayışının varlığı ile doğrudan ilişkilidir. Ben insanın üretkenliğini sadece somut değerler açısından görmüyorum. Bir makale okumak yada bir fikir üretmek insanın beklenen yaygın üretkenliği olarak görülmelidir.

Mutluluk kısa, orta ve uzun vadede stratejik hedefe yaklaşma aşamalarının bir zaferi olarak ele alınmalıdır. Böylesi bir yaşantı insanı sürekli mutlandıran ve yaşama zevk ve ahenk katan özellik taşıyacaktır. Yoksa mutluluğu bir keyif süreci gibi görmemek gerekir.

İnsan mutluluğu ve stratejik yönelişinin temel parçalarından biri hiç şüphesiz sağlıktır. Sağlıklı bir yaşantıyı ortaya koyamayan insanın stratejik geleceği olamaz. Bu nedenle sağlık bir ara ama önemli hedeftir. Ve bu nedenle sağlık kapsamında her birey mutlaka doğru alışkanlık ve bilgi ile donatılmalıdır.

r. Bireysel Duruş – Sağlık Ekseni:

Bireysel duruş; bireyin çocukluğundan itibaren kendisine yüklediği yeteneklerin bileşkesi anlamını taşımaktadır. Bireysel duruş ile ilgili olarak her birey alışkanlık ve bilincinde sağlık çerçevesinde bir oluşuma ihtiyaç duymalıdır. Bu bireyin hayata bakış açısını ve kendisini tanıma derecesini etkileyecektir.

Sağlık bireysel duruştan bahsedebilmemiz için vazgeçilmez bir olgudur. Sağlığı yerinde olmayan biri için muhatap olunacak pek değer çıkmaz ortaya.

Çocukluktan itibaren sağlık çerçevesinde kültürel birikime özen göstermek gerekir. Ebeveynler alışkanlıkları bu açıdan bilinçlendirerek yönlendirmelidirler.

Gençlik ve daha sonrası için her birey sağlık eksenli bir bilinç ile yaşamalıdır. İnsanın sağlık ekseni çok önemli görülmeli ve bu kapsamda yaygın bir bilincin oluşması sağlanmalıdır.

s. Özürlü ve Engelli:

Doğum ve hamilelik süreleri içinde kadınların yapmış olduğu yanlışlıklar ve erkek-kadın alışkanlıklarının doğacak çocuk sağlığı üzerinde önemli etkileri vardır. Toplumun bu bağlamda çok fazla tecrübe ve eğitime ihtiyacı vardır. Amerika’da bu kapsamda uygulananlar çok daha dikkatli olarak ele alınmalı ve geliştirici önlemler üretilmelidir.

Biyo-mekanik kabiliyetlerin teknolojik gelişimi ve insan hücresi hakkındaki bilgilerimiz bize zaman içinde özürlü ve engelli kişilerin kalmayacağı hakkında kanaat vermektedir. Zamana, beceriye ve bilgiye dayalı olarak insanlarımıza sahip çıkmak en doğru ve hümanist yaklaşımdır. Bu manadan olmak üzere hayatı önemsemek ve onu değerlendirmek gerekir.



3. İNSANIN YAŞAMSAL FELSEFESİ:

İnsanın fizyolojik yapısı ve bunun yarattığı doğa yanında insanın psikolojik etkinliğini yöneten bilgi ve yoruma dayalı yaşamsal bir kudret onun yaşamsal felsefesidir. Bu felsefe onun kendi fizyolojisinden dünya alanına yansıma ve birlikteliğin oluşturması gereken sosyolojik oluşumlara yön vermektedir. Böyle olunca insanın toplumsallığı sadece ihtiyaç bazında olmayıp aynı zamanda yaradılış gerçekliğine dayanmaktadır. İşte bu bölümde insana psikolojik kuvvet veren fizyolojik olgulara dayanan sosyalizasyon mantığını anlamaya ve anlaşılır kılmaya çalışacağız.

İnsanın yaşama ot gibi durağan veya hayvan gibi saldırgan olmayan üretken ve yönetken etkisini anlaşılır kılmaya başlayacağız. Bunu anlamamız bize hastalıklarla toplumsallığın ilişkisini ve örgütsel dinamikleri duygusallığa dönüştürmeyi gösterdiğini anlayacağız. Dolayısıyla insan acı çekerken de eğitilmekte yaşarken de üretmekte ve dünya insanlığın birikimini geleceğe taşımaktadır. Bu gerçekliği var oluş ve ilgi çerçevesinde anlamamızın mümkün olabileceğini görebilmeliyiz.

a. Kendini Tanıma Temayülü:

İnsan gözleriyle kendisini pek göremez ama aynaya baktığında gördükleri onun gerçek yüzünü anlamasını sağlar. Çinliler gözlerin yalan söylemediği konusunu kabul etmişlerdir. İnsan aynaya bakınca kendi ruhunun dünyaya yansımasını görür. Bazen beğenirler bazen nefret ederler.

İnsanın kendini tanıyabilmesi izafi bir ölçekle mümkündür. Önce kardeşlerine nazaran kabiliyetlerini anlarlar. Daha sonra okulda arkadaşlarından kendi yeteneklerini görürler. Eğitim ortamındaki başarısı onun ortama uyum becerisini ve dolayısıyla yorumlama ve öğrenme kabiliyetini anlamasını sağlar. Ancak eğitim sistematiği pasif olduğu için bu gerçekçi anlamda tezahür etmeyebilir.

Her insan içinde taşıdığı aslanın yani ruhunun terbiyecisidir. Bu nedenle hayata uyum ve yaşam becerisi ve kalitesi onun gerçekçiliğinin eseridir. Hiçbir kötü ortam yoktur ki insana üretkenlik ve yönetkenlik fırsatı vermesin. Sadece insanın kendini kendine tanıtan gerçeklerin yeterince açık olmaması insanın başarısını önemli ölçüde etkilemektedir.

b. Tekamül Düşüncesi ve Kapsamı:

Zaman kullanıldığı takdirde insan için tekamül demektir. Bu nedenle insanın çalışkanlığı ve üretkenliği tekamülün anahtarı olmaktadır. Benim yazdığım hususlar insanın kendisini ve yönetselliği anlamasına fırsat verecek konulardır. İnsan kendi tekamülünü yaşamsal fırsatlarında sağlayacaktır. İnsanı tekamül ettiren ana unsur tecrübedir. Her girişim ve yorumlama ayrı bir sahada ayrı bir derinlik yaratır. İşte duygusal olarak insanı merak ve ilgiye yöneltmek toplumsal bir sorumluluktur.

İnsan kendi varlığını önce kendisine karşı sorumluluğu sonra ailesine olan düşkünlüğü ve nihayet milletine karşı etkinliği ile kanıtlayabilir ve anlayabilir. Bu nedenle insan fizyolojisi ve psikolojisi örgütsel mantalitenin etki alanında sosyolojik bir duruş aramaktadır. Buna yönelmenin ve becermenin özü tercih edilen stratejiler ve belirlenen politikalara dayanmaktadır. Tekamül insan vizyonunun doğal tezahürü olmaktadır.

c. Bireysel Duruş Bilinci:

Bireysel duruş temel olarak insanda var olanlardır. Bireysel duruşun temel özelliğini doğduğu yer verir insana. Bu tanrısal tekamülde insanın hak ettiği adil yerdir. Bu yeri beğenmeyenlere bunun gerçek olduğunu öğretmek zordur. Zira beğenmedikleri için orada olduklarını anlayamazlar. Ruh bakirdir. Her doğuş özünde biriktirdikleriyle bir yeni hayatı yaşayacaktır. Bireysel duruş ile sonraki doğuş arasında çok yakın ilişki vardır. Bireysel duruş sosyal duruşa da rehberlik eden önemli bir olgudur.

Bireysel duruşun birinci etkeni mizaçtır. Mizaç politik tavırla dengelense de duygusal ötelemede özelliklerini sürekli dengeleyen bir oluştur. Bu ruhun tabiatıdır.

Bireysel duruşun ikinci etkeni yaklaşım tarzıdır. Bu her bireyde farklılık gösterse de ilgi ve merak bileşenlerinde kendini gösterir.

Üçüncü unsur kabullenmedir. Kabiliyeti ve özelliği benimsemek önemli bir husustur ve belirleyicidir.

Dördüncü unsur yetinmedir. Bu bireysel duruşun enginliğini belirleyen bir etkendir.

Beşinci unsur tavır koymadır. Böylece insan kendi kişiliğinin öğelerini ortaya çıkarır ve anlaşılır hale gelir.

d. Fizyolojik Yeterlilik Seviyesi:

Her insan okul yaşantısında kendi fizyolojisi ve bu fizyolojinin yarattığı doğayı merak edecek ve öğrenecektir. İnsan kendine ait özellikleri bu fizyoloji içinde daha anlamlı ve kendine göre yorumladıkça üretkenliğini ve zindeliğini kendi yönetebilir duruma gelecektir. İslamiyet’in fizyolojik kapsamda insanlara sunduğu namaz ve oruç öğretilerini iyi algılamak gerekir. Biz bunları spor ve beslenme alışkanlıklarının oluşumu boyutunda daha etken kılmayı önermekteyiz. Fizyolojik bilgi ve anlam seviyesi insanı sosyalite ve obezite açısından dengeleyecektir. Birçok psikolojik sorununda bu şekilde bertaraf edilebileceğine inanılmaktadır.

Fizyoloji bu güne kadar beden olarak can olarak algılanan şekli ile insan hayatiyetinin en can alıcı özelliğidir. Böylece seksi, böylece zevki daha anlamlı hale getirmek mümkündür. Bilgisiz ve cahil kavatların dünyaya verdiği eziyeti görerek cehaletin yıkılması ve ahir zamanı insan düşünselliğini ve üretkenliğini hazırlama ve yaratma süreci olarak görüyorum.

Teknolojinin verdiği nimetlerle insan fizyolojisi dengelemesi çok önemlidir. Yürümek, hareket etmek insan fizyolojisinin anahtar açılımlarıdır.

e. Psikolojik Yeterlilik Seviyesi:

İnsan psikolojisini bu güne kadar en geniş kitle içinde etkileyen husus başta beslenme
güdüsü olmak üzere barınma ve seks güdüleri etkilemiştir. Bütün bunların felsefik açıklamaları artık vardır. Yapmamız gereken yaşam standardı çerçevesinde hayata bağlanan yapıyı dengeli yaşam olgusuna çevirmektir.

İnsanların arsızlığı yerine kardeşliği ve kendine yetmeyi anlamak ve algılamak gerekir. İnsanın hayatı yönetebilmesi için üretmesi, üretmek için müteşebbis olması, bunun içinde toplumun fırsatlarla donatılması gerekir. İnsan sosyalitesini üretkenlik ve fayda ile donatmak bunu ödüllendirmek ve böylece çalışkan ve tutarlı hale gelmek insanın en önemli yönlendiricilik hususudur.

İnsanın çaresiz değil üretken bir yaşantının ahengi olduğunu anladıkça psikolojik etkileşim duygusallık kazanacak zaman insana sevgiyi öğretecektir. Çıkarcılık ve oportunistlik kaybolacak yardımlaşma ve iyilik perspektifleri alışkanlık haline gelecektir. Böyle olunca insan mutlu olmanın kolaylaştığını ve haz ile keyfi dengelemeyi zevki anlamayı öğreneceklerdir.

f. Sosyolojik Yeterlilik Seviyesi:

Ahir zaman insanın kendini anladığı ve hayatla kendini dengelediği bir rahatlama sonrasında zamanı etkileşime dönüştürecek gelişme ve etkileme olgularını sosyolojik manada anlayarak hareket edecektir. Bu insanın kendinde ortaya çıkacak olan liderlik perspektifine açıklık getirecek ve böylece birey kendine olan güveni yanında ruhunun getirdiklerini anlayabilir ve bunu arayabilir özellik kazanacaktır.

Sosyolojik yöneliş gerek sosyal duruş etkilerini gerekse toplumsallaşma olgularını manalandıracak ve örgütlenmenin ve birlikteliğin meyveleri ortaya çıkacaktır. İnsanın düşünme, fikir üretme, yorumlama ve konuşma becerileri geliştikçe kendinle barışıklığı artacak hayatın renkliliği anlam kazanacaktır.

Sosyal olmanın ve üretkenliğin etkileşim ve liderlik boyutlarının yaratacağı ahenk ve başkalaşım dünyaya çok daha anlamlı bakış ve derinlik kazandıracaktır. Duygulanma ve bunun türetimi arayışları insanları daha derinleşmiş olarak yaşayan ve anlamlı iletişim kuran sanatı dengeleyen performansa götürecektir.

g. Liderlik Bilinci ve Fizyoloji:

Her insanın etki alanı açıldıkça ve bu etkiyi yaratacak çabaya alışkanlık kazanıldıkça birey kendini ve çevresini daha derinlemesine görebilecek ve hissedebilecektir. Bu durum onun düşünsellik yanında incelik ve değerlendirme becerilerini etkileyecektir. İnsan ruhu derinlemesine etkileşimi geliştirdikçe insanların kalite ve etkinlik bilinçleri gelişecektir.

Zamanın değerlendirilmesi bilinci ve fonksiyonelliği anlam kazandıkça üretkenlik ve verimlilik düşüncesi tasarruf ve haz dengelerinin derinleşmesini sağlayacak ve güzelleşme anlam kazanacaktır.

Liderlik ile etkileme konuşma ve iletişim kültürünü mana bilim perspektifine sokacak bu da duygusal etkileşim açısından sanatsal verileri yaygınlaştırarak etkinleştirecektir. İnsanın insan olabilmesi temelinin sorumluluk olduğu ve bunun saygı ve sevgi perspektifinde insanlığa anlam kazandırdığını yaygınlaştırmak liderlik bilincini ortaya koymakla olacaktır.

h. Çalışkanlık Temayülü ve Fizyoloji:

Çalışkanlık üretkenlik ve fayda dengesinde yaratılan bir alışkanlıklar oluşumudur. Zeka bu çalışkanlığın verimi ve rasyonalitesi açısından değerler üretir. Bizim konuştuğumuz zaman Altın Çağdır. Yani güdülerin örgütsel olarak üstesinden gelindiği ve duygu yönelişli bilincin söz konusu olduğunu anlamalıyız.

İnsan fizyolojisi düşünsel ve emek yoğun olmak üzere iki temayülü birlikte harmanlayan bir işlevselliğe haizdir. Bu işlevselliğin zenginliğini eğitim, üretim, sanat ve spor dengesinde örneklenen bir hayatı renklendirerek oluşturmak durumundayız. Toplumsal fayda dengeli fırsatlar üzerinden yönetilmesi gereken bu oluşum sömürü ve adil olmaktan uzak bir atmosfere sürüklememelidir. Planlı kapitalizm dengeleri işlevselliği rasyonel kılmak üzere var edilecek ve böylece insanın kendi bireysel duruşunun gelişimi dahil mantıklı bir fayda üretkenliği yaratacaktır.

İtibar dengesinde ekonomik oluşumların teknoloji limitlerinde yaratacağı bolluk zaten insan üretkenlik alanlarını belirleyerek sosyalizasyon dinamikleriyle zenginleşen bir kalite formasyonu tek tercih olacaktır.

i. Okuma Disiplini ve Anlama Bilinci:

İnsanların üretkenlik ve yaratıcılık tasarım emeklerinin yönlendirilmesi sanat ve bilim dengelerinde anlaşılabilirlik arayışlarıyla rasyonalite yaratacak ve bu husus insanların merak ve bireysel duruş ötelemeleriyle hareketlilik kazanacaktır. Ben hayatı az okuyarak ama yorumlayarak zenginleştirdim. Demek ki insan fizyolojisi belli doğrular üzerinde hareket edildiğinde limitsiz üretkenlik yaratabiliyor. Bu özelliği okuma disiplini yaratarak ve bunu hayatta önemsenen değerlere getirerek geliştirebiliriz. Diğer yandan insan fizyolojisinin zeka parametresinin yöneliş ile uygunluğu önemli olacaktır. Anlama bilinci bireye göre değişkenlik gösteren bir çözümleme yeteneğidir. Bunu kazandıracak yöneliş disiplininin anlaşılır ve açık olması önemlidir.

j. Yararlılık İlkesi ve Tekamül:

İnsan bilinci üretkenliği; tasarruf, iyilik, zevk ve gereklilik üzerinde dengeleyen bir açıklıkla anlayabilir. Buna yararlılık ilkesi denir. Yararlılık ilkesinin en önemli fonksiyonelliği tekamül yasasından ortaya çıkar. İnsanın sürekli yenilendiği ve sürekli geliştirdiği doğruluğu ile tesis edilecek anlayış ekonomik ve sosyal olguların itici ve yöneltici unsuru olarak karşımıza çıkar.

Rasyonalite ve verimlilik düşünceleri üretkenliği yada faydayı sürekli gelişen manada etkiler. Bu durumda insan tercihlerinin limitleri ile insan yönelişlerinin çeşitliliği bize sonsuz alternatif fayda tanımları doğurur.

İnsanın fayda merkezli yöneliş dinamikleri hayatla bütünleştirildiğinde mevcut sistemler fırsat temelli dengelerle harekete geçecek ve sosyolojik ve ekonomik trentler doğacaktır. Böylece zenginlik ve zevk ilişkisinde anlamlı bir üretkenliğin yönetimi sağlanabilecektir.

k. Zaman – Program – Fizyoloji:

Zaman ve program ekonomik düşünselliğin rasyonalite temelli verimlilikle anlaşılırlık kazanır. İnsan fizyolojisinin zamanda ve tercihlerde limitler yarattığı hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. Bu durumda insanın günlük – haftalık ve daha uzun süreli plalanmış yöneliş merkezlemeleri olmalıdır. Bunların yaratacağı üretsel ve tüketsel etkiler toplumsal organizasyon değerlerini ve kapasitelerini yönlendirecektir.

İnsanı zaman bazında fayda unsuru gibi görmek gerekir. Bu görüş hem çeşitlilik hem de kalite performansında dengeler arayacağından canlılık sağlayacaktır.

l. Beslenme Disiplini:

İnsan fizyolojisi beslenme temelli deformasyona tabidir. Bu hareketlilik ve beslenme bileşkelerinde denge arayan bir zorunluluk ortaya koyar. İnsanın fizyolojik deformasyonu psikolojik bir rezalettir. İnsanın fizyolojik dengelerini alışkanlıklarıyla sağlıklı sürdürmesi hayatın birinci temel kuralı olmalıdır.

İnsanları güzel ve dengeli yaratma disiplini mutlaka zamanın fonksiyonelliği bilinciyle yaratılabilir. İnsanların endişeleri azaldıkça toplumsal etkileşim mekanikleri yaratıldıkça stres farklılaşacak ve kalite yönelişleri insanı rahatlatacaktır.

Beslenme sadece çeşitlilik bazında sonsuz zevk üretebilecek bir sahadır. Bunun limit ve tercihleriyle hayatın bütünleştirilmesi gerçek manada bir sanat aktivitesidir. Zindelik ve üretkenlik ilişkisi mutlaka insan fizyolojisinin eseri olmalıdır. Bu da disiplin olarak karşımıza çıkar.

m. Bireysel Duruş – Zaman Disiplini:

Bireysel duruş bireyin kendisini olduğu kadar çevresini de etkileyen bir birleşimdir. Bunu biraz kendi yönelişi bazında kabiliyetlerinin ihtisası olarak görebilmelidir. İhtisasın belli bir konudaki derinlik olarak anlaşılması ve bunun ortaya koyduğu yorumun insan için bir üretkenlik olduğunu kabul etmeliyiz. Aslında her bireysel duruş kendi farklılığında insanın getirdiklerinin tezahürünü yansıtacaktır.

Bireysel duruşun ortaya çıkarılması dahil hayatın üretkenliği çerçevesindeki her çaba için bir program gerektiği aşikardır. Zaman disiplini bu programın uygulanabilirliğinin temel yapı taşıdır. İnsanın zaman disiplini anlayışı günlük – haftalık faaliyet oluşumunun rantabilitesini yaratmaya uygun olmalıdır. Yakın gelecekte toplumsal zaman disiplini daha fazla esneklik kazanabilecek böylece insan zamanın uyum stresini azaltacaktır.

Zaman disiplini ve bireysel duruş etkileşimin birbirini bütünleştirir yapıyla yaşaması alışkanlıkların belirginleşmesine imkan verecektir. Alışkanlıkları kültür olgusuna dönüştürmek ise toplumsal bir çaba isteyecektir.

n. Hayatın Örnekleme ve Dengesi:

Sosyalizasyon örgüsü içinde yaygınlık kazanacağı düşünülürse bunun seçilen insanların örnekleme bazında alt oluşumları yönlendirmesi ve böylece tüm çevrenin bireysel hareketliliğini sağlaması vazgeçilmezdir. Böylece hareketlenme ve kalite formasyonu yönetilebilen ve katalizör görevi yaratılmış olabilir.

Hareketliliği ve yönelişi ödüllendirici tedbirler de ivmeyi etkileyecektir. İnsanlar değişmeyi istemekten çok tutku halinde yenilenmeyi hedef alabilmelidir. Bu kapsamda insanları inisiye etmek yerine bilinç yaratmaya çalıştığımızı ve insanın özgürlük alanlarını bozmamayı hedef aldığımızı düşünmeliyiz.

Değişimin yorumlama ve sentez olduğunu böylece bireysel farklılıkları muhafaza ve teşvik ettiğimizi bilmeliyiz. Sanatsal anlayış ve estetik düşüncesi yorum ve yargıları etkileyecek en önemli ortak hareket noktası olmalıdır. Buradan kazanılacak yorumlama ve etkileme tezahürleri tüm diğer alanları harekete geçirebilir.

o. İyilik Temayülü ve Etkisi:

İnsanlar için en önemli beklenti “erdem” anlayışını yakalamak olmalıdır. Bunu yaratabilmenin etken faktörü de iyiliktir. İyiliği nasihatten çok “ikna” aşamasında anlaşılır kılmalıyız. Bireysel duruş ölçülerinde insanların alışkanlık ve hayat görüşü çıkış noktalarıdır. Böyle olunca sosyal duruş bilinci etkisi yaratıp diğer insanları hem eleştirel hem de fonksiyonel anlamda etkileyebilmek gerekir.

Bu anlamda alçak gönüllü ve etkileyici özellikleri geliştirirken aynı zamanda katkı yaratacak yöneliş olgularını ortaya koyarak dengelenen bir sosyalizasyonu ya da etkileşim ortamını savunmalıyız. Başlangıçta bireylerin birbirlerini etkileme çabalarını yaratmak zor olabilir. Ama bunu fayda temelli ölçülendirmelerle anlaşılır kılmak yardımcı olabilir.

İyilik insan mayasının en etkili harcıdır. Bu nedenle iyiliği anlaşılır kılarak başlangıç yapmak her insana hareket teşebbüs istekliliği yaratacaktır.

p. Mutluluk Perspektifi ve Denge:

İnsanı mutlu eden ana oluşumlardan biri beceridir. Beceriyi “ikna” üzerine dengelemek ve bunu başarıya dönüştürmek hem mutluluğu anlamak hem de kendisiyle gurur duymak fırsatını verir. Kendi hayatının bireysel duruş çizgisinde kendi mutluluk sahasını yaratacağı bilinci önemlidir. Bu husus ruhsal olduğu kadar bireysel farklılığında temelini oluşturur.

Hayatın stratejik bireysel hedefliliği bireysel duruşu yönlendirici faktör olur. Bu erişildikçe haz veren gerçekçi bir mutluluk yönetimidir. Dengesini ve başarma etkisini insan sağladığından yöneliş heyecanını da insan yaratacaktır.

Bizim görevimiz insana kendi olma özgürlüğünün yolunu göstermektir. Özgürlüğünü mutluluğu için yaratmanın yolu ise iyilik bilinci ve yönelişi ile gerçekleşecektir.

q. Sağlık Disiplini ve Çek – up:

İnsanın günlük kalori ihtiyacı gibi sportif ve ruhu içinde sanatsal etkilerin anlaşılır olduğu bir sağlık disiplini anlayışı gelişmelidir. İnsanın fizyolojik sağlığı yanında ruh sağlığı da anlaşılırlık kazanmalıdır. Bunu psikolojik isteklilik ve yöneliş etkinliği olarak anlamak gerekir. Zaman disiplini geçerliliği program anlayışı ve toplumun örnekleme ve fırsatları insanı daha rasyonel yapacaktır.

İnsan vücudunun bağışıklık ve gösterge fonksiyonelliğinin gözden geçirilmesi düşüncesi belli periyotlarda çek up yaptırma alışkanlığı geliştirmesini dikte ettirir. Bunu yaratmak sağlık disiplininin vazgeçilmez bir parçasıdır.

İnsan sağlık disiplini çerçevesinde geliştireceği alışkanlıklarını bilinçli başlattığından bu işlem belki biraz zaman alacaktır. Ama insanın sağlık disiplini bilinci oluştuğunda rasyonel yaşama anlayışı da etkilenmiş olacaktır.

r. İyileşme Disiplini:

Gerek sağlık anlayışı gerekse ortaya çıkacak sağlık problemleri ile ilgili olarak bireyin kendi perspektifinde alması gereken tedbirler olmalıdır. Gerçekçi manada yoğun programa sahip olacak insanların sağlık problemleri karşısında bir iyileşme disiplini anlayışı yaratmaları gerekli olacaktır.

Sağlık problemleri kalıtsal ve tedavi anlamında anlaşılırlık ve çözümlenirlik tanırsa da insanların bunlarla kendi alışkanlıklarını bütünleştirmesi bir iyileşme disiplini anlayışı ile realize olabilir. Bu durumda rasyonel insan bunu uygulama ve yönelme anlayışında dikkatli ve titiz olacaktır.

İnsan için dünyayı özelleştirme imkanımız yoktur. Ama insanı dünyaya uydurarak onun sıkıntılarını ve mutluluğunu etkileyebiliriz. İşte bütün çaba burada yatmaktadır.


4. HASTALIKLAR VE KORUNMA :

Hastalık; insan vücudunun fizyolojik ve psikolojik olgularında çıkan bozukluk olarak tanımlanır. Hastalığı oluşturan sebeplerin başında bağışıklık sistemi problemleri, fonksiyonel problemler ve psikolojik problemler gelmektedir.

Sağlıklı bir bağışıklık sistemi kendimizi iyi hissetmemizi, iyi görünmemizi ve enerjimizi daha iyi kullanmamızı sağlar. Bizi enfeksiyonlardan, kanserlerden ve çevresel zararlardan korur. Hayatımızda bağışıklık sistemimizi zayıflatan faktörlerden olabildiğince uzak kalmak, hayata ve olaylara pozitif bir bakış açısıyla yaklaşmak, alkol ve sigara tüketiminden uzak kalmak, dengeli ve düzenli beslenmek, spor yapmak bağışıklık sistemimize verebileceğimiz destekler arasındadır.

Fonksiyonel problem sahaları; vücudun yaşamsal dinamiklerinin fizyolojik olgular üzerinde oluşturduğu deformasyonun yarattığı sorunlardır.

Psikolojik problem sahaları ise özü sosyolojik etkileşime dayalı olarak insan ruhunun ve duygusallığının ortaya koyduğu sonuçlardır.

İnsan fizyolojik – psikolojik ve sosyolojik olgularıyla dengeli bir yaşamı realize etmek durumundadır. Bu temel kapsamda Salih Amel disiplini ile sağlanır.

a. Kan ve Bağışıklık Sistemi:

Kan kimyasal ve biyolojik bir yaşamsal maddedir. Vücut organlarının beslenme, yaşamsal faktörler ve çalışmaları ile ilgili işlevselliği sağlar. Vücut kendi dinamikleri ile biyolojik ve kimyasal bir fonksiyonelliği çalıştırmaktadır. Sağlık ve zindelik bu fonksiyonelliğin ortaya koyduğu bir sonuç olarak karşımıza çıkar.

Kan; organik-inorganik moleküller yanında biyolojik hücresel oluşumları da ihtiva etmesiyle çok kompleks bir sıvıdır. Bu sıvının elektrolit özellikleri yanında bugün tanımlanmamış olan hücresel oluşumlarla ortaya çıkan bir sentezin bağışıklık sistemini yarattığını değerlendiriyorum.

Bağışıklık sistemi; bünyenin hormonal dengeleri ile yakından ilişkilidir. Duygusal anlamda ortaya çıkan ruh durumumuz beyin üzerinden sinir sistemi ile hormonal dengeleri etkileyebilmektedir. Bu nedenle hastalıkların önemli bir çıkış nedeni ruhsal durumuzla ilişkilidir. Beslenme faktörleri ikinci sırada gelir. Bu mevsimsel anlamda analiz edilmeli ve doğal şartlarla uyumlu olmalıdır. Üçüncü faktör hareketlilik faktörüdür. Beslenme, ruhsal durum ve hareketlilik faktörü üçü bir arada bağışıklık sisteminin dengesini yaratır.

i. Hücre Temelli Sistematik:

Kanda bulunan hücrelerin insan vücudundaki tüm hücreleri yaşamsal anlamda etkilediği açıktır. Alyuvarların kanın uzun vadeli dengeler yarattığı bu yapılanmanın hücrelerin dengesel faktörleriyle ilişkili dinamikler yaratmasını sağladığını anlamalıyız. Akyuvarlar ise vücudun enfeksiyonel dengesi üzerinde bir duyarlılık oluşturduğunu ve bu duyarlığı vücudun 2-3 günde bir tazelediğini anlamamız lazım. Bağışıklık dengesi vücudun kazandığı enfeksiyonel duruş kabiliyeti ile yakından ilişkilidir. Bakteri ve virüslere karşı vücut bir tazelenme oluşumu yaratmaktadır. Ortamda sindirim veya solunum yoluyla vücuda ulaşan mikroplarla vücudun bunlara karşı sahip olduğu savunma sistemi yaşamsal bir denge kurar. Adeta bu mikroplarla kan hücreleri beslenerek potansiyel yaratmaktadır. Eğer bu mikroplara karşı savunma mekanikleri dengesini bozarsa mikroplar vücutta kendilerine hassas doku hücrelerinde problem sahaları meydana getirerek enfeksiyona sebebiyet verir.

Enfeksiyonları uzun vadedeki etkileşimi fonksiyonel problemler yaratmaktadır ki bu sistemleri etkileyen bir sonuç ortaya çıkarmaktadır.

ii. Doku Temelli:

Kanın hücre temelli beslenme ve yaşamsal etkileşimi dokuların topyekun yaşamsal işlevlerinin sağlanmasını başarır. Kan sistematiği ile dokuların işlevselliği damarlar bazında etkileşimden yararlanır. Bu nedenle dokuların hormonal ve enzimsel manada dengeli etkileşim içinde olması büyük önem taşır.

Enfeksiyon hücrede başlar ve dokusal problem haline gelir. Bu durum hastalıkların ortaya çıkmasına neden olur. Kandaki akyuvarlar ve akkor değerleri bize nasıl bir mikrobik oluşumla karşı karşıya olduğumuz hakkında bilgi verir.

Enfeksiyonun tezahür ettiği doku, solunum, sindirim, dolaşım veya boşaltım sistemlerinden birinde veya diğer dokulardan birinde oluşabilir. Mikrobun cinsine göre ortaya çıkan bu sonuç tedavi edilmediği takdirde başta hormonal denge bozulacak ve sonra organ bazında problemler ortaya çıkacaktır.

iii. Organ Temelli:

Organların her biri için işlevsel etkinlik vücudun hormon salgılayan bezlerinin kanda yarattığı sonucun bir eseridir. Bu nedenle organlar öncelikle psikolojik bir etkiden sonra doku temelli enfeksiyon oluşumunun vücudun dengesini bozmasıyla ortaya çıkan durumdan doğan etkilerle organların fonksiyonel işlevselliği etkilenmiş olur.

Organların hormon ve enzimlerle kas sistemlerine yarattığı etkinin tezahüründen ortaya çıkan bir işlevsellik analizi yapılabilmelidir. Organların fonksiyonelliği hayati sonuçlar yaratmaktadır. Bu nedenle en tekili husus bu olmalıdır.

iv. Hormonal Denge:

Hormonal denge kanın vücuttaki doku ve organları aktive eden bir özellik yaratmaktadır. Gerek ilaçlarla gerekse vücudun doğal hormonal yapılanmasıyla ortaya çıkan bu kan etkisi vücudun işlevselliğini ortaya koymasını sağlar.

Kanın özellikleriyle sinir ve kas sistemlerinin etkileşimi çok önemli bir ruhsal etkileşim yaratmaktadır. İnsan bilinci ve fonksiyonelliği kanın bu hormon-enzim oluşumuyla yakından ilişkilidir.

b. Solunum Yolu Etkileşimi:

Ağız, burun, boğaz ve bademciğin iltihaplanmasına üst solunum yolu enfeksiyonları denir. Soğuk algınlığı, üşütme diye bilinen nezle, faranjit, ve çocuklarda çok sık gördüğümüz tansillit üst solunum yollarında bulunan ve hastalık yapan mikropların soluk borusu ve akciğerlerle akciğer içi hava yollarını iltihaplandırmasına alt solunum yolları enfeksiyonları denir.

Vücut ortam sıcaklığı ile etkileşimli olarak kendini savunan bir mekanizma durumundadır. Isıtılmış ortamdan dışarıya çıktığımızda vücut bu değişimi derhal sağlayamaz. Bu durum kandaki vitamin dengesi ve vücudun direnci ile yakından ilişkilidir. Solunum yolu etkileşimi bu nedenle insanların doğal ısınım şartlarından farklı yapılanmalara geçmesiyle çok artmıştır. Ortam sıcaklığı değişimi yerine ısınım yoluyla dokuları ısıtan sistematiğin bu tip rahatsızlıkların önlenmesi bakımından önemli olduğu değerlendirilmektedir.

Bu yapı içinde zatürre en tehlikeli hastalıktır. Enfeksiyonun bronşlara inmesi ile ortaya çıkar ve çok tehlikeli bir hastalıktır.



c. Sindirim Yolu Etkilenimi:

İshal, bağırsak gazı, bağırsak iltihabı, bağırsak kanaması, bağırsak solucanları, parazitler, dizanteri, kabızlık, kolera, on iki parmak bağırsağı ülseri, tifo, mide kanseri, reflü, gastrit, hazımsızlık, mide yanması, mide ülseri, mide tembelliği, hemoroid, basur gibi hastalıklar başlıca sindirim sistemi hastalıkları arasındadır.

Bu sistemin ana bozukluk nedeni beslenme bozuklukları ile ilgilidir. Vücut sindirim sistemi içinde gerek mikroplara gerekse besinlere karşı kendi koruyucu sistemine sahiptir. Psikolojik etkenlerle yanlış ve dengesiz beslenme oluşumları bu sistemi çok etkilemektedir. Gerek hormonal etkileşim gerekse enzimlerin besinler üzerindeki etkileşimi kendine özgü bir denge ile korunmalı olarak işlevsellik kazanır.

Çok yemek yemek, yemeklerin temizliğine ve sağlık açısından oluşumlarına dikkat etmemek bir kısım sindirim sistemi hastalıklarının ana nedenini oluşturur. Dolayısıyla sağlıklı beslenme ve sosyolojik etkilerle ortaya çıkan psikolojik durumumuz bu sistem için hayati önem taşımaktadır.

d. Deri ve Kas Rahatsızlıkları:

Deri rahatsızlıkları fiziki sebeplerle, parazitlerle, mikro organizmalarla ve alerjik olarak ortaya çıkar. Derinin tüm vücut üzerinde yaşamsal işlevselliği vardır.

Kas hastalıkları; kasların hareket ve duyusunu kontrol eden sinirlerin yaralanmasından meydana gelir. Kaslar bazen fiziksel aktivite ile yaralanabilir. Bir kas lifinin kopması veya kasları kemiklere bağlayan tendonların burkulması bu tip rahatsızlıkların ortaya çıkmasına sebep olur. Genel sorun hareket dengesizliğidir.

e. Dolaşım Sistemi Rahatsızlıkları:

Varis, hemoroit, bürger(kol ve bacaklarda atardamar iltihabı). Kansızlık(kandaki alyuvar sayısının azalması), lösemi(kandaki akyuvar sayısının azalması), kalp romatizması, damar sertliği, kalp yetmezliği, kalp krizi, tansiyon yükselmesi, hepatit, AİDS(kan veya cinsel yolla bulaşarak bağışıklık sistemini bozar). Hemofili(kanın pıhtılaşması), lenfoma, kan uyuşmazlığı, tetanos, sıtma, kuduz, tifüs.

Bu rahatsızlıkların temel sorunu vücudun hareketlilik ve psikolojik etkilenimi ile ortaya çıkmalarından kaynaklanır. Vücut mutlaka enfeksiyonlarla da etkileşir ama ana oluşum budur. Beslenme ve bağışıklıkla da bu etkileşim dengelenmektedir.

f. Boşaltım Sistemi Rahatsızlıkları:

Boşaltım sisteminde; böbrek iltihabı, böbrek taşı, böbrek yetmezliği, idrar torbası ve idrar yolu iltihabı, nefrit, üremi, albümin, sistit, şeker hastalığı ve yüksek tansiyona bağlı böbrek rahatsızlıkları görülür.

Yeterli miktarda sıvı alınması, idrarın uzun süre tutulmaması, böbreklerin soğukta korunması, aşırı acı ve baharatlı yememek, düzenli banyo yapmak, içilen su ve yenilen besinlerin temiz olması, diş çürükleri ve boğaz iltihapları, kişisel temizlik bu konuda önemli hususlardır.

g. Sinir Sistemi Rahatsızlıkları:

Tüm zihinsel ve motor yetilerimiz, hafıza, düşünce, duygulanım ve reflekslerimizin tamamı, beyin, beyincik ve omirilikten oluşan merkezi sinir sistemi aktiviteleri ile oluşmaktadır.

Merkezi sinir sistemi; tüm vücudumuza ve organlarımıza yayılan çok geniş bir periferik sinir sistemi ağı sayesinde hem vücudumuzun tamamı, hem de içinde bulunduğumuz çevre ile sürekli iletişim halindedir. Bütün sinir sisteminin embriogenez esnasında yapısal oluşumu ve hayat boyu normal fonksiyonunu sürdürebilmesi çok sayıda genin uygun zaman ve yerde aktivasyonu ile mümkün olmaktadır.

Alzheimer, Parkinson, huntington, gibi hastalıkların tedavi etkinlikleri hala yetersiz durumdadır. Genetik ve kalıtsal etkiler bu açıdan önem taşımaktadır.

h. İskelet ve Eklem Rahatsızlıkları:

Kemik iltihabı, kemiğin ve iliğin iltihaplanması sonucu ortaya çıkar. Nedeni cerahat yapan mikropların kana karışması veya derideki herhangi bir yaradan dağılan mikroplardır.

Kemik veremi; uzun kemiklerin son kısmındaki kemik yapıcı kıkırdakların verem olmasına denir. Kalça, diz kapağı oynakları ve bazen de omurlarda görülür.

Kemik yumuşaması; kalsiyum veya D vitamini eksikliğinde kemiklerin zamanla yumuşayıp kırılabilir hale gelmesidir.

Eklemlerde duyulan ağrılar çeşitli hastalıkların belirtisiz olacağından bunları sadece romatizma şeklinde yorumlamak doğru değildir. Eklem deyince buradaki kemiklerin yüzeylerini örten kıkırdak dokusu, eklem boşluğunu çevreleyen zar kapsülü, bağlar ve buralara yapışan adaleler bir bütün olarak düşünülmelidir.

i. Karaciğer:

Karaciğer; viral enfeksiyonlar, ilaçlar ve toksinler, safra yolu lejyonları, metabolizma bozuklukları, hipoksi ve tümörler rastlanılan rahatsızlık sahalarına sahiptir.

Karaciğerin vücuttaki toksinlerle ve alkol-ilaç gibi maddelerin vücuttan çıkarılmasıyla ilgili çok sorun yaşadığı bilinmektedir. Karaciğerin bu etkenlerden korunması için vücudun terlemesi ve terle vücuttan zararlı toksinlerin atılması imkanının sağlanması önemlidir.

j. Pankreas:

Şeker hastalığı, adacık ve hücre tümörleri gibi hastalıkların nedeni pankreastır.

k. Duyu Organları Rahatsızlıkları:

Burun hastalıkları: saman nezlesi, burun kanaması.

Kulak hastalıkları: sağırlık.

Görme merkezleri: travmalar, kanamalar, beyin yumuşaması, ve kafatası içi urları gibi nedenlerden etkilenir.