29 Haziran 2009 Pazartesi

İnsan Psikolojisi ve Doğa

BAŞLARKEN :

İnsanın üç boyutu; fizyoloji, psikoloji ve sosyolojidir. Fizyoloji vücudumuzun varlığı ile ortaya çıkan olguları, psikoloji bireysel ve çevresel faktörlerle var olan canlılık dengelerini, sosyoloji ise toplumsal ve etkisel dengeleri ifade eder.

Biz “insan fizyolojisi ve doğa” çalışmasında yaşamsal varlığın temel mekanizmalarını incelemeye çalıştık. O yaptığımız çalışma yeterli mi? Hayır. Mutlaka uzmanlarının her bir konu sahasını çok daha detaylı analiz etmesi gerekecektir.

Psikoloji bir canlılık etkenliğidir. Davranış, hürriyet ve iletim dengelerini inceler. Bu bakımdan insanın en önemli yönünü oluşturur. Zira zamanı ve yönelişi bu oluşum dengelemektedir.

Bunun bir doğası var mı? Mutlaka var ve bu anlaşıldıkça insanın mutluluk perspektifi çok daha anlamlı bir hal alacaktır.

Ruhun etkisi kapsamında değineceğimiz hususlar ise kendi kalıbı içinde çok daha uzun bir bilgi analiz perspektifi yaratacaktır.

İNSANIN PSİKOFORMASYONU:

İnsanı iki açıdan anlamaya çalışmalıyız. Birincisi canlılığın psikolojik oluşumu, ikincisi ruhun etkileşimi. İkisini bu çalışmada tek bir çatı altında toplamamın nedeni ruhun da psikolojik oluşuma etki etmekte olmasıdır. Dolayısıyla insan diğer canlılardan farklılık katan düşünsellik ve konuşma tezahürleri ile duygusal etkileşim kriterleri daha çok ruh yanının etkisi olarak ele alınmalıdır.

Ruhu canlılıktan nasıl ayıracağız kısmına gelince, ruhu olgunluğu, mizacı ve karar mekanizması dinamikleri çerçevesinde görerek davranış etkeni olarak ayrı bir duruş şeklinde görmeye çalışacağız.

Ruh ve beden ayırımı kendi başına bir ayırım olsa da psikolojik oluşum beden yanında unsurlarla harekete geçer. Bu nedenle canlılık özellik ve nitelik kazanır. Böyle olunca duyularla etkilenen kısmı bedene, duygularla etkilenen kısmı ruha ayıracağız.


a. Davranış Karmaşıklığı:

İnsan ve çevresi arasında sürekli bir etkileşim hemen hiç kesilmeyen karşılıklı bir alışveriş vardır. Psikolojinin konusunu oluşturan davranışlar ve iç yaşantılar bu karşılıklı alışverişten meydana gelir. Davranışlarda düşünsel, duygusal ve sosyal oluşların birbiriyle ilintili olarak nasıl meydana geldiği çevreden gelen etkilerin nasıl bir takım içsel yaşantılara yol açtığı bunların nasıl çevreyi ya da çevredeki insanları etkilediği önemlidir. İnsan davranışlarının anlaşılması ve yorumlanması kolay değildir. Çünkü her davranış ve yaşantıyı etkileyen çok çeşitli etmen vardır.

İnsan davranışlarından en önemlisi bunların çok nedenli ve karmaşık oluşudur. Her olayın ondan önceki bir takım koşullarla ilişkili olduğu açıktır. Psikoloji de davranışların önkoşullarına uyarıcı ve uyarıcılara karşılık gelen davranışlara tepki denir. Böylece psikolojiden neden – sonuç ilişkileri yani önkoşullar ve bunları izleyen olaylar, uyarıcı-tepki (U-T) formülü ile açıklanır.

Psikolojik olayların nedenlerini bulmak kolay olmaz, çünkü davranışlar üzerinde dışarıdan olduğu kadar organizmanın içinden de gelen bir çok etmenlerinde rolü olur. Sadece dıştan gelen uyarıcıları bilmekle bir insanın davranışlarını yorumlamak önceden tahmin etmek zordur. Bireyin davranışlarını daha iyi anlayabilmek için onun iç durumunu yani organizma içinden gelen etkileri de bilmek gerekir. Bu bakımdan ruhsal olayları U-T formülüne göre, U-O-T daha iyi açıklar. Bu formülde “o” harfi canlı varlık anlamına gelen organizma sözü yerine geçer.

Her hangi bir uyarıcı karşısında bireyin nasıl davranacağını kestirebilmek için onun hakkında bazı bilgilere sahip olmak gerekir. Bu etmenler şöyle özetlenebilir:

· Önce organizmanın biyolojik özellikleri dikkate alınmalıdır.
· Organizmanın geçmiş yaşamı önemlidir.
· Organizmanın o andaki içsel durumu da davranışı etkiler.
· Nihayet içinde bulunulan fiziksel ya da sosyal çevrenin de etkisi dikkate alınmalıdır.

b. Uyarıcılar-Organizma ve Tepkiler:

Birinci bilinmesi gereken husus insan kendi tutarlılıklarına kendi karar veren bir canlıdır. Bu nedenle en vahşi bir hayvandan en uysal bir canlıya kadar değişik spektrumda davranış sergiler.

Organizma çevreden gelen etkilere duyarlıdır ve bu etkilere tepkide bulunur. Canlı varlık ve çevresi arasında hiç eksilmeyen bir alışveriş vardır. Bütün yaşam boyunca bu durum süre gider. Bu bakımdan uyarıcılar-organizma ve tepkiler psikolojik yaşamın belli başlı öğeleridir.

. Uyarılma: İnsan çevresindeki olup biten şeylerin nasıl farkına varıyor? Çevrenin organizmayı etkilemesi göz, kulak, burun ve dil gibi duyu organları aracılığıyla mümkün olmaktadır. Dış çevreden duyu organlarına gelen bütün uyarıcılara uyaran denir. Bunlar duyu organlarını etkileyen ışık, ses, koku ve tat gibi çeşitli fiziksel ve kimyasal değişikliklerdir.

Organizma açlık, susuzluk, diş ağrısı, karın tokluğu gibi bedenden gelen fizyolojik uyarıcılarında etkisindedir. Bunlara iç çevre uyarıcıları denir.

Dıştan veya içten gelsin uyarıcılar davranışların önemli nedenleri arasındadır. Çevrenin bireyi etkilemesi bireyin çevresini tanımasını mümkün kılan mekanizmaya duyum mekanizması denir.

. Tepkide bulunma: Çeşitli uyarıcıların etkisi altında kalan organizma türlü tepkilerde bulunur. Bu tepkiler fiziksel, fizyolojik ve psikolojik olayların iç içe oluşumundan meydana gelir. Bunlar bazen konuşma, gülme, yumruk atma gibi daha çok fiziksel; bazen yorulma, terleme, kızarma, sararma gibi daha çok fizyolojik; bazen ise düşünme, hayal kurma, kuşkulanma ve sevinme gibi daha çok psikolojik bir nitelik gösterir.

Bu tepkiler açık ve kapalı olmak üzere de iki bölüme ayrılabilir. Açık tepkiler konuşma, yürüme, yazı yazma ve bir iş görme gibi çoğu zaman çevrede bir takım değişikliklere yol açan ve başkaları tarafından gözlenebilen devimler biçimindedir. Organizma böylece çevreden aldığı uyarımlar sonucu çevreyi etkileyecek bir takım tepkilerde bulunur. Açık tepkiler bir gözlemci tarafından görülebilen ve ölçülebilen davranışlar olarak ta tanımlanabilir.

Bireyin tepkileri kapalı iç yaşantılar biçiminde de belirir. Buna örnek olarak sevinmeyi, kıskanmayı ve umutlanmayı ileri sürebiliriz. Bu gibi durumlarda dıştan bakılınca insan hareketsiz gibidir. Gerçekte ise hareket insanın içinde dengelenmektedir. Kapalı tepkiler başkaları tarafından doğrudan doğruya gözlemlenemez. Bunlar ancak açık davranışların gözlemlenmesi sonunda kısmen var denebilir. Örneğin bir dostumuz sokakta karşılaştığımız zaman bize soğukça bir selam verse, bilmediğimiz herhangi bir sebepten dolayı bize gücenmiş ve kırılmış olduğu sonucuna varırız.

. Birleştirici iç oluşumlar:

Uyarıcılar ve gözle görülebilir açık tepkiler arasında beyinde olagelen birleştirici bir takım düşünsel ve bilişsel iç oluşumlar vardır. Bilim henüz bunların iç yüzünü anlayamamıştır. İç oluşumların psikolojik yanına bilinç denir.

Organizma içinde cereyan eden olaylar, psikolojik canlılık, biyo kimyasal etkilemeler ve elektriksel değişimlerle canlılık kazanır. Bir anlamda organik oluşumların biyo kimyasal tepkimelerinin yarattığı psikolojik canlılığı elektriksel bir yapılanma ile sistematize olmasıdır.

İnsanların duygu temelli ruh etkisini anlamak biraz daha zaman alacaktır. Zira duygusal manadaki etkimelerin uyarıcı – tepki işlemindeki fonksiyonelliği çok karmaşıktır.

c. Sinir Sistemi:

İnsanı çevresi ile ilişkide bulunduran ve bedenin çeşitli organları, dokuları ve hücreleri arasında işbirliğini sağlayan aygıta sinir sistemi denir. Birey bu sayede dış çevresi ile alışverişte bulunur. Bedenin çeşitli kısımlarını birbirine bağlayan sinir iplikçikleri organizmanın bir bütün halinde ahenkli olarak çalışmasını sağlar. İnsan böylece çevresine uyumsal tepkilerde bulunabilir.

Duyum ve devim mekanizmalarının çalışması ancak sinir sistemi ile mümkün olur. Duyu organları sinirlerle beyin üzerinden işlevsellik yaratırlar.

Devim mekanizmasına gelince. İnsan konuşabilmektedir. Konuşma eyleminde çalışan her kes beyinden veya omirilikten gelen devimsel(motor) sinire bağlıdır. Psikolojik yönden kaslardaki en önemli olguda bunların birer sinirle beyine bağlanmış olmasıdır.

d. Nöronlar, Sinapslar, Sinir sistemi bölümleri:

· Nöronlar : sinir sistemini meydana getiren hücrelere nöron denir. Bir nöronda en önemli özellik bunun herhangi bir yerinin etkilenmesiyle meydana gelen uyarının öteki kısımlara yayılmasıdır.
· Sinaps: Nöronlar uzantılar aracılığıyla birbirlerine değinir. Bir nöronun başka bir nöronla ilişkisine sinaps denir.

Sinir sistemini üç bölüme ayırmak mümkündür. Kafatasının ve omurganın içini dolduran kısma merkez sinir sistemi, etrafta kalan kısma ise çevresel sinir sistemi, üçüncü kısmı otonom sinir sistemi meydana getirir.

e. Sinir Merkezleri:

Merkez sinir sistemi, kafatasının ve omurganın içini dolduran sinir merkezleri olmak üzere iki kısma ayrılır.

Kafatası içindeki sinir merkezleri üç kabukla çok iyi şekilde korunmuştur. Dışarıdan içeri doğru önce katı kabuk denilen davul zarı gibi dayanıklı bir kılıf vardır. Bunun altında dokunuşu örümcek ağına benzeyen başka bir zar vardır. Üçüncü zara ince kabuk denir. İnce kabuk ile örümcek ağı kabuğu arasında tuzlu ve saydam bir sıvı vardır. Buna beyin suyu denir.

Kafatasını dolduran bu sinir merkezlerini öteden beri ön beyin, orta beyin ve arka beyin olmak üzere üç kısma ayırmak adet olmuştur. Omuriliğin üst kısmından başlamak üzere beyne kadar olan kısma arka beyin denir. Burada bütün kafatası sinirlerinin girip çıktığı omurilik soğanı ile beyincik bulunur. Orta beyin öteki canlı yaratıklara göre insanda çok ufaktır. Bunun görme ve işitme ile ilgili olduğu değerlendirilmektedir. Bütün duysal ve devimsel sinirler de buraya girip çıkar. Bütün öteki yaratıklara nispetle özellikle insanlarda gelişmiş olan kısım önbeyindir. Genel olarak beyin denildiği zaman bu kısım hatıra gelir.

(1) Beyin (Celebrum) :

Kafatası boşluğunun yukarı kısmında bulunan beyin, sinir merkezlerinin en büyüğüdür. İnsanda beyin tüm sinir merkezlerinin ağırlığının yarısını oluşturur. Beyin birbirinin ayna görüntüsü biçiminde iki yarıküreye ayrılmıştır. Bu yarımkürelerin yüzeyinde bir takım girintiler , çıkıntılar ve kıvrımlar bulunur. Beynin üst tabakası kül rengindedir ve sinir hücrelerinden oluşmuştur. Beynin alt tabakası beyazdır ve sinir hücrelerinin uzantılarından meydana gelmiştir. Beyaz tabaka beynin muhtelif kısımlarını birbirine bağlar.

Beyin görme işitme gibi duysal algıların duygulanma, düşünme, hatırda tutma, istemli hareketlerde bulunma gibi en karmaşık eylemlerin ve bilinç ile kişiliği meydana getiren yetilerin merkezidir. Bu çeşitli yetiler beyin yüzeyinde belli bölgelerde toplanmıştır. Beyin yarımkürelerinin bir arızaya uğraması zekayı, belleği, düşünerek ve istemli olarak davranma gücünü yok edebilir. Beyinde nöronlar çok geniş ölçüde ve çok karmaşık biçimde birbirleriyle ilişki halindedir.

(2) Talamus ve Hipotalamus:

Son zamanlarda önbeyin ile orta ve arka beyin arasında, yani beynin iç kısımlarında bulunan organlar üzerinde önemli araştırmalar yapılmaktadır. Genel olarak bu bölgede inceleme yapmak zordur. İşte burada omurilik soğanının üst kısmı ile beynin iki yarı küresi arasında gömülü durumda bulunan talamus organı vardır. Burası omurilikten gelip beynin belli merkezlerine giden ve beyinden gelip omuriliğe giden duysal ve devimsel sinirlerin gelip geçtiği yerdir.

Talamusun hemen altında hipotalamus denilen bir organ bulunur. Bütün beynin ancak yüzde birinden az bir kısmını oluşturduğu halde hipotalamusun önemli fonksiyonları vardır. Merkez sinir sisteminin en çok kan damarları ile örtülü kısmı olup bütün organizmanın kimyasal durumuna karşı en duyarlı yeridir. Hipotalamusun aynı zamanda hem beyin hem de hipofiz guddesi ile sıkı sinirsel ilişki halindedir. Hipotalamusun esas itibarıyla metabolik çalışmanın, beden ısısını düzenleyen otonom fonksiyonların merkezi olduğu anlaşılmaktadır. Hipotalamus vücudun besin ve su ihtiyaçlarına karşı da duyarlıdır. Bu türlü viseral ve somatik eylemlerin düzene konması mekanizmasına homeostasis denir. Böylece beden ısısı, kanda su ve şeker miktarı gibi hususlar yaşamaya en elverişli seviye ve miktarlarda tutulur. Hipotalamusun güdüleme durumu, öfke, korku, cinsel heyecan gibi duygusal tepkiler üzerinde de önemli tesirleri olduğu anlaşılmaktadır.

(3) Beyincik:

Beynin arkasında kafatası boşluğunun alt ve arka kısmında bulunan beyincik, beynin dörtte biri kadardır. Bunun görevi bedenin dengesini ve hareketler arasında işbirliği ve ahengi sağlamaktır.

Beyinciğin yeni keşfedilmiş bir başka fonksiyonu da devimsel öğrenme anılarının saklandığı merkez olmasıdır.

(4) Beyin Soğanı:

Omiriliğin beyin içine girmiş bir kısmıdır. Ön iki çift kafatası sinirinden son yedi çifti ile solunum aygıtına ait sinirler, beyin soğanından çıkar. Bunların bir kısmı burada çaprazlaşır. Bu bedenin sol kısmında olan bir felcin niçin beynin sağ tarafındaki bir arızadan ileri geldiği olgusunu açıklar. Beyin soğanının; nefes alma, yutma, sindirim ve kalp çarpması gibi eylemler üzerinde önemli etkileri olduğu saptanmıştır. Beyin soğanında bulunan ve bir ağ manzarası gösteren retikiler formasyonların, uyku ve uyanıklık hali ile ilgili olduğu sanılmaktadır. Bu bölgeye şiddetli bir vuruş insanı derin uyku veya koma haline sokmaktadır.

(5) Omurilik:

Omurga halkalarının meydana getirdiği oluk içinde beyinden 45 cm kadar aşağı doğru uzanır. Beyinde olduğu gibi beyaz ve külrengi kısımları vardır. Ama beyindeki durumun aksine omiriliğin içerisinde x harfine benzer bir biçimdedir. Külrengi madde sinir merkezlerinin ana cevheridir. Duysal sinirler ilettikleri uyarımı buraya bırakır, devimsel sinirlerde kasları ya da bezleri harekete geçirecek emirleri buradan alırlar.

Omurilik hem bir sinir merkezi hem de iletici bir organdır. Bir sinir merkezi olarak kendiliğinden meydana gelen ve istemli olmayan refleksleri yönetir. İletici organ olarak ta bir takım duysal ve devimsel uyarımların beyne yada kaslara gitmesini sağlar. Kol ve bacak gibi bedenin önemli organlarının sinirleri omuriliğe bağlıdır.


f. Sinirler:

Genellikle sinir iplikçikleri bir ipte olduğu gibi birleşik kalın kordonlar meydana getirir. Bunlara sinirler denir.

Sinirler kaynaklarına göre ikiye ayrılır; Kafatası sinirleri(12 çift olup beyinden çıkarlar. Bunların başlıcaları gözler , kulaklar, yüz, burun, dil ve bedenin yukarı kısmındaki akciğer, kalp, mide gibi organlarla bağıntıyı sağlar) Omirilik sinirleri(omurga halkalarının çift deliklerinden çıkıp kollara, bacaklara ve gövdenin muhtelif kısımlarına dağılır. Hepsi 31 çifttir.)

Sinirler gördükleri vazifelerine göre de ikiye ayrılırlar. Duysal sinirler( Duyu organlarından sinir merkezlerine doğru gider. Bunlar organizmanın çevresinden gelen uyarımları bir sinir akımı halinde sinir merkezlerine ulaştırırlar.) Devimsel sinirler( Merkezden verilen harekete geçme emirlerini kaslara ve bezlere iletir.)

g. Otonom Sinir Sistemi:

Birbirine sinir iplikçikleri ile bağlı düğüm gibi sinir yığınlarından(gongliyenlerden ) meydana gelir. Bunlar beyin kökünden çıkar, omurganın iki yanında bir çift kordon olarak uzanır.

Otonom sinir isteminin görevi iradenin kontrolünde olmayan kan damarları, kalp, mide, bağırsak gibi iç organların yani bitkisel yaşamın çalışmalarını düzene koymaktır. Bu sistem aslında bir devimsel sinir sistemidir. Bu sistemden çıkan sinir iplikçikleri düz kaslara ve iç bezlere gider.

Otonom sinir istemi iki gruba ayrılır. Bu sistemin kafatasına yakın yukarı kısmı (kranyal) ile kuyruk sokumuna aşağı kesimine(sokral) parasempatik sistem denir. Parasempatik sistem salgı bezlerinin, sindirim sisteminin(mide ve bağırsakların) damarların iç zarlarını meydana getiren düz kasların faaliyeti ile ilgilidir. Bu bölüm, beslenme, nefes alıp verme, bedenden lüzumsuz maddeleri dışarı atma, büyüme, beden hücrelerini yenileme, çoğalma gibi bedenin bitkisel faaliyetlerini düzene koyar.

Otonom sinir sisteminin yukarı ve aşağı kesimleri arasında kalan bölüme sempatik sistem denir. Bu sistemden çıkan sinirler de aynı iç organların düz kaslarına ve bezlere gider. Ancak bu sistem daha ziyade aşırı heyecan ve stres hallerinde, ani bir tehlike karşısında organizmada meydana gelen kalp çarpıntısı, bez faaliyetleri gibi değişikliklerle ilgilidir.

Sempatik ve parasempatik bölümler bazen birbirini tamamlayıcı çoğu zamanda birbirine zıt faaliyette bulunur. Örneğin kalp vuruşları parasempatik bölümden gelen uyarılarla yavaşladığı halde sempatik bölümden gelen uyarılmalarla hızlanır. Mide çalışması parasempatik bölümden gelen sinirlerle faaliyete geçtiği halde sempatik bölümden gelen sinirlerle çalışması engellenir. Parasempatik bölüm bedenin sağlığını devam ettirir, gelişmesine yol açar ve bitkisel faaliyetleri düzene sokar.

Otonom sinir sistemi merkez sinir sistemi ile ilişkili olduğu halde bunun faaliyeti istemli değildir. Yani otonom sinir sisteminin denetlediği organ faaliyetlerini genel olarak kontrolümüz altına alamayız. Çok az insan nabız atışını ya da mide çalışmasını yavaşlatıp hızlandırabilir. Bu iki sistem arasındaki ilişki psikomatik olayları yani psikolojik olaylarla bitkisel yaşam arasındaki bağlantıyı açıklar. Örneğin utanma sırasında yüzün kızarması ve terleme, imrenme sırasında ağzın sulanması, öfkenin sindirimi etkilemesi gibi olaylar böylece açıklanır.

h. Endoktrin Sistemi:

Sinir sisteminin sağlıklı olması bedendeki öteki organların ve sistemlerin iyi çalışmasına bağlıdır. Bu sistemin beslenmesi için lüzumsuz maddelerin dışarı atılması gerekir. Bedenin herhangi bir yerinde meydana gelecek bozukluk merkez sinir sistemini de etkiler.

Bedendeki fizyolojik tepkiler üzerinde bez salgılarınında rolü olur. Bezler ya bir takım kanallara ya da doğrudan doğruya kana kimyasal madde salgılar. Bedendeki fizyolojik faaliyetlerin büyük bir kısmı sinir sistemi ve bez faaliyetlerinin işbirliği ile meydana gelir. Bu bakımdan bedenin iç ekonomisini dengede tutan, geniş ölçüde nöro hümoral sistemdir denilebilir.

Endoktrin sistemi salgılarını doğrudan doğruya kana ya da lenfotik sisteme akıtan kanalsız iç bezlerden oluşur. Endoktrin sistemi ile sinir sistemi sıkı bir şekilde birbirine bağlıdır. Bu iç bezler hormon adı verilen kimyasal maddeleri kana salma yoluyla sinir sistemindeki hücreleri etkiler. Her bezin kendine mahsus görevleri vardır.

(1) Troid(Kalkan Bezi) :

Boğazın ön ve üst kısmında bulunan troid, tiroksin adı verilen bir hormon salgılar. Bunun heyecan haliyle bir ilişkisi olduğu sanılmaktadır. Troid bezi çok faal ise insan çok etkin, kaygılı ve kararsız olur. Böyle bir insan önemsiz nedenlerle çabuk heyecanlanır ve sinirleri gergin bir durumda olur. Troid bezi salgılarının beyin soğanındaki retiküler sistemi de etkilediği sanılmaktadır.

Troid salgılarının azlığı ise insanda genel bir duygusuzluk ve dalgınlık haline yol açar. Böyle bir insanın davranışları yavaştır. Bu durumda dikkatsizlik, çalışmaya hevessizlik ve kilo alma eğilimi belirir. Troid salgısının eksikliği çocukluktan itibaren devam ediyorsa bireyde zeka geriliği ve bedende deformasyon meydana gelir.

(2) Adrenaller(Böbreküstü Bezleri):

Bedenin arkasında ve böbreklerin üstünde bulunan bu iç bezlerin iki türlü salgısı vardır. Adrenallerin iç kısımlarından gelen ve adrenalin(epinephrin) adı verilen salgı kuvvetli heyecan durumlarında bedende bazı fizyolojik tepkilere yol açar. Örneğin korku uyandıran bir durum karşısında sempatik sinir sisteminden gelen bir uyarılma ile adrenaller kana fazla miktarda adrenalin salgılar. Bunun sonucu olarak kalp daha hızlı çalışmaya başlar, karaciğer kana daha çok miktarda şeker verir ve kaslara daha çok kan gider. Böylece birey daha yoğun bir çalışma temposuna girer.

Adrenallerin dış kısmında (korteks) topluca kortin adı verilen bir takım salgılar bedenin sodyum ve su oranını dengede bulundurur ve kana oksijen sağlama gücünü taşır. Sodyum sinirlerin uyarılması bakımından önemli olduğu için bu salgıların yetersizliği düşük tansiyona sebep olur. İnsan çabuk yorulur ve halsizlik hisseder.

(3) Gonadlar(Cinslik bezleri):

Erkek ve dişi cinslik bezlerine gonadlar denir. Bunlar çocuklukta çok faal olmayıp özellikle erinlik çağında etkin bir duruma girer. Gonadlar cinsel duygu ve gelişmelerle ilgilidir. Kızlarda göğsün gelişmesi aylık adetin görülmeye başlaması, erkeklerde sakal ve bıyığın çıkması, sesin değişmesi gibi iki cinsi birbirinden ayıran fizyolojik değişikler gonadların salgıları sonucu meydana gelir.

(4) Hipofiz:

Beynin arka ve alt kısmında bulunan hipofiz, iç salgı bezlerinin en önemlisi sayılır. Çünkü bütün bezlerin faaliyetini düzene koyar. Zayıfladığında insan kişiliğinde bazı bozukluklar görülür.

i. Devim Sistemi (Kaslar):

Çevreyi etkilememizi mümkün kılan el kol hareketleri ve yürüme gibi fiziksel davranışlar bedendeki çizgili kasların çalışmasıyla meydana gelir. Bu kaslar iskeletin muhtelif kısımlarını hareket ettirirler. Bu kaslar aynı zamanda dil, göz kapağı, ses kordonları gibi doku parçalarını
da hareket ettirirler.

Kaslar birbirlerini destekleyenler ve birbirine zıt olarak çalışanlar olmak üzere iki kısma ayrılır. Herhangi bir davranışın meydana gelebilmesi için bir grup kas muhtelif derecelerde büzülür, başka bir grup kas ise gene değişik ölçülerde gevşer.

İç organlardaki fizyolojik değişimleri sağlayan düz kaslardır. Düz kaslar büzülüp gevşeme yoluyla iç organların boyutlarını değiştirir, böylece bir takım fizyolojik hareketler meydana gelir.

Böylece tepkiler çizgili kasların, düz kasların ve çeşitli bezlerin çalışması ile meydana gelir.

(1) Refleks:

Reflekste davranışların biyolojik temeline dayalı mekanizma organizmada kendi yaşamını koruyucu en uygun davranışları meydana getirir.

Reflekslerin merkezi omiriliktir. Dıştan bakınca refleks uyaran ve bir tepkinin birbirini izlemesinden meydana gelir. Bu otomatik bir harekettir.

(2) Tropzim Olayı(En ilkel davranış):

Tek hücreli hayvanlarda görülür. Örneğin amip kendisini besleyecek yararlı bir madde ile karşılaştığında buna doğru hareket eder. Aynı şekilde zararlı bir madde ile karşılaşınca aksi istikamette kaçınma hareketi yapar. Buna tropzim olayı denir.
j. Beynin Formasyonel Varlığı:

Beyin bireyin işlevselliğinin mekezidir. İnsan bilinci ruh ile beynin fonksiyonelliğinin eseridir. Ruh organizmada başından itibaren hakimiyet kurar. Böylece ruh ve beden bütünleşir. Ruh ve bedenin bütünlüğü insanın bu dünyadaki formasyonu olur. Ruhun beyin üzerindeki etkileşimini duygulama olarak algılamaktayız. Duyulama fonksiyonu ile duygulama fonksiyonunu beyinde bütünleştiren ruhtur. Böylece insan tek bir form halinde ortaya çıkar.

Vücudun fonksiyonelliğini beyin ve sinir sistemi sinkronize etmektedir. Ancak ruhun etkisini hislerimiz ve mizacımızla anlar hale gelebiliriz. Beyin bu bakımdan çok karmaşık ve anlaşılırlığı zor bir yapıdır. Beyin bir hafıza, bir işletim sistemi, bir kararlılık mekanizması fonksiyonelliği ile düşünüldüğünde tüm hayatı kuşatan oluşların merkezi durumundadır. Bilginin salt komut olmadığı, bunu duygulama yoluyla çözümlediği ve bu çözümün şartlara göre yorumlandığı bir fonksiyonellik mükemmel bir uyuşum kriteryası yaratır.

İnsanı düşünsel manada işlevselliği ile anlayabilmek, onun konuşma-etkileşim formasyonu içinde var etmek beynin görev yapısının karmaşasını anlamamız bakımından önemlidir.

k. Davranışları Etkileyen Etmenler:

Davranışları hem fiziksel ve toplumsal çevreden hem de insanın içinden gelen nedenleri vardır. Bir kimsenin herhangi bir andaki davranışı, sadece onu o anda etkileyen çevresel uyarıları bilmekle açıklanamaz. Birey düşünüşünü çoğu zaman içinden alan dinamik bir varlıktır. O sadece çevresinden gelen uyaranlara tepkide bulunmakla kalmaz, yani ancak dürtüldüğü zaman harekete geçen bir otomat değildir. Davranışların belki daha önemli etkenleri ihtiyaçlardan doğan içsel yaşantılardır. İşte organizmayı çeşitli davranışlara sürükleyen iç etmenler; ilgi, dürtü, istek, iştah, emel, amaç, ideal, tutku v.b. kelimelerle anlatılır. Bunlar fizyolojik ya da psikolojik olabilir. Bunların hepsine birden genel olarak güdü adı verilir. Güdüler davranışları dış uyaranlardan daha kuvvetli olarak etkiler.

Güdü terimi ile yakından ilişkili olarak ihtiyaç ve dürtü terimleri kullanılır. Bu terimler bazen eş anlamlı bazen de birbirinden az çok farklı olarak kullanılır. Psikolojide “ihtiyaç” terimi insanın gelişimi ve çevresiyle uyumsal bir ilişki kurabilmesi için gereken önemli koşulların eksikliği anlamına kullanılmaktadır.

Organizma içinde en elverişli yaşama koşullarının kendiliğinden devamını sağlayan doğal mekanizmaya “homestatik mekanizma” denir.

Bireyin fizyolojik ve psikolojik eylemlerinin büyük bir oranı varlığını sürdürmeye, kendini gerçekleştirmeye yarayacak en elverişli koşulları belli sınırlar içinde bulundurma amacını güder.

Homestatik denge durumunun bozularak eksiklik duyulmasına ihtiyaç, bu eksikliği gidermek için organizmada beliren güce dürtü(drive); organizmanın ihtiyacı gidermek için belli bir yönde etkinlik göstermesi eğilimine de güdü (motive) denir. Güdülerde bir takım davranışlara yol açar.

İhtiyaç --- dürtü --- güdü ---- Davranış

Organizmayı belirli davranışlara sürükleyen içsel olayların tümüne güdülenme durumu denir. Güdülenme halinde; - Organizmanın genel etkinliği artar, - Güdülenmiş organizma belli bir doğrultuya yönelir.

Başgüdü: Gerçekleşim: Freud seks güdüsünü, Adler ise üstünlük güdüsünü baş güdü göstermiştir. Bugün gerçekleşim (actualization) baş güdü olarak kabul edilmektedir.

Fizyolojik Güdüler: Özgül olarak fizyolojik sayılan organik güdülerde gerçekleşim, yani yaşama ve var olma güdüsüne hizmet eder. Bunlar özellikle beden dokusunun canlı kalması için gereken ihtiyaçlardan meydana gelir. Fizyolojik ihtiyaçlardan doğanlara evrensel ve birincil güdüler de denir.

Toplumsal – Psikolojik Güdüler: gerek benliğin savunulması ile, gerekse başka kişilerle ilgili güdülere psikolojik ve toplumsal güdüler denir. Sosyal güdüler yaşantılar sonunda meydana gelir ve ileriki yaşlarda davranışları daha çok etkiler. Bu yüzden bu güdüler organik güdülerden farklı olarak toplumdan topluma az çok değişirler.

Bağlılık ihtiyacı – Bir gruba bağlanma, kendini daha büyük bir grubun parçası hissetme ihtiyacıdır.

Güvenlik İhtiyacı
Saygınlık Kazanma İhtiyacı
Cinsel Güdü
Özgürlük ve özerklik ihtiyacı
Saldırganlık Güdüsü
Hazza varma, elemden kaçma. Bunlarda etken olan güdülemelerdir.

l. Büyüme ve Gelişme:

Çocuk zaman ilerledikçe hem büyür hem de gelişir. Büyüme nicelik artış anlamına gelir. Gelişme daha kapsamlı bir tabir olup büyümeyi de içine alır. Özgül anlamda gelişme sözünden büyümeden farklı olarak yapısal ve nitelik bakımından değişikliklerde kastedilir.

Bireyin gelişmesi kısmen öğrenme, kısmen de olgunlaşma yoluyla olur. İnsan gelişiminde olgunlaşma ve öğrenme içi içe oluşur. Olgunlaşma öğrenmenin temelidir. İnsan olgunlaşma sayesinde daha önce öğrenemediği ve beceremediği bir çok şeyleri yapabilir ve öğrenebilir duruma girer.

Başlıca gelişme kanunları:

- Gelişme sürekli bir oluşumdur.
- Gelişmenin hızı her dönemde aynı değildir.
- İnsanın değişik yanlarının gelişimi değişik zamanlarda hızlanır.
- Yetenek ve becerilerin gelişimi belli bir sıra izler.
- Gelişmede belli yönelimler vardır.

. Büyüme baştan ayaklara doğru bir sıra izler
. Gelişmede içten dışarı, merkezden etrafa doğru giden bir yönelim dikkat çeker.

- Gelişimi hem iç hem de dış faktörler etkiler.
- Gelişimin çeşitli yanları birbirini etkiler.


m. Ruh ve Ruhun Dinamik Formasyonu:

İnsan hem yetinmeyi hem de arsızlığı birlikte yaşatan bir özel duruma sahiptir. Bu tanrısal bir özelliktir ve ruh bunu oluşturur. Yetinme disiplini öğretir, arsızlık gelişmeyi sağlar. Böylece tekamül ortaya çıkar.

İnsanın öteleyici iki yanı vardır. Biri hayal gücü, diğeri mantığıdır. Öğrenme hayal gücünü geliştirir. Mantık ise yönetselliği ve gelişmeyi sağlar. Böylece uyumlu ve dengeli toplumsal varlık bilinci doğar.

Ruhun birinci dinamik etkisi; kavrama ve belli güdüleri duygulama yoluyla harekete geçirmedir. Böylece temel ve bireye özgü yöneliş tarzı ve davranış disiplini doğar.

Bireyin ruhunun ikinci dinamik etkisi; isteklerin çözümlenme etkileşimidir. Böylece birey üretmeyi ve verimliliği öğrenir.

Ruhun üçüncü dinamik olgusu; var oluş etkenliğidir. Bu olgu; kişilik, sosyal duruş ve stratejik duruş ile ilgili sonuç yaratır.

Ruhun dördüncü dinamik olgusu; üstünlük bilincine dayanır. Bu oluşum liderlik, yönetme bilinci, sahip olma arzusu, öğrenme gibi sonuçları idealize eder.

Ruhun beşinci dinamik olgusu; fizyolojik-psikolojik denge içinde uyumlu yaşama etkisini arama bilinci yaratmasıdır. Böylece insan daha iyiyi ve daha güzeli arama temayülü gösterir.

Netice olarak ruh karar dinamiklerinin tekamülüne dayalı bir varlık bilincini yaşamsal olarak hayata geçirir. Bu hayatın ruhla gelen başkalığı budur.

n. Duygu – Duygulama:

Sevgi, nefret, korku, ümit, sevinç, keder, neşe, kuşku ve sıkıntı günlük konuşmalarda pek çok kullanılan sözcüklerdir. Bu türlü yaşantılar duygusal yaşam deyimi altında toplanır.

Aslında duygular, düşünceler ve devimler psikolojik olayların birbirinden ayrılması çok güç olan temel öğeleridir. Duygu, düşünce ve devim arasında kesintisiz bir ilişki, bir iç içe oluş vardır.

Duygular davranış ve yaşantımızla birlikte meydana gelir ve bunların bir yanıdır. Karşılaşılan durumlar ne derece temel ihtiyaçları doyurursa o kadar kıvanç duyulur, mutlu olunur. Bu ihtiyaçlar ne kadar doyumsuz kalırsa o kadar elem olur. Bütün duygular az ya da çok elem veya haz uyandırır. Haz ve elemin organizma üzerinde birbirine zıt etkileri olur. Genel olarak haz düşünmeyi çabuklaştırır, elem ise ağırlaştırır. Haz hareket ve faaliyeti uyarır. Elem ve keder ise etkinliği azaltır.

Haz ve elem duygusal yaşamın iki niteliğidir. Duygular en olumlu olanlardan, en olumsuzlara kadar bir ölçek üzerinde sıralanabilir. Bu ölçeğin ortasına düşen şaşkınlık, merak ve bekleyiş gibi ne kıvançlı ne de acılı olmayan duygularda bulanır.

Duygular bir de yeğinlik(şiddet) bakımından birbirinden farklılık gösterir. Çok şiddetli ve hafif duygular vardır. İnsan yerine göre bir olay karşısında ya biraz memnun olur veya davranışlarını kontrol edemeyecek derecede sevinir, üzülür veya derin bir kedere kapılabilir. Bu iki uç arasında derece farkları gösteren daha az ya da çok yeğin duygu halleri görülebilir.

Korku ve öfke gibi birçok duygu organizmanın yararında değil zararına olan uyarıcılar karşısında meydana gelmektedir.

Duygular aynı zamanda gerginlik uyandıranlar veya gevşek olanlar olarak ta sınıflandırılabilir. Bekleyiş organizmada çok gergin bir duygu hali yaratır. Şaşkınlık, ilgi, merakta çeşitli ölçülerde gerginlik uyandıran duygulardır. Sevinç ve şefkat ikisi de olumlu, yani haz veren duygular oldukları halde sevinç şefkate göre daha çok gerginlik yaratan bir duygudur. Öfke ve kıskançlık hem elem veren hem de şiddetli gerginlik uyandıran duygulardır. Duygular böylece haz ve elem, az yada çok yeğinlik, gerginlik ve gevşeklik bakımından üç halde nitelendirilebilir.

o. Bireyin Biyolojik Yanı; Soya Çekim:

Dünyada herkes biliyor ki hiç kimse kimsenin benzeri değildir. Gerek fizyolojik gerekse psikolojik veriler bakımından herkes birbirinden farklıdır. Bilim adamları bu olgunun rastlantısal bir sonuç olduğunu düşünmektedirler. Halbuki bu Allahın yaratış kudretinin bir tezahürüdür.

Kadının yumurtasının doğuştan gelen fonksiyonelliği bellidir. Bu durumda rastlantısallığı mekanize eden erkeğin testislerinde her gün oluşan milyonlarca sperme dayandırmak gerekmektedir. Bugün biliyoruz ki dişi – erkek DNA moleküllerinin taşıdığı farklılıklardan ruhun tercih ettiği bir özellikler bütünü ortaya çıkmaktadır. Biz dünyaya bilemediğimiz ruhu bildiğimiz yöntemlerle çağırmaktayız. Ve o ruh başta soya çekim olmak üzere geleceğin ışığını yansıtan bir unsur olacaktır.

Soya çekim bir evrensel yasadır. Ruh bu soya kişilik katacak ve onun sosyal örgüsü içinde yaşayacaktır. Bu oluşumu Allahın kontrol ve tekamül yönlendirmesi olarak düşünmemiz gerekir. Hiçbir şekilde kutsanmamış ruh veya insan yoktur. Tanrısal dinamikleri anlamak bireyde görülen değer ve olguları analiz edebilmekle mümkün olabilir.

İnsan kişiliği formasyonu soya çekimden ayrı olarak çevre fonksiyonelliği ile de ilişkili özellik taşır. Ruhun kendini tanıması dönemi olan çocukluk ve gençlik çağları çevre – soya çekim anlayışlarıyla açıklanmaya çalışılsa da kendine özgülüğü anlatamaz. Bu tanrısal kudretin ve her bir insanın kendine özgülüğünün açık kanıtıdır.

İnsanı insan yapan özellik kendinde olan farklılıktır. Bütün hayat bu farklılığın peşinde koşarak geçer. İşte bu konuyu stratejik bir vizyona çevirmek ve çabayı birikim yapan değerler dönüştürmek amaç ve istekliliğimizdir.

Mutlaka insanın büyük kaderi olan yaradılış öyküsü yaşamımızın en önemli belirtisidir. Kendimizi tanımak ve önerilen yaşamımızı benimsemek vaz geçilmez uyarlılık yaşamı olmalıdır.

p. Konuşma Fonksiyonelliği:

Bugün dünyada yaşayan insanların % 95 i sadece ihtiyaçları için konuşur. Bu tam manasıyla bir rezalettir.

Konuşma ihtiyaçtan doğmuş, duygusallığı anlaşılır yapabilmek çabasıyla genişlemiş, toplumsallığı ve derinlemesine sosyolojiyi yaratabilmek üzere bugünkü halini almıştır. Konuşma insanın doğasının en önemli unsurudur. “Kendini Tanı” isimli bir kitapta insanların kendilerinin ne kadar yüce bir varlık olduklarını göstermek için konuştukları yazıyordu. Bunun insan ruhunun tatminkarlığı ile yani tanrısal yönü ile ilişkili bir açıklamayı taşıdığını kabul etmeliyiz. O halde insan; ihtiyaçları için konuşacak, bilgi derinliğini anlatmak için kendini anlaşılır yapacak ve kendini göstererek liderlik özelliğini çalıştırmak için gayret içine girecektir. Bu durumda bizim insanı konuşturacak bir sosyalizasyon tasarımı yapmamız dünyadaki tatminkarlığın dengelerini olumlu yönde değiştirebilecektir.

İnsanlara sanat ile duygu tasviri kapsamında alışkanlıklar yüklemek gerekir. Bugün eğitim olgularında sadece bilgi temelli sürükleme vardır ki bu insan doğasını pasifize etmekten başka bir şey değildir. Bilgi önemlidir ama yorumlama ve ifade ederek anlaşılırlık ortaya koymak insan için çok daha değerlidir.

Yönetselliğin temel unsurlarından biri ilkeler belirleyebilmektir. Konuşma dengeleri ile insanları ikna etme becerisi bir tekamül unsurudur. İnsanları cebren harekete geçirme yaklaşımı bugün ne kadar ilkelse ikna etme becerisindeki tekamülün etkisizliği de o kadar eksiktir. Bu durumda konuşma teknikleri açısından duyarlılık ve eğitsellik süratle geliştirilmeli ve yaygınlaştırılmalıdır. Bu yaklaşım insanların tatminkarlıklarına önemli derecede katkı sağlayacaktır. Konuşmak söylediklerini dinletmek ve gerçekten bir şeyler söylemek insan entelektüelitesini gösteren bir sonuçtur. O zaman tekamül konuşturmak ve konuştuğunu anlaşılır kılmaya dayandırılmalıdır.

q. Düşünme Fonksiyonelliği:

Düşünme karşılaşılan bir problemi zihinde çözebilme gücü olarak tanımlanabilir. Düşünebilmek için zihinde geçmiş yaşantıların izlerinin ( imge ve tasarımlarının) bulunması gerekir. Bunlar düşünmenin ham maddesini oluşturur.

- Kavramlar (Konsept) :

Zihinde yaşanmış olayların izleri önce bireysel ve somuttur. Zihin bunlar üzerinde çalışır. Zaman ile ve bir çok yeni yaşantı izleriyle bu somut ve bireysel tasarımlar soyutlaşır ve derece derece genelleşir.

Zihinde zamanla biriken imge ve tasarımlar üzerinde daha ileri bir takım işlemler yapılır. Bunlar soyutlandıktan sonra zihinde birbirleriyle karşılaştırılır. Bu karşılaştırılmada zihinde birbirine benzeyen ortak niteliklere sahip olan tasarımlar gruplandırılarak genel tasarımlara varılır. Bunlara kavram denir.

- Yargılar :

Çeşitli gözlemler ve yaşantılar sonunda zihindeki somut veya soyut tasarımlar arasında bunları bazen birbirine yaklaştıran, bazen de uzaklaştıran bağlar kurulur. Böylece bir takım yargılar meydana gelir.

- Uslamlama:

Düşünmenin bir türü de uslamlamadır. Uslamlama geçmiş yaşantılar sonucu zihinde meydana gelmiş yargılardan yararlanarak yeni yargılara varma süreci olarak tanımlanabilir. Bu yöntemle bilgiler çoğalır, yaygınlaşır ve derinleşir.

. Tümevarım yoluyla uslamlama: Birçok küçük, özgül gözlemler sonucunda elde edilen bilgileri bir araya getirerek bir genel yapıya varmaya tümevarım denir.

. Tümden gelim yoluyla uslamlama: Temel bir önermeden tikel bir önermeye kanunlardan olaylara etkenden etkiye geçme yolu olarak tanımlanır.

Netice olarak düşünsellik bir öğrenme-duygulama bileşkesi açıklığıdır. Bu oluşum ruhun yönetme ekseninde anlam bulur. Bizim eğitim ve sosyalizasyon dengelerini genişletme perspektifimiz dünyanın düşünsel kalıbını zorlamak anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ADN seviyesi düşünselliğin yaygınlık kazandırılması anlamına gelmektedir.


İNSAN PSİKOLOJİSİ ANALİZİ:

İnsanı insan yapan öğe hiç şüphesiz ruhudur. Ruhun kattığı fonksiyonellik bize düşünme derinliği sağlar. Böylece hayat anlam kazanır. Her insan yaşadığı sürece hayat kapsamında insanlarla iç içedir. Bu iç içelik bir duruş ve varlık etkileşimi ortaya koymaktadır. İnsanın kendi varlık bilinci ve duruş etkileri çevrelerin etkisi ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu etkileşim insan doğasını yaratmaktadır.

İnsanın bir etkileşim unsuru olarak görülmesi ve onu bu durumunda belirgin hale getirmek bu bölümün amacını teşkil etmektedir. İnsan duyarlılığını ve böylece kendi değerlerini anlamasını sağlayacak bu bilgileme insanın duruş gücünü teşkil edecektir. Ben hayatımda hep kendimi merak etmişimdir. Okuduğum kitaplarda kendimi anlatan hiçbir şey bulamadığım için hep kavramları kendime göre yorumladım. Şimdi bu yorumlamaları anlaşılır kılarak hazırlamaya çalıştığım bu kitap okuyanlara öncelikle kendilerini anlama fırsatı verecektir. Şu gerçek ki ben sadece başlangıcı yapmaktayım. Eminim ki konunun uzmanları çok daha güzellerini yaratacaklardır. Böylece insanlık kendini öğrenme unsurlarına kavuşacaktır.

a. Duyumlar:

Çevreden organizmayı etkileyen herhangi bir güce uyaran ya da uyarıcı nesne denir. Ele batan iğne, göze çarpan ışık, renk ve şekiller, kulağa gelen sesler birer uyarandır. Aslında uyaranlar çevrede olup biten enerji değişiklikleridir. Bunlar mekanik, ısısal ve kimyasal olabilir. Bu fiziksel ve kimyasal değişiklikler yeteri kadar kuvvetli olursa duyu organlarını etkiler. İnsan her an çevresinden gelen uyaranların etkisi altındadır.

Çevreden insana çarpan bütün uyarıcılar belli duyu organlarında kimyasal ya da elektriksel değişikliklere neden olurlar. Bu değişikliğin meydana getirdiği sinir akımının belli sinir yollarından geçerek beyne ulaşmasına duyum diyoruz. Bu fizyolojik bir olay kabul edilir. Çevreden gelen bu etkilerin böylece duyulabilmesi yetisine de duyu denir.

Bir duyumu doğurabilecek en düşük değerde bir uyarılmaya “eşik” denir. Eşik değerden daha az yeğinlikte olan uyarılmalar hiçbir duyum meydana getirmez. Eşikler başlangıç ve ara olmak üzere iki bölüme ayrılır. Başlangıç eşiği duyum ile duyumsuzluk arasındaki farktır. Yani mümkün olan en düşük seviyede bir uyarılmadır.

b. Dikkat ve Algı:

Duyu organları yardımıyla çevreyi incelemeye gözlem denir. Gözlemde önce dikkat sonra algı olmak üzere iki evre söz konusudur.

Dikkat psiko-fizik enerjinin bir nokta üzerine toplanması demektir. Bu da gözlerin bir noktaya dikilmesi, bazı kasların büzülüp gevşemesi gibi bir olayı ya da nesneyi iyice kavramak üzere organizmanın hazır bir duruma getirilmesidir.

Duyu organlarımıza çarpan bir uyaranı duymak mümkün olsaydı, bunların hepsi birden açıkça kavramazdı. Organizma bu çeşitli etkiler arasında bir seçim yapmak zorundadır. Dikkat halinde bilincin kapıları bir takım uyaranlara kapanıp psiko-fizik güç ancak ilgi duyulan sınırlı alan üzerinde toplanır.

Dikkat sık sık bir konudan başka bir konuya atlar. Buna dikkatte kayma olayı denir. Sürekli dikkat denilen durum dikkatin belli bir konunun sınırları içinde bir noktadan ötekine kaymasından ibarettir.

Aynı zamanda iki şeye dikkat etmek kolay olmaz, hatta bunun mümkün olmadığı ileri sürülür.

Duyumlar algılama fiilinin fiziksel ve fizyolojik yanlarıdır. Duyumlar bağımsız olaylar değildir. Hemen her duyumla birlikte bir algılama yapılır. Böylece psikolojik olayların en yalın öğeleri duyumlar değil algılamalardır.

Algılamada iki olgu dikkati çeker. Algılamada beyne iletilen uyarımlar; gruplar halinde örgütlenir, aynı zamanda bir anlam taşır.

c. Öğrenme:

Herkes her an bir şey öğrenmekte, herkes zaman zaman başkalarına da bir şeyler öğretmeye çalışmaktadır. Öğrenme yalnız okul duvarları içinde geçmez, hayatın her alanında ve anında meydana gelir. Öğrenme insan davranışlarının ayrılmaz parçasıdır.

İnsanları hayvanlardan ayıran en önemli özelliklerden biri insanda öğrenme yeteneğinin çok daha üstün oluşudur. Hayvanlar daha çok içgüdüleri ile yaşarlar.

İçgüdüler öğrenilmeden yapılan ve nedenleri bireyin kendisi tarafından bilinmeyen kalıtsal davranışlar olarak tanımlanır. Hayvan davranışlarının çoğu içgüdüseldir. Biyolojik bakımdan iç güdüler doğuştan olan ve sinir sisteminde sinoptik bağların meydana getirdiği bir takım sinirsel örüntüler olarak açıklanabilir. Bu örüntüler sonucu bazı davranışların hiç öğrenilmeden yapılması mümkün olabilmektedir.

Öğrenme deyince aklımıza ilk önce ezberleme veya belleme gelir. Ancak öğrenme bilgi edinmeden ibaret değildir. Öğrenme düşünsel, devimsel, duygusal ve sosyal olmak üzere birkaç bölüme ayrılır.

Zararlı-zararsız ve yalın-karmaşık gibi bölümleri de olabilmektedir.

- Öğrenme bir davranış değişikliğidir:

En geniş anlamda öğrenme; davranışlarda meydana gelen değişiklik olarak tanımlanabilir. Öğrenme bir çeşit gelişmedir. Gelişme de bireyin hayatında başlangıçtan sona kadar yavaş, ama sürekli olarak meydana gelen bir takım değişmelerdir. Bu değişmelerden bir kısmı zamanla kendiliğinden meydana gelmektedir ki buna “olgunlaşma” denir.

- Öğrenme çevreye uyum sürecidir:

Öğrenme bir uyum olarak ta tanımlanabilir. Bu bakımdan öğrenme; davranışları, ihtiyaçları daha iyi karşılayacak biçimde düzene koyma ya da yeni bir durum karşısında bunları yeniden örgütleme anlamına gelir.

Davranışları değiştirmek için alışılagelen davranışların ihtiyaçları istenildiği gibi karşılayabilmesi gerekir. Yani öğrenme için bir miktar engelleme ve mutsuz olma söz konusudur.

- Öğrenmenin biyolojik temeli:

Yeni davranışların öğrenilmesi sinir sistemi ile mümkün olmaktadır. Sinir sistemi daha çok gelişmiş olan canlılarda öğrenme gücü daha üstündür. Öğrenme, beyinde bir takım kimyasal, elektriksel değişiklikler ve sinir sisteminde yeni sinoptik bağların kurulması ile açıklanmaya çalışılmaktadır. Aslında ruh ile öğrenme biyolojisi arasında bir öteleme dengesi mevcuttur. Bilgi beyinde duygulama olarak yüklenirken ruh etkileşim dinamikleri ile bu hem yöneten hem de kullanan durumundadır.

Beyinde olup bitenlerle ilgili çok az şey bilinmektedir. Beyinde bazı oluşumların cereyan ettiği ancak arada geçen tepki zamanı ile anlaşılmaktadır. Bu bakımdan zihinde geçen oluşumlara deneysel psikologlar “vardanık olaylar” demektedirler.

- Öğrenme olayının çeşitli açılardan incelenmesi:

· Çağrışım yoluyla öğrenme:

Bazıları öğrenmeyi iki olay arasında ya da özgül olarak uyarıcılar ve tepkiler arasında bir bağ kurma süreci olarak açıklarlar. Aristo başlıca dört çağrışım kanunu olduğunu ileri sürer.
. Zamanda yakınlık : zaman bakımından birbirine yakın olan şeyler birbirlerini hatırlatır.

. Uzayda yakınlık : Aynı yerde olan şeyler birbirlerini bilinç altına çeker.

. Benzerlik: Birbirine benzeyen şeyler birbirlerini hatırlatır.

. Karşıtlık: Zıt olan şeylerde birbirlerini bilinç altına çekebilir.

Modern yaklaşımlar zamanda yakınlık konusu üzerinde durmuşlar ve buna “bitişiklik kanunu” demişlerdir.

· Sınama ve Yanılma:

Birey bir problem ile karşılaşınca türlü tepki ve davranışlarda bulunur. Bu tepkilerden hangileri problemin çözülmesine yardım ederse o davranışı benimser ve işe yaramayan tepkiler tekrar etmez.

Bu işlemin belli başlı adımları:

. Önce bireyin bir ihtiyacının engellenmesi söz konusudur.
. Sınama ve yanılma yoluyla öğrenmek için güdülenmiş olmaktan başka türlü davranışlarda bulunmak gerekir.
. Bu çeşitli hareketler içinde engeli aşmada işe yaramayan davranışlar tekrarlanmaz.
. Nihayet bu hareketler çok tekrarlanarak mükemmelleşir.

Sınama ve yanılmanın ilkeleri:

. Tekrar ve egzersiz
. Güdüleme durumu
. Davranışların sonucunun önemi.

Etki ilkesi: ödül ve ceza ilkelerinin önemini belirler.

· Klasik şartlanma:

Çağrışım yoluyla öğrenmenin biraz değişik şekli şartlanma ile öğrenmedir.

Zil sesi başlangıçta nötr uyarıcı iken şartlanmadan sonra “şartlı uyarıcı” haline gelmektedir. Yiyeceğe karşı salya akması “doğal tepke” salya salgısının zil sesinden sonra meydana gelmesine “şartlı tepke” denir. Buna aslının yerini alma ilkesi denir.

· Klasik şartlanma ile ilgili bazı kavramlar ve süreçler:

. Genelleme: Belli bir problem durumu karşısında başvurulan her hangi bir davranış istenilen başarılı sonucu verirse çeşitli benzer hallerde tekrarlanır.
. Geçiş: Belli bir alanda kazanılan bilgilerden diğer alanlarda yararlanılırsa buna geçiş yoluyla öğrenme denir.
. Ayırt etme: Pekiştirilmeyen davranışlar karşısında yani uyarıcı durumun etkisinden olan ayrılıklarına dikkat edilmelidir.
. Deneysel çözülme, Sönme: Bir edimi yada tepkiyi tekrarlamak her zaman U-T bağını kuvvetlendirip bir alışkanlığın meydana gelmesini sağlamaz.
. Kendiliğinden geri gelme: Deneysel çözülme yoluyla sönen davranışlar bir süre sonra yeniden canlanır.

· Operant Şartlanma:

Yalnız tepkiler değil edimlerinde şartlanabileceği ileri sürülmüştür. Tepkiler belirli çevresel uyarıcılara karşılık yapılan hareketlerdir. Edimler ise gözlemlenebilir çevresel uyarıcılardan bağımsız, içten gelerek kendiliğinden yapılan hareketlerdir.

Kısmi ödüllenme programları:

. Belli aralıklarla ödüllemeler.
. Belli oranlarda ödüllemeler.
. Değişik aralıklı ödüllemeler.
. Değişik oranlı ödüllemeler.

- Öğrenmede zihinsel etmenler:

Özellikle anlayışın ve kavrayışın yani zihinsel ve anlıksal etmenlerin öğrenmeyi etkilediği düşünülmektedir.

· İşaret öğrenmesi: Organizmada davranışlar bir amaca yöneliktir. Bireyler ya bir şeye doğru yaklaşmakta ya da bir şeyden kaçmaktadırlar.

. Ödül beklentisi deneyimi
. Yer öğrenmesi deneyimi
. Gizli öğrenme

- Öğrenmede içgörü:

İnsan daha önce karşılaşmadığı yeni ve karmaşık durumlarda dikkate değer ilişkileri çok zaman içsel olarak bir anda kavramaktadır. Bu durum daha ileri bir öğrenme şeklidir ki kavramlarla düşünmeyi gerektirir. Buna anlayarak öğrenme de denir.

d. Bellek :

Öğrenme olayının gerçekleşmesini sağlayan başka yanlar ve bunların sonuçları vardır. Geniş anlamda çevreye uyma oluşumu olarak tanımlanan öğrenme olayını bütünüyle üç evreye ayırmak mümkündür.

(1) Çevremize uyum devamlı olarak karşılaşılan problemleri çözmekle mümkün olur. Bir problemi çözmede ilk iş içinde bulunulan koşulları görebilmek durumu algılamaktır.
(2) İkinci adım günlük problemleri çözmede bulunan yolların bellekte saklanmasıdır. Bu da belleme yeteneği ile olur.
(3) Nihayet üçüncü adım bulunan ve bellekte saklanan çözüm yolları veya davranışları tekrar ve gezersizlerle kolayca ve otomatik olarak yapabilecek bir duruma girme gerekir. Buna da alışkanlık denir.

Aslında bellemeyi öğrenmeden ayırt etmek zordur. Belleme öğrenmenin ayrılmaz bir yanıdır. Bellek geçmiş yaşantıların öğrenilmiş şeyleri akılda tutabilme gücü olarak tanımlanabilir. Şu bölümlerde incelenir:

(1) Bir şeyin bellekte yer etmesi ve böylece istenildiği zaman anımsanabilmesi için o şeyin önce algılanması gerekir. Böylece ilk evrede bir takım izlenimlerin kazanılması söz konusudur.
(2) Algılama sonucu elde edilen izlenimlerin zihinde tutulması ikinci evreyi meydana getirir. Bunun nöronlar ve nöronlar arası ilişkilerde bir takım değişikliklerle oluştuğu ileri sürülmektedir.
(3) Her öğrenilen şeyin zihinde izi kalır. Yaşanmış olayların zihinde kalan izleri sayesinde daha önce görülmüş, algılanmış nesne ve olaylarla karşılaşıldığı zaman bunların daha önce görülmüş olduğu anımsanır. Buna tanıma denir. Tanıma belleğin ilkel bir belirtisidir.
(4) Birkaç kez görüp zihnimizde iyice yer etmiş olan nesne ve olayları istediğimiz zaman zihnimizde canlandırabiliriz. Buna anımsama denir. Anımsayabilmek için daha esaslı kavramış, daha iyi öğrenmiş olmak gerekir.
(5) İyi öğrenilmiş şeyler çok tekrar edilirse alışkanlık meydana gelir. Alışkanlıklar o kadar iyi bellenmiş bilgi ve davranışlardır ki bunları hiç düşünmeden otomatik olarak tekrarlar ve yaparız.


e. Alışkanlıklar:

Çok iyi öğrenilmiş, düşünülmeden, otomatik olarak yapılan hareketlere alışkanlık denir. Alışkanlıklar kişiliğin önemli bir yanını oluşturur. Bir davranışın alışkanlık haline gelebilmesi için; hem doyum sağlayıcı, yani bir ihtiyacı giderici olması, hem de çok tekrar edilmeiş olması gerekir.

Günlük dilde belleme(ezberleme) daha çok fikirsel tasarımlara ve sözcüklere dayanan bir öğrenme anlamına gelir. Alışkanlık ise söze dayanmayan devimsel becerilerle ilgili olarak kullanılır. Psikolojik bakımdan bellek ve alışkanlık arasında sıkı bir ilişki vardır. Alışkanlıklar bellemenin bir ürünüdür. Alışkanlıklar çok iyi bellenmiş fikirler, devimler ve duyuşlardan meydana gelir.

Hem bilgiler hem de beceriler alışkanlık haline gelebilir. Bilgiler zihinde birikmiş tasarımlar ve kavramlar anlamına gelir. Beceriler ise bir takım devimlerin hızla birbirini izlemesinden meydana gelir. Becerinin devimsel olduğu kadar düşünsel yanları da vardır. Becerileri: devimsel, yarı devimsel ve yarı düşünsel, düşünsel olmak üzere üç bölüme ayırmak mümkündür.

Alışkanlıklar bütün içsel yaşantılar için söz konusu olabilir. Algılama ve dikkat etme alanında da alışkanlık haline gelmiş tutumlar vardır. Aslında tutumu alışkanlık haline gelmiş duyuş ve görüş tarzları olarak tanımlarız.


f. Unutma:

Öğrendiklerimizin bir çoğunu anımsayamayız, bir kısmını da hayatımızın sonuna kadar unutmayız. Unutma öğrenmenin tersi olarak tanımlanabilir.

(1) Atrofi(Körelme) kuramına göre unutma anıların beyinde ve sinir sistemindeki izlerinin zamanla azalıp kaybolmasından ileri gelmektedir. Kullanılmayan ve tekrar edilmeyen bilgi ve beceriler zamanla yok olmakta nöronlar arasındaki bağlar gevşemektedir.
(2) Deneysel çözülme ya da silinme: Bireylerin davranışları ödüllenmedikçe bunları tekrar etmemekte ve bunun sonucu olarak unutulmaktadır.
(3) Geriye ket vurmaktan ileri gelmektedir. Bu olay yeni öğrenilen bilgilerin eski öğrenilenleri karıştırması, eski anıların bilinç alanına çıkmasını engellemesi ile açıklanmaktadır. Geriye ket vurmayı azaltmak yeni edinilen bir bilginin eski bilgileri unutturmasının önüne geçmek için araya bir dinlenme zamanı koymak gerekir.
(4) Anıları baskı altına alıp bilinç dışına itme yoluyla meydana gelmesi. Bir çok anıların zihnimizde saklı olmasına rağmen unutulmalarının bunları anımsayamamaktan ileri geldiğini destekleyen gözlemler şunlardır.

i. unuttuğumuz olguların beklemediğimiz bir anda rastgele çağrışımlarla kendiliğinden hatırlanması.
ii. Bir defa öğrenilip unutulan bir materyalin yeniden gayret sarf edilerek kısa zamanda öğrenilmesi
iii. Rüyada, yüksek hararetli hastalık hallerinde, hipnotize edilmiş durumda ya da ilaç tesiri altında çoktan unutulmuş sayılan çocukluk anılarının canlanması gibi haller, öğrenilen şeylerin organizmada sürekli bir iz bıraktığı kuramını desteklemektedir.

g. Düşünme:

Düşünme karşılaşılan bir problemi zihinde çözebilme gücü olarak tanımlanabilir. Düşünebilmek için zihinde geçmiş yaşantıların izlerinin(imgelerinin ve tasarımlarının) bulunması gerekir.

- Kavramlar:

Zihinde yaşanmış olayların izleri önce bireysel ve somuttur. Yani bu tasarımlar belli bir nesnenin, olayın, belli bir yaşantının izleridir. Ama zihin bunlar üzerinde çalışır. Zaman ile ve bir çok yaşantıların etkisiyle bu somut ve bireysel tasarımlar soyutlaşır ve derece derece genelleşir. Soyutlama nesnelerin gerçekten ayrılması mümkün olmayan beyazlık, ağırlık, yumuşaklık veya sevimlilik gibi niteliklerin zihinde ayırt edilerek üzerinde düşünme sürecidir.

Zihinde zamanla biriken imge ve tasarımlar üzerinde daha ileri bir takım işlemler yapılır. Bunlar soyutlandıktan sonra zihinde birbirleriyle karşılaştırılır. Bu karşılaştırmada zihinde birbirine benzeyen ortak niteliklere sahip olan tasarımlar gruplandırılarak genel tasarımlara varılır. Bunlara kavram denir. Kavramların kapsadıkları niteliklerin tümüne içlem denir. İçlem ve kapsam arasında ters bir orantı vardır. Kavramların içlemini meydana getiren özelliklerin sayısı arttıkça kapsamları yani kapsadıkları tasarımların çeşidi azalır. Kavramlar sayesinde yaşantılar sonucu meydana gelen sayısız imge ve tasarımlar sınıflandırılmış yani bir takım bölümlere ayrılmış olur.
- Yargılar:

Çeşitli gözlemler ve yaşantılar sonunda zihindeki somut veya soyut tasarımlar arasında, bunları bazen birbirine yaklaştıran bazen de uzaklaştıran bağlar kurulur. Böylece bir takım yargılar meydana gelir. Bu işleme de yargılama denir. Yargılar gerçek ve değer yargıları olarak iki kategoriye ayrılabilir. Değer yargıları öznel, objektif gerçekle ilişkisi az olan yargılardır.

- Uslamlama :

Uslamlama geçmiş yaşantılar sonucu zihinde meydana gelmiş yargılardan yararlanarak yeni yargılara varma sürecidir. Bu yöntemle bilgiler çoğalır, yaygınlaşır ve derinleşir.

Uslamlamanın algılama ve öğrenme ile sıkı bir ilişkisi vardır. Ancak algılama ve öğrenmeye göre uslamlamada dil daha önemli bir rol oynamaktadır. Uslamlama yoluyla düşünmede sözcüklere bağlanmış fikirler, yargılar ve bilgiler birbirleriyle karşılaştırılarak yeni bilgi ve sezişlere varılmaktadır. Uslamlamanın iki türü vardır. Tümevarım yoluyla, tümden gelim yoluyla uslamlama.

h. İmgeleme (Hayal Kurma):

Günlük dilde hayal kurma dediğimiz imgelemeye otistik düşünme de denir. Düşünmenin bir uçta mantıksal, öteki uçta otiksel olmak üzere bir boyut üzerinde derecelendirilerek sıralanabilecek şekilleri vardır. Bütün insanlarda düşünme üzerinde duygu ve arzuların az çok etkisi olur. Ancak mantıksal düşünmenin en ilkel şeklinde objektif durum; duygular, istekler, inançlar ve ihtiyaçlardan mümkün olduğu kadar arınmış olarak mantıksal bağları ile incelenir. Arzular, ihtiyaçlar ve duyguların kuvvetle etkilediği düşünme tarzına “otistik düşünme” denir. Bu türlü zihin çalışmasında gerçek koşullar ve mantıksal bağlar o kadar dikkate alınmaz.

Rüya görme ve hayal kurma otistik düşünmenin şekilleridir. Bu türlü zihin çalışmalarında arzular ve istekler düşünme sürecini etkiler. Gerçek koşullar dikkate alınmadan, ihtiyaçları tatmin etmek üzere insan olmayacak şeylerin olabileceğini düşünür. Hayal kurma doyum veren bir eylemdir. Bunun için ne zaman günlük gailelerin baskısından kurtulup boş vakit bulunsa zihin hayal kurmaya başlar.

- İmgeleme süreci:

Serbest düşünmede daha önce yaşanmış olan olayların zihnimizdeki imgeleri, arzularımıza uygun olarak birbirini izler. Zihinde biriken yaşantıların imgeleri ve tasarımları çözümlenir, soyutlanır ve bunlardan yeni bireşimler meydana gelir. Daha önce görülmeyen yeni örgütlenmeler olur. Yeni buluş ve icatlar yaratıcı imgelemin ürünleridir. Bununla beraber yaratıcı imgelem ana öğelerini insan belleğinin deposundan alır. Zihinde bulunan tasarımlar çeşitli yollarla çalışır.

i. Bireşim Yolu: İki veya daha fazla tasarım parçaları bir araya getirilir.
ii. Katma yolu: Zihindeki bir bütün tasarıma başka tasarımlardan parçalar katılır.
iii. Ayırıp Atma Yolu: Bir bütün tasarımdan bazı parçaları, ayrıntıları ya da nitelikleri ayırıp atma yoluyla yeni imgeler elde edilir.
iv. Büyültme veya Küçültme:
v. Nitelikleri Değiştirme:

- Aydetik İmgeleme Gücü:

Bazı kimselerin eşyanın imgesini zihinlerinde hemen gerçekte olduğu gibi canlandırabilmesine denir. Çocuklarda ve sanatçılarda daha çok rastlanmaktadır.

i. İletişim:

İnsan hayatında dilin büyük bir önemi vardır. İnsanlar birbirleriyle konuşma yoluyla anlaşabiliyorlar, uzaktakiler ise yazışma yoluyla birbirlerine istedikleri fikir ve duyguları iletiyorlar. Konuşma ve yazma dilin iki biçimidir. İnsanlar birbirlerine yalnız dil yoluyla değil, başka yollarla da istek, düşünce ve duygularını iletebilirler.

İnsan konuşmayı doğduktan sonra sosyal etkileşme sonucu olarak öğrenir.

İnsan gelişiminin önemli bir yanını düşünce ve fikirlerin gelişimi oluşturur. Bunun organizmada sadece bir takım sinirsel bağlarla açıklanamayacağı dilin gelişmesinin düşünsel yaşam üzerinde çok etkili olduğu anlaşılmaktadır. Düşünmek ile konuşmak arasında çok sıkı bir ilişki olduğu düşünmenin sessiz konuşmak konuşmanın ise düşünceleri seslendirmek olduğu ileri sürülmektedir. İnsan bazen düşünerek konuşur, bazen ise konuşarak düşünür. Bir insanla konuşurken insanın aklına yeni fikirler geldiği olur. Platon; “ruh düşünürken konuşur gibidir, adeta kendi kendine sorular sorar bunları cevaplandırır. Bazen bunları tasdik eder bazen ise inkar eder.” Demiştir.

Dil sadece düşünsel yaşamla değil aynı zamanda devimsel yaşamla da ilişkilidir. Bazı duygusal halleri yaratmada da başvurulan bir araçtır.

j. Zeka – Duygusal Zeka:

Zeka, bir genel zihin gücü olarak tanımlanır. Bu genel zihin gücü insanın herhangi bir başarı alanında aynı derecede kendini gösterir. Zekanın çevre şartlarında az çok bağımsız olduğu da ileri sürülmektedir. Son yapılan çalışmalarda çevresel koşulların zekayı belli bir ölçüde etkilediğini ortaya çıkarmıştır.

Zekayı bir genel yetenek olarak algılayanların görüşlerine tek etmen kuramları denir. Buna göre “zeka soyut düşünme yeteneğidir”. Ayrıca “edinilen bilgilerden yararlanarak problemi çözme yeteneği” olarak ta açıklanır. Bir başka tanım “yeni karşılaşılan durumların gereklerini, düşünme yeteneğinden yararlanarak karşılayabilme, yeni hayat koşullarına uyabilme gücü” şeklindedir. Son yıllarda zekaya; “öğrenme gücü”, “genel kabiliyet”. “akademik yetenek” diyenlerde çoğalmaktadır.

Çift etmen kuramına göre zihinsel güç bir genel yetenek ile bir çok özel yetikliklerden meydana gelmiştir. Bu genel yeteneğe zeka denmekte, “karmaşık durumlarda ilişkileri görebilme gücü” olarak tanımlanmaktadır.ona göre insan ne kadar zeki olursa bir durumda o kadar çok ilişkiler kurar ve karmaşık bir problemi en kestirmeden çözecek yolu bulur. Bu genel gizil güç her alanda aynı biçimde kendini gösterir.

Çok etmen kuramına göre zeka; günlük davranışlarımızı düzene koyan fikirsel gizilgüç bir tek genel yetenek olmaktan ziyade bir çok özel yetikliklerin bir araya gelmesinden oluşmuştur. Zekanın mekanik, sosyal ve soyut olmak üzere üç şekli vardır. Zeka bir çok fikirsel yeteneklerin karışımından meydana gelir.

(1) Sözel anlayış: Kelimeleri tanıma ve anlama yeteneği.
(2) Sözel akıcılık: Sözel ve yazılı olarak uygun kelime ve ifadeleri çabucak bulabilme gücü.
(3) Sayısal yetiklik: Basit aritmetik işlemleri çabucak yapabilme gücü.
(4) Uzay ilişkilerini anlama,
(5) Bellek: Mekanik belleme gücü.
(6) Algısal hız: Karmaşık bir nesnenin ayrıntılarını görebilme.
(7) Mantıksal düşünme.

Duygusal zekaya gelince: her insanın ruhunun çevre ile etkileşiminin bir kaynaşma gücü vardır. Bu kaynaşmanın temel duyguları saygı-sevgi-sorumluluk bilincidir. Bu üç duygulamanın kuvvetine göre insan çözümleme gücünde farklı isteklilik doğar. İşte duygusal zeka çözümleme istekliliğini başarma gücünü gösterir.

k. Yetenekler:

Kişilerin psikolojik özelliklerini değerlendirmede psikometri teknikleri deyimi ile anlatılan bir takım bilimsel ölçme metotları geliştirilmiştir. Bu metotlarla bireyin genel düşünsel yetenekleri, özel yetiklikleri, eğitimi ve kişiliği gibi çeşitli gibi çeşitli nitelikleri, onun kendi durumunda olan başkalarıyla karşılaştırılmasına olanak verecek biçimde ölçülebilmektedir.

Bu ölçmelerde bireyin belli nitelik ya da özellikleri sayısal olarak değerlendirilir. Örneğin zihin gücü 100, dışa dönüklüğü 20, atılganlığı 30, sinirliliği 15 gibi. Kişisel niteliklerin nüfus içinde normal eğri meydana getirecek biçimde dağıldıklarını bilmek bu işte yardımcı olur. İnsanlar çeşitli yetenek ve yetiklikleri bakımından birbirinden farklılık gösterirler.

l. Kişilik ve Benlik:

Kişilik; bir insanın bütün ilgilerinin, tutumlarının, yeteneklerinin, konuşma tarzının, dış görünüşünün ve çevresine uyum biçiminin özelliklerini içeren bir terimdir. Bununla beraber, dikkate değer bir husus, kişiliğin kendine özgü ve ahenkli bir bütün olmasıdır.

(1) Kişiliğin davransal tanımları:

Davranışçı psikologlar; kişiliği, bir insanın kendine özgü ve az çok her zaman gözlemlenebilen davranış ve alışkanlıklarının tümü olarak tanımlarlar. Bir başka deyişle; bir insanın alışkanlıklarının, alışkanlık sistemlerinin tümüdür.

(2) Sosyal uyarıcı olarak kişilik:

Buna göre kişilik; insanın sosyal uyarıcı olma bakımından nitelikleridir. Kişilik; bir bakıma insanın toplumda oynadığı çeşitli roller ve bu rollerin başkaları üzerinde bıraktığı etkilerin tümüdür.


(3) Derinlik psikologlarına göre kişilik:

Bunlara göre insanın gözlemlenebilir ve ölçülebilir bütün özellikleri bir takım iç etmenlerden ileri gelmektedir. Bireyin çevresine kendine özgü bir biçimde uymasını sağlayan psikofizik iç güçlerin dinamik bir örüntüsü olarak tanımlanmaktadır.

Frued’a göre kişilik id, ego ve süperego olmak üzere birbirini etkileyen üç bölümden meydana gelmiştir. İd; kişiliğin çekirdeğini oluşturan ham tabiattır. Burası içgüdüler, iç tepkiler, iştah, istekler ve ihtiraslar gibi bir çok dinamik güçlerin kaynaştığı bir yerdir. Burada haz prensibi egemendir. Biyo psikolojik ihtiyaçlar doyum peşindedir. İd’in önemli bir kısmı baskı altına alındığı için bilince açık değildir.

Ego; id’in yöneticisi, savunucusu ve koruyucusu gibidir. Ham doğayı temsil eden id’in istek, ihtiyaç ve iştihalarını gerçekleştirme yollarını kontrol eder. Böylece bireyi dış çevresinden gelecek tehlikelerden korumaya ve insanın başarısını ve güvenirliliğini sağlamaya çalışır. Burada haz prensibi değil gerçeklik ilkesi hüküm sürer. Ego dış çevreyle iç hayatın düzenleyicisi, arabulucusu gibidir.

Süperego: kişilik yapısında toplumun temsilcisidir. Süperego insanın içinde yaşadığı çevrede mevcut değer yargılarının bir takım yaşantılar sonunda benimsenmesi yoluyla zamanla meydana gelir. Fakat bir defa geliştikten sonra artık bireyin davranışlarını kontrol eden, sansür eden güçlü bir etken olur.

O halde kişiliğin konuşma ve davranma gibi gözlemlenebilir, ölçülebilir yanlarının temelinde tamamıyla içten gelen ve dıştan görülebilen yanlarını etkileyen karmaşık bir dinamikler örüntüsü vardır. İnsan kişiliğini anlayabilmek için iç güçlerin kendine özgü yapısını anlayabilmek gerekir.

Kişilik bir insanın duyuş, düşünüş, davranış tarzlarını etkileyen faktörlerin kendine özgü örüntüsüdür. Kişilik çok kapsamlı bir kavram olup bireyin biyolojik ve psikolojik, kalıtsal ve edinik bütün yeteneklerini, güdülerini, duygularını, isteklerini, alışkanlıklarını ve bütün davranış özelliklerini içine alır. Kişilik devamlı olarak içten ve dış çevreden gelen uyarıcıların etkisi altındadır. Bir diğer yanı da sürekli bir değişim süreci içinde olmasıdır.

Benlik; kendi kişiliğimize ilişkin kanılarımız ve kendi kendimizi görüş tarzımızdan oluşur. Bu bakımdan benlik kişiliğin öznel yanı olarak tanımlanabilir.

Ben ne yapabilirim ve ben neyim sorularının cevapları gerçek benliği, benim için neler değerlidir ve hayatta ne istiyorum sorularının cevapları ideal benliği meydana getirir.

m. Kişiler arası ilişkiler:

Sosyal psikolojinin önemli konularından biri de toplumu meydana getiren bireylerin birbirleri üzerine olan etkileridir. Buna kişiler arası ilişkiler denir.

Başkalarını görüş ve kavrayışımız, onlara karşı tavır ve tutumumuzu çok etkiler. Karşımızdakini nasıl görürsek ona göre davranırız. Başkalarını ya doğrudan doğruya tanırız, ya da başkalarında duyarız. Başkalarını tanımada görüşümüzü çarpıtan etmenlerden birisi psikolojik hazırlık durumudur. Bir insan ya da grup hakkında bize daha önce verilen bilgiler o insanı ya da grubu algılamamızı etkiler. Bir insanı nasıl umuyorsak öyle buluruz.

Kişiler arası ilişkileri olumlu ya da olumsuz etkileyen üç etmen vardır. Birincisi; insanın başkalarıyla olan iletişiminde saygı ilkesine yer vermesidir. İkincisi; karşısındakini mümkün olduğu kadar empatik bir anlayışla dinlemesidir. Üçüncü ilke bağdaşım ilkesidir. Buna göre kişilerin kendi içlerinden gelen duyguların farkında olmaları ve mümkün olduğu kadar oldukları gibi görünmeye düşündükleri ve duydukları gibi konuşmaya çalışmaları gerekmektedir.

n. Liderlik:

Liderlik sosyal rollerden biridir ve lider bir grupta diğerlerini en çok etkileyen kişi olarak tanımlanır. Liderlik günümüzün önemli sorunlarından biridir. Demokratik toplumlarda liderlerin rolü daha da önem kazanmıştır.

Liderleri otoriter ve demokratik olmak üzere iki kısma ayırmak mümkündür. Otoriter lider daha ziyade geleneksel toplumlarda tutulur. Böyle bir lider otoritesini ve sorumluluğunu işgal ettiği makamdan alır. Ortak özellikleri şunlardır.;

· Topluma uymaya büyük önem verme,
· Değişmez bir kişiliğe sahip olma ve değişiklikten hoşlanmama.
· İdare amir memur ilişkilerine önem verme,
· Gücü elinde tutan kişi ve gruplara dönük olma,
· Etosantrik, yani yabancı ve azınlık gruplarına müsamahasız olma,
· Tutucu ve geleneklerine bağlı görünme,
· Başkalarının cinslik suçlarına aşırı ilgi gösterme.

Bugün daha demokratik lider tipi tutulmaktadır. Demokratik toplumlarda insan liderlik görevini başkalarının kendisini seçmeleri ve bu görevde ona saygı göstermeleri sonucu elde eder. Tam demokratik bir grupta herkes gruba en çok katkıda bulunabileceği anda liderlik görevi ile karşılaşır.

o. Kültürlenme:

Her toplumun kendine özgü bir kültürü vardır. Kültür özellikleri yalnız milletten millete değişmez, aynı ülkenin kent ve köylerinde hatta aynı kentin değişik mahallelerinde oturan insanların kendilerine özgü kültürleri, gelenek ve görenekleri vardır. Bu değişik kültür ortamlarında yetişen insanlar, toplumlaşma yoluyla birbirlerinden ayrılırlar. Böylece bir toplumdan diğerine geçen birey yeniden uyum problemleriyle karşılaşır. İnsanın içinde doğduğu kültürden farklı bir kültürü benimsemesi sürecine kültürlenme denir. Bir bakıma kültürlenme toplumsallaşmanın değişik bir şeklidir. Toplumsallaşma ve kültürlenme hayat boyu devam eder.

p. Politizasyon:

İnsanın insanlara karşı takındığı rollerin farklılık dinamiklerine politizasyon demekteyim. İnsan zekası en az 100 ve daha fazla bireye karşı tek tek politik duruş belirleyebilecek yeteneğe sahiptir.

Politizasyonun temel davranış kriterleri ile belirginlik kazandığı düşünülebilir. Ama her insan toplum içinde gördüğü örneklemelere bakarak kendine farklı roller bağlamında bir denge rolü üretebilir. Politizasyon sosyal duruştan çok etkilenir. Sosyal duruş etkilerinide politizasyon önemsemelerini çok etkilemektedir.

Politizasyon bilincinin birinci dinamiği çıkar ve denge etkisinden oluşur. İkinci etki manevi haz etkisidir. Üçüncü faktör yakınlık ve beklentiler dinamikleriyle ilişkilidir. Dördüncü etkilenim sosyal duruşu besleme işlemidir. Nihayet beşinci etki bireysel duruşu tazeleme yönelişi oluşturur.

q. Rasyonalizasyon Bilinci:

Her insan bulabildiğinin en iyisini ister. Bu doğal bir oluşumdur. Güzelse en güzeli, zenginlikse en zengini.Hayatı tanıdıkça kendisini anlar toplumu öğrenir ve kendi rasyonalitesini yaratır. Yakın çağ toplumu insanı mekanik bir oluşa yöneltmiş ve rasyonalite çıkarcılıkla bütünleştirilmiştir. Halbuki rasyonalitenin içinde toplumsal çıkarların önemsenmesi de vardır. Bu genellikle entelektüel bireylerde daha ön plana çıkar.

Rasyonalizasyon, yani ölçülü akılcılık toplumsal ve bireysel çıkarlarla denge temayülü arama tercihinin arama kriterlerini verir. Böyle olunca toplum muhafazakar olduğu kadar devrimci nitelik kazanır ve sürekli tekamül eder.

r. Diplomatik Duruş Tercihi ve Etkisi:

Diplomatik duruş bilinci modern toplumun geliştirdiği hem var oluş hem de kimlik belirginliği yaklaşımıdır. Hem tüzel kimlikte hem de bireysel kimlikte önemli yer tutar. Diplomatik duruş belirginliği davranış ve politika eksenli bir tercihler kümesini yansıtır.

Birey geliştikçe kendi duruşları çerçevesinde davranış kimliği yaratma ihtiyacı hissedecektir. Bunun formülasyonunu diplomatik kimlik karakteri oluşturacaktır. Böylece birey hem kendisini daha rahat hissedecek hem de sosyalizasyon dinamiklerinde tutarlılık ortaya çıkacaktır.

s. Değerler Bilinci:

Birey yaşantısındaki öncelikleri fizyolojik güdülemeden kurtardıkça tekamül arayışını realize etmeye yönelecektir. İşte bu aşamada duygularını yönetebilmek için duyguların etkileşimine olanak veren bir değerler bilinci ortaya çıkacaktır.

Kültür ve toplumsallaşma değerler bilincini etkilerken aynı zamanda birey tekamül aşaması olarak değerleri önceliklendirmeyi öğrenecektir. Gerçekte bu kabiliyet bireyde her zaman vardı ama bireyin öncelikleri kısıtlı olduğundan değerler manzumesi belirginlik kazanmıyordu.

t. Dürüstlük ve Bireysel Duruş:

İnsanın rasyonel duruş dinamiklerinin en kolay tekamül ortamı dürüstlük tercihinde anlam kazanır. Dürüstlük diğer insanlar karşısında muteber olabilmenin tek yoludur. Dürüst olabilmek tutarlı olabilmek demektir.

İnsanın hayatla ilişkilerinde duygusal bir istikrar yaratabilmesi çok önemlidir. Duygusal istikrarı insan ailesinden öğrenir. Böylece dürüstlük temelini de aile yaratacaktır. Zira çocuk alışkanlıklarını bu temelde kazanmazsa gelecek onun için farklı dinamikler verecektir.

Bireysel duruş muteberliğini toplumsal anlayış desteklemelidir. Böyle olursa insan tekamül ettikçe değerleneceğini bilecek ve bundan asla vazgeçmeyecektir. Toplum değerlenen bireyi etkileyemiyorsa zaten tekamülü beceremiyor demektir.

u. Sosyal Duruş Etkisi:

Bireyin kendi hak edişini tanımasıyla başlayan yaşam deneyimi hayatı doğru olgularla dinamik dengeye oturtma becerisinin sonucu birey gerçekçi sosyal duruşuna kavuşur. Bu hak edilmiş bir öyküye sahipse zaten doğası kendisini gerçekçi manada ortaya koyabilecektir.

Toplumdaki sosyal mevki ile sosyal duruş etkisi belirginlik kazanır. Sosyal duruş bir anlamda reel etki unsuru olarak anlaşılmalıdır. İnsanın bulunduğu topluma yapabildiği katkıyı görebilmesi ve bunu stratejik bir vizyona büründürmesi toplumsal tekamülün varlığının işaretidir.

v. Ruhun Etkileşimi:

Ruh taşıdığı etkiyi dünyaya aksettirmek için kendine uygunluk arar. Bu uygunluğun temeli birinci derecede ruhun aradıklarıyla uyumlu sosyalizasyon imkanının yaratılması ile gerçekleşir. Ruh kendi tutarlılığında diğerlerine nazaran kendi farkını yaratma temayülü ile belirginlik kazanır. O zaman her ruh muteber, her ruh önemli olur.

Hayatın ruhlardaki farklılığı absorbe ederek dengelerle mütekamil ve açılımlı olduğunu görebilmemiz gerekir. Dünyadaki organizasyon gereksinimlerinin farklı ruh bileşkelerinde doğru doktrine edilerek realize ve rasyonalize edilebileceğini aramak zorundayız. İnsanları robotlaştırarak değil, belli disiplin kökeninde farklılaştırarak rasyonel olabiliriz. Ruhların yaradılış dinamikleri de buna imkan verir.



3.İNSAN PSİKOLOJİSİ VE DOĞA:


İnsan psikolojik varlık olarak hem fizyolojisini hem de sosyolojisini etkiler. Bu nedenle kendi motor gücünü psikolojik anlamlılığından almaktadır. Bu kitabın yazılış amacı insanı kendi tutarlılıklarında belirgin kılan dinamikleri insanın kendisinin anlamasını sağlamaktır.

Bu bölüm insanın hayatla ilişkisinde taşıdığı rollere yönelirken sahip olduğu nitelik ve özellikleri anlamasını sağlayacak açılımı vermeyi amaçlamaktadır.

İnsan psikolojisinin gerçekte “bir beygirlik bir motor gücünden bin beygirlik bir motor gücüne ulaştırılması” arayışının gerçekçi olduğunu görebilmek demektir. Yani insanın sahip olduğu tanrısal yeteneklere vakıf olmaya başlamak demektir.

Üretkenlik ve verimlilik temelli organizasyon dinamiklerini ancak psikolojik sağlığı yerinde olan insanlar başarabilir. Bu sağlıkta öncelikle bilinçlenmeyi dikte ettirir. Bu çaba işte budur.

a. Huy:

İnsanın tabiatını en genel anlamda anlatan sözcük huy kelimesidir. Huy kabaca insanın değişmez tabiatını aksettirir. Huylu – huysuz tabiri hayvanlar içinde yaygın olarak kullanılır. Huylu olmak sanki davranış olarak daha bizim doğamıza uygunluk belirtir.

Huy kişinin genel davranış temayülünün bir açıklaması olabilir.

b. Mizaç:

Bireyin biraz daha bilimsel derinlikte nitelikleri hakkında bilgi taşıyan bir sözcüktür. Mizaç denince ruhun aksettirdiği genel yaşam temayülü anlaşılmalıdır. Bu kapsamda birey sabit özelliklere sahiptir ve farklı davrandığında büyük rahatsızlık duyacaktır.

Sorumluluk yönünün ağır basması sosyal davranışa temayüllü oluşu, felsefi konulara yatkınlığı gibi hususlar hep mizaçta ortaya çıkan temayüllerdir.

c. Karakter:

İnsan mizaca göre toplumsal değerlere dayalı bir davranış kalıbı oluşturur. Bu kalıp genellikle davranış nitelikleri bakımından yapısal bir veçhe ortaya koyar. İşte buna karakter diyoruz.

Karakter kalıbı içinde davranış politikaları yoktur. Zira bunlar belirginlik gösterse de kişiden kişiye değişebilir.


d. Bilinçlenme:

Gerçek anlamda bilinçlenme lise seviyesi eğitimi gerekli görür. Bilinçlenme doğru yanlış kavramları üzerinde muhakeme yapabilecek kadar derinlik kazanmakla olur. Hayatın gerçek anlamda anlaşılması hakikaten zordur. Davranışlarımızı belki yönlendirebiliriz ama bilinçlenme yararlı insan olmak demektir.

Fikirleri savunabilir veya fikir üretebiliriz. Ama evrensel kalıplar hakkında malumat sahibi olmadan gerçek manada konuşmalarımız veya duruşumuz medeni ve çağdaş kalıplara sığmaz. Bu nedenle 18 yaş toplumlarda bilinçlenme yaşı olarak kabul görür. Bu yaş öncesinde birey yaptıklarından kısmen sorumlu tutulmaktadır.

e. Aşağılık Kompleksi:

Bireyin kendini üstün sandığı ama kabiliyetleri itibarıyla buna inanmadığı durumdur. Davranış olarak birey kendini daha üstün göstermeye çalışır ve gerçekler yerine hayal peşinde koşar.

Bu davranış yanlışlığının giderilebilmesi için bireyin gerek eğitim ortamında gerekse çalışma hayatında kendisini tanımasına fırsat verilmelidir. İnsan kendisini kolay tanıyamaz. Ama denemeler yoluyla kabiliyetleri hakkında tecrübe biriktirir ve bu tecrübeler bireyi daha anlaşılır kalıba sokar.

f. Üstünlük Saplantısı:

Her birey ruhunun ölçümsüzlüğü içinde kendini çok değerli görür. Yaradılışı üstünlük üzerine kurulmuştur. İnsanın içinde yatan aslan işte budur. Zamanla hayatı tanıdıkça insan kendi ile yargılarını düzeltebilir.

Gerçek manada İslamiyet kul statüsü ile Allah dışında bir tahakkümü reddettiğinden Müslüman aleminde birey bazında saplantı olarak bu temayül daha yaygındır.

Ben her bireyin üstün olduğunu ispatlamasına imkan ve fırsat verilmesi gerektiğine inanıyorum. İnsan içindekini değil yapabildiklerini kendine referans alabilmelidir. Yalan söylemenin de aslında bu saplantı ile yakından ilişkisi vardır.

g. İkna ve Etkileşim:

İnsanlar kolay ikna olmamışlardır. Nitekim dayak ve zorbalık bunun doğal oluşumudur. Bizim ikna tercihimiz evrensel değerlere ve gürbüz fikirlere dayanmaktadır. Bir insanın medeni olabilmesi için düşünebilmesi, bilmesi ve öğrenmeye açık olması gerekir. Dolayısıyla bugün Batı toplumunda bir dereceye kadar var olan konuşma etkileşimi süratle dünyaya yayılmalıdır.

İnsanın düşünebilmesinin temel özgesi küçükken kendisine sunulan ortamın buna müsait bir anlayış taşımasıyla mümkün olabilir. Yahudilerin çocuklar için özel hikayeler kullanmaları, Almanların anne yönlendirmesiyle dinleyen bir çocuk imajı yaratmaları, soyluların dadı veya mürebbiye marifetiyle çocuklarını özel yetiştirmeleri hep ikna ve düşünme yeteneği çabalarıdır. Bu durumda ikna etmek bir düşünsel başarı öyküsü gibi algılanmalı ve insan bunun için emek sarf etmelidir. Bu yaklaşım bireyin düşünsel derinliklerini etkileyecek ve onu tekamül ettirecektir.

h. Karar Verme:

Düşünsel yetenekleri incelerken ruh etkisinden bahsetmedik. Ruh etkisini iki açıdan gözlemlemek gerekir. Birincisi karar verme işleminde tatminkarlık, ikincisi kararın doğruluk beklentisinin yüksekliğine inanarak irade ile bunu bütünleştirmek.

Karar verme alışkanlıklar yanında olmak istenene de imkan tanıyan bir teşebbüstür. Bu nedenle insan bildikleri ve tecrübeleri bazında inancına dayalı karar verir. Karar vermek sadece kazanç maksimizesi değildir. Aynı zamanda uygunluk ve yetinme seviyesi çok önemlidir.

İnsanın karar verirken pişman olmaktan korkması da önemli bir etkendir. İnsanlar ne kadar çok karar verir ve ne kadar çok kararlarında haklı çıkarlarsa o kadar kendilerine güvenleri artacaktır.

i. Muhakeme ve Alternatif Yaklaşımlar:

Bir konunun avantajları ve dezavantajları açısından irdelenmesine muhakeme denir. Muhakeme sonucu ortaya alternatif hal tarzları çıkar. Alternatif hal tarzlarından çıkarlarımıza ve tercihimize uygun düşenini karar olarak seçer ve irademizle verdiğimiz kararı savunmaya çalışırız. Böylece hayat ile birey dengesinde yönetsellik ortaya çıkar.

İnsanın en büyük özelliği düşünebilmesi böylece stratejik bir duruş tesis edebilmesi ve muhakeme yeteneği ile insanları etkileyen yönetselliği becerebilmesidir. Bu yönetsel disiplinlerle liderliği ortaya koyar ki sosyalizasyon çerçevesinde yeteneklerin doğmasını sağlar.

j. Tercihler ve Zevkler:

Hayatın belki de en riskli aynı zamanda en heyecan verici tarafı verdiğimiz kararlarda kendimize özgülük taşıyan bir yan olmasıdır. Gerçekte bireysel kader bileşkesini yarattığımız halde tercihlerimizin çoğu alışkanlığa dönüşür.

Maceraperest kişiler bu tercih sıralamalarında heyecanın zevkini çıkarırlar. ADN tasarımındaki hayat dinamikleri mutlaka bir parça macera düşkünü olmayı benimsetecektir. Zira durağanlık alışkanlıkları, alışkanlıklar monotonlukları yaratır ki bunlar sıkıcı şeylerdir. İnsanın yaşamsal dinamikleri bir miktar belirsizlik taşıması gerektiği gibi heyecanda taşımalıdır. Riskleri bertaraf ettiğimiz durumda macera mutlaka zevke dönüşecektir.

k. Motivasyon Bilinci:

Ödül ve ceza insanları hedeflendirmek için kullanılan en özel yaklaşımlardır. Bugüne kadar ceza daha öncelikli olarak kullanıldı. Belki başka çaremiz yoktu ama bugün artık var. Ödüllendirme cezadan belki de 100 misli daha etkili değişim yaratma aracıdır.

Motive olmak motivasyonu kullanmak isteyen yönetim zihniyeti ile açıklık taşır. Her insan motive edilebilecek özelliklere sahiptir. Zaten böyle olmasa sosyalleşme mümkün olamazdı ve bugüne gelinemezdi.

l. Hiyerarşi Oluşumu ve Etkisi:

Dünyada organizasyon temelli oluşumun ana faktörü iş becerme fonksiyonelliği bazında oluşan hiyerarşik düzendir. İnsanlar bu düzene hazır olarak kendilerini adapte ederler.

Gelişmiş toplumların bu yeteneği daha üretken ve belirgindir. Yönetselliğin ve üretkenliğin gerek faktörü budur. Belki tarih tek usta formasyonunda üretkenliği asırlarca yaşadı ama bugün tüzel kişilik ve bunun üretkenliğinin ve verimliliğinin formasyonu hiyerarşi altında çalışma ile realize edilmektedir.

m. Ahlak ve Namus:

İnsanın sosyal olgularını realize eden bu iki değer psikolojik olarak ta anlaşılır ve mantıklı anlam taşımalıdır. Böylece insan iyimser-kötümser olma yanında iyi niyetli olarak toplumun iyiliğini isteyen yönlenmeye kavuşur.

Ulus devlet modeli sistematiği her ne kadar her bireye iyi olma ve böylece sistemin parçası olma şansı verse de fırsatlar yeterli dinamik taşımadığından bireysel tekamülü rehberleyen bir mekanizmaya sahip değiliz. Bizim yapmak istediğimiz düşünen, rasyonel tavırlı, üretken ve verimli birey tiplemesine sahip dünyayı oluşturmaktır.

n. Kötü Alışkanlık Bilinci:

Toplumlar genel olarak kötü alışkanlıkları benimsemekten uzak tutucu etkenler var olsa da insan başı bozukluğu ve kendi başına buyrukluğu kötü alışkanlıkları koruyucu bir kılıfa sokmaktadır. Bu durumda insan hoşnutsuzluğuna kendi direnci olmadan kapılıp gitmekte ve kendisini imha etme anlayışını gerçekçi bulmaktadır.

İnsanların hayatla dirençlerini çoğaltmak sosyalizasyon ve yaradılış mutlak bilgileriyle mümkün olabilir. Ayrıca toplumun bu bağlamda örgütlenmesine de gereksinim vardır. Gerçekte hayat çok güzel ve anlamlıdır.

o. Yaşam Duruşu Etkisi:

İnsanın hayatla etkileşim yaratma potansiyelini bugün sadece ailenin sosyal duruşu belirlemektedir. Özellikle fakir ailelerin çocukları kendilerini ezilmiş ve kimsesiz bulmaktadırlar. Sözde eğitim fırsat eşitliği vardır ama gerçekte bu çok adil değildir.

Şehrin kültürel dinamiklerini anlaşılır kılarak realizesi daha anlamlı olacak bir fırsat tümdenliği doğacaktır ki insanlar yaşam duruşlarını haklı olarak kabullenmeyi tercih edeceklerdir. Bu realize edilmeden dünyanın hiçbir sorunu çözülemez.

p. Kabullenme Bilinci:

İnsanların reaksiyon gösterme dinamikleri kabullenmeyi reddetme anlamını taşır. Toplumsal ilişkilerde özellikle bireysel çıkarlar çatıştığında öfke, intikam ve kin doğar. İnsanların hoşgörü ve alçakgönüllü olmaları ihtiyacı bu çatışmaları önlemeyi hedefler.

İnsanlar makul olmayı ve kendi bireyselliklerinde anlamlı olmayı öğrenmelidirler. Bunu sağlamak bireysel duruş etkisi ile anlam kazanabilir. Bireysel duruş bileşkesi insana kabullenme perspektifini öğretecektir. Böylece çatışmalar minimize olacak ve insanların taşıdığı riskler azalacaktır.

q. Pişmanlık Etkisi:

İnsanları en çok hırpalayan konuların başında pişmanlık gelmektedir. Bu yeterince takviye edilmemiş sosyal ve düşünsel yaşantının tezahürüdür. Gereksiz yere mal veya varlık kaybetmek insanı çaresizliğe ve yalnızlığa iter. Böyle olunca pişmanlık insanı hem hayattan hem de sağlıktan eder.

Pişmanlığı minimize etmenin temel direnci sosyalizasyondur. Dolayısıyla verilen kararlarda diğerlerinin fikirleri, dostların düşünceleri insana haklılık marjı yaratır ki pişmanlık böylece ortadan kalkabilir.

r. Heyecan:

Hayatı renkli ve yaşanabilir kılan ana etken yaşamaktan duyduğumuz haz ve mutluluk bilincidir. Yaşamı pozitif olgular dengesinde görmek ve heyecan duymak insanın sağlık göstergesidir. Mağara devri yaşantısı ile ADN göstergeleri bileşkesi çok farklılık gösterir. Bu nedenle ADN heyecanı vazgeçilmez yapmayı öngörür.

s. Gurur ve Onur:

İnsan kendi ait olduğu ortamda varlık bileşkesinde ihtiyaçlarını dengelemiş, yarınını kaygısız bekleyen, bugününü pozitif olgularda mutlu ve neşeli yaşayan ve böylece üretken ve verimli olan bir denge kurabilmeli ve bununla gurur duyabilmelidir. Bu hayatın yaşamsal ve yönetsel dinamiklerini anlamlı ve onurlu yaşama zevkini yaratan sonucu doğuracaktır.

t. Erdem:

Erdem; doğruluk, alçakgönüllülük, iyilik ve yiğitlik eksenlerinde dengeli olma sonucudur. Yani insanın kendisini mükemmel hissettiği bir sonuçtur. Erdem bir hedef bir azim öyküsüdür.

Erdem için yaşanır ve böyle olursa hayat önem ve anlam yaratır. Erdemi küçümsemek yanlış, onu kovalamak ve yakalamak doğrudur.