BAŞLARKEN:
Yaklaşık bir senedir saygı-sevgi-sorumluluk kapsamlı bir kitap yazmayı istiyordum. Duygu yönetimini yazmama rağmen yaptığımı yeterli bulmamıştım. Geçen gün her zamanki gibi beni motive ettiler. Bende büyük bir isteklilik ile bu kitabı tasarladım. Duyduğum mutluluğu anlatamam. Demek ki gerçekten çok istemişim. Şimdi yazmaya başlarken acaba başarabilecek miyim diye düşünüyorum. Zira saygı-sevgi ve sorumluluk hayatın genel bileşkesini vermektedir. Bu sosyalizasyon mükemmelliğini yaratabilme şansıdır ve çok önemsediğimi bilmenizi isterim.
Saygıyı Hazreti Musa’nın, sevgiyi Hazreti İsa’nın ve sorumluluğu ise Hazreti Muhammed’in öğrettiğini biliyorum. Dolayısıyla ilham verecek kaynak bu dinlerin hayat sevinçleri. Bunlar dünyada yazılı olarak yok ama benim gözlemlerimde bunlar var ve bunları kullanarak açıklamaya çalışacağım. Bu kitap insan olmanın rehberi olacak ve mutlaka çok anlaşılır olmalı.
Başlarken heyecanımın dışında bunu görevimin en önemli parçası gördüğümü söylemeliyim. Elektrik akımının enerji akımı olduğu gerçeği kadar önemli. Hepinize saygılar sunuyorum.
SAYGININ İŞLEVSEL BOYUTLARI:
Saygı her şeyden önce bir bilinç oluşumudur. Yani duygu kadar etkili bir bilinç unsurudur. Neden, zira Hazreti Musa 10 emir ile insanlığı şartlandırmıştır. Bu şartlanma sosyolojik doğa haline gelmiş ve emir bir duygu yapılanması sağlamıştır. Böylece saygı bilinçle kazanılmış bir duygu olmaktadır. Nasıl Hazreti İsa veya Hazreti Muhammed Hazreti Musa öğretisini yıkamamışsa bu öğretinin dünya ve toplumsal oluşumuna katkısı hep sürmüştür.
Saygı bir duruş niteliği olması nedeniyle politik tavrı belirleyici özellik taşır. Kim kime niçin saygı gösterecektir? Herkes her canlıya var oluş gerekçesi ile saygı gösterecektir. Güçlünün zayıfı bertaraf ettiği gibi doğal seleksiyon kurallaması insanlar için doğru değildir. Zira her bir insanın kendine özgü bir üstün yanı vardır ki bu onu saygıdeğer olmaya yöneltir.
Saygı vazgeçilmezdir. Zira temel öğeleri itibarıyla diplomatik duruşun ana elemanı olarak karşımıza çıkar. Bu da yaşamsal işlevselliğin bir boyutu olur ki çok önemlidir. Böylece konuşma tarzımız ve politik hedeflerimiz realize olacak şekle gelir.
a. Saygının Anlamı ve Toplumsal Değeri:
Saygının sözlük anlamı; (1) değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimse, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi unsuru, hürmet, ihtiram. (2) başkalarını rahatsız etmekten kaçınma duygusu şeklinde verilmektedir.
Saygı bir hukuk oluşumudur. Böylece insanlar adaleti ve hak kavramını öğrenmişlerdir. Saygı bir duruş niteliğidir. Bizi anlamaya ve düşünmeye iter. Böylece kendimiz oluruz. Kendi hakkımızı anlar adil davranma bilincine erişiriz. Saygı bir fren mekanizmasıdır. Durmamızı ve insan olmamızı sağlar. Dolayısıyla saygı nitelikleri insan mayasının temelidir ve böyle olmaya devam edecektir.
Toplumun bir arada yaşama sevinci saygı bilinciyle oluşur. Ahlak saygı demektir. Ahlak değeri saygı nedenidir. Böylece toplum bilinci doğar. Toplum bilinci insanı doğal yaşama hazırlar, böylece alışkanlıklar doğar ve insan rahat yaşar.
Yaşamı sosyal ergiyle bütünleştiren ana oluşum saygı ile başlar. Saygı hakkı ve hukuku vazgeçilmez kılar ve toplumu bireyselleştiren yapıyı doğurur.
b. Saygının Parametreleri:
Saygıyı oluşturan etkenler; hak dağılımı, üstünlük bilinci, kutsallık, dikkat gösterme, özen, ölçülü davranış, sevme temayülü, rahatsız etmekten kaçınma şeklinde sıralanabilir.
Hak dağılımı parametresi: hayatın her anında paylaştığımız zaman ve değerleri bireyselleştirme anlamına gelmektedir. Birey kendi hakkını ve hukukunu anlamak zorunda ve bunu kabullenmek durumundadır.
Üstünlük bilinci parametresi; her birey değerini emeği, yeteneği ve görevsel başarısı oluşumuyla bir değer olduğunu ve bunu başardığı için yaşam hakkı kazandığını anlar ve ona karşı üstünlük tavrı verir. Kendi durumunu da aynı yargılarla belirli tutar, bu da önemsenecek bir husustur.
Kutsallık parametresi; canlı her varlık bir fonksiyon taşımaktadır. Bu fonksiyonellik insana onun kutsallığı bilincini aşılar. Her ne kadar zararlı ve haşarata karşı bu duygularımız tutarsız ise de gerçekte her canlı kutsaldır.
Dikkat gösterme parametresi; muhatabımıza ilgi gösterip onu dinleme ve onu anlama fiilini anlatır.
Özen parametresi: saygıyı bir nitelik olarak hayata geçirmemizi sağlar. Bir anlamda diplomatik oluş gerçekleşir.
Ölçülü davranış parametresi: saygıyı ortaya koyan ana unsur budur. Küçük büyük herkese karşı bir denge yaratmak zorunda olduğumuzu saygı ile anlarız. Saygı bir anlama fırsatı verdiğinden kendi politik duruşumuzu bu oluşum içinde düşünerek belirleriz.
Sevme temayülü parametresi; sevginin oluşumu için karşıdakine yakınlık tesis etmek ve onu takdire şayan değerlerle donatmamız gerekir. Bu nedenle karşımızdakini sevme temayülünü ancak saygı sayesinde oluşturabiliriz.
Rahatsız etmeden kaçınma parametresi: bize davranış disiplini açısından yapı oluşturan ana unsur budur. Böylece tavır ve davranış tipleri doğar ki bizi medeni olmaya hazırlar.
c. Saygı ve Tanrısal Yapı:
Tanrısal yapı deyince iki husus akla gelmelidir. Birincisi tanrının bize öğretmek istedikleri, ikincisi tanrısal arayış içinde insanın fonksiyonelliği. Biz ikisini de anlaşılır kılmak zorundayız.
Tarih içinde Allahın peygamberleri vasıtasıyla vazedilen emirlerle dikkat çekilen sosyolojik olgular disiplinine tanrının bize öğretmek istedikleri olarak bakacağız. İnsan bilincini düşünselliğe ve kavramaya iten bu yaklaşım insanın doğası ve sosyolojik doğa anlaşılırlığını yaratacaktır. İnsan özgürlükleri ile yaşamsal kuralları dengelemek ve bu kapsamda sosyolojik evrim yapılanması içinde değer kazanan özgürlükler yaratma bilinci anlaşılır hale gelecektir.
Saygıyı Hazreti Musa’nın 10 emri ile anladığımızı kabul edeceğiz. Böylece insanın sosyolojik bir anlam kazandığını göreceğiz. Bu tanrısal kuralları her zaman değerli bileceğiz. İnsan tekamül ve özellik dinamiklerinin saygı olmadan gelişemeyeceğini böylece toplumsal rehabilitenin yaratılamayacağını anlayacağız.
Tanrısal arayış içinde bireyin tanrılaşması esası öngörülür. Yani birey anlayan, hisseden, bilen ve yöneten olmaktadır. Bu kabiliyetlere yönelişin eğitim ve insan doğasındaki özelliklerle ulaşılması gerektiği açıktır. İnsanın peygamberliği tanrısal bir duruştur ve her insan bunu aramak zorundadır. Mükemmellik ve insan doğasının derinlikleri ancak bu şekilde anlamlı ve ahenkli olabilir.
Her birey lider ve özeldir. Tanrısal dinamikler bireyin kendi özgülüğünün eseri olabilir. İşte bu arayış bireysel bağımsızlığın ve yüce ruhun asalet ve dengesini sağlayacaktır.
d. Sosyalizasyon – Saygı Bağı:
Sosyalizasyon insanın toplumsal dinamiklerinin mantığını ve hareketliliğini anlatır. Bu bakımdan bireyin bireyle ilişkisi ve iletişimi ön plana çıkar. Bireysel oluşun temel kaynağı ise saygı olarak karşımızdadır. O zaman sosyalizasyon oluşumu ile saygı arasında kaynaştırıcı ve vazgeçilmez faktörler vardır ve insan bunu anladıkça ve yaşadıkça kurallayacak ve geliştirecektir.
e. Toplum Dinamikleri ve Saygı:
Bugün toplumsal manada her kesin bir sosyal duruşu olması gereği vardır. Bu sosyal duruş ekonomik çark içinde rasyonel bir mevki olmaktadır. Böylece birey ekonomik oluşuma katkısı oranında bir sosyalite kazanmaktadır. Bu oluşu saygın kılan ana amil her bireyin başkalığına dayanan ve özel hayatla renklenen bir aile veya sosyal yapının varlığıdır. Böylece insan mücadelesinde sanki zamanı ve enerjisini motive eden ve dengeleyen bir güç kazanmaktadır.
Özetlersek iş ve özel hayat bireyin dinamik varlığını anlatır. Bu iki oluşumda da insan politik duruşunu doğasına ve sosyal olgusuna dayandırarak kendisi kurar ve kollar. Bu iki oluşumunda ana parametresi insan doğasına uygun ve saygı temeline dayanmasıdır. Bu durumda “saygı”; bireye yaşamsal dinamiklerinin vazgeçilmez değerlerini sunan bir ortamı vermektedir denilebilir.
f. Rasyonalizasyon Düşüncesinin Saygı Bağı:
Akılcılık evrensel doğrulara dayalı çözümleme bilincidir. Evrensel doğruların yaygınlığı ve anlaşılabilirliği akılcılığın kaynaştırıcı fonksiyon sağlamasına olanak verir. İnsanlar bireysel rolleri ile toplum dinamiklerini harekete geçirirler. Bu bireysel rollerin dayanak unsuru rasyonalite olmaktadır. Rasyonalitenin doğması ve realizesi insanın birbirine olan saygı temelli politik duruşları ile mümkün olabilir.
İstediğiniz kadar akılcı olun sisteme kendinizi kabul ettiremiyorsanız başarılı olamazsınız. Bu durumda saygı sistemi kabul etmeye ve sisteme katkı sağlama realitesini yaratmaktadır.
g. Politik Duruş ve Saygı:
Politik duruşun vazgeçilmez dayanağı muhatabımıza gösterdiğimiz saygıdır. Bu saygı kendimize değerler manzumesi olarak gördüğünüz muhatabınızı bir oluşum ile rehberlemeyi amaç edinecek özellikleri yaratmaktadır.
h. Diplomatik Oluş ve Saygı:
Kurumsal kültür dinamikleri oluştukça ve geliştikçe insan daha iyi anlayacak ki diplomatik oluş bir insani tavır yönlendiricisidir. Bu kazanıldıkça ve geliştikçe insan münasebetleri de daha anlamlı ve verimli olabilecektir. Bu oluşumu da yöneten temel duygusal öğe saygı olmaktadır.
i. Bireysel Duruş ve Saygı:
İnsanın bireysel duruş tekamülünü sağlayacak olan ana unsur kendi içindeki erişilmezliği yaratan üstünlük duygusudur. Üstünlüğü sosyal manada dengeleyen ve ana bireysel duruş yolunu gösteren ana etken saygıdır. Saygıyı vazgeçilmez ve dengeli kılan parametreleri sağlamlaştırdıkça adalet ve hak kavramları temayüz edecek böylece birey kalite ve performans oluşturacaktır. Bu işlevselliği yaratmanın tek çıkış noktası bireysel duruş kalitesi olacaktır. İnsanın nitelik kazanması ve sosyal duruş hedeflerini kovalaması bireysel duruşu kuvvetlendirdikçe tekamül ve inkişaf süreklilik kazanacaktır.
j. Hiyerarşi Kalıbı ve Saygı:
İnsanlara üretken yönetsellik sağlayan amil unsur hiyerarşidir. Hiyerarşiyi işlevsel kılmak ve bireysel tekamülle zaman bazında ilişkilendirmek yönetim becerisinin eseri olur. Dolayısıyla yönetsellik bir performans yapılanması olarak algılanmalı ve hiyerarşi kalıplarını bu işlevsellikle, bireysel beceri ile etkilemek gerekir.
Hiyerarşinin yararlılığı ve tekamülünü sağlama düşüncesinin şeffaflığı saygı unsuru parametrelerinin yeterliliği ve anlamlılığı ile yakından ilişkilidir. Bu nedenle hiyerarşi bireysel duruş kalitesi yanında yönetsel dinamiklerin liyakati ile de anlam kazanmaktadır. Yönetselliğin sadakat ayağı ile bireysel duruş yeteneklerinin etkilediği liyakat bilincinin birlikte ve dengeli kullanımını sağlayacak saygınlık tekamülü garanti eder.
k. Saygının Duygusal Yanı:
Saygı toplumsal oluşum kriterleriyle ilişkili ele alındığında bireye bir duruş perspektifi kazandırmaktadır. Politik duruş niteliği saygı kimliğinin eseridir. Diplomatik oluş birikimi de saygı ile yakından ilişkilidir. O halde saygı medeniyet faktöriyelinin ana açılımını sağlayan unsur olmaktadır.
İnsan duygusallığında yöneliş dinamiklerini akışkanlığa dönüştüren amil faktör de saygıdır. Sosyolojik oluşum dinamiklerini belirleyen ana faktörde saygıdır. Bu durumda saygı vazgeçilmez ve çok değerli duygusal bir bağ unsurudur. Saygı aynı zamanda mantıklı düşünsellik ile duygu yönetimi dengelerinin oluşum faktörüdür. Bu durumda saygıyı işlevsel kılan her değer önemli ve vazgeçilmezdir.
l. Saygının Fizyolojik Olgusu:
Bu bakış açısı öncelikle yaradılış anlaşılırlığını gözden geçirerek anlam kazanabilir. Bizi ortaya çıkaran amil hususların yarattığı psikolojik etkileşimle birlikte sahip olduğumuz fizyolojik oluştur. Bu bizi toplumsal boyutta anlaşılır ve anlamlı kılar. Saygı işte bu yönüyle kişinin kendi ile barışıklığının göstergesidir. İnsan başkası olmayı kolay görür ama kendi olmayı ancak isterse becerebilir. Bu onun kendisine saygısının ana göstergesidir.
İnsan yaradılış olgusu ile kendini barıştırabilecek yeterliliği bulabilmelidir. Unutmamak gerekir ki her insanın kendinle iftihar edebileceği mutlaka bir üstün tarafı vardır. Ve bu onun çekim gücünü yaratacaktır. Özenmek, imrenmek, önemli olabilir ancak gerçekleri değiştirmez. O halde fizyolojik saygınlık önemlidir ve önemsenmelidir.
m. Doğa ve Saygı:
Biz yaşadığımız dünyayı bizden önce yaşayanlardan devraldık. İnsanlığın en büyük özelliği zamanı taşımaktır. Zaman ile doğa arasındaki etkileşim bizim becerimizdir. Doğayı anlayabildiğimiz ölçüde doğadan istifade edebilir ve kendimizi etkin kılabiliriz. Bu konuda bilmemiz gereken doğanın sistematiklerinin olduğu ve canlılığıdır. Bu sistematikleri dengelemek için anlamak ve uyumlu olmak şarttır. Bu da hiç şüphesiz doğaya saygı göstermekle olur.
İnsanın toplum veya birey bazında doğayı etkileme potansiyeli çok yüksektir. Bir ormanı yakmak bir kibrit çakmakla olabilir. Böylesi bir etkinliği ancak duyarlı ve anlamlı yaşam bilinci dengeleyebilir.
n. Aile ve Saygı Temeli:
İnsanın hayata hazırlandığı yer ailedir. Bu nedenle ailenin sosyolojik kurgusunun anlamı çok önemlidir. Aile bireyleri bazında geçmişle bütünleşen, bugünü realize eden ama yarını düşleyen bir felsefik temeli yansıtır. Çocukların gelecekle bağlantılı yöneliş oluşumları, aileyi temel mekanize yapan annenin rolünü belirginleştirir. Anne yuvanın veya ailenin temel direğidir. Babanın bunu görmesi ve anlaması annenin de bu sorumluluğu taşıyabilecek olgunluğa erişmesi gerekir.
Aile bireyleri aile ortamının bugün ve gelecek açısından ortaklıklarını iyi görebilmeleri ve yaşam dilimindeki bu beraberliklerini anlamlı kılabilmeleri önem kazanmaktadır. Anne ve babanın hayat bileşkesindeki boşluklar ve birbirlerinin hayat perspektiflerine saygıları çok önemli ve anlamlıdır. Cahili cühela köpeklerin dünyaya akıttığı zehirlerin yarattığı mutsuzluğun süratle ve dikkatle yok edilmesi gerekir. Düşünen insanları köpeklerin iç güdüleri mutsuz yaparak yaşamın bir zehir olduğunu anlamak gerekir.
o. Kurumsal Yapı ve Saygı Gereği:
Her kurumsal yapı belli bir ihtisas kümesini kendi bünyesinde ve kendine özgü olarak çalıştırarak hayata geçirir. İnsanın bu ihtisas yapılanması içindeki rolünü realize edebilmesi ve bunun hayata geçiş performans değeri bireyin kendine ve kuruma duyduğu saygının temelini teşkil eder. Hayata anlam katan sosyal duruş öğelerinin realitesi ve performans kriterleri bu saygının derecesi ile ölçülmelidir. Yani saygıyı bir sömürü gibi görmemek ona katkıda bulunmayı bir saygı unsuru olarak değerlendirmek gerekir.
p. Siyaset ve Saygı Unsuru İlişkisi:
Siyaseti bireyin toplumsal oluşumlardaki rolü olarak anlamak gerekir. Bu rolün tecrübe ve oluşlarla topluma fayda sağlaması esastır. Dolayısıyla siyasi duruş faktörünün ana unsuru topluma fayda değeridir. Bu değeri anlamlı ve anlaşılır kılmak tüm siyasetçilerin işlevselliğinin temelini oluşturmalıdır. O zaman siyasetin saygı unsuru oluş veya söylemleri topluma fayda cihetiyle anlaşılır kılma gayreti olarak görmek gerekir.
q. Demokrasi ve Saygı Değeri:
Demokrasi gerek bireyin gerekse kurumsal örgütlenmedeki kurumsal stratejilerin yaşamsal paylaşım perspektifinin realizasyon yoludur. Bu nedenle dengelere, anlayışa, birbirini dinlemeye ve anlamaya, birbirini ikna etmeye, birbiriyle rekabete ihtiyaç vardır. Bütün bu karmaşık gözüken oluşları hayata geçirebilme oluşumunu saygı düsturu belirler. Bu nedenle kurallara ve hukukun anlaşılırlığına ihtiyaç vardır. Hukuk ve kurallar alışkanlık ve beğeni oluşturma değerlerine göre saygınlık kazanır ki işte bu kültürel gelişimin bir anlamda ana motoru olur.
r. Saygının Vazgeçilmez İlkeleri:
Saygının birinci ilkesi; var oluş ve yaşamsal değerleri kabul etme bilincini oluşturma gayreti olmasıdır. Yani işlevselliği monitorize eden kuvvetleri dengeleyen bir özellik taşımasıdır. Dolayısıyla yaşamsallık bir anlamda saygının temel anlaşılırlığı ile realize olan gerçekliktir.
Saygının ikinci ilkesi; işlevselliği taraflar arasında verimlilik bazında oryante etmesidir. Yani taraflar saygıyı çıkar ve menfaat bazında fayda üreten bir unsur olarak görmelidirler.
Saygının üçüncü ilkesi; varlığı ile tekamülü ve dengeyi sağlamasıdır. Bu özellik tarafların çıkarları yanında varlığını idame doygunluğunu irade olarak görmeyi amil kılar.
Saygının dördüncü ilkesi; fayda, verimlilik, düzen ve denge faktörleri ile anlaşılırlık açısından tartışma ve ikna zemini yaratabilmesidir. Bu özellik müşterek hareket anlayışını doğurur ki var olma ve ortak çıkar zincirlerinin çalışmasını sağlar.
SEVGİNİN İŞLEVSEL FONKSİYONELLİĞİ :
Sevgiyi anlayabilmek için Sevgi Değirmeni isimli bir şiir kitabı yazdım. Daha sonra sevgiyi en çok kullananlardan olan Hazreti Mevlana’yı incelemeye çalıştım. Daha sonra Hazreti İsa’nın öğrettikleri arasında sevgi kıvılcımlarını öğrendim. Bütün bunlar bana sevgiyi yeterli anlamda öğretemedi. Ve ben kitabın bu bölümünü yazarken neler yazacağımı emin olun bilmiyorum.
Sevginin insanlar arası bir beğeni ve sempati kıvılcımı yarattığını, sevginin ilgi ve merak ile yöneliş oluşturduğunu, insanın insanlardan beklediği ve insanlara vermek zorunda olduğu ilgi ve bereketi yarattığını, sevginin bir vazgeçme iksiri olduğunu, bunların bileşkesinde sevginin muteber olma duygusu olduğunu hissediyorum.
Hep yaptığım gibi sevgi sözcüğünü de sözlükten alıp yazacağım ve insanlığın anladığı ile benim hissettiklerim bağlamında bir yolu deneyeceğim.
Hazreti İsa’nın dediği gibi “sevgi insanları birbirine bağlayan güçlü bir enerji” tanımını ben çok benimsiyorum.
a. Sevgi Anlamı ve Bireysel Değeri:
Sevgi; insanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu, olarak tanımlanmaktadır.
Bu durumda sevgiyi ilgi ve bağlılık perspektifinde analiz etmemiz doğru olacaktır. İnsanın hayatla ilişkisinde ailesi, daha sonra kendi kurduğu aile, çalışma ortamı ve yaşam alanı ortaya çıkmaktadır. İlgiyi bu perspektifte yaşam ortamımızdaki insanlarla ilişkilerimizde kullanmaktayız. Daha da enteresan tarafı bize ait olanlara karşı daha başka hisseder ve anlarız. Bağlılığımız kendimize ait olan şeylerde vücut bulur. O halde sevgi bireyin yaşamsal dinamiklerine fonksiyonellik katan bir enerji ya da sinerji olarak anlaşılmalıdır. Bireyi hayatla irtibatlandıran bir ruhsal köprü de denilebilir. Bu durumda sevginin bireysel değeri hayattaki renkliliğimiz olmaktadır.
b. Sevginin Toplumsal Yapısı:
İnsanlara sevgi temelli yaklaşımları Hazreti İsa öğretmiştir. Fakirlerin hayatla ilişkisinde daha duyarlı ve duygu yüklü yaşamalarını yorumlayarak Allahın fakirleri daha çok sevdiğini söylemiştir. Duygu yüklü yaşam tekamül açısından bakıldığında anlamlı ve manidardır. Ve bu açıklama bence de doğrudur.
Hazreti İsa “size bir tokat atana , diğer yanağınızı da uzatın” der. Bu düşmanınızın olmadığını size düşman görüneninde gerçekte sizden olduğunu anlatır. Ve sevgiyi ne kadar önemsememiz gerektiğinin mesajını verir.
Ben bu iki açıklamayı hayatın gerçek anlamı olarak görürüm. Sevgi toplumsal manada insana değer katan ana oluşumdur. Sevgiyi ortaya koyan ilgi; beğeni, takdir ve kabulü birlikte yansıtırken bağlılık; ait olma, benimseme ve yakınlık duyma oluşumlarını kapsar. Bu yapı içinde bireyden topluma yayılan bir sinerji doğar ki bu bizi toplumun parçası haline getirecektir.
c. Sevginin Parametreleri:
Sevginin birinci parametresi: hayata pozitif bakma bilincidir. Psikolojik olarak hayatla dengeli ve barışık olabilmemiz hayatı kabullenme ve onun parçası olma dinamiklerini yaratmamızla gerçekleşebilir.
Sevginin ikinci parametresi: yöneliş disiplinine sahip olmaktır. Yönelişi; istek, arzu ve umutlarımız tayin eder. Bu üç yapı yaşamsal dinamikleri kanalize etmektedir. Böylece sevginin oluşturduğu ilgi ve bağlılıklar bizi hayatla müşterek olmaya yöneltir.
Sevginin üçüncü parametresi: tatmin olma gereksinim ve becerisidir. Bizi yönelişimizde anlamlı kılan faydaları aramamız doğaldır. Bu faydalar uğruna yaşadığımız hayat olur.
Sevginin dördüncü parametresi: anlamlılık ilkesidir. Değerlerimizle ihtiyaçlarımızla yaşar bunlar için çaba sarfederiz. Dolayısıyla tutarlılık olabilmesi için anlamlı bir oluşu seçeceğiz demektir.
d. Sevgi ve Tanrısal Yapı:
Sevgi oluşumu içinde hiç şüphesiz koruma ihtiyacının da katkısı var. İnsanlıkların yalnızlıklarına çare arayışları içinde tanrı belki de korunma gereksiniminden ortaya çıkmaktadır. Bu oluşumun sevgiyi ve muhtaç olmayı anlaşılır kılmamızı sağlamış olabilir. Ben sevgiyi Hazreti İsa’nın öğretisinde tüm insanlığı kucaklayan mesajlarda aramak istiyorum. İnsanlığın cennet ulaşacağı fikri yanında iyi olmak ve iyilik yapmak düşüncesinin temel teşkil etmesi sevgiyi kucaklayan ana öğe olmuştur. İnsanları kaynaştıran ana fikir insanların korkuları yanında ihtiyaç duydukları büyük kurtarıcının sevgisini kazanmak zorunda olduğumuz gerçeğidir. Musevilik Allahı şahsiyete dönüştürmüş, Hıristiyanlık onu insan olarak baba –oğul ikileminde perçinlemiştir. Böylece Allah mükemmel ve kudretli insan figüründe yer alırken sevgi temelli bir yaşamsallığı yaratmıştır. Bugün bile insan hakları dahil tüm yönetsellik becerileri hep Batı’nın becerisinde ortaya çıkabilmiştir.
e. Toplum Dinamikleri ve Sevgi:
İnsanı içselliğe ve samimiyete iten ana unsur ilişkiye karşı insanın duyduğu sevginin tezahürüdür. Bu özellik sağlam ilişki ve dengeli yaşamsallık yaratmıştır. Bunlarda doğru sözlü olmak, dediğini yapmak, dinlemek, anlamak gibi kavramların oluşmasına ve önemsenmesine olanak vermiştir. Eğer insan samimiyet kazanmamış olsaydı hiçbir şekilde üretken ve verimli olmayı başaramazdı.
İşte sevgi toplumsal dinamikleri öteleyen onu bireyin kalbinde hareketli kılan ana unsur olarak görülmelidir.toplumsal davranış öğeleri ahlak ve namus çizgileri hep sevgi kavramının samimiyeti çerçevesinde şekil alan unsurlardır.
Böyle olunca sevgi insan iletişiminin merkeziyet kazanmasını sağlayan temel unsur haline gelmiştir. Hazreti İsa insanları birbirine bağlayan ana unsurun sevgi olduğunu açıklaması bize bunu ispatlayan ve öğreten ana unsur olmaktadır.
f. Sosyalizasyonun Sevgi Bileşkesi:
Sosyalizasyondan beklediğimiz birinci etki zamanın rasyonalitesidir. Birlikteliği esas harekete geçirici unsuru saygı olarak göstermiştik. Saygı tek başına bir duruş, sevgi ise üretkenlik unsurudur. Bu durumda saygı ve sevgi sosyalizasyonun verimlilik ölçüsünü belirlerler.
Sevgi kaynaşma, paylaşma ve üretme ötelemelerinin ana faktörüdür. Böyle olunca sosyalizasyon birlikte üretmenin ve etkileşimin ana oluşumu durumuna gelecektir. Sosyalizasyon düşüncesini izah ederken bir iyilik etkileşimini anlatmıştık. Burada da iyiliğin harekete geçiren faktörü olarak sevgiyi anlatmaktayız. Dolayısıyla iyilik temelli yaşam ve mutluluk temelli anlayış sevgi arar ve sevgi ile yücelir. İnsanı insan yapan değerlerin başında insanın duyduğu sevgi yatar.
Aile sosyalleşmesi içinde de ana faktörün sevgi olduğunu vurgulamamız gerekir. Sevgi bir fizyolojik kaynak olarak ailede doğar ve hep yaşar.
g. Politik Duruş ve Sevgi:
Sevgi politik duruş kapsamına içtenliği ve samimiyeti sokmasıyla onun verimliliğini ve etkinliğini belirler. Önemseme ve yönelme olgularını harekete geçirir ve insanın tutarlılığını belirler.
Samimiyet doğru sözlü ve olduğu gibi görünmeyi sağladığından politik duruş tercihleri bu veçhe ile insanın karakteri ile uyumlu hale gelmekte ve politik duruş bilinci anlaşılır durumu yaratmaktadır.
Netice olarak sevgi; insan karakter olgularıyla dış dünyanın buluşmasını ve insanı olduğu gibi davranmasını sağlayan ana etken durumundadır.
h. Sosyal Duruş ve Sevgi:
Bireyin toplum içindeki oluşundan, daha sonra kazandığı sosyal mevkiden ortaya çıkılarak belirlenen sosyal duruş, öncelikle kendini beğenme ve sevme, sonra insanları sevme ve yaşama katkıda bulunurken kendi yaşamını manalandırma bakımından bireye etki eder. Bu doğrudan bir varlık sevgisi anlamı taşımalıdır. Böylece insan ilgi ve dikkatini yoğunlaştıracak ve performansını üretkenlik ve verimlilik bazında yükseltecektir. Denilebilir ki insan sevgisi sosyaliteyi oluşturan en anlamlı duygusallıktır.
Sosyal duruşun otorite yönü insan sevgisiyle donatılmazsa sömürü ortaya çıkar ki bireylerin üretkenlikleri düşer. Bu nedenle insanın ferdi üretkenliğini maksimize edecek motivasyon ancak sevgi temelli duygulama ile mütekamil olgular yaratabilir.
i. Bireysel Duruşun Sevgi Boyutu:
Bireysel duruşu etkileyen ana düşünceler karşı cins cazibesi, üstünlük bilinci, çevreye etki düşüncesi ve tabii ki insan sevgisidir. Bu durumda insanın dünya ile barışıklığının ana göstergesi onun ruhunun açılımını sağlayan sevgi kaynaklarıdır. Sevgi kaynaklarını çoğaltmak insanın elindedir. Politik duruş çizgisinde verecen ve hoşgörülü mizaçlama insanın sevgi boyutunun gelişmesini sağlar. Aslında öngörülen erdemde içinde alçakgönüllülük formasyonu ile sevgiye atıfta bulunmaktadır.
j. Hiyerarşi İçinde Sevginin Anlamı:
Hiyerarşi yönetsel yapılanmanın ana unsurudur. İnsanlar bu yapılanma içinde kendilerini üretken yapabilmek için sevgiye muhtaçtırlar. Sevgi bir yaranma ya da yaltaklanma unsuru değildir. Sevgi bir ihtisas varlığının parlaması şeklinde kendi kişiliğinin ve liyakatın doğmasının duygulamasıdır.
Amirin memura bir gülümsemesi bile memurun gönlünde baharların açmasını sağlar. Böylesi önemli olan yakınlık etkileşimini sevgi tezahürleri ile donatmak ama etkisizleşmesine müsaade etmemek hiyerarşik yapılanmanın kilididir. Her bireyde farklı tezahür eden bı ilgi açılımını yönetici ilgi ve dikkati ile dengeleyecek liderliğini gösterecektir. Bu nedenle stratejik düşünsellik önemli ve ortaklaşma sağlayan unsur olarak dikkat çekicidir.
k. Sevginin Duygusal Anlamı:
Sevgi temelinde yatan duygusallığın birkaç etkileşim unsuru vardır. Birinci unsur; bağımlı hale getirmesidir. Bu yakınlaşma – ilgi – ve temayül kazandırır. Sosyalleşme temeli bu nedenle sevgiyle yakından ilişkilidir. İkinci unsur; vazgeçmeye zorlamasıdır. Bu özellikle tüm etkinliklerde kendini gösterir. Sevilen şeye karşı adeta bir zafiyet kılıfı doğar. Üçüncü unsur; yönelme istekliliğidir. Bu sevginin üretkenlik ve verimlilik açısından ne kadar önemli olduğunu gösterir. Dördüncü unsur; güven duymadır. Sevginin yarattığı amil hususlardan birisi hiç şüphesiz insanların birbirlerine güvenmelerini sağlamasıdır. Beşinci unsur; tekamül sağlamasıdır. Bu yöneliş bazında üretkenlik ve verimlilik yanında tekamüle yöneltmesi ile de önemli bir durum ortaya koymaktadır.
l. Sevginin Psikolojik Olgusu:
Sevgi beğenme, bağlanma ve ilgi fonksiyonelliği ile bireyin psikolojik etkileşimini yaratmaktadır. Böylece birey güven, var olma zevki ve ait olma etkileşimlerini harekete geçirerek bu oluşumu takdir etmektedir. Bireyin bu psikolojik devinimi onu tatlı bir zevke ve mutluluğa yöneltmekte ve birey tatmin olma bakımından hareketlilik kazanmaktadır.
Sevginin iyi niyet ve güven oluşumlarıyla ahenkli varlığı unutulmamalıdır. Bu oluşumlar psikolojik kaynaşma yaratırlar ve insana özel görünen bir davranış yapılanmasını hazırlarlar.
m. Doğa ve Sevgi:
Doğa güçten etkileşim alır. Sevgi ise insan doğasına güç katar. Bu nedenle sevgiyi insana güç veren paylaşma ve ortaklaşma bilincini yaratan amil olarak görmek gerekir.
Sevginin doğası toplumsal yakınlaşma ve ilginin odağı olması nedeniyle çok önemlidir. Bireyi toplumsal mayaya hazırlayan sevgidir. Toplumla barışık olma bilinci sevginin yarattığı bir sonuçtur. Böylece etkileşimde birey sosyalizasyon kazanmakta böyle entelektüeliteyi yaratmaya yönelmektedir.
Hayatın var oluş ile başlayan sevgi dinamiklerinin çağlar boyunca oluşum ve etkileşimi iyi analiz edildiğinde zamanın sevgiyi tekamül ettirmekte olduğu görülecektir.
n. Aile ve Sevgi Temeli:
İnsan doğasının sevgi merkezi ailenin birincisi karşı cins heyecanı, ikincisi çocukların yetiştirilmesi heyecanıdır. Aile zamanı insana göstermesiyle tahammül dinamiklerini harekete geçirir. Böyle olunca birey sevgi ile tatminkarlığını gelecek yönetimine dönüştürmeyi amaçlamayı öğrenir.
Aile zaman içinde bir ruh birliği özelliği kazanır. Buradaki bireyler sevgi temelli bir bütünlük ile kendi aralarında kendi özel kültürel olgularını yaratırlar ve bunları alışkanlık haline getirirler. Yeni kurulan ailelerde kültür çatışmasının ana çıkış noktası bu ruh alışkanlıklarının varlığı olmaktadır.
o. Demokrasi İçinde Sevginin Anlamı:
Demokrasi ortak yönetsellik bilinci demektir. Fikir ve lider oluşumları bireyleri harekete geçirir. Fikirlerin karmaşıklığı veya sadeliği toplum içindeki anlaşılırlığından çok beklentilerle uyumluluğu açısından önem kazanır.
Sevgi toplumsal örgütlenmede bireylerin kabullenmelerini kolaylaştırır. Bu noktada sevginin kaynak teşkil ettiği işlevsellik bireyin huzur ve endişeleridir. Sevgi varlığı insanı huzurlu ve dengeli yada hoşgörülü kılar. İnsan hoşgörüsünü yaratan ana etken bireyde temel oluşturan sevgi varlığıdır.
Netice olarak demokrasi bireyin sevgi tekamülünün bir aracı olmalı ve böylece güçlenen birey yaratılarak toplum birey kaynaşması sağlanmalıdır.
p. Sevginin Vazgeçilmez İlkeleri:
Sevgi bağışlayıcıdır: sevginin en büyük özelliği kabul ediciliği geliştirmesidir. Bu hoşgörü ve alçakgönüllülüğü tetikler. Böylece erdem ortaya çıkar.
Sevgi belirleyicidir: sevginin en etkili sahası ona öncelik verme alışkanlığı ve temayülü yaratmasıdır. Böylece sevgi yakınlaşmanın ve birlikteliğin ve paylaşmanın yaratıcısı olmaktadır.
Sevgi etkileyicidir: sevgi insanın temayül ve beklentileri için emeği ve yönelişi anlamlı hale getirmesi en önemli özelliklerindendir.
Sevgi vazgeçilmezlik yaratır: sevginin ortaya koyduğu öncelikler ve alışkanlıklar insanın yöneliş belirleyiciliği, coşkusu kadar vazgeçilmezliği de oluşturduğu açıktır.
Sevgi mutluluğun temel taşıdır: insanın huzur ve zevkleri insan temayül kriteryasını belirgin kılar. Memnun yaşam dinamikleri mutluluğu arama fırsatı verir. Böylece insan aradıklarını belirginleştirir ve huzur bulur.
q. Sevgi ve İnsan İçin Önemi:
Sevgi insan samimiyetini yaratan olgunun temel taşıdır. Samimi insan üretken ve verimli olma dinamiklerini benimser, çalışkan ve zeki olmayı önemser. İnsanı hayata bağlayan ana unsur sevgidir. Saygı ile ilişkisi saygının sevgi kriteryasına olanak sağlayan unsurları türetme imkanı vermesidir.
İnsan huzur ve mutluluğu aramak üzere yaşamı anlamlı kılmaya, varlığının gücünü göstermeye çalışmayı sevgi yöneliş dinamikleriyle kazanır. Sevgi insan olmanın temel taşıdır.
İnsan bebekliğinde sevgi ile tanışır. Allahın yaradılış lutfu sevgiyle bütünleşmekte insan bu güzelliği kendi yaratıcılığının eseri olarak benimsemekte ve yeni dünyayı keşfeden bebeği kucaklamaktadır. Bebeğin dünyayı tanıma süresinin güzelliği ve özelliği insanın öğretme yeteneğini geliştirmesini saplar ki bu da tanrısal bir özelliktir.
Netice olarak sevgi kaynaşma yanında var olma bilincinin de kutsanmasına olanak veren çok kapsamlı bir işlevselliktir.
r. Sevginin Oluşum Yöneliş Etkisi:
Sevgi bir kurtuluş gibi başlayabilir. Sevgi beğeni ya da özenti gibi başlayabilir. Ama sevgi mutlaka aradıklarımızla ilgili bir özellik olmalıdır. Böyle olursa benimsenmesi ve kabul edilmesi anlamlı ve etkili olacaktır.
Sevginin kriteryası vazgeçilmezliği ve bağışlayıcılığı ile kendisini belirginleştirir. Seçicilik oluşumu ve yöneliş temayülü etkileşimi yoğunlaştırır.
Sevgi azdan çoğa tekamül eden çaba ve gayretlerle ilişkili insan karakterine uyumlu bir nitelikler oluşumudur. Bu özelliği ile sevgi her anında varlığını hissettiren ve vazgeçilmezlik öğelerini yaratan bir dinamikler bütünü olur.
Sevgi var olmasıyla, kattığı bereketiyle insan dimağının kutlu duygusudur. İnsanlığı kenetleyen ana maya sevgiden gelir.
s. Sevgi Doğası:
Sevgi; kontrol edilemeyen, insan doğasının temayül mekanizmalarıyla etkileşimli, insan tercihlerinin dayanak sistematiğinin istenci, bağlanış ve ilgi temayülü etkileyicisi olarak insan yapısının özel tutkusunu oluşturur.
Sevgi doğası; tabiiliği ile yarattığı gerçekçiliği insan için çok önemlidir. İnsanın doğru ve tekamül eden yapılaşmasının ana etkeni sevgidir. İnsan huzurunun da varlık bilincinin etki oluşumu da sevgi ile ilişkilidir.
Netice olarak sevgi; etkileşimin yoğunlaştırıcısı, yönelişin belirleyicisi, direncin tekamülü, sabrın yaratıcısıdır. Bu doğal kısvesiyle insanın insan olma etkileşiminin dayanağıdır.
Duygusal manadaki hayatın oluşum ve yöneliş öyküsü de sevgi ile yaratılabilir. Sevgi bu dünyadaki kalış ve var oluş hikayesinin ana temasıdır.
SORUMLULUĞUN İŞLEVSEL FONKSİYONELLİĞİ:
Sorumluluk; insan ile onun hayatının manası arasındaki dengenin ilişkisini sağlayan oluşumlar açıklanmaktadır. Sorumluluk insanın yaşamsal fonksiyonelliğinin anlamı olmaktadır. Böylece insan Salih Ameli kendisini realize etmek, Müjde’yi aklının felsefik boyutunu oluşturmak kapsamında bir yaşamsallığı anlaşılır bulmaktadır.
Biz insanın yaşamsal sorumluluğunun dışında hayatla etkileşim boyutlarının içinde mutluluğa uzanan ve sorumluluğu görev telaki eden bir açıklamayı savunacağız. Böylece insan sorumluluk kavramının doğasını görebilecek ve kendi ile hayatını kaynaştırma üslubu yaratabilecektir. Bizim amacımız anlaşılmaz olmak değil anlaşılabilirliği kargaşadan kurtarmaktır. Dolayısıyla İslamiyet’le insanlığa öğretilen sorumluluk kalıplarını izafi anlatımda kullanarak kendimize ait sorumluluk bilincini nasıl oluşturacağımızı araştıracağız.
a. Sorumluluk Anlamı ve Gereği:
Sorumluluk; yapmamız gereken şeyleri yapma bazında duyarlı kılınan bir anlayışı anlatır. Yapmamız gereken şeyler nelerdir? Salih Amel araştırması insanın fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik boyutta fonksiyonelliğinin resmini yansıtmaktadır. Tanrının dini vecibe olarak insana verdiği sorumluluk iyilik ve mutluluk temelli bir yaşam öyküsü oluşturmaktır. Biz bunun düşünsel kriteryasını anlatmaktayız. Bu oluşum içinde ibadet kriteryası açık ve anlaşılır asli sorumluluğumuzdur.
Sorumluluk; bize yüklenen, gerek görev bazında gerekse sosyalite bazında olması gerekenleri anlamakla başlar. Sorumluluk insan dinamiklerinin çabası yani motorudur. İnsanı gerek sosyalitede gerek bireysel olguda anlaşılır kılan unsur sorumluluk bilinci üzerinde oluşan etkileşimdir.
b. Sorumluluğun Toplumsal Değeri:
Sorumluluk bireysel anlamda toplum işlevsellik çarklarının dişlileri gibidir. Bu dişlilerden biri tökezlerse toplum işlevselliği sekteye uğrar. Ve insanlar rahatsız olur. İnsan işte bu açıdan kendi fonksiyonelliğini toplumsal işlevsellik perspektifinde görebilmeli ve kendi rolünü bu anlamda üstlenmelidir.
Sorumluluk bireye yüklenen yaşam zorluğu değil yaşam manası olmalıdır. Hiçbir insana taşıyamayacağı yük verilmez. Böyle olunca kurumsal yapılanma ve organizasyon sorumluluk bilinci üzerine kurulmuş yapılanmalardır. Bu açıdan sorumluluk hiyerarşi, kurumsal ihtisas ve en önemlisi yönetselliğin açık oluşum dinamiğidir. İnsanlar kayıtsız şartsız sorumluluk üstlenmese toplum yönetselliği ve organizasyon dinamikleri kurulamaz ve işletilemez.
c. Sorumluluğun Parametreleri:
Sorumluluğun birinci parametresi: gereklilik bağıdır. İnsan gerekli olan konulara ve oluşumlara hizmet vermekten zevk alır. Bu açıdan insanı işlevsel kılacak bir oluşum mantalitesi olmalıdır.
İkinci parametre zamanlamadır. İnsanı fonksiyonel kılacak olan görev veya işlem mutlaka zaman bazında açıklık taşımalıdır.
Üçüncü parametre başarı perspektifidir. İnsan yapacağı işin formasyonunu bilerek işlevsel olabilir. Dolayısıyla başarmayı bilmeyen yani nasıl olacağını anlamayan çözümü de sağlayamaz.
Dördüncü parametre niyet açıklığıdır. Sorumluluğu ortaya koyan dinamikler gerekli olduğu kadar anlamlı da olmalıdır. Bu nedenle işlevselliğin maksadı anlaşılır olmalıdır.
Beşinci parametre uygunluğudur. Birey kendinle sorumluluk arasında ilişkilenmeyi açık olarak benimsemelidir.
d. Sorumluluk ve Tanrısal Yapı:
İnsanlara sosyal bir anlayış düzeni kuran peygamberlerdir. Peygamberlerin yaptıkları çağın şartlarına göre insanlara sorumluluklar yüklemeleri ve çözümlemeleri ile organizasyon dinamiklerini yenilemeleridir. Bu kapsamda en derin bireysel sorumluluk disiplinini İslamiyet getirmiş, adeta her bireyi inisiye edecek atılım ve başkalaşımı yaratmıştır. Bugün bilebildiğimiz cennete hazırlık olan İslamiyet doğuşu insanlığın rehber anlayış ve disiplinin çıkış noktasıdır.
Dolayısıyla tanrısal doğruları ararken kendimize yüklenen sorumluluklardan kaçmamız gerekir. Hayat sorumluluğumuzu hissettiğimiz ölçüde verimli ve anlamlıdır. İnsan ruhunun tekamül yanında rehberlenen özgürlükleri hiçbir zaman sorumluluklarıyla çatışmamalıdır. Hayatı tek düze tembellik olarak değil üretkenlikteki verimlilik katkısı olarak görmek insana yakışır. Ve böyle gerçekte mutlu olunur.
e. Toplum Dinamikleri ve Sorumluluk Bilinci:
Her insan bir şekilde toplumun bir parçası olmaktadır. Organizasyon dinamikleri katılımcılığı yaygınlaştırıp sosyalizasyon bilinci getirdikçe bireysel sorumluluk almaktan kaçmaya meyillidirler. Halbuki topyekun varlığın üretkenlik dinamikleri çok kapsamlı ve yaygın olmak zorundadır.
İnsanların demokrasi bilinçlenmeleri yanında tekamül dinamikleriyle de yakından ilişkili gelişmeler kaydetmeleri gerekir. Zira demokrasi yaygın olan muhafazakarlığı daha kolay benimser. Bu tekamülü zorlaştırır. Devlet organizasyonunda yaşama erki bu nedenle çok önemlidir. İnsanları tekamüle ve üretkenlik faydalarına yöneltmek toplumsal bir oluştur.
f. Sosyalizasyon ve Sorumluluklar:
Sosyalizasyon kitabı yazılırken liderlik ve iyilik eksenleri esas alınmıştı. Liderlik bir sorumluluk olayıdır. Bireyin diğerlerini etkileyebilmesi onun doğasının vazgeçilmez unsurudur. Bu doğa geliştirildikçe insanların paylaşımcılığı ve hoşgörüsü gelişecek böylece insanlık topyekun tekamül çehresini yaşanır dinamiklere kavuşturacaktır.
Sosyalizasyon oluşumlarını gerçekleştirmek ve bunu alışkanlık bazında realize etmekte bir başka sorumluluk olgusudur. İnsanların organize olmaları ile fayda üretmeleri arasındaki denge medeniyetin anlamı olmalıdır.
Sorumluluk hissettiklerimizde vazgeçilmez gördüklerimiz arasında dengelendikçe tekamül ve fayda çoğalarak artacaktır. Bu nedenle sorumluluğu dengeli ve törpüleyici öğelerle üretken kılmak ve fayda oluşturmak önemlidir.
g. Rasyonalizasyon ve Sorumluluk Bilinci:
Rasyonalizasyon disiplini bize etkili ve tekin olmanın yolunu göstermektedir. Bu husus mutlaka buna daha yatkın bireylerin gayretleriyle anlam kazanacaktır. İnsanları topyekun alim yapamayız. Ama alimleri faydalı yaparak insanlığın stres ve oluşlarını dengeleyebiliriz. Organizasyon ve oluşumlar toplumsal dinamiklerle evrensel aklı yarattıkça insanlık sorumluluklarını daha iyi anlayacaktır.
Rasyonalizasyon etkinlik ve verimlilik açısından yapılanmanın vazgeçilmez boyutudur. Bunu sorumluluğumuz dahiline almak tekamül ve toplumsal olgular için vazgeçilmezlik taşır.
h. Bireysel Duruşun Verdiği Sorumluluk Bilinci:
İnsan ereğinin limiti yoktur. Dolayısıyla kabiliyetleri ararken veya bir kabiliyeti geliştirirken bunun en iyisi ve en özeli olma istekliliğinin canlı tutulması gerekir. Bu da kişinin kazanacağı sorumluluk bilinci ile etkili hale gelebilir.
Bu sorumluluk bilincini geliştirmek ve desteklemek bireyi kabiliyeti ile yalnızlığa iterek değil onu özendirerek ve yarıştırarak rekabet ortamında mümkündür. Birey yeteneklerini göstermeyi ve bunlarla toplum içinde değerleriyle yarışmayı bir zevk haline getirdikçe kendi bireysel durumunun gelişmesi çerçevesinde gayret yaratacaktır. Aradığımız da zaten budur.
i. Sosyal Duruşun Sorumluluk Bilinci:
Kurumsal yapılaşma içinde teşebbüs yaratmayı önemseyen bir anlayışla sosyal duruşu gözetmemiz gerekir. Sosyal duruş mevkii sömürmek değil yüceltmek sistematiği taşımalı liyakat temelli bir yönetsel sadakat anlayışı gelişmelidir. Bunu yapabilmek için üretkenlik ve beceri kapsamında şeffaf olmak ve değerlendirme titizliği ile rekabeti esas almak önemlidir.
Dolayısıyla birey sosyal duruş etkinliğini gayret ve çaba ile tekamül ettirme anlayışını geliştirdikçe bu onun sorumluluk bilincini de geliştirecektir.
j. Hiyerarşi İçinde Sorumluluk:
Kurumsal yapılanmada kurumun stratejik hedeflerine konsantre olmuş bir personel yapılanması mutlaka bireyin katkısının görülebileceği bir anlayışla yönetilmelidir. Çalışanın sömürüldüğü, cambazın parsayı götürdüğü anlayış ancak bu şekilde tekamül ettirilebilir.
Unutmamak gerekir ki üretkenlik ve çaba her zaman ölçülebilir değerlerdir. Bunların anlaşılır kılınması etkinlik değerleri ile belirginleştirilmesi verimliliğin vazgeçilmez faktörleridir.
Bireyin var oluş ve donatım ekseninde çaba içine girebilmesi yönetilen- yöneten dengeleri içinde anlaşılırlık kazanacaktır. Yöneten ve yönetilen duruşları dinamiklerini yarattıkça sorumluluk duygusunu da geliştirecektir.
k. Sorumluluğun Duygusal Anlamı:
Sorumluluğun duygusal yönetiminin baş aktörü tatmin olma değeridir. İnsan emeğinin ve gayretlerinin karşılığını görmek ister. Başarı ve gerekenlerin yapılmış olması bireye dönük olarak açıklık yaratmaktadır. Böyle olursa bireyin faaliyet – tatmin olma çerçevesinde dengelenen bir davranış modu doğacaktır ki duygusal anlamda bu çok önemlidir.
Sorumluluğun mutluluk çerçevesinde de dengelenen açılımları olmalıdır. Böyle olursa hem stratejik anlamda bireyin düşünselliği açıklık kazanır hem de mutluluk temelli yaşam ortay çıkar.
İnsanın davranış yapısında duyarlılık açısından ortaya koyduğu değerler onun duygusal gelişimini anlaşılır yapacaktır. Faaliyet ve gayret üretkenliğin bu da ilginin eseri olur.
l. Sorumluluğun Sosyolojik Olgusu:
Sorumluluk iki yönlüdür. Birinci yapısını bireyin kendisine karşı sorumlulukları oluşturur. Bu düzenli bir yaşantıyı ve üretken olmayı sağlar. İkinci yanı sosyolojik olgular karşısındaki tutumudur. Bunlar insanın kişilik değerleriyle yakından ilişkili olmaktadır. Daha çok bunlar kişi hakkında sorumluluk yanı hakkında fikir sahibi olmamızı sağlar.
Aile içinde sorumluluk bilincinin gelişmesi çok önemlidir. Dolayısıyla ailenin yönetsel dinamikleri bireylerin sorumluluk alanlarıyla dengelenmelidir.
Kurumsal yapı içinde sosyal duruşu oluşturan yapı sorumluluk alanlarını ve başarıyı kontrol eder. Şeffaf ve ölçülebilir yapılanma sağlandıkça kişi duyarlık kazanacak ve pozitif olma yoluna yönelecektir.
m. Doğa ve Sorumluluk:
İnsan etkileşimi kendi doğasını kendi yaratmakla beraber sosyolojik manada yöneliş dizaynları olması gerekir. Peygamberlerin bireysel sorumluluk tasarımları yanında sosyolojik kurallamalar yapmaları bu işin doğasını meydana getirir.
Dolayısıyla sosyolojik manada getirilen kuralları toplumların benimsemesi ve bunları kendi doğaları haline getirmeleri zaman ve teşebbüs sonucu ortaya çıkar.
Sosyalizasyon dinamikleriyle insanları harekete geçiren unsurlar anlaşılırlık ve etkenlik kazandıkça insanların sorumlulukları bireysel etkileşim alanlarını yaratacaktır.
Sorumluluk bir etkileme unsurudur. Bu unsurun belirginliği ve faydası onun doğasına etki eder. Böylece etkinlik toplumsal yapıyı motive edecektir.
n. Aile ve Sorumluluk Bilinci:
Aile bireysel oluşumun merkez unsuru ve zamanın etkin kullanım disiplininin realize merkezidir. Aile yönetsellik kapsamında bireysel duruş etkinliğini realize ve kontrol etmeyi amaç edinmelidir. Fertlerine kabiliyet ve yetenek yüklemek aile yönetim formasyonunun öncelikli görevidir.
Dolayısıyla aileyi gerek bireysel duruş gerekse sosyal duruş çerçevesinde bir rehabilite merkezi yapmaya çalışmak gerekir. Bireyler stratejik duruşlarıyla ilgili özümlemeyi ailede öğrenir ve benimser. Alışkanlıkların ortaya çıkışı ve bunların hayatla dengelenmesi sorumluluk yapısının anlamını oluşturur.
o. Şehir Yaşantısı ve Sorumluluklar:
Şehir içinde spor, sanat, üretkenlik ve sosyalizasyon dinamikleriyle bütünleşen bir yaşantı kurmak gerekir. Kişi bireysel davranışlarını şehrin kabiliyetleriyle bütünleştirdikçe hem sağlıklı hem de sosyal olmaktadır.
Şehrin politik faaliyet duruşlarını realize etmesine bireysel katkılar yardımcı olur. Bu nedenle birey politik davranış ve düşünselliğini siyaseten etkili kılmak zorundadır. Bu, başarı perspektifi dahilinde faydalı ve anlamlı olacaktır.
p. Hayat ve Sorumluluklar:
Dünyada önerilen bir hayat formu yoktur. Ancak yaygın olan hayat, çocukluk, gençlik, evlilik ve yaşlanma şeklindedir. Evlilik genellikle çocuk sahibi yapar insanı. Yani hayatının en güzel dönemini seçtiğin eşinle ve ortak çocuklarınla geçirirsin. Böylesi bir hayat renkli ve canlı olabilir.
Evlenmemekte bir hayat şekli olabilir. Ama hayatın zevkleri ve yaradılışın ayrıca tanrısallığın realizesi evlenmekle ortaya çıkan durumdur.
İnsanın hayata karşı sorumluluğu büyüktür. Çünkü bir defa bile toplum dışı davranmaya hakkın yoktur. Hemen toplum seni dışlar. O zaman hayat dikkat ister özen ister ve en önemlisi sorumluluk ister. Kuran bu kapsamda Salih Ameli tavsiye ediyor. Demek ki hayatla ilgili baş sorumluluğumuz Salih Amelle yaşamak olmaktadır.
q. Siyasetin Sorumluluk Bileşkesi:
Siyaset toplum için çalışmak ve buna kendini adamak anlamına gelir. Siyasi görev yapanların sorumlulukları çok büyüktür. Bugünkü iletişim imkanlarıyla siyaset siyasi hüviyet taşıyan kişinin ağzından çıkanı kulağının duyması gerekir. Demokrasilerde siyasi duruş fikir ve düşünceleri toplum yararına oluşumlara çevirme becerisini temsil eder.
Siyasi liderin sorumlulukları genel organizasyon bilincinin dışına çıkmadan toplumsal olgular ve rakip siyasi görüşler karşısında kendi duruşunu belirlemekle başlar. Bu mutlaka bir politik duruşu temsil eder nitelik taşımalı ve realize edilmesinin mantıklı değerler taşıdığı düşünülmelidir.
r. Sorumluluğun Vazgeçilmez İlkeleri:
Birinci ilke; zorunluluk taşımasıdır. Bir şeyi realize etme bakımından kendimizi zorunlu hissedersek bu vazgeçilmezlik taşır.
İkinci ilke; fayda sağlamasıdır. Her sorumluluk mantıklı bir anlam yüklü olmalıdır. Böylece vazgeçilmezliği kuvvetlenecektir.
Üçüncü ilke: sahipliliğidir. Sorumluluğun sahibi belli olması gerekir. Eğer böyle olmazsa hiçbir şekilde hiç kimse sahip çıkmayacaktır.
Dördüncü ilke: yapmanın doğruluğudur. Sorumluluk anlamlı olması kadar doğru olduğu imajı da hakim olmalıdır.
Beşinci ilke: tatmin edici olmalıdır. İşin vasfı mutlaka kalite ve performans açısından tatminkar bir sonuç yaratmalıdır.
Altıncı ilke: zamanlaması olmalıdır. Her işin veya işlemin mutlaka muteber bir zaman için faydası daha yüksektir.
s. Sorumluluğun Medeniyetle İlişkisi:
Medeniyet bir yaşam disiplinidir. Bireylerin hak ve hukuku yanında düzeni sağlayan kuralları vardır. İdeal medeniyet insan doğasına uygun kurallarla yaratılabilir.kural sorumluluk demektir. İnsanlar bunları realize etmek zorundadır.
ADN çok geniş perspektifte yaşam mantalitesi ve öğretisi olan geniş kapsamlı bir medeniyettir. Başta Devlet ve Salih Amel insanların sorumluluk sınırlarını belirlemiş ve bilimsel veçheyle görev ve sorumlulukları açıklamıştır. Dolayısıyla medeniyet sorumluluk demektir.
6 Temmuz 2009 Pazartesi
İnsan Sosyolojisi ve Doğa
BAŞLARKEN:
İnsan yaşantısının var oluştan bu yana sahip olduğu imkanları geliştirerek sürekli yenilenen bir sosyolojik oluşum yarattığını gözlemliyoruz. Ekonomi, fizyolojik varlığın oluşları, psikolojik etkenler, insanın tasarım yeteneği yaşamın sosyolojik boyutlarını belirlemektedir.
İnsanın davranış ve yaşamsal duruşunu meydana getiren olguları var oluştan bu yana incelemek çok karmaşık olmayan ancak belirsizlikleri hayal ederek mümkün olabilir. Biz de bunu yaparak insanın sosyolojik yönünü ve bunun doğasını anlaşılır kılmaya çalışacağız.
Sosyolojik manada evrim bize insanın kültürel duruşunu anlamamız açısından fırsat verecektir. Bugün artık şehir ve dünya genellemesinde sosyolojik bir oluşum vardır ve buna gelindiğinde durumu daha kapsamlı görmek gerektiğini anlayacağız.
İNSANIN SOSYOLOJİK EVRİMİ:
Hayvanlar ve gelişim içinde insanların oluştuğu, bunların popülasyon yaşamlarının bir birliktelik taşıdığı ve Aden aleyhisselamla başlayan oluşumda insanın kendi değerlerini yarattığını ve gelişen zaman içinde bu oluşumun mana ve yönetsellik kazandığı böylece Yakın Çağ perspektifine ve şimdi de Altın Çağ geleceğine dayandığını anlamalıyız. Dolayısıyla insan dünyada hazır bir sosyoloji bulmamış kendi doğası bunu yaratmıştır.
Peygamberlerin dünya hayatını regüle ederken genel anlamda sosyolojik etkileşimi ortaya koyduklarını görmekteyiz. Benim konumum size bu sosyolojik etkileşimi bir bilim haline getirerek dünyaya anlaşılabilir bir gelecek sunmaktır.
Dolayısıyla işlemin geçmişe dayalı oluşumu “sosyolojik evrim” kapsamında ele alınmaktadır. Bu anlaşılmadan bugünün etkilerini göremez ve anlayamayız.
a. İlk İnsan Doğası:
Neondertal’ler arasında Adem Aleyhisselamın ruh katılarak insan yaşantısının başlatılması bize neondertalleri anlamamızı dikte ettirmektedir. İnsanlar çoğalınca ve kendi sosyalitelerini dengeleyince bunların kaybolması insan tarafından yok edildiği gerçeğini ortaya koymaktadır.
Neondertal yaşantının doğasını maymun türlerinin doğasına benzetebiliriz. Ruhları olmadığı için konuşmaları ve düşünmeleri mümkün değildir. Bu oluşumun Adem-Havva ikilisi paralelinde insanın doğduğu ve düşünsellik çerçevesinde yavaş yavaş kendilerini korudukları ve geliştirdikleri düşünülmelidir.
İlk insanın bugünden çok farklı olduğunu ve bu farkın o zaman ki sosyal koşullara uyumlu yaratıldığının bir gerekçesini oluşturduğu açıktır. Bu mutlaka bilimsel açıdan tasavvur edilebilir. Hazreti Ademi göstermesi bize hareket noktası olarak zamanı anlamamızı sağlamaktadır.
b. M.Ö. 50000 – 20000 Arası :
Bu dönemde neondertalden insana dönüşüm perspektifi egemendir. Konuşma etkinliği ortaya çıkmış ve insan düşünmek kabiliyetini yavaş yavaş hissetmeye başlamıştır. Bu dönemde bireysel manada varoluş, güvenlik, beslenme temel olguları etki yaratmış olmalıdır. Cinselliğin hiçbir kuralının olmadığı hatta örtünme bilincinin bile yavaş yavaş geliştiğini düşünmeliyiz.
Temel manada hiçbir ekonomik etkileşim olmadığı tamamen “ilk insan” doğası içinde yaşandığı ve sosyalitenin maymunlarda olduğu yapıya benzer geliştiği düşünülebilir. Duygusal açıdan mutlaka anlaşılır kalıplar vardı ama bunlarında ilkel ve tutarsızlıklar taşıdığı gerçektir.
Çoğalma ve birikim dengeleri içinde bu dönem avcılık-toplama ve doğal ortamda yaşama olarak düşünülmelidir.
c. Hazreti Şit ve MU medeniyeti:
Hazreti Şit Batı medeniyeti tarafından Osiris olarak bilinir. M.Ö. 20000 lerde MU medeniyetini tekamüle yönelten peygamberdir. Hazreti Şit ile insanlık ilk defa tanrı ve din kavramlarını öğrenmiştir. Buna göre kainat tanrının varlığından oluşan fışkırmadır. İnsan bu bakış açısıyla tanrının parçasıdır. Kainattaki canlılığı tanrının ruhu insandaki canlılığı tanrının parçası olan ruh ortaya koyar. Bu düşünsellik hala dünyada yaygın olarak kabul görür.
Hazreti Şit “inisiye” yöntemiyle insanın tekamül ettirileceğini öngörür. Böylece kamil insan idealizesi ortaya çıkar. Bu özellik MU medeniyetinde toprak sahipliği, yada tanrısal aktivitenin olgusu olan bireyselliğin gelişmediğini gösterir.
MU medeniyeti denizciliği esas alan teknolojik ve bilimsel veri tabanını oluşturmuştur. Bu dönemde hiyeroglif yazınında kullanılmaya başladığını anlıyoruz.
d. Nuh Tufanı Sonrası Sosyoloji:
MU medeniyeti ve bunun sonu olan Nuh tufanı insanlık tarihinin bir dönüm noktasıdır. MU medeniyeti insanı sosyal kuralsız olarak yaşatmış, insanlar konuşma ve kısmen düşünme yeteneği oluşturmuştur. Nuh Tufanı sonrası canlı kalan Nuh ve tayfası ile yüksek yerlerde yaşayanlar sahip olunun konuşma ve toplama becerileri yanında tanrı ve din kavramlarını da biliyorlardı. Atlantis ve MU kıtalarının batması sonucu bu MU medeniyetinden pek fazla bir şey kalmamıştır.
İnsanlık Nuh Tufanının etkilerini binlerce yıl üzerlerinden atamamıştır. Ama sosyalizasyon temelli Şit öğretileri gelişmiş ve insanlar çoğaldıkça kendilerini yararlı yapmayı öğrenmişlerdir.
e. Hazreti İdris ve Mısır Medeniyeti:
İdris peygamber Nuh tufanı sonrası oluşumun realize ve yönlendirmesini sağlamıştır. Firavun tanrısal bir lider olarak ortaya çıkarılmış yönetim mantalitesi doğmuştur.
İdris Peygambere göre “güneş”, “Ra” tanrıdır. Sebebi insanlık güneş sayesinde dünyadaki hayatın var olduğunu anlamışlardır. Şit öğretisiyle uyumlandırılarak “güneşin” tanrısal bir hikmet olduğu kabul görmüştür. Bu sistemin ana öğesini firavun, askerler, rahipler, köylüler gibi organize bir sonucun doğmasını sağladığı anlaşılmaktadır.
Mısırın MU birikimini tanıması MU birikiminin insanlığa yeniden yorumlanıp organize olmayı sonuç kılmıştır. Hazreti İdris dört oğlu vasıtasıyla insanlığı dört milletler grubuna bölmüştür. Bugün Latin, Sami, Çin ve Türk olarak algıladığımız bu yapılanma gruplar arası bir rekabet ve çatışma alanı doğmasını sağlamıştır.
f. Yontma Taş Devri Sosyolojisi:
Toplumsal örgütlenme dinamiklerini yaratan Hazreti İdris, hayatı bir üretim-tüketim bileşkesinde mevsimsel ve üretsel manada düzene koymayı da başarmıştır. MU medeniyeti birikimini kullanan Hazreti İdris, giyinen, aile kavramı yapılanması ortaya çıkmış, yaşam şekilciği açısından pişiren ve konuşan bir insan sosyolojisini düzene koymuştur. Getirdiği ana öğe tanrısallık dinamiği ile inanan ve üreten insan imajını sağlaması ve bunun toplumsal dinamiklerini yaratmıştır.
Yontma taş devri deyince teknolojik anlamda taşın işlevsellik kazandığı dinamikler akla gelmelidir. Evler taşların işlenmesiyle yapılmaya başlanmış, tekerlek taşın şekil verilmesiyle kullanılmış, savaş aracı olarak baltalar taştan yapılmıştır.
Bu dönemde tarım üretkenliği de tabii ki doğaya ve imkanlara uyumlu olarak gerçekleştirilmektedir.
g. Cilalı Taş Devri Sosyolojisi:
Bu dönem teknolojik olarak tuğlanın üretim saykılına girmesi, çanak ve çömlek işlevselliğinin kazanılmasını anlatır.
Bu üretkenlik ekonomik ve sosyolojik oluşumlara çok önemli detaylar kazandırmıştır. Böylece insanlık medeniyeti arama yolculuğunu başlatmıştır. Yaratılan refah ve oluşumlar insanın rahat ve huzurunu dolayısıyla sosyolojik olgularını geliştirmiştir. İnsan medeniyete cilalı taş devri ile yolculuk başlatmıştır denilebilir.
Çömlekler tahıl ve su hatta şarap muhafazası açısından önemli katkılar yapmış böylece insanın konfor düzeni ortaya çıkmıştır. Şehircilikte büyük aşamalar meydana gelmiş hatta kanalizasyon ve su şebekelerini deneyen toplumlar bile ortaya çıkmıştır.
h. Maden Devri Sosyolojisi:
Maden üretkenliğinin hayata kattıkları çok önemlidir. Böylece savaş unsuru olarak kılıç ve mızrak başlangıçta çok etkili olmuştur. Demircilik, bakırcılık zanaatkarlık hep bu dönem sonrası oluşumlarıdır. Tekerlek madenden yapılınca dayanıklılık çok artmış böylece fonksiyonalite anlam kazanmıştır.
Çatal-kaşık ve bıçak kullanılmaya başlanmış yemek kültürü doğmuştur. Bakır kapların yemek pişirmede kullanılması mutfak kültürünü ortaya çıkarmıştır. Porselen ve cam işlevsellikleri de zaman içinde ortaya çıkınca bugüne yönelim birikimleri anlaşılırlık kazanmıştır.
Maden devri cilalı taş devri ile ortaya çıkan medeniyet olgularını çok daha geniş bir kapsama taşımıştır. Bugün kullandığımız bir çok alışkanlık hala maden devri yapısı özellikleri taşımaktadır.
i. Hazreti Musa ve on emir:
Hazreti İdris’in kurduğu Mısır’daki sistematik üç bin yılı aşkın süre de insanlığın getirdiği tekamüle, başkaldırıya maruz kaldı. Yahudilerin Yakup soyu ile Mısır’a gidişleri ve Mısır’da bir süre sonra kötü muamele görmeleri bir tesadüf olamaz. Bu tanrısal bir oluşumdur. Hazreti Musa’nın Yahudileri Mısır’dan kurtarışı ve yepyeni bir sosyalizasyon bilinciyle dünyanın geleceğine yön verecek bir çizgiyi oluşturması çok önemli bir olaydır. Dolayısıyla Yahudi tarihi insanlık sosyolojisini etkileyen en önemli oluşumdur.
Hazreti Musa’nın köle bir kavimden üstün bir ırk yaratması ve bugüne gelinmesi ve hatta bugün Kuran’a rağmen Yahudilerin kendi üstünlüklerini tüm dünyaya gösterme çabaları tesadüf değil bir insanlık öyküsü olmalıdır.
j. Hazreti İsa ve Hıristiyanlık:
Hazreti İsa’nın Hazreti Musa’yı tasdik ederek yaratılan üstünlüğü tüm insanlığa yaygınlaştırması insanlık tarihinin en önemli olayıdır. Yani Hıristiyanlık tüm insanlığa yayılan bir üstünlük aracıdır.
Hazreti İsa’nın tüm insanlığı kucaklayan açılımı bugün bile ne kadar heyecan vericidir. 2000 yıl sonra Hıristiyan Alemi Yahudiler kadar üstün meziyetlerle donatılmış bir yapıyı kurmuştur. Demek ki ne kadar bozukta olsa Allahın sistematiği tekamül mekanizmalarını uygun şekilde kullanmaktadır.
Hazreti İsa tüm insanlığı kucaklarken ruhu ve insanın kutsiyetini ön plana almakta, cennetin meyvesini vermekte ve kendisinin rolünü göstermektedir. Sevgi bağı Hazreti İsa öğretisinin ana unsurudur. Saygı ve sevgi temelli başkalaşım insanlığı bugüne taşımıştır.
k. Hazreti Muhammed ve İslamiyet:
Hazreti Muhammed dünyanın aydınlığı olan Kuran-ı Kerimi insanlığa bağşetmiş son ve en özel peygamberdir. Hiç yoktan çöl eşkiyalığı sistematiğini kurarak mukaddes İslamiyet Bayrağını insanlığın kalesine dikebilmiştir. Bu büyük peygamberi saygıyla anıyorum.
İslamiyet toplumsal sorumluluk dinamikleri aşılayarak toplumsal zaman ve güç dinamiklerini harekete geçirmeyi insanlığa öğretmiştir. Evet insan cenneti kovalarken mutlu olmayı ve mükemmelleşmeyi öğrenmiştir.
İslamiyet ve Hıristiyanlık son 4 yüz yıl hariç 1000 yıl Avrupa – Orta Doğu eksenli olarak birbirlerini geliştirmişlerdir. Böylece insanlık tekamülü ve ADN rüyasını realize edebilecek potansiyeli üretebilmiştir.
l. Göçebe Toplum Sosyolojisi:
Türkler iki yüz yıl öncesine kadar göçebe toplum özelliklerini muhafaza edebilmiş ve bunun yarattığı başkalığı insanlığa etki olarak oluşturmuştur. Bugün hala Orta Asya da göçebe yaşayan topluluklar mevcut olmasına rağmen medeniyet ve insan bileşkesinde gelecek farklı yapılaşmayı sağlayacaktır.
Oba düzeni ve Türklerin aile-birey-çocuk-genç olguları dünyaya örnek ve özel insan mekanizmaları olarak görülmelidir. Obanın yarattığı dinamik askeri güç potansiyeli dünyayı üç dört yüz yıl öncesine kadar çaresiz bırakabilmiştir. Bu çaresizlik bilimin ve eğitimin fonksiyonelitesine olanak sağlamış ve bugünün öyküsü ortaya çıkmıştır.
m. Yerleşik Toplum Sosyolojisi:
İlk yerleşik toplum düzeni Mısır’da oluşmuştur. Buna göre toprağa bağlı bir yapısal denge kurulmuş üretim topluma paylaştırılmıştır. Sümer siti devletleri daha sonraki şehirleşme yapıları hep toprağa dayalı bir anlam taşımıştır.
Yunan medeniyeti ile ortaya çıkan bölgesel üretkenlik paylaşım dinamikleri Roma medeniyeti ile ortaya çıkan askeri güç etkili siyasi yönetsellik dengeleri hep yerleşik düzenin tekamül olgularıdır.
Bugün dünya tarımsal anlamda global denebilecek bir bütünlüğü, sanayi kapsamında tekamül seviyesine kadar dengeli bir beceriyi, ulus devlet modeliyle bölge ve yöre kapsamlı ekonomik abilitiyi yaratmış durumdadır.
Bütün bunlar yerleşik toplum sosyolojisinin eserleridir ve gelecek daha da parlak manada global – yöre kapsamlı dengelerle oluşacaktır.
n. Keşif – İcatlar ve Yakın Çağ:
Keşif ve icatlar dünya konjonktüründe dengeleri üretim açısından çok etkilmiş böylece hem sosyoloji hem de ekonomi değişim geçirmiştir. Yakın çağın devlet organizeli millet üretkenliğini yapılandırma sistematiği çok başarılı olmuş ve dünya sürekli zenginleşen bir atmosfer yakalayabilmiştir.
Yakın çağ insan eğitilebilirliği ve ihtisasına dayalı örgütsel dinamikleri geliştirdikçe hem toplumsal kalite artmış hem de tekamül sürekliliğini sağlamıştır. Batının bu beceri tablosunu alkışlamak gerekir.
Yakın çağ “Laiklik” perspektifinde insan doğasının rekabet ve üretkenlik perdelerini kullanarak yarattığı gelişme trendini Altın Çağda da uygulamak zorundayız. Bugün kü insan tekamül verileri analizinde ne kadar ilkel ve geri olduğumuz meydandadır.
o. 20.yy Sosyolojisi:
20.yy hareket – iletişim ve eğitim kabiliyetlerinin teknoloji ile sürekli gelişen perspektifte yenilendiği bir dönem yani bir adaptasyon ve deneme dönemidir. Bu yüzyılda insan tarihi boyunca görmediği yenilenme ve tekamülü yaşamış ve öğrenmiştir. Nitekim insanlığın beklentisindeki Altın çağa ulaşma azmi 20.yy da hat safhaya çıkmıştır. Belki de beklenen veya umulan da budur. Bu oluşum eğitim perspektifinde ortaya konulan “üniversite” eğitsellik becerisinin eseridir. Bunu tasarlayan ve yöneten her kese şükran borçluyuz.
İnsan düşünselliğinde beceriyi yakalama ve ortaya koyma disiplini çok önemli bir rol oynamıştır. Bu yönüyle İngiltere’nin sağladığı etkiyi küçümseyemeyiz.
p. Altın Çağ Sosyolojisi:
Altın çağ; artık yakın çağ deneyimlerinin tekamül ve hedefler muvacehesinde geleceği yöneten anlayışıyla sosyolojik dinamikleri fizyolojik güdülerden kurtararak duygusal sistematiklere zemin hazırlayan varlığa dönüştürmeyi gaye almalıdır.
Birey her oluşumuyla insanlığın misafiri ve sevgilisidir. Bunu kucaklamak ve ona organizasyon, yaşam alanı sosyalitesi ve fizyolojik – psikolojik yeterlilik sağlamak esastır.
Hayatın çözümlenebilir realitesi karşısında duyarlı ve anlamlı gelecek için yaşama bilinci ve dostluk-sevgi-saygı yapılanması sosyolojik oluşumları yönlendirme gayretlerinin temelini teşkil edecektir.
2. KÜLTÜR VE SOSYOLOJİK ETKİLEŞİM:
Kültür bir topluluğun yaşamsal örgütlenme ve zamanı pozitif kullanma bilincinin hayata yansıttıklarıdır. Biz bu bölümde toplulukların kültür performanslarını kendilerinin geleceği görerek anlaşılır kılmalarını sağlamayı amaçladık. Böylece sosyoloji geçmişi arayan değil geleceğe kültürel bazda hizmet veren stratejik bir oluşuma dönüşebilecektir. Böyle olunca daha zevkli ve daha güncel atmosfere dönüşecek ilgi ve düşünsellik yaratacak insanların pozitif değerlerini arttıracaktır.
Kültürü bugün ve yarın bağlamında gözlemleyebilmek büyük bir tasarım olgusudur. Hem bilinmeyenleri tahmin etmek hem de bulabildiklerimizi realize etmek dinamik bir düşünsellik yaratacaktır. İşte bu yönüyle karmaşa değil kalite indirgenmiş anlaşılırlık kazanması önemlidir.
a. Kültür ve Öğeleri:
Her toplum farklı düşünce, inanç, değer sistemlerine sahiptir. Bunlar iyi veya kötüyü açıklamada dünyayı tanımamızda belli işlerin hangi tekniklerle yapılacağının tespitinde önemli rol oynar. Bu öğrenilmiş fikirlere kültür diyoruz.
Gelenekler birbirlerini destekleyerek birbirlerine uyumlu olurlar. Bir gelenekteki değişiklik diğer gelenekleri de etkiler ve değişmeye neden olur. Toplum bilimciler bu olaya “kültürel birleşme” adını vermektedirler. Yani kültürün bütün parçalarının herhangi bir biçimde birbirine bağlanmasına kültürel birleşme adını vermekteyiz.
Aşağı yukarı hepimiz bir işi yaparken pek bilinçli olarak düşünmeyiz. Çünkü bu iş daha önce de başkaları tarafından aynı biçimde yapılmıştır. Bu nedenle de artık biz onu kültürümüze içselleştirmişizdir. Onun doğru ve yanlışlığını düşünmeyiz. Artık o davranış kalıplaşmış bir davranıştır.
Kültürün bir diğer özelliği de öğrenilen davranışlardan oluşmasıdır. Doğrudan edinilmez. Biyolojik kalıtımla kuşaktan kuşağa geçmez. Topluma her yeni katılan üye bunu öğrenerek geliştirir ve bunlar duygu yüklüdür.
Her toplumun kültürü iki türlü öğeden kurulur:
(1) Maddi Öğeler: Toplumun ya da grubun herhangi bir gelişim aşamasındaki teknolojik ilerlemesini üretim, teknik, hüner ve becerilerini ifade eder.
(2) Manevi Öğeler: Bunlar toplumun yaşamını düzenleyen değer, inanç, yasa, gelenek, görenek ve ahlak kurallarından oluşur.
Aşağıda onbeş temel kültürel değerin varlığı vurgulanmaktadır:
- Başarı
- Disiplinli bir iş ve çalışma
- Ahlaki değerlere bağlılık
- İnsancıl olma
- Pratik ve yeterlilik
- Kendini geliştirme
- İyi bir hayat biçimi
- Eşitlik
- Özgürlük
- Uyumlu olmak
- Bilime olan inanç ve akılcılık
- Milliyetçilik ve vatanseverlik
- Demokrasi
- Kendine ve başkalarına saygı
- Grupla birlikte çalışmaya ve grup başarısına inanç
b. Gerçek Kültür – İdeal Kültür:
Kültür içindeki bir farklılık gerçek ve ideal kültür olarak belirlenen uyumsuzluktur. İdeal kültür toplumu bir arada tutan norm ve değerlerin sadece kurallarda geçerli olmasıdır. Gerçek kültür ise bu norm ve değerlerin pratikteki, günlük yaşantıdaki uygulanış ve bulunuş biçimidir.
Eşitlik değeri üzerinde özellikle duran bir toplumda eğer milyonlarca insan gerçekte aç ve sefalet içinde yaşıyorsa ideal ve gerçek kültür arasında fark var demektir.
Toplumda yaşayan insanlar ideal ve gerçek kültür ayrılığı üzerinde çok büyük bir önemle durmazlar.
c. Yüksek Kültür – Yaygın Kültür:
Kültür içindeki bir farklılıkta aynı toplum içinde yaşayan elitler ile geniş halk tabakalarının sahip olduğu norm ve değerlerdeki ayrılıklarda yatar. Toplum içinde özel bir yaşam biçimi, zevkleri, alışkanlıkları olan küçük bir elit grubun sahip olduğu kültüre “yüksek kültür” denilir. Örneğin üst sınıfların yaşantı biçimleri, klasik müziğe düşkünlükleri, resim ve heykel sanatıyla ilgilenmeleri yüksek kültürün temel değerleri olarak betimlenir.
Bunun karşıtında ise büyük halk kitlelerinin benimsediği yaşam biçimi zevkler, farklı değerler yer alır ki buna da yaygın kültür denilmektedir. Örneğin televizyon seyretmek, maça gitmek, aile aktivitelerine katılıp birlikte gezmek, macera filmleri seyretmek, sokaktaki köfteciden köfte ekmek yemek gibi.
Ancak toplumda bazı gruplar her iki kültür içinde de yer alıp iki türlü yaşam biçimi ve zevkleri de paylaşabilir.
d. Alt Kültür – Karşıt Kültür:
Alt kültür toplumun temel kültürel değerlerini paylaşan ancak bunun dışında kendini diğer gruplardan ayıran değer, norm ve yaşam biçimleri olan gruplardır. Örneğin dünyanın bir çok ülkesinde gençliğin, ırkların, etnik grupların oluşturdukları çeşitli alt kültürler mevcuttur. Daha küçük alt kültürler üniversite kampuslerinde veya uyuşturucu madde kullanan insanlar arasında görülebilir. Alt kültür gruplarının kendi alt kültürünü üstün görme ve diğerlerini aşağılama tutumları vardır. Buna etnosentrik tutum denir.
Karşıt kültür ise bir alt kültür olup norm ve yaşam biçimleri açısından içinde yaşanılan kültüre ters düşen tutum ve davranışları içerir. Bu gruplar toplumun sahip olduğu hatta gurur duyduğu norm ve değerleri reddederek karşıt tutum ve davranışlara sahiptirler.
e. Kültürel Relativizm:
Kültür taassubu veya ben merkeziyetçilik diye bilinen etnosentrizm kişinin kendi kültürünü temel olarak alması ve diğer kültürleri kendi kültürü açısından değerlendirmesi demektir. İnsan belli bir kültürde doğar ve yaşamını sürdürür. Başkalarının kültürünü tanımadığı için kendi norm ve değerlerini üstün görür.
Kültürü yine o kültürün içinde, değer yargılarını kullanmadan tanımaya ve anlamaya kültürel relativizm denir. Çünkü her değer ve norm o kültür için anlamlıdır veya anlamlı parçalardan oluşur. Diğer kültürlere olan körlüğümüzü bir kenara bırakıp, onları kendi kültür değerleri ve normları içinde görebilmeliyiz. Kültürel relativist görüş böylelikle kültürü oluşturan parçaların nasıl uyumlu hale geldiğini, o parçaları aşağı veya yüksek görmeden yani değer yargılarımızı kullanmadan anlamak demektir. Bu görüş bize diğer kültürleri de kabul etme bilinci aşılar.
f. Popüler Kültür ve Fakirlik Kültürü:
Toplumun maddi ve manevi kültür öğeleri yaşamın ekonomik, politik ve din yönleri ile sınırlı değildir. Bir toplumda yaşarken gördüğümüz, duyduğumuz ve minnettar olduğumuz şeyler genelde toplumun popüler kültürü ile ilgilidir. Popüler kültür yaşadığımız günlük hayattır.
Popüler kültür aynı zamanda bizi geçmişe bağlayan bir araçtır. Her toplumun popüler kültürü kendine özgüdür. Popüler kültür kitlesel tüketimin bir aracıdır. Popüler kültür yolu ile geçmişi yeniden yorumluyor, şimdiki zamanı değerlendiriyor ve gelecek hakkında spekülasyon yapıyoruz.
Fakirlik kültürü; fakirlerin sahip olduğu değerlerin ekonomik yönden başarılı olan kişilerin değerlerinden farklı olduğunun ileri sürer. Fakirlerde başarılı olmak için gerekli olan istek, arzu ve disiplinin olmadığını iddia etmiştir.
g. Aile ve Toplumlaşma:
Aile insan yaşamında en önemli ve ilk toplumsallaşma kurumunu oluşturur. Yeni doğan bir çocuk önce aile çevresinde toplumsallaşma sürecine girmektedir.
Anne ve babaların çocuklar üzerinde çok büyük etkileri vardır. Kültürde çocuk tarafından anne-babanın çeşitli beklentileri doğrultusunda içselleşmiştir. Bu ilk öğrenmeler çocuğun ilerideki gelişmesinin temelini oluşturur.
Çocuğun gelişmesiyle birlikte anne-babalar ve ailenin diğer fertleri çocuğun faaliyetlerini cezalandırma ve pekiştirme yoluyla onun kişilik gelişimine yardımcı olurlar. Ayna benlik kavramıyla çocuğun davranılşlarının başkalarının gösterdiği tepkilerle yön verdiği savunulur. Böylece çocuk kendi kendine iyi mi yoksa kötü mü olduğunu öğrenmeye başlar. Bunu öğrenirken de çevreden aldığı geri bildirimlerden hareket eder.
h. Din Kurumu:
Din dünyanın her toplumunda toplumsallaşma da önemli role sahiptir. Özellikle çocuğun ahlaki açıdan gelişiminde, doğru ve yanlış kavramlarının öğrenilmesinde çok etkilidir. İnsanlar aile içindeki üyelerle ve toplumdan etkilenerek belirli din kalıplarına uyar ve bunları benimser.
Dini kalıplar toplumsal yaşamın bir çok yanında insanları etkiler.
i. Ana – Baba – Büyük – Küçük Aile:
Otorite figürüne göre ana-baba ailesi, büyüklük boyutunda ise büyük ve küçük aile olarak sınıflandırabiliriz. Bu durumda aile;
- Ana ailesi (Anaerkil)
- Baba ailesi (Ataerkil)
- Büyük aile (Geniş aile)
- Küçük aile (Çekirdek aile)
Ana ailesi: avcılık ve toplayıcılıkla geçinen toplumlarda, toprağa yerleşmeyle beraber ortaya çıkan bir aile türüdür. Erkekler çoğunlukla oturma yerinden uzaklarda yapılan avcılıkla uğraşmaktadırlar. Kadınlar ise çocukların bakımı, korunması, yiyecek hazırlama, yaralılara bakma, hayvanları evcilleştirme, ailenin geleceği ile ilgilenmektedirler. Bu ailede baba otoritesi yoktur. Ananın kız ve erkek kardeşleri, çocukları ve ananın diğer akrabaları aynı evde birlikte yaşarlar. Böylece çocuklar ana evinde oturmakta ve akrabalarla ilişkileri de ana soyundan gelmektedir. Evin reisi kadının erkek kardeşi yani çocukların dayısıdır. Baba da anasının evinde kız kardeşlerinin çocuklarına babalık görevi yapmaktadır. Çocuklar analarının çocukları, babalarıyla hukuki ve sosyal ilişkileri yoktur. Ev, toprak ve her türlü eşya ortaktır. Kadının statüsü bu durumda daha yüksektir.
Baba ailesi: bu ailede baba otoritesi ağır basmaktadır. Pederi aile, bölünmez asaba ve ataerkil aile şeklinde gruplandırılabilir.
- Pederi aile: Ana baba beraber oturur. Çocuklar üzerinde ana babanın eşit hakları vardır. Akrabalık hem anadan hem babadan gelir.
- Bölünmez asaba: Baba tarafı akraba olarak tanınır. Kan bağı geçerlidir. Fertler eşittir. Bu ailede yaşayan anne babanın çocukları üzerinde hakları yoktur. Çocuk asabanın malıdır. Aile içinde özel mülkiyet yoktur. Her şey asabanın malıdır. Aile reisi en yaşlı babadır. En yaşlı çift yöneticidir.
- Ataerkil aile: Sonsuz ve mutlak bir baba otoritesi hakimdir. Baba otoriteyi dinden almaktadır ve atalarının kurduğu ocağı devam ettirmektedir. Amaç ailenin devamını sağlamaktır. Bu nedenle erkek evlat sahibi olmak amaçtır. Kadın evlenince kocasının evine gider. Baba ailenin bütün mallarına sahiptir. İstediği gibi hareket eder. Çocukları ve karısı üzerinde her yetkiye sahiptir.
Büyük aile: Çok sayıda küçük ailenin aynı çatı altında oturmasıyla oluşan aile tipidir. Bu ailede akrabalık bağları kuvvetlidir. Tarım toplumlarında görülür.
Küçük aile: Karı koca ve evli olmayan çocuklardan meydana gelir. Küçük aile sadece iki kuşaktan oluşur. Çekirdek aile evrensel bir olgudur. Dört işlev yerine getirilir.
- Cinsel ilişkilerde düzenleme
- Ekonomik dayanışma
- Üreme
- Toplumsallaşma
Küçük ailenin evrensel bir karakter taşımasında önemli olan dört eğilim şunlardır:
- Eş seçiminde özgürlük
- Kadının toplum içinde statüsünün yükselmesi
- Kadın ve erkeğe tanınan eşit boşanma hakkı
- Bireylerin toplumsal sınıflar karşısında artan eşitliği ve engelleri kalkması.
j. Aile Kurumunun Evrimi:
- Aile büyüklüğü azalmıştır. Dolayısıyla çekirdek aile tipi egemen olmaya başlamıştır.
- Aile üretici olmaktan çok tüketici olmaya yönelmiştir.
- Çeşitli kurumlar ailenin görevlerini ellerinden almıştır. Ancak ailenin duygusal önemi hala bir psikolojik dayanak olarak devam etmektedir.
- Genellikle ebeveynler tarafından ayarlanan ekonomik gereksinmelere dayalı evlilikler çekirdek ailede yerini duygusal tercihlere bırakmıştır. Bunda kadının bir ölçüde ekonomik gücünün oluşması, eğitim olanaklarının artmasının da rolü büyüktür.
Sonuç olarak aile kurumunun da değişen toplumsal yapının paralelinde bir değişmeye uğradığı ortadadır.
k. Ekonomik Etkileşim ve Sosyoloji:
Tarih boyunca aile ve toplum ekonomik oluşumlardan çok etkilenmiştir. Başlangıçta barınma yeri temelli bir sosyoloji oluşurken, daha sonra tarım ekonomisiyle toprağa dayalı bir ekonomik sosyalizasyon, sanayi devrimiyle çekirdek aileye dönen ekonomik bir sosyalizasyon ve nihayet bilgi toplumuyla eğitim ihtisası üzerine dayalı bir sosyalizasyon ortaya çıkmıştır.
Bugün çoğalan şekilde ihtisaslaşma üretkenliği yaygınlaşmakta, sanayi oluşumuyla dengelenen bir oluşum, toprak işletimi ile rasyonelleşen bir sosyalizasyon oluşumu birlikte yaşamaktadır. Gelişen teknolojik imkanlar ve artan refah çekirdek aile formasyonu ile birlikte genişleyen bir hareket alanı kavramı doğmaktadır.
Altın çağın tekamülünde; birey temelli özgürlüklerin genişlemesi, çekirdek aile sorumluluklarının toplumsal yapı içinde paylaşımı ve müreffeh birey anlayışlı bir sosyolojinin doğması beklenmelidir.
l. Eğitim Etkileşimi ve Sosyoloji:
Eğitim çok kapsamlı çok geniş bir perspektiftir. Bilimsel temele dayalı “teori” temelli eğitim modüleritesi yaygınlaşmakta ve “doğma” temelli dini eğitim klişeleri ortadan kalkmaktadır. Bu oluşum bireye üretkenlik formasyonu yüklemekte ve birey kendi etki alanını kendi yaratacak özelliklere dönüşmektedir.
Bilim ve sanat engin ve eşsiz genişliğinde tüm insanlığı kucaklayacak farklılaşım hücrelerini oluşturmaya müsaittir. Bu yapılanma insan özgürlükleri ile insan refahı arasındaki dengeler kurulduğunda mütekamil özellikler ortaya koyacak ve bu oluşumlar sosyolojiyi oldukça etkileyecektir.
m. Din Etkisi ve Sosyoloji:
Din insan hayatının işlevselliğini fonksiyonel yapan, genel varlığı korku ve ilgiyi etkileyen çok önemli bir etkileşim unsurudur. Dinleri oluşturan kurallar kendilerini vazgeçilmez yaparlar. Bu vazgeçilmezlik insanlar için mücadele unsuru haline getirilmiş ve böylece insanların kitlesel etkileşimi yaratılmıştır. Eğer kitle halinde insanları sadece ırklar harekete geçirseydi hiçbir zaman bir dünya egemenliği meydana getirilemezdi.
Dinlerin vazgeçilmez ve acımasız varlık unsurları toplumlararası etkileşim yanında bireysel dinamiklere de hareket vermektedir. Nitekim ABD komünizm tehdidini halkının bireysel etkileşimi için kullanarak halkın tekamülüne olanak sağlamıştır. Yeni çağ içinde Türk tehdidi de Avrupa’da bireysel motivasyona zemin hazırlamıştır. Ana çıkış noktası ise dini varlığın korunması arayışlarıdır.
n. Laiklik Temelli Toplum ve Sosyoloji:
Laiklik dini etki zincirini akılcılığa dönüştürerek bireyin benimseme ve betimleme oluşlarını zenginleştiren bir ortam hazırlar. Avrupa’da dini öğeler teknik detayda farklılık taşır. Bu farklılıkları asimile etmek laiklikle mümkün olabilmiştir. Böylece insanlar vicdanen ve aklen rahatlamışlar ve düşünsellik zenginleşmiştir. Dolayısıyla Avrupa bilgi çağı dinamiklerini laikliğe borçludur.
Türkiye gibi ülkelerde laiklik dinden pasifize edilmeyi ya da dinin kuvvetlenmesi için kutup oluşturmayı sağlayan bir özellik taşımaktadır. Nitekim 1980 li yıllarda radikal İslamın örgütlenmesi laikliğe karşı dinin hareketlendirilmesinden başka bir şey değildir.
o. Siyasal Oluşumlarla Sosyoloji:
Toplumu partiler halinde hareketlendirme yönelişi siyaset kapsamında ortaya çıkmaktadır. Siyasal oluşumlar iktidar mücadelesi ve iktidar avantajlarını kullanma dinamikleriyle etkileşim ortaya koyar.Bireysel hareketlenme bireyin partisi ile yakından ilişkilidir. Ekonomik etkenler ve siyasi güç dinamikleri kişiye cazip gelen hususlardır.
Netice olarak birey bazında renkliliği ve tekamülü organize eden siyasi dinamikler bir anlamda toplumu harekete geçiren unsurlardır. Toplum bireyin hareketliliğinden pay kazanır ve böylece toplumsal dinamikler ortaya çıkar.
p. Demografik Değişme Kuramı:
Toplumsal tekamülü realize etmek siyasi konjonktür ile ulusal dinamiklerin dengelenmesi ile mümkün olabilir. Amaç toplumsal verileri iyileştirmek ve kaliteyi arttırmaktır.
Siyasal dinamikleri demografik oluşumların realizesinde kullanmak politik bir sanat ve işlevsel bir başarıdır. Dünya insanlığının zaman boyutunda kalite ve performans dengelerini geliştirmesi gerek iyileşen koşulların gerekse doğal dengelerin bir sonucu olarak vazgeçilmez bir sorumluluktur.
Örgütlenmemiş veya örgütlenme kalitesi oluşmamış toplumların fertlerinin demografik yapılanmayı etkileme dinamikleri çok zayıftır. Bu durumda topyekun kalite bireysel kabiliyetlerle yakından ilişkili olmaktadır.
q. Kentleşme ve Sosyoloji:
Sanayi devriminin bir sonucu olarak şehirlerin nüfusları süratle artmaya başlamıştır. Köylerde ekonomik ortamın gelişmemesi ve nüfus artışının rasyonaliteyi olumsuz etkilemesi bu oluşumu hızlandırmıştır. Böyle olunca ABD ve Avrupa hariç kentleşme bakımından ö-olumsuz gelişim söz konusu olmuştur.
ABD ve Avrupa modern kentleşme mihverini ve etkilerini yaratmalarına rağmen teknolojinin gelişme trentleri tam anlamıyla tutarlı kentleşme olanakları vermemiştir. Bu nedenle kentlerde sokaklarda kalmış her taraf araba yığılmıştır.
Kültürel açıdan yepyeni bir kent kültürü doğmaya başlamış, viran ve gecekondu mahalleleri türemiştir.
Bugün kentlerinde kültür dokularını yaratma ihtiyacı ve sosyalizasyon tedbirleri ile mahalleleri rehabilite etme ihtiyacı söz konusudur. Kentler Altın çağda büyük refah alanlarına dönüşecek ve buna göre tutarlı yaşam olguları realize edilecektir.
r. Sanayi Toplumu Sosyolojisi:
Aileyi çekirdek aile yaygınlığına götürmesi yanında kadında ekonomik ve sosyal kişilik kazanmış böylece aile performansı son derece kritik dinamiklere dönüşmüştür. Çocukların yetişmesi bakımından kreşler doğmuş, evlerin büyüklükleri terk edilmeye başlanmıştır.
Kentleşme süreci hızlanmış, toplum bireysel bazda mekanize olmuştur. Emek yoğun çalışma tatil konsepti geliştirmiş, turizm doğmuş ve dünya trafiği yoğunlaşmıştır.
Bireyin ekonomik özgürlüğü kültürel ve politik oluşumları etkilemiş, demokrasi bilinci yaygınlaşmaya başlamıştır. Bugünün modern toplumunun yaşam organizasyonu doğmaya başlamış, laiklik yaygınlaştırılmış, komünizm ile din kalıpları etkisizleştirilmeye başlanmıştır.
s. Bilgi Çağı Sosyolojisi:
Ekonomik duruş kabiliyeti bireyin eğitim performansını olumlu olarak etkilemiş dünya konjonktürünün değiştirilmesi, Batı medeniyet bölgesini beyin yoğun çalışma sürecine itmiştir. Böylece global dünya sistematiği doğmuştur.
Sermaye kontrolünün Batını elinde olması teknoloji üretim potansiyelini de Batının kontrol etmesini sağlamıştır. Altın çağ perspektifinde sağlanan bilimsel tekamül bugün yapabildiğimiz çaba ve performansa olanak sağlamıştır.
İnternet ortamının sağladığı iletişim ve etkileşim çok önemli bireysel performans oluşumlarına olanak verebilecek durumdadır. İnternetin devlet sistematiğinin, bankacılık sisteminin topyekun yenilenme fırsatı vermiştir. Bilgi artık yaygın ve önemlidir.
t. Altın Çağ Sosyolojisi:
Birey bazında tekamül kısvesinin sistematikleri belirlenmektedir. Birey özgürlükleri fayda temelli kriterler ve hedeflerle donatılmaktadır. Çalışma ve üretme disiplinleri verimlilik düşüncesi ve bütün bunları destekleyen organizasyon tekamülü Altın Çağın performansını belirleyecektir.
Bireysel duruş kapsamında tekamül ve refah ulaşım etkilerini hayatı anlaşılır ve kapsamlı yapacaktır. İnsanların iyilik ve mutluluk perspektifli yaşam anlayışları sosyaliteyi ve entelektüeliteyi geliştirecek ve insan gerçek manada sosyal insan olacaktır.
Çalışma hayatının bilgi temelli yönetim perspektifli canlandırılması ekonomik oluşumları dengelemek ve topyekun başarı kriterlerinin gelişmesi dünyayı cennete çevirecektir.
3.SOSYOLOJİK OLARAK İNSAN DİNAMİKLERİNİN DOĞASI:
Bu kitabın birinci bölümünde tarihi oluşum içinde sosyolojik evrim incelenmeye çalışıldı, ikinci bölüm kültürel açılım içinde sosyolojinin yaşamsal boyutu analiz edildi, bu bölümde ise modern toplum kültür sosyoloji iletişimi ve bunun rasyonalitesi incelenecektir.
Bu bölüm insan dinamikleriyle medeniyet olgusunun vazgeçilmez manaları arasındaki ilişkiyi anlatacaktır. İnsan sosyolojik yapılanmasının modernitesi yanında insan ruhunun iyilik ve mutluluk temelli açılımı önemle vurgulanacaktır. Dolayısıyla insan varlığının ve geleceğin farkında olarak yaşamayı öğrenecek ve böylece sosyolojinin bugünü ve yarını anlam kazanacaktır.
Bu bölümün devamı 2K 1R çalışmasıdır. Dolayısıyla rasyonel açıdan kültürün manevi ve maddi değerleri yönetilebilirlik kazanacaktır. Bu insanın geleceğini beğenmesi olacak ve gelecek için her kes mükemmeli arayacaktır.
a. Bireysel Duruş ve Oluşması:
Bireysel duruşu biz bugüne kadar yetenek ve bilgi temelli kabiliyetler olarak ele aldık. Burada bireysel duruşa sosyalite ekleyeceğiz. Böylece bireysel duruş nihai anlamına kavuşacaktır. Nedir sosyalite? Topluma kaynaşma potansiyeli olarak anlatmalıyız. Bireyin toplumu itirme gücü de diyebiliriz. Böylece bireysel duruş sosyolojik bir etkinin merkez unsuru olacaktır.
İnsanın sosyalitesini birinci derecede iş hayatındaki etkinlikleri, ikinci derecede arkadaşları ve faaliyetleri oluşturur. Toplumlar sosyalizasyon örgüsü içinde nitelik kazandıkça insanın da bireysel sosyalitesi güçlenecek ve potansiyeli gelişecektir.
Netice olarak bireyin kabiliyetleri diğer toplum elemanları üzerinde etkileşim sağlayacak böylece hem kaynaşma hem iyilik hem de mutluluk pekişecektir.
b. Sosyal Duruş ve Oluşumu:
Sosyal duruş iki mana ifade etmektedir. Birincisi bireye ailenin verdiği duruştur ki bu büyük kaderin tecellisidir, ikincisi toplum örgütlenmesinde teşebbüslerin yarattığı kurumsallaşmanın verdiği sosyal mevkidir, daha doğrusu bu mevkii insanın donatmasıdır. Biz burada ikinci manada öngörülen sosyal duruşu incelemekteyiz.
İnsan bireysel duruş potansiyeli ile sosyal duruşunu donatır. Sosyal duruş yönetsellik, felsefe ve görüş gerektirir. İhtisasın öngördüğü olgularda katılınca sosyal duruş kompleksitisi anlam kazanır. İnsanın sosyal duruşu hak etme bilinci ve toplumsal örgütlenmenin teşkilatlanma mantığı bunu rasyonel yapmalıdır. Dolayısıyla toplum sosyal duruşu etkin kılmadan modern ve çağdaş olamaz. Bu oluşumu liyakat temeline ve böylece sadakatle birleştirmeye önem vermek gerekir.
c. Modern İnsan Dinamikleri ve Sosyoloji:
Medeni insanın bireysel davranış açılımı Salih Amelle anlaşılır kılınmıştır. Medeni insanın sosyalitesini oluşturan dinamikler de sosyalizasyonla açıklanmıştır. Bu durumda medeni insan kendine güvenen, topluma pozitif etkileşim sağlayan, bireysel duruşuyla kabiliyetlerinden emin olan, sosyal duruşuyla ebilitesini gösteren insan demektir.
Medeni insanın yaratacağı sosyoloji; önce kendi değerleriyle mutluluğu kovalayan ve ruhunun getirdiklerini dünyaya yansıtan kendi ereğini stratejik olarak benimsemiş erdemden nasibini almış bir yapı olacaktır. İşte ADN’a yakışan insan budur.
d. Çağdaşlık Anlatımı ve Tekamül:
İnsanlık sahip olduğu örgütsel yapılanma ile toplumsal anlamda tekamül içindedir. Bazı toplulukların organizasyon dirençleri daha yüksek ve üretken olacaktır. Bunun doğal sonucu olarak bu toplumlar insanların üzerindeki stresi azaltacak deneyimler oluşturarak uygulamaya sokabileceklerdir. Bu durumda dünyanın bu bölgesi diğer bölgelerden farklı yaşamaya başlayacaktır. Dünyanın evrensellik kabulüyle tekamüle dayanan bu özelliği çağdaşlık bilincini oluşturmuştur. Dünyanın geri kalanının da aynı tedbir ve uygulamaları benimsemesi çağdaşlığı yaygınlaştıracaktır.
Çağdaşlık sadece teknoloji imkanları anlamı taşımaz. Çağdaşlık toplumun niteliklerini bahse konu lider topluma benzetme çabalarını kapsar. Dünya halkları için çok önemli bir evrim olayı olarak çağdaşlık diğer insanları motive eden ve örgütlenmelerini tekamül ettiren bir oluş sağlar.
e. Çalışan İnsan Sosyolojisi:
Yakın çağ ekonomik örgütlenmesi herkesin çalışarak ekonomik hüviyet kazanmasını sağlamış, böylece Allahın verdiklerini bekleyen insanlar kendileri çalışarak yaşamayı öğrenmişlerdir. Çalışan insan önce emeği ile kazanmayı öğrenmiş, daha sonra global perspektifte milletlerin üretim paylaşması bilinci özellikle Batı dünyasını bilgi toplumu özelliklerine yöneltmiştir. Bilgi toplumu sömürü anlamında bir tüketim toplumu hüviyetidir. Çalışma ve üretkenlik her ne kadar bireysel yetenek bazında verimlilik düşüncesini geliştirmişse de bu bir aldatmacadır. Gerçekte bilgiyi üreten zor şartlarda yaşayan insanlarda oluşan arayış ve çabadır.
Özellikle robotlaşma ile insan üretkenliği dinamikleri çok değişecektir. İnsanın çalışma boyutunu bireysel duruş ve faydaya dönüştürmeden yapılacak her türlü yanlışlık insanlığı kuralsız ve beceriksiz kılacaktır. Bu nedenle insan dinamikleri çalışma ve faydadan uzaklaştırılamaz.
f. Yönetim Dinamiklerinin Sosyolojisi:
Yönetsellik organizasyon ve verimlilikle oluşu ile üretkenliğin temel unsurudur. Aslında medeniyet yönetsel beceri tasarımı olmaktadır. Yakın çağın kurumsallaşma dinamikleri üretkenliği verimli ve kaliteli kılmayı başarmıştır. Bu durumda yönetselliği teknoloji ile daha verimli boyutlara ulaştırmak amaç olacaktır.
Kurumun insan gücü rasyonalitesi sonsuz verimlilik açılımına sahiptir. Bu durumda sosyal duruş dengelerinde kurumsal verimliliği fayda ve etkinlik duyarlılıklarıyla bütünleştirmek büyük bir çaba isteyecektir.
Yönetselliğin ikna ve tekamül yetenekleri hiçbir zaman kaybolmayacak hususlardır. Bu durumda organizasyon dinamikleriyle yönetselliği etkinlik yönüyle analiz insanlığı çok kapsamlı deneyimler yükleyecek ve böylece gelecekle ilişkili insan oluşları dengelenecektir.
g. Demokratik Ortam Disiplinleri:
İnsanların özgürlükleri hareketlilik ve davranış tiplemeleriyle ilgili anlaşılırsa bunların diğer insanların hak ve özgürlükleriyle çatışmamaları için mutlaka disiplinlerin yarataılması gerekir. Bugün Avrupa Birliği tekamül aşamasında en modern yapıyı oluşturmuş olmasına rağmen insanlığın tekamül perspektifinde daha alacağı çok yol vardır.
Bireysel duruş anlamında siyasi dinamikleri yaratma temayülü kurumsal ve stratejik bazda desteklenmeli ve böylece tekamül parametreleri gelişmelidir. Fikrin oluşması veya yeni yönelişlerin tercih edilmesi hep toplumsal dinamiklerin etkinliği ile ilişkilidir. Daha çok katılım sağlayacak insanların tekamül perspektiflerini oryante etmek önemlidir. Böyle olunca demokrasi ve kurallar insanların sosyalizasyon bilinçleriyle daha etkili hale gelecektir.
h. Demokratik Ortam Toplumsal Dinamiklerinin Tekamülü:
Tarih biliyor ki demokrasi hiçbir uygulamasında inkişaf ve yenilikleri benimsetememiştir. Ancak gelecek böyle olmayacaktır. Geleceğin resmi ve şekli belirlidir. Bu nedenle insanların katılım ve paylaşımlarının sinkronize olmasını sağlayacak ortak demokraside yaratılacaktır. Demokrasi siyaseten rasyonel tekamülü benimseyerek çalışacaktır. Devletlerin yaşam alanlarını geliştirme çabaları sadece dikey yani demografik çabaya açıktır. Böyle olunca tutarlı ve dengeli bir dünya demokrasisi en sağlıklı gelişim ortamıdır.
Liderliklerin ve stratejik araştırma merkezlerinin çabaları, kurumların rasyonel hizmet gayretleri her şey rasyonel ve fayda temelli etkinliklerde anlam kazanacağından insanların sosyal duruş stratejileri tekamülün sigortası olacaktır. İnsanın üretme ve verimli olma cevheri tükenmek bilmez bir tekamül yasası doğurur. Bu insanın arayış ve yaşayış disiplinlerini etkiler ve insan doğası canlılığına ulaşır.
i. Bireyin Toplumsal Etkinliği:
Bireyi bireysel duruş dinamikleri ve sosyal duruş çabaları ile sürekli dinamik kılan yapımız sosyalizasyon çerçevesinde bireyi toplumsal etkin faktör durumuna getirmektedir.
Sosyalizasyon kurumsal mekanizmalar yarattıkça insan kendini sürekli gelişen ve paylaştıkça zenginleşen bir toplumsal erk haline getirecektir. Böylesi bir işlevsellik insan dinamiklerini sosyolojik anlamda çok etkileyecektir. Böylece birey mutluluk çabalarını kendi bireysel tekamülü ile birlikte görecek ve üretkenliğini kendi üzerinde verimliliğe dönüştürecektir. Bu çaba toplumsal bereket yasasını yaratacak insanlar çabaladıkça toplumsal değerler kıymetlenecektir.
j. Demokratlık Bilincinin Sosyalizasyon Yönü:
Demokratlık bilinci bireye düşünsellik ve kendi doğrularını gözden geçirme fırsatı vermektedir. Böyle olunca kendisinin yarattığı düşünsel çözümleri diğerlerine kabul ettirme gayreti kendi yetenekleri ile liderlik özelliğini geliştirirken diğerlerinin fikir ve değerlerine de ulaşma imkanı verecektir. Böylece sabit fikirlilik kalkacak yerine evrensel kabuller zebginliği üzerine kurulu düşünsel dinamikler gelecektir.
Sosyalizasyon insana tekamül fırsatı verirken demokrat olma gereği ve tarzı paylaşım ve dengeleri olumlu geliştirecektir. Hayatı paylaşma-üretme dengeleri ile tanıdıkça insan öğrenmenin ve başarmanın hazzına varacak, tekamülü hayatının vazgeçilmez parçası yapacaktır.
k. Rasyonalizasyon, Strateji, Kurumsallaşma:
İhtisasın kendine özgülüğünü kurumsal dinamiklerin kurulması ve geliştirme gayretleri yaratmaktadır. İşte bu özellik stratejik düşünselliği ve gayretleri kümelemeyi yaratacaktır. Stratejinin gelecek tasarımı yaygınlığına erişmesi insanları üretkenliğe alıştıracaktır. Zira gelecek çok fazla derinlik yaratılabilmesi olanaklarına sahiptir. Bu da üretken çalışmaların çokluğuna işaret eder.
Rasyonalizasyon teknoloji ve ihtisas derinliği ile sürekli dengelenen bir düşünsellik ve çaba yaratmaktadır. Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki rasyonalizasyonun sonu yoktur. Ve böylesi dinamik bir düşünsellik insanlığa anlamlı derinlikler sunmaktadır.
l. Yerel Yönetim Dinamikleri:
Yerel yönetimler şehrin kültürel dinamiklerinin realizesini ve işletilmesini üstlenmelidir. Bugün şehirlerin kültürel tanımları yoktur. Bir insan kümesi gibi kökenlerini yaşarken kendini sentezleyememiş durumdadır.
Dolayısıyla yerel yönetim örgütlenmesi kültür dinamiklerini araştıran – geliştiren bir hüviyet kazanmalı ve bunun tekamülünü sağlayabilmelidir.
Şehrin kabiliyetleri kültürel tasarımın realizesine anlam katacak dinamikler yaratmalıdır. Bu kabiliyetleri sinkronize etmenin yanında hem realizesi hem de ihtisas derinliği yaratması bakımından örgütlenme gereği vardır.
Şehrin refahı sahip olunan kabiliyetlerin yarattığı dinamiklerle ortay çıkar. Şehrin anlaşılabilirliği ve yapılanması ancak bu şekilde netlik kazanabilir.
m. Merkezi Yönetim Etkileri:
Ulusal yönetsellik dinamiklerin oluş ve cereyan yapılanmalarını etkilemektedir. Dolayısıyla ulusal üretkenlik yapılanması tasarlanmalı ve bunun global şemsiye ile uyumlu çalışması sağlanmalıdır.
Dünya konjonktürel dengeleri topyekun refahın gelişmesi maksadına hizmet etmelidir. İnsanları üretken ve faal tutmak vazgeçilmez hususlardır.
Sosyalizasyon dinamiklerinin ilk hareket örgütlenmesini mutlaka merkezi olarak realize etmek gerekir. Alışkanlıkların ve üretkenliklerin artması paralelinde bu oluşumlar kendi üretkenliklerinin artması paralelinde bu oluşumlar kendi üretkenliklerini kendileri yapacaklardır.
Eğitim ve üretim fonksiyonalitesi merkezi tasarımlarla yakından ilişkilidir. Bunların kalite ve formasyon disiplinleri olmalı ve denetlenmelidir.
n. Suç – Ceza – Ödül:
Sosyolojik etkileşimin insan doğasında var olan arsızlık ve tatminsizlik değerleriyle ortaya çıkan uyumsuzluklar mutlaka olacaktır. Bunların sosyolojik anlamlı analizleri ve alınacak tedbirler rehabilite olmayı sağlayacaktır.
Bir toplumun fertlerinin ceza ve ödülle motive edilebileceği denenmiş ama başarısı pek saptanmamış bir durumdadır. Sistematiğin başarıyı ödüllendiren yapısı insanları olumlu etkiler. İnsanlara bir şey vermeden insanlardan bir şeyler beklemek çok yanlıştır. Bu da yönetim dinamiklerinin işlevsellik sorunu olacaktır.
o. Toplumsal Devinim ve Tekamül:
Bireysel bazda “bireysel duruş”, kurumsal aktivite bazında “sosyal duruş” toplumsal devinim elemanları olarak görülmelidir. İnsanların topyekun kalitesi ve etkinlik yaratma disiplinleri toplumsal başarının anahtarı olmaktadır.
İnsanlar hem kendileri hem de kurumları için tekamül esas stratejiler ürettikçe ve bunlar yaygınlaşıp gerçekleştikçe tekamül sağlanacak ve böylece insanlık sürekli gelişen formasyon kazanacaktır.
İnsan yaşantısının var oluştan bu yana sahip olduğu imkanları geliştirerek sürekli yenilenen bir sosyolojik oluşum yarattığını gözlemliyoruz. Ekonomi, fizyolojik varlığın oluşları, psikolojik etkenler, insanın tasarım yeteneği yaşamın sosyolojik boyutlarını belirlemektedir.
İnsanın davranış ve yaşamsal duruşunu meydana getiren olguları var oluştan bu yana incelemek çok karmaşık olmayan ancak belirsizlikleri hayal ederek mümkün olabilir. Biz de bunu yaparak insanın sosyolojik yönünü ve bunun doğasını anlaşılır kılmaya çalışacağız.
Sosyolojik manada evrim bize insanın kültürel duruşunu anlamamız açısından fırsat verecektir. Bugün artık şehir ve dünya genellemesinde sosyolojik bir oluşum vardır ve buna gelindiğinde durumu daha kapsamlı görmek gerektiğini anlayacağız.
İNSANIN SOSYOLOJİK EVRİMİ:
Hayvanlar ve gelişim içinde insanların oluştuğu, bunların popülasyon yaşamlarının bir birliktelik taşıdığı ve Aden aleyhisselamla başlayan oluşumda insanın kendi değerlerini yarattığını ve gelişen zaman içinde bu oluşumun mana ve yönetsellik kazandığı böylece Yakın Çağ perspektifine ve şimdi de Altın Çağ geleceğine dayandığını anlamalıyız. Dolayısıyla insan dünyada hazır bir sosyoloji bulmamış kendi doğası bunu yaratmıştır.
Peygamberlerin dünya hayatını regüle ederken genel anlamda sosyolojik etkileşimi ortaya koyduklarını görmekteyiz. Benim konumum size bu sosyolojik etkileşimi bir bilim haline getirerek dünyaya anlaşılabilir bir gelecek sunmaktır.
Dolayısıyla işlemin geçmişe dayalı oluşumu “sosyolojik evrim” kapsamında ele alınmaktadır. Bu anlaşılmadan bugünün etkilerini göremez ve anlayamayız.
a. İlk İnsan Doğası:
Neondertal’ler arasında Adem Aleyhisselamın ruh katılarak insan yaşantısının başlatılması bize neondertalleri anlamamızı dikte ettirmektedir. İnsanlar çoğalınca ve kendi sosyalitelerini dengeleyince bunların kaybolması insan tarafından yok edildiği gerçeğini ortaya koymaktadır.
Neondertal yaşantının doğasını maymun türlerinin doğasına benzetebiliriz. Ruhları olmadığı için konuşmaları ve düşünmeleri mümkün değildir. Bu oluşumun Adem-Havva ikilisi paralelinde insanın doğduğu ve düşünsellik çerçevesinde yavaş yavaş kendilerini korudukları ve geliştirdikleri düşünülmelidir.
İlk insanın bugünden çok farklı olduğunu ve bu farkın o zaman ki sosyal koşullara uyumlu yaratıldığının bir gerekçesini oluşturduğu açıktır. Bu mutlaka bilimsel açıdan tasavvur edilebilir. Hazreti Ademi göstermesi bize hareket noktası olarak zamanı anlamamızı sağlamaktadır.
b. M.Ö. 50000 – 20000 Arası :
Bu dönemde neondertalden insana dönüşüm perspektifi egemendir. Konuşma etkinliği ortaya çıkmış ve insan düşünmek kabiliyetini yavaş yavaş hissetmeye başlamıştır. Bu dönemde bireysel manada varoluş, güvenlik, beslenme temel olguları etki yaratmış olmalıdır. Cinselliğin hiçbir kuralının olmadığı hatta örtünme bilincinin bile yavaş yavaş geliştiğini düşünmeliyiz.
Temel manada hiçbir ekonomik etkileşim olmadığı tamamen “ilk insan” doğası içinde yaşandığı ve sosyalitenin maymunlarda olduğu yapıya benzer geliştiği düşünülebilir. Duygusal açıdan mutlaka anlaşılır kalıplar vardı ama bunlarında ilkel ve tutarsızlıklar taşıdığı gerçektir.
Çoğalma ve birikim dengeleri içinde bu dönem avcılık-toplama ve doğal ortamda yaşama olarak düşünülmelidir.
c. Hazreti Şit ve MU medeniyeti:
Hazreti Şit Batı medeniyeti tarafından Osiris olarak bilinir. M.Ö. 20000 lerde MU medeniyetini tekamüle yönelten peygamberdir. Hazreti Şit ile insanlık ilk defa tanrı ve din kavramlarını öğrenmiştir. Buna göre kainat tanrının varlığından oluşan fışkırmadır. İnsan bu bakış açısıyla tanrının parçasıdır. Kainattaki canlılığı tanrının ruhu insandaki canlılığı tanrının parçası olan ruh ortaya koyar. Bu düşünsellik hala dünyada yaygın olarak kabul görür.
Hazreti Şit “inisiye” yöntemiyle insanın tekamül ettirileceğini öngörür. Böylece kamil insan idealizesi ortaya çıkar. Bu özellik MU medeniyetinde toprak sahipliği, yada tanrısal aktivitenin olgusu olan bireyselliğin gelişmediğini gösterir.
MU medeniyeti denizciliği esas alan teknolojik ve bilimsel veri tabanını oluşturmuştur. Bu dönemde hiyeroglif yazınında kullanılmaya başladığını anlıyoruz.
d. Nuh Tufanı Sonrası Sosyoloji:
MU medeniyeti ve bunun sonu olan Nuh tufanı insanlık tarihinin bir dönüm noktasıdır. MU medeniyeti insanı sosyal kuralsız olarak yaşatmış, insanlar konuşma ve kısmen düşünme yeteneği oluşturmuştur. Nuh Tufanı sonrası canlı kalan Nuh ve tayfası ile yüksek yerlerde yaşayanlar sahip olunun konuşma ve toplama becerileri yanında tanrı ve din kavramlarını da biliyorlardı. Atlantis ve MU kıtalarının batması sonucu bu MU medeniyetinden pek fazla bir şey kalmamıştır.
İnsanlık Nuh Tufanının etkilerini binlerce yıl üzerlerinden atamamıştır. Ama sosyalizasyon temelli Şit öğretileri gelişmiş ve insanlar çoğaldıkça kendilerini yararlı yapmayı öğrenmişlerdir.
e. Hazreti İdris ve Mısır Medeniyeti:
İdris peygamber Nuh tufanı sonrası oluşumun realize ve yönlendirmesini sağlamıştır. Firavun tanrısal bir lider olarak ortaya çıkarılmış yönetim mantalitesi doğmuştur.
İdris Peygambere göre “güneş”, “Ra” tanrıdır. Sebebi insanlık güneş sayesinde dünyadaki hayatın var olduğunu anlamışlardır. Şit öğretisiyle uyumlandırılarak “güneşin” tanrısal bir hikmet olduğu kabul görmüştür. Bu sistemin ana öğesini firavun, askerler, rahipler, köylüler gibi organize bir sonucun doğmasını sağladığı anlaşılmaktadır.
Mısırın MU birikimini tanıması MU birikiminin insanlığa yeniden yorumlanıp organize olmayı sonuç kılmıştır. Hazreti İdris dört oğlu vasıtasıyla insanlığı dört milletler grubuna bölmüştür. Bugün Latin, Sami, Çin ve Türk olarak algıladığımız bu yapılanma gruplar arası bir rekabet ve çatışma alanı doğmasını sağlamıştır.
f. Yontma Taş Devri Sosyolojisi:
Toplumsal örgütlenme dinamiklerini yaratan Hazreti İdris, hayatı bir üretim-tüketim bileşkesinde mevsimsel ve üretsel manada düzene koymayı da başarmıştır. MU medeniyeti birikimini kullanan Hazreti İdris, giyinen, aile kavramı yapılanması ortaya çıkmış, yaşam şekilciği açısından pişiren ve konuşan bir insan sosyolojisini düzene koymuştur. Getirdiği ana öğe tanrısallık dinamiği ile inanan ve üreten insan imajını sağlaması ve bunun toplumsal dinamiklerini yaratmıştır.
Yontma taş devri deyince teknolojik anlamda taşın işlevsellik kazandığı dinamikler akla gelmelidir. Evler taşların işlenmesiyle yapılmaya başlanmış, tekerlek taşın şekil verilmesiyle kullanılmış, savaş aracı olarak baltalar taştan yapılmıştır.
Bu dönemde tarım üretkenliği de tabii ki doğaya ve imkanlara uyumlu olarak gerçekleştirilmektedir.
g. Cilalı Taş Devri Sosyolojisi:
Bu dönem teknolojik olarak tuğlanın üretim saykılına girmesi, çanak ve çömlek işlevselliğinin kazanılmasını anlatır.
Bu üretkenlik ekonomik ve sosyolojik oluşumlara çok önemli detaylar kazandırmıştır. Böylece insanlık medeniyeti arama yolculuğunu başlatmıştır. Yaratılan refah ve oluşumlar insanın rahat ve huzurunu dolayısıyla sosyolojik olgularını geliştirmiştir. İnsan medeniyete cilalı taş devri ile yolculuk başlatmıştır denilebilir.
Çömlekler tahıl ve su hatta şarap muhafazası açısından önemli katkılar yapmış böylece insanın konfor düzeni ortaya çıkmıştır. Şehircilikte büyük aşamalar meydana gelmiş hatta kanalizasyon ve su şebekelerini deneyen toplumlar bile ortaya çıkmıştır.
h. Maden Devri Sosyolojisi:
Maden üretkenliğinin hayata kattıkları çok önemlidir. Böylece savaş unsuru olarak kılıç ve mızrak başlangıçta çok etkili olmuştur. Demircilik, bakırcılık zanaatkarlık hep bu dönem sonrası oluşumlarıdır. Tekerlek madenden yapılınca dayanıklılık çok artmış böylece fonksiyonalite anlam kazanmıştır.
Çatal-kaşık ve bıçak kullanılmaya başlanmış yemek kültürü doğmuştur. Bakır kapların yemek pişirmede kullanılması mutfak kültürünü ortaya çıkarmıştır. Porselen ve cam işlevsellikleri de zaman içinde ortaya çıkınca bugüne yönelim birikimleri anlaşılırlık kazanmıştır.
Maden devri cilalı taş devri ile ortaya çıkan medeniyet olgularını çok daha geniş bir kapsama taşımıştır. Bugün kullandığımız bir çok alışkanlık hala maden devri yapısı özellikleri taşımaktadır.
i. Hazreti Musa ve on emir:
Hazreti İdris’in kurduğu Mısır’daki sistematik üç bin yılı aşkın süre de insanlığın getirdiği tekamüle, başkaldırıya maruz kaldı. Yahudilerin Yakup soyu ile Mısır’a gidişleri ve Mısır’da bir süre sonra kötü muamele görmeleri bir tesadüf olamaz. Bu tanrısal bir oluşumdur. Hazreti Musa’nın Yahudileri Mısır’dan kurtarışı ve yepyeni bir sosyalizasyon bilinciyle dünyanın geleceğine yön verecek bir çizgiyi oluşturması çok önemli bir olaydır. Dolayısıyla Yahudi tarihi insanlık sosyolojisini etkileyen en önemli oluşumdur.
Hazreti Musa’nın köle bir kavimden üstün bir ırk yaratması ve bugüne gelinmesi ve hatta bugün Kuran’a rağmen Yahudilerin kendi üstünlüklerini tüm dünyaya gösterme çabaları tesadüf değil bir insanlık öyküsü olmalıdır.
j. Hazreti İsa ve Hıristiyanlık:
Hazreti İsa’nın Hazreti Musa’yı tasdik ederek yaratılan üstünlüğü tüm insanlığa yaygınlaştırması insanlık tarihinin en önemli olayıdır. Yani Hıristiyanlık tüm insanlığa yayılan bir üstünlük aracıdır.
Hazreti İsa’nın tüm insanlığı kucaklayan açılımı bugün bile ne kadar heyecan vericidir. 2000 yıl sonra Hıristiyan Alemi Yahudiler kadar üstün meziyetlerle donatılmış bir yapıyı kurmuştur. Demek ki ne kadar bozukta olsa Allahın sistematiği tekamül mekanizmalarını uygun şekilde kullanmaktadır.
Hazreti İsa tüm insanlığı kucaklarken ruhu ve insanın kutsiyetini ön plana almakta, cennetin meyvesini vermekte ve kendisinin rolünü göstermektedir. Sevgi bağı Hazreti İsa öğretisinin ana unsurudur. Saygı ve sevgi temelli başkalaşım insanlığı bugüne taşımıştır.
k. Hazreti Muhammed ve İslamiyet:
Hazreti Muhammed dünyanın aydınlığı olan Kuran-ı Kerimi insanlığa bağşetmiş son ve en özel peygamberdir. Hiç yoktan çöl eşkiyalığı sistematiğini kurarak mukaddes İslamiyet Bayrağını insanlığın kalesine dikebilmiştir. Bu büyük peygamberi saygıyla anıyorum.
İslamiyet toplumsal sorumluluk dinamikleri aşılayarak toplumsal zaman ve güç dinamiklerini harekete geçirmeyi insanlığa öğretmiştir. Evet insan cenneti kovalarken mutlu olmayı ve mükemmelleşmeyi öğrenmiştir.
İslamiyet ve Hıristiyanlık son 4 yüz yıl hariç 1000 yıl Avrupa – Orta Doğu eksenli olarak birbirlerini geliştirmişlerdir. Böylece insanlık tekamülü ve ADN rüyasını realize edebilecek potansiyeli üretebilmiştir.
l. Göçebe Toplum Sosyolojisi:
Türkler iki yüz yıl öncesine kadar göçebe toplum özelliklerini muhafaza edebilmiş ve bunun yarattığı başkalığı insanlığa etki olarak oluşturmuştur. Bugün hala Orta Asya da göçebe yaşayan topluluklar mevcut olmasına rağmen medeniyet ve insan bileşkesinde gelecek farklı yapılaşmayı sağlayacaktır.
Oba düzeni ve Türklerin aile-birey-çocuk-genç olguları dünyaya örnek ve özel insan mekanizmaları olarak görülmelidir. Obanın yarattığı dinamik askeri güç potansiyeli dünyayı üç dört yüz yıl öncesine kadar çaresiz bırakabilmiştir. Bu çaresizlik bilimin ve eğitimin fonksiyonelitesine olanak sağlamış ve bugünün öyküsü ortaya çıkmıştır.
m. Yerleşik Toplum Sosyolojisi:
İlk yerleşik toplum düzeni Mısır’da oluşmuştur. Buna göre toprağa bağlı bir yapısal denge kurulmuş üretim topluma paylaştırılmıştır. Sümer siti devletleri daha sonraki şehirleşme yapıları hep toprağa dayalı bir anlam taşımıştır.
Yunan medeniyeti ile ortaya çıkan bölgesel üretkenlik paylaşım dinamikleri Roma medeniyeti ile ortaya çıkan askeri güç etkili siyasi yönetsellik dengeleri hep yerleşik düzenin tekamül olgularıdır.
Bugün dünya tarımsal anlamda global denebilecek bir bütünlüğü, sanayi kapsamında tekamül seviyesine kadar dengeli bir beceriyi, ulus devlet modeliyle bölge ve yöre kapsamlı ekonomik abilitiyi yaratmış durumdadır.
Bütün bunlar yerleşik toplum sosyolojisinin eserleridir ve gelecek daha da parlak manada global – yöre kapsamlı dengelerle oluşacaktır.
n. Keşif – İcatlar ve Yakın Çağ:
Keşif ve icatlar dünya konjonktüründe dengeleri üretim açısından çok etkilmiş böylece hem sosyoloji hem de ekonomi değişim geçirmiştir. Yakın çağın devlet organizeli millet üretkenliğini yapılandırma sistematiği çok başarılı olmuş ve dünya sürekli zenginleşen bir atmosfer yakalayabilmiştir.
Yakın çağ insan eğitilebilirliği ve ihtisasına dayalı örgütsel dinamikleri geliştirdikçe hem toplumsal kalite artmış hem de tekamül sürekliliğini sağlamıştır. Batının bu beceri tablosunu alkışlamak gerekir.
Yakın çağ “Laiklik” perspektifinde insan doğasının rekabet ve üretkenlik perdelerini kullanarak yarattığı gelişme trendini Altın Çağda da uygulamak zorundayız. Bugün kü insan tekamül verileri analizinde ne kadar ilkel ve geri olduğumuz meydandadır.
o. 20.yy Sosyolojisi:
20.yy hareket – iletişim ve eğitim kabiliyetlerinin teknoloji ile sürekli gelişen perspektifte yenilendiği bir dönem yani bir adaptasyon ve deneme dönemidir. Bu yüzyılda insan tarihi boyunca görmediği yenilenme ve tekamülü yaşamış ve öğrenmiştir. Nitekim insanlığın beklentisindeki Altın çağa ulaşma azmi 20.yy da hat safhaya çıkmıştır. Belki de beklenen veya umulan da budur. Bu oluşum eğitim perspektifinde ortaya konulan “üniversite” eğitsellik becerisinin eseridir. Bunu tasarlayan ve yöneten her kese şükran borçluyuz.
İnsan düşünselliğinde beceriyi yakalama ve ortaya koyma disiplini çok önemli bir rol oynamıştır. Bu yönüyle İngiltere’nin sağladığı etkiyi küçümseyemeyiz.
p. Altın Çağ Sosyolojisi:
Altın çağ; artık yakın çağ deneyimlerinin tekamül ve hedefler muvacehesinde geleceği yöneten anlayışıyla sosyolojik dinamikleri fizyolojik güdülerden kurtararak duygusal sistematiklere zemin hazırlayan varlığa dönüştürmeyi gaye almalıdır.
Birey her oluşumuyla insanlığın misafiri ve sevgilisidir. Bunu kucaklamak ve ona organizasyon, yaşam alanı sosyalitesi ve fizyolojik – psikolojik yeterlilik sağlamak esastır.
Hayatın çözümlenebilir realitesi karşısında duyarlı ve anlamlı gelecek için yaşama bilinci ve dostluk-sevgi-saygı yapılanması sosyolojik oluşumları yönlendirme gayretlerinin temelini teşkil edecektir.
2. KÜLTÜR VE SOSYOLOJİK ETKİLEŞİM:
Kültür bir topluluğun yaşamsal örgütlenme ve zamanı pozitif kullanma bilincinin hayata yansıttıklarıdır. Biz bu bölümde toplulukların kültür performanslarını kendilerinin geleceği görerek anlaşılır kılmalarını sağlamayı amaçladık. Böylece sosyoloji geçmişi arayan değil geleceğe kültürel bazda hizmet veren stratejik bir oluşuma dönüşebilecektir. Böyle olunca daha zevkli ve daha güncel atmosfere dönüşecek ilgi ve düşünsellik yaratacak insanların pozitif değerlerini arttıracaktır.
Kültürü bugün ve yarın bağlamında gözlemleyebilmek büyük bir tasarım olgusudur. Hem bilinmeyenleri tahmin etmek hem de bulabildiklerimizi realize etmek dinamik bir düşünsellik yaratacaktır. İşte bu yönüyle karmaşa değil kalite indirgenmiş anlaşılırlık kazanması önemlidir.
a. Kültür ve Öğeleri:
Her toplum farklı düşünce, inanç, değer sistemlerine sahiptir. Bunlar iyi veya kötüyü açıklamada dünyayı tanımamızda belli işlerin hangi tekniklerle yapılacağının tespitinde önemli rol oynar. Bu öğrenilmiş fikirlere kültür diyoruz.
Gelenekler birbirlerini destekleyerek birbirlerine uyumlu olurlar. Bir gelenekteki değişiklik diğer gelenekleri de etkiler ve değişmeye neden olur. Toplum bilimciler bu olaya “kültürel birleşme” adını vermektedirler. Yani kültürün bütün parçalarının herhangi bir biçimde birbirine bağlanmasına kültürel birleşme adını vermekteyiz.
Aşağı yukarı hepimiz bir işi yaparken pek bilinçli olarak düşünmeyiz. Çünkü bu iş daha önce de başkaları tarafından aynı biçimde yapılmıştır. Bu nedenle de artık biz onu kültürümüze içselleştirmişizdir. Onun doğru ve yanlışlığını düşünmeyiz. Artık o davranış kalıplaşmış bir davranıştır.
Kültürün bir diğer özelliği de öğrenilen davranışlardan oluşmasıdır. Doğrudan edinilmez. Biyolojik kalıtımla kuşaktan kuşağa geçmez. Topluma her yeni katılan üye bunu öğrenerek geliştirir ve bunlar duygu yüklüdür.
Her toplumun kültürü iki türlü öğeden kurulur:
(1) Maddi Öğeler: Toplumun ya da grubun herhangi bir gelişim aşamasındaki teknolojik ilerlemesini üretim, teknik, hüner ve becerilerini ifade eder.
(2) Manevi Öğeler: Bunlar toplumun yaşamını düzenleyen değer, inanç, yasa, gelenek, görenek ve ahlak kurallarından oluşur.
Aşağıda onbeş temel kültürel değerin varlığı vurgulanmaktadır:
- Başarı
- Disiplinli bir iş ve çalışma
- Ahlaki değerlere bağlılık
- İnsancıl olma
- Pratik ve yeterlilik
- Kendini geliştirme
- İyi bir hayat biçimi
- Eşitlik
- Özgürlük
- Uyumlu olmak
- Bilime olan inanç ve akılcılık
- Milliyetçilik ve vatanseverlik
- Demokrasi
- Kendine ve başkalarına saygı
- Grupla birlikte çalışmaya ve grup başarısına inanç
b. Gerçek Kültür – İdeal Kültür:
Kültür içindeki bir farklılık gerçek ve ideal kültür olarak belirlenen uyumsuzluktur. İdeal kültür toplumu bir arada tutan norm ve değerlerin sadece kurallarda geçerli olmasıdır. Gerçek kültür ise bu norm ve değerlerin pratikteki, günlük yaşantıdaki uygulanış ve bulunuş biçimidir.
Eşitlik değeri üzerinde özellikle duran bir toplumda eğer milyonlarca insan gerçekte aç ve sefalet içinde yaşıyorsa ideal ve gerçek kültür arasında fark var demektir.
Toplumda yaşayan insanlar ideal ve gerçek kültür ayrılığı üzerinde çok büyük bir önemle durmazlar.
c. Yüksek Kültür – Yaygın Kültür:
Kültür içindeki bir farklılıkta aynı toplum içinde yaşayan elitler ile geniş halk tabakalarının sahip olduğu norm ve değerlerdeki ayrılıklarda yatar. Toplum içinde özel bir yaşam biçimi, zevkleri, alışkanlıkları olan küçük bir elit grubun sahip olduğu kültüre “yüksek kültür” denilir. Örneğin üst sınıfların yaşantı biçimleri, klasik müziğe düşkünlükleri, resim ve heykel sanatıyla ilgilenmeleri yüksek kültürün temel değerleri olarak betimlenir.
Bunun karşıtında ise büyük halk kitlelerinin benimsediği yaşam biçimi zevkler, farklı değerler yer alır ki buna da yaygın kültür denilmektedir. Örneğin televizyon seyretmek, maça gitmek, aile aktivitelerine katılıp birlikte gezmek, macera filmleri seyretmek, sokaktaki köfteciden köfte ekmek yemek gibi.
Ancak toplumda bazı gruplar her iki kültür içinde de yer alıp iki türlü yaşam biçimi ve zevkleri de paylaşabilir.
d. Alt Kültür – Karşıt Kültür:
Alt kültür toplumun temel kültürel değerlerini paylaşan ancak bunun dışında kendini diğer gruplardan ayıran değer, norm ve yaşam biçimleri olan gruplardır. Örneğin dünyanın bir çok ülkesinde gençliğin, ırkların, etnik grupların oluşturdukları çeşitli alt kültürler mevcuttur. Daha küçük alt kültürler üniversite kampuslerinde veya uyuşturucu madde kullanan insanlar arasında görülebilir. Alt kültür gruplarının kendi alt kültürünü üstün görme ve diğerlerini aşağılama tutumları vardır. Buna etnosentrik tutum denir.
Karşıt kültür ise bir alt kültür olup norm ve yaşam biçimleri açısından içinde yaşanılan kültüre ters düşen tutum ve davranışları içerir. Bu gruplar toplumun sahip olduğu hatta gurur duyduğu norm ve değerleri reddederek karşıt tutum ve davranışlara sahiptirler.
e. Kültürel Relativizm:
Kültür taassubu veya ben merkeziyetçilik diye bilinen etnosentrizm kişinin kendi kültürünü temel olarak alması ve diğer kültürleri kendi kültürü açısından değerlendirmesi demektir. İnsan belli bir kültürde doğar ve yaşamını sürdürür. Başkalarının kültürünü tanımadığı için kendi norm ve değerlerini üstün görür.
Kültürü yine o kültürün içinde, değer yargılarını kullanmadan tanımaya ve anlamaya kültürel relativizm denir. Çünkü her değer ve norm o kültür için anlamlıdır veya anlamlı parçalardan oluşur. Diğer kültürlere olan körlüğümüzü bir kenara bırakıp, onları kendi kültür değerleri ve normları içinde görebilmeliyiz. Kültürel relativist görüş böylelikle kültürü oluşturan parçaların nasıl uyumlu hale geldiğini, o parçaları aşağı veya yüksek görmeden yani değer yargılarımızı kullanmadan anlamak demektir. Bu görüş bize diğer kültürleri de kabul etme bilinci aşılar.
f. Popüler Kültür ve Fakirlik Kültürü:
Toplumun maddi ve manevi kültür öğeleri yaşamın ekonomik, politik ve din yönleri ile sınırlı değildir. Bir toplumda yaşarken gördüğümüz, duyduğumuz ve minnettar olduğumuz şeyler genelde toplumun popüler kültürü ile ilgilidir. Popüler kültür yaşadığımız günlük hayattır.
Popüler kültür aynı zamanda bizi geçmişe bağlayan bir araçtır. Her toplumun popüler kültürü kendine özgüdür. Popüler kültür kitlesel tüketimin bir aracıdır. Popüler kültür yolu ile geçmişi yeniden yorumluyor, şimdiki zamanı değerlendiriyor ve gelecek hakkında spekülasyon yapıyoruz.
Fakirlik kültürü; fakirlerin sahip olduğu değerlerin ekonomik yönden başarılı olan kişilerin değerlerinden farklı olduğunun ileri sürer. Fakirlerde başarılı olmak için gerekli olan istek, arzu ve disiplinin olmadığını iddia etmiştir.
g. Aile ve Toplumlaşma:
Aile insan yaşamında en önemli ve ilk toplumsallaşma kurumunu oluşturur. Yeni doğan bir çocuk önce aile çevresinde toplumsallaşma sürecine girmektedir.
Anne ve babaların çocuklar üzerinde çok büyük etkileri vardır. Kültürde çocuk tarafından anne-babanın çeşitli beklentileri doğrultusunda içselleşmiştir. Bu ilk öğrenmeler çocuğun ilerideki gelişmesinin temelini oluşturur.
Çocuğun gelişmesiyle birlikte anne-babalar ve ailenin diğer fertleri çocuğun faaliyetlerini cezalandırma ve pekiştirme yoluyla onun kişilik gelişimine yardımcı olurlar. Ayna benlik kavramıyla çocuğun davranılşlarının başkalarının gösterdiği tepkilerle yön verdiği savunulur. Böylece çocuk kendi kendine iyi mi yoksa kötü mü olduğunu öğrenmeye başlar. Bunu öğrenirken de çevreden aldığı geri bildirimlerden hareket eder.
h. Din Kurumu:
Din dünyanın her toplumunda toplumsallaşma da önemli role sahiptir. Özellikle çocuğun ahlaki açıdan gelişiminde, doğru ve yanlış kavramlarının öğrenilmesinde çok etkilidir. İnsanlar aile içindeki üyelerle ve toplumdan etkilenerek belirli din kalıplarına uyar ve bunları benimser.
Dini kalıplar toplumsal yaşamın bir çok yanında insanları etkiler.
i. Ana – Baba – Büyük – Küçük Aile:
Otorite figürüne göre ana-baba ailesi, büyüklük boyutunda ise büyük ve küçük aile olarak sınıflandırabiliriz. Bu durumda aile;
- Ana ailesi (Anaerkil)
- Baba ailesi (Ataerkil)
- Büyük aile (Geniş aile)
- Küçük aile (Çekirdek aile)
Ana ailesi: avcılık ve toplayıcılıkla geçinen toplumlarda, toprağa yerleşmeyle beraber ortaya çıkan bir aile türüdür. Erkekler çoğunlukla oturma yerinden uzaklarda yapılan avcılıkla uğraşmaktadırlar. Kadınlar ise çocukların bakımı, korunması, yiyecek hazırlama, yaralılara bakma, hayvanları evcilleştirme, ailenin geleceği ile ilgilenmektedirler. Bu ailede baba otoritesi yoktur. Ananın kız ve erkek kardeşleri, çocukları ve ananın diğer akrabaları aynı evde birlikte yaşarlar. Böylece çocuklar ana evinde oturmakta ve akrabalarla ilişkileri de ana soyundan gelmektedir. Evin reisi kadının erkek kardeşi yani çocukların dayısıdır. Baba da anasının evinde kız kardeşlerinin çocuklarına babalık görevi yapmaktadır. Çocuklar analarının çocukları, babalarıyla hukuki ve sosyal ilişkileri yoktur. Ev, toprak ve her türlü eşya ortaktır. Kadının statüsü bu durumda daha yüksektir.
Baba ailesi: bu ailede baba otoritesi ağır basmaktadır. Pederi aile, bölünmez asaba ve ataerkil aile şeklinde gruplandırılabilir.
- Pederi aile: Ana baba beraber oturur. Çocuklar üzerinde ana babanın eşit hakları vardır. Akrabalık hem anadan hem babadan gelir.
- Bölünmez asaba: Baba tarafı akraba olarak tanınır. Kan bağı geçerlidir. Fertler eşittir. Bu ailede yaşayan anne babanın çocukları üzerinde hakları yoktur. Çocuk asabanın malıdır. Aile içinde özel mülkiyet yoktur. Her şey asabanın malıdır. Aile reisi en yaşlı babadır. En yaşlı çift yöneticidir.
- Ataerkil aile: Sonsuz ve mutlak bir baba otoritesi hakimdir. Baba otoriteyi dinden almaktadır ve atalarının kurduğu ocağı devam ettirmektedir. Amaç ailenin devamını sağlamaktır. Bu nedenle erkek evlat sahibi olmak amaçtır. Kadın evlenince kocasının evine gider. Baba ailenin bütün mallarına sahiptir. İstediği gibi hareket eder. Çocukları ve karısı üzerinde her yetkiye sahiptir.
Büyük aile: Çok sayıda küçük ailenin aynı çatı altında oturmasıyla oluşan aile tipidir. Bu ailede akrabalık bağları kuvvetlidir. Tarım toplumlarında görülür.
Küçük aile: Karı koca ve evli olmayan çocuklardan meydana gelir. Küçük aile sadece iki kuşaktan oluşur. Çekirdek aile evrensel bir olgudur. Dört işlev yerine getirilir.
- Cinsel ilişkilerde düzenleme
- Ekonomik dayanışma
- Üreme
- Toplumsallaşma
Küçük ailenin evrensel bir karakter taşımasında önemli olan dört eğilim şunlardır:
- Eş seçiminde özgürlük
- Kadının toplum içinde statüsünün yükselmesi
- Kadın ve erkeğe tanınan eşit boşanma hakkı
- Bireylerin toplumsal sınıflar karşısında artan eşitliği ve engelleri kalkması.
j. Aile Kurumunun Evrimi:
- Aile büyüklüğü azalmıştır. Dolayısıyla çekirdek aile tipi egemen olmaya başlamıştır.
- Aile üretici olmaktan çok tüketici olmaya yönelmiştir.
- Çeşitli kurumlar ailenin görevlerini ellerinden almıştır. Ancak ailenin duygusal önemi hala bir psikolojik dayanak olarak devam etmektedir.
- Genellikle ebeveynler tarafından ayarlanan ekonomik gereksinmelere dayalı evlilikler çekirdek ailede yerini duygusal tercihlere bırakmıştır. Bunda kadının bir ölçüde ekonomik gücünün oluşması, eğitim olanaklarının artmasının da rolü büyüktür.
Sonuç olarak aile kurumunun da değişen toplumsal yapının paralelinde bir değişmeye uğradığı ortadadır.
k. Ekonomik Etkileşim ve Sosyoloji:
Tarih boyunca aile ve toplum ekonomik oluşumlardan çok etkilenmiştir. Başlangıçta barınma yeri temelli bir sosyoloji oluşurken, daha sonra tarım ekonomisiyle toprağa dayalı bir ekonomik sosyalizasyon, sanayi devrimiyle çekirdek aileye dönen ekonomik bir sosyalizasyon ve nihayet bilgi toplumuyla eğitim ihtisası üzerine dayalı bir sosyalizasyon ortaya çıkmıştır.
Bugün çoğalan şekilde ihtisaslaşma üretkenliği yaygınlaşmakta, sanayi oluşumuyla dengelenen bir oluşum, toprak işletimi ile rasyonelleşen bir sosyalizasyon oluşumu birlikte yaşamaktadır. Gelişen teknolojik imkanlar ve artan refah çekirdek aile formasyonu ile birlikte genişleyen bir hareket alanı kavramı doğmaktadır.
Altın çağın tekamülünde; birey temelli özgürlüklerin genişlemesi, çekirdek aile sorumluluklarının toplumsal yapı içinde paylaşımı ve müreffeh birey anlayışlı bir sosyolojinin doğması beklenmelidir.
l. Eğitim Etkileşimi ve Sosyoloji:
Eğitim çok kapsamlı çok geniş bir perspektiftir. Bilimsel temele dayalı “teori” temelli eğitim modüleritesi yaygınlaşmakta ve “doğma” temelli dini eğitim klişeleri ortadan kalkmaktadır. Bu oluşum bireye üretkenlik formasyonu yüklemekte ve birey kendi etki alanını kendi yaratacak özelliklere dönüşmektedir.
Bilim ve sanat engin ve eşsiz genişliğinde tüm insanlığı kucaklayacak farklılaşım hücrelerini oluşturmaya müsaittir. Bu yapılanma insan özgürlükleri ile insan refahı arasındaki dengeler kurulduğunda mütekamil özellikler ortaya koyacak ve bu oluşumlar sosyolojiyi oldukça etkileyecektir.
m. Din Etkisi ve Sosyoloji:
Din insan hayatının işlevselliğini fonksiyonel yapan, genel varlığı korku ve ilgiyi etkileyen çok önemli bir etkileşim unsurudur. Dinleri oluşturan kurallar kendilerini vazgeçilmez yaparlar. Bu vazgeçilmezlik insanlar için mücadele unsuru haline getirilmiş ve böylece insanların kitlesel etkileşimi yaratılmıştır. Eğer kitle halinde insanları sadece ırklar harekete geçirseydi hiçbir zaman bir dünya egemenliği meydana getirilemezdi.
Dinlerin vazgeçilmez ve acımasız varlık unsurları toplumlararası etkileşim yanında bireysel dinamiklere de hareket vermektedir. Nitekim ABD komünizm tehdidini halkının bireysel etkileşimi için kullanarak halkın tekamülüne olanak sağlamıştır. Yeni çağ içinde Türk tehdidi de Avrupa’da bireysel motivasyona zemin hazırlamıştır. Ana çıkış noktası ise dini varlığın korunması arayışlarıdır.
n. Laiklik Temelli Toplum ve Sosyoloji:
Laiklik dini etki zincirini akılcılığa dönüştürerek bireyin benimseme ve betimleme oluşlarını zenginleştiren bir ortam hazırlar. Avrupa’da dini öğeler teknik detayda farklılık taşır. Bu farklılıkları asimile etmek laiklikle mümkün olabilmiştir. Böylece insanlar vicdanen ve aklen rahatlamışlar ve düşünsellik zenginleşmiştir. Dolayısıyla Avrupa bilgi çağı dinamiklerini laikliğe borçludur.
Türkiye gibi ülkelerde laiklik dinden pasifize edilmeyi ya da dinin kuvvetlenmesi için kutup oluşturmayı sağlayan bir özellik taşımaktadır. Nitekim 1980 li yıllarda radikal İslamın örgütlenmesi laikliğe karşı dinin hareketlendirilmesinden başka bir şey değildir.
o. Siyasal Oluşumlarla Sosyoloji:
Toplumu partiler halinde hareketlendirme yönelişi siyaset kapsamında ortaya çıkmaktadır. Siyasal oluşumlar iktidar mücadelesi ve iktidar avantajlarını kullanma dinamikleriyle etkileşim ortaya koyar.Bireysel hareketlenme bireyin partisi ile yakından ilişkilidir. Ekonomik etkenler ve siyasi güç dinamikleri kişiye cazip gelen hususlardır.
Netice olarak birey bazında renkliliği ve tekamülü organize eden siyasi dinamikler bir anlamda toplumu harekete geçiren unsurlardır. Toplum bireyin hareketliliğinden pay kazanır ve böylece toplumsal dinamikler ortaya çıkar.
p. Demografik Değişme Kuramı:
Toplumsal tekamülü realize etmek siyasi konjonktür ile ulusal dinamiklerin dengelenmesi ile mümkün olabilir. Amaç toplumsal verileri iyileştirmek ve kaliteyi arttırmaktır.
Siyasal dinamikleri demografik oluşumların realizesinde kullanmak politik bir sanat ve işlevsel bir başarıdır. Dünya insanlığının zaman boyutunda kalite ve performans dengelerini geliştirmesi gerek iyileşen koşulların gerekse doğal dengelerin bir sonucu olarak vazgeçilmez bir sorumluluktur.
Örgütlenmemiş veya örgütlenme kalitesi oluşmamış toplumların fertlerinin demografik yapılanmayı etkileme dinamikleri çok zayıftır. Bu durumda topyekun kalite bireysel kabiliyetlerle yakından ilişkili olmaktadır.
q. Kentleşme ve Sosyoloji:
Sanayi devriminin bir sonucu olarak şehirlerin nüfusları süratle artmaya başlamıştır. Köylerde ekonomik ortamın gelişmemesi ve nüfus artışının rasyonaliteyi olumsuz etkilemesi bu oluşumu hızlandırmıştır. Böyle olunca ABD ve Avrupa hariç kentleşme bakımından ö-olumsuz gelişim söz konusu olmuştur.
ABD ve Avrupa modern kentleşme mihverini ve etkilerini yaratmalarına rağmen teknolojinin gelişme trentleri tam anlamıyla tutarlı kentleşme olanakları vermemiştir. Bu nedenle kentlerde sokaklarda kalmış her taraf araba yığılmıştır.
Kültürel açıdan yepyeni bir kent kültürü doğmaya başlamış, viran ve gecekondu mahalleleri türemiştir.
Bugün kentlerinde kültür dokularını yaratma ihtiyacı ve sosyalizasyon tedbirleri ile mahalleleri rehabilite etme ihtiyacı söz konusudur. Kentler Altın çağda büyük refah alanlarına dönüşecek ve buna göre tutarlı yaşam olguları realize edilecektir.
r. Sanayi Toplumu Sosyolojisi:
Aileyi çekirdek aile yaygınlığına götürmesi yanında kadında ekonomik ve sosyal kişilik kazanmış böylece aile performansı son derece kritik dinamiklere dönüşmüştür. Çocukların yetişmesi bakımından kreşler doğmuş, evlerin büyüklükleri terk edilmeye başlanmıştır.
Kentleşme süreci hızlanmış, toplum bireysel bazda mekanize olmuştur. Emek yoğun çalışma tatil konsepti geliştirmiş, turizm doğmuş ve dünya trafiği yoğunlaşmıştır.
Bireyin ekonomik özgürlüğü kültürel ve politik oluşumları etkilemiş, demokrasi bilinci yaygınlaşmaya başlamıştır. Bugünün modern toplumunun yaşam organizasyonu doğmaya başlamış, laiklik yaygınlaştırılmış, komünizm ile din kalıpları etkisizleştirilmeye başlanmıştır.
s. Bilgi Çağı Sosyolojisi:
Ekonomik duruş kabiliyeti bireyin eğitim performansını olumlu olarak etkilemiş dünya konjonktürünün değiştirilmesi, Batı medeniyet bölgesini beyin yoğun çalışma sürecine itmiştir. Böylece global dünya sistematiği doğmuştur.
Sermaye kontrolünün Batını elinde olması teknoloji üretim potansiyelini de Batının kontrol etmesini sağlamıştır. Altın çağ perspektifinde sağlanan bilimsel tekamül bugün yapabildiğimiz çaba ve performansa olanak sağlamıştır.
İnternet ortamının sağladığı iletişim ve etkileşim çok önemli bireysel performans oluşumlarına olanak verebilecek durumdadır. İnternetin devlet sistematiğinin, bankacılık sisteminin topyekun yenilenme fırsatı vermiştir. Bilgi artık yaygın ve önemlidir.
t. Altın Çağ Sosyolojisi:
Birey bazında tekamül kısvesinin sistematikleri belirlenmektedir. Birey özgürlükleri fayda temelli kriterler ve hedeflerle donatılmaktadır. Çalışma ve üretme disiplinleri verimlilik düşüncesi ve bütün bunları destekleyen organizasyon tekamülü Altın Çağın performansını belirleyecektir.
Bireysel duruş kapsamında tekamül ve refah ulaşım etkilerini hayatı anlaşılır ve kapsamlı yapacaktır. İnsanların iyilik ve mutluluk perspektifli yaşam anlayışları sosyaliteyi ve entelektüeliteyi geliştirecek ve insan gerçek manada sosyal insan olacaktır.
Çalışma hayatının bilgi temelli yönetim perspektifli canlandırılması ekonomik oluşumları dengelemek ve topyekun başarı kriterlerinin gelişmesi dünyayı cennete çevirecektir.
3.SOSYOLOJİK OLARAK İNSAN DİNAMİKLERİNİN DOĞASI:
Bu kitabın birinci bölümünde tarihi oluşum içinde sosyolojik evrim incelenmeye çalışıldı, ikinci bölüm kültürel açılım içinde sosyolojinin yaşamsal boyutu analiz edildi, bu bölümde ise modern toplum kültür sosyoloji iletişimi ve bunun rasyonalitesi incelenecektir.
Bu bölüm insan dinamikleriyle medeniyet olgusunun vazgeçilmez manaları arasındaki ilişkiyi anlatacaktır. İnsan sosyolojik yapılanmasının modernitesi yanında insan ruhunun iyilik ve mutluluk temelli açılımı önemle vurgulanacaktır. Dolayısıyla insan varlığının ve geleceğin farkında olarak yaşamayı öğrenecek ve böylece sosyolojinin bugünü ve yarını anlam kazanacaktır.
Bu bölümün devamı 2K 1R çalışmasıdır. Dolayısıyla rasyonel açıdan kültürün manevi ve maddi değerleri yönetilebilirlik kazanacaktır. Bu insanın geleceğini beğenmesi olacak ve gelecek için her kes mükemmeli arayacaktır.
a. Bireysel Duruş ve Oluşması:
Bireysel duruşu biz bugüne kadar yetenek ve bilgi temelli kabiliyetler olarak ele aldık. Burada bireysel duruşa sosyalite ekleyeceğiz. Böylece bireysel duruş nihai anlamına kavuşacaktır. Nedir sosyalite? Topluma kaynaşma potansiyeli olarak anlatmalıyız. Bireyin toplumu itirme gücü de diyebiliriz. Böylece bireysel duruş sosyolojik bir etkinin merkez unsuru olacaktır.
İnsanın sosyalitesini birinci derecede iş hayatındaki etkinlikleri, ikinci derecede arkadaşları ve faaliyetleri oluşturur. Toplumlar sosyalizasyon örgüsü içinde nitelik kazandıkça insanın da bireysel sosyalitesi güçlenecek ve potansiyeli gelişecektir.
Netice olarak bireyin kabiliyetleri diğer toplum elemanları üzerinde etkileşim sağlayacak böylece hem kaynaşma hem iyilik hem de mutluluk pekişecektir.
b. Sosyal Duruş ve Oluşumu:
Sosyal duruş iki mana ifade etmektedir. Birincisi bireye ailenin verdiği duruştur ki bu büyük kaderin tecellisidir, ikincisi toplum örgütlenmesinde teşebbüslerin yarattığı kurumsallaşmanın verdiği sosyal mevkidir, daha doğrusu bu mevkii insanın donatmasıdır. Biz burada ikinci manada öngörülen sosyal duruşu incelemekteyiz.
İnsan bireysel duruş potansiyeli ile sosyal duruşunu donatır. Sosyal duruş yönetsellik, felsefe ve görüş gerektirir. İhtisasın öngördüğü olgularda katılınca sosyal duruş kompleksitisi anlam kazanır. İnsanın sosyal duruşu hak etme bilinci ve toplumsal örgütlenmenin teşkilatlanma mantığı bunu rasyonel yapmalıdır. Dolayısıyla toplum sosyal duruşu etkin kılmadan modern ve çağdaş olamaz. Bu oluşumu liyakat temeline ve böylece sadakatle birleştirmeye önem vermek gerekir.
c. Modern İnsan Dinamikleri ve Sosyoloji:
Medeni insanın bireysel davranış açılımı Salih Amelle anlaşılır kılınmıştır. Medeni insanın sosyalitesini oluşturan dinamikler de sosyalizasyonla açıklanmıştır. Bu durumda medeni insan kendine güvenen, topluma pozitif etkileşim sağlayan, bireysel duruşuyla kabiliyetlerinden emin olan, sosyal duruşuyla ebilitesini gösteren insan demektir.
Medeni insanın yaratacağı sosyoloji; önce kendi değerleriyle mutluluğu kovalayan ve ruhunun getirdiklerini dünyaya yansıtan kendi ereğini stratejik olarak benimsemiş erdemden nasibini almış bir yapı olacaktır. İşte ADN’a yakışan insan budur.
d. Çağdaşlık Anlatımı ve Tekamül:
İnsanlık sahip olduğu örgütsel yapılanma ile toplumsal anlamda tekamül içindedir. Bazı toplulukların organizasyon dirençleri daha yüksek ve üretken olacaktır. Bunun doğal sonucu olarak bu toplumlar insanların üzerindeki stresi azaltacak deneyimler oluşturarak uygulamaya sokabileceklerdir. Bu durumda dünyanın bu bölgesi diğer bölgelerden farklı yaşamaya başlayacaktır. Dünyanın evrensellik kabulüyle tekamüle dayanan bu özelliği çağdaşlık bilincini oluşturmuştur. Dünyanın geri kalanının da aynı tedbir ve uygulamaları benimsemesi çağdaşlığı yaygınlaştıracaktır.
Çağdaşlık sadece teknoloji imkanları anlamı taşımaz. Çağdaşlık toplumun niteliklerini bahse konu lider topluma benzetme çabalarını kapsar. Dünya halkları için çok önemli bir evrim olayı olarak çağdaşlık diğer insanları motive eden ve örgütlenmelerini tekamül ettiren bir oluş sağlar.
e. Çalışan İnsan Sosyolojisi:
Yakın çağ ekonomik örgütlenmesi herkesin çalışarak ekonomik hüviyet kazanmasını sağlamış, böylece Allahın verdiklerini bekleyen insanlar kendileri çalışarak yaşamayı öğrenmişlerdir. Çalışan insan önce emeği ile kazanmayı öğrenmiş, daha sonra global perspektifte milletlerin üretim paylaşması bilinci özellikle Batı dünyasını bilgi toplumu özelliklerine yöneltmiştir. Bilgi toplumu sömürü anlamında bir tüketim toplumu hüviyetidir. Çalışma ve üretkenlik her ne kadar bireysel yetenek bazında verimlilik düşüncesini geliştirmişse de bu bir aldatmacadır. Gerçekte bilgiyi üreten zor şartlarda yaşayan insanlarda oluşan arayış ve çabadır.
Özellikle robotlaşma ile insan üretkenliği dinamikleri çok değişecektir. İnsanın çalışma boyutunu bireysel duruş ve faydaya dönüştürmeden yapılacak her türlü yanlışlık insanlığı kuralsız ve beceriksiz kılacaktır. Bu nedenle insan dinamikleri çalışma ve faydadan uzaklaştırılamaz.
f. Yönetim Dinamiklerinin Sosyolojisi:
Yönetsellik organizasyon ve verimlilikle oluşu ile üretkenliğin temel unsurudur. Aslında medeniyet yönetsel beceri tasarımı olmaktadır. Yakın çağın kurumsallaşma dinamikleri üretkenliği verimli ve kaliteli kılmayı başarmıştır. Bu durumda yönetselliği teknoloji ile daha verimli boyutlara ulaştırmak amaç olacaktır.
Kurumun insan gücü rasyonalitesi sonsuz verimlilik açılımına sahiptir. Bu durumda sosyal duruş dengelerinde kurumsal verimliliği fayda ve etkinlik duyarlılıklarıyla bütünleştirmek büyük bir çaba isteyecektir.
Yönetselliğin ikna ve tekamül yetenekleri hiçbir zaman kaybolmayacak hususlardır. Bu durumda organizasyon dinamikleriyle yönetselliği etkinlik yönüyle analiz insanlığı çok kapsamlı deneyimler yükleyecek ve böylece gelecekle ilişkili insan oluşları dengelenecektir.
g. Demokratik Ortam Disiplinleri:
İnsanların özgürlükleri hareketlilik ve davranış tiplemeleriyle ilgili anlaşılırsa bunların diğer insanların hak ve özgürlükleriyle çatışmamaları için mutlaka disiplinlerin yarataılması gerekir. Bugün Avrupa Birliği tekamül aşamasında en modern yapıyı oluşturmuş olmasına rağmen insanlığın tekamül perspektifinde daha alacağı çok yol vardır.
Bireysel duruş anlamında siyasi dinamikleri yaratma temayülü kurumsal ve stratejik bazda desteklenmeli ve böylece tekamül parametreleri gelişmelidir. Fikrin oluşması veya yeni yönelişlerin tercih edilmesi hep toplumsal dinamiklerin etkinliği ile ilişkilidir. Daha çok katılım sağlayacak insanların tekamül perspektiflerini oryante etmek önemlidir. Böyle olunca demokrasi ve kurallar insanların sosyalizasyon bilinçleriyle daha etkili hale gelecektir.
h. Demokratik Ortam Toplumsal Dinamiklerinin Tekamülü:
Tarih biliyor ki demokrasi hiçbir uygulamasında inkişaf ve yenilikleri benimsetememiştir. Ancak gelecek böyle olmayacaktır. Geleceğin resmi ve şekli belirlidir. Bu nedenle insanların katılım ve paylaşımlarının sinkronize olmasını sağlayacak ortak demokraside yaratılacaktır. Demokrasi siyaseten rasyonel tekamülü benimseyerek çalışacaktır. Devletlerin yaşam alanlarını geliştirme çabaları sadece dikey yani demografik çabaya açıktır. Böyle olunca tutarlı ve dengeli bir dünya demokrasisi en sağlıklı gelişim ortamıdır.
Liderliklerin ve stratejik araştırma merkezlerinin çabaları, kurumların rasyonel hizmet gayretleri her şey rasyonel ve fayda temelli etkinliklerde anlam kazanacağından insanların sosyal duruş stratejileri tekamülün sigortası olacaktır. İnsanın üretme ve verimli olma cevheri tükenmek bilmez bir tekamül yasası doğurur. Bu insanın arayış ve yaşayış disiplinlerini etkiler ve insan doğası canlılığına ulaşır.
i. Bireyin Toplumsal Etkinliği:
Bireyi bireysel duruş dinamikleri ve sosyal duruş çabaları ile sürekli dinamik kılan yapımız sosyalizasyon çerçevesinde bireyi toplumsal etkin faktör durumuna getirmektedir.
Sosyalizasyon kurumsal mekanizmalar yarattıkça insan kendini sürekli gelişen ve paylaştıkça zenginleşen bir toplumsal erk haline getirecektir. Böylesi bir işlevsellik insan dinamiklerini sosyolojik anlamda çok etkileyecektir. Böylece birey mutluluk çabalarını kendi bireysel tekamülü ile birlikte görecek ve üretkenliğini kendi üzerinde verimliliğe dönüştürecektir. Bu çaba toplumsal bereket yasasını yaratacak insanlar çabaladıkça toplumsal değerler kıymetlenecektir.
j. Demokratlık Bilincinin Sosyalizasyon Yönü:
Demokratlık bilinci bireye düşünsellik ve kendi doğrularını gözden geçirme fırsatı vermektedir. Böyle olunca kendisinin yarattığı düşünsel çözümleri diğerlerine kabul ettirme gayreti kendi yetenekleri ile liderlik özelliğini geliştirirken diğerlerinin fikir ve değerlerine de ulaşma imkanı verecektir. Böylece sabit fikirlilik kalkacak yerine evrensel kabuller zebginliği üzerine kurulu düşünsel dinamikler gelecektir.
Sosyalizasyon insana tekamül fırsatı verirken demokrat olma gereği ve tarzı paylaşım ve dengeleri olumlu geliştirecektir. Hayatı paylaşma-üretme dengeleri ile tanıdıkça insan öğrenmenin ve başarmanın hazzına varacak, tekamülü hayatının vazgeçilmez parçası yapacaktır.
k. Rasyonalizasyon, Strateji, Kurumsallaşma:
İhtisasın kendine özgülüğünü kurumsal dinamiklerin kurulması ve geliştirme gayretleri yaratmaktadır. İşte bu özellik stratejik düşünselliği ve gayretleri kümelemeyi yaratacaktır. Stratejinin gelecek tasarımı yaygınlığına erişmesi insanları üretkenliğe alıştıracaktır. Zira gelecek çok fazla derinlik yaratılabilmesi olanaklarına sahiptir. Bu da üretken çalışmaların çokluğuna işaret eder.
Rasyonalizasyon teknoloji ve ihtisas derinliği ile sürekli dengelenen bir düşünsellik ve çaba yaratmaktadır. Hiçbir zaman unutulmamalıdır ki rasyonalizasyonun sonu yoktur. Ve böylesi dinamik bir düşünsellik insanlığa anlamlı derinlikler sunmaktadır.
l. Yerel Yönetim Dinamikleri:
Yerel yönetimler şehrin kültürel dinamiklerinin realizesini ve işletilmesini üstlenmelidir. Bugün şehirlerin kültürel tanımları yoktur. Bir insan kümesi gibi kökenlerini yaşarken kendini sentezleyememiş durumdadır.
Dolayısıyla yerel yönetim örgütlenmesi kültür dinamiklerini araştıran – geliştiren bir hüviyet kazanmalı ve bunun tekamülünü sağlayabilmelidir.
Şehrin kabiliyetleri kültürel tasarımın realizesine anlam katacak dinamikler yaratmalıdır. Bu kabiliyetleri sinkronize etmenin yanında hem realizesi hem de ihtisas derinliği yaratması bakımından örgütlenme gereği vardır.
Şehrin refahı sahip olunan kabiliyetlerin yarattığı dinamiklerle ortay çıkar. Şehrin anlaşılabilirliği ve yapılanması ancak bu şekilde netlik kazanabilir.
m. Merkezi Yönetim Etkileri:
Ulusal yönetsellik dinamiklerin oluş ve cereyan yapılanmalarını etkilemektedir. Dolayısıyla ulusal üretkenlik yapılanması tasarlanmalı ve bunun global şemsiye ile uyumlu çalışması sağlanmalıdır.
Dünya konjonktürel dengeleri topyekun refahın gelişmesi maksadına hizmet etmelidir. İnsanları üretken ve faal tutmak vazgeçilmez hususlardır.
Sosyalizasyon dinamiklerinin ilk hareket örgütlenmesini mutlaka merkezi olarak realize etmek gerekir. Alışkanlıkların ve üretkenliklerin artması paralelinde bu oluşumlar kendi üretkenliklerinin artması paralelinde bu oluşumlar kendi üretkenliklerini kendileri yapacaklardır.
Eğitim ve üretim fonksiyonalitesi merkezi tasarımlarla yakından ilişkilidir. Bunların kalite ve formasyon disiplinleri olmalı ve denetlenmelidir.
n. Suç – Ceza – Ödül:
Sosyolojik etkileşimin insan doğasında var olan arsızlık ve tatminsizlik değerleriyle ortaya çıkan uyumsuzluklar mutlaka olacaktır. Bunların sosyolojik anlamlı analizleri ve alınacak tedbirler rehabilite olmayı sağlayacaktır.
Bir toplumun fertlerinin ceza ve ödülle motive edilebileceği denenmiş ama başarısı pek saptanmamış bir durumdadır. Sistematiğin başarıyı ödüllendiren yapısı insanları olumlu etkiler. İnsanlara bir şey vermeden insanlardan bir şeyler beklemek çok yanlıştır. Bu da yönetim dinamiklerinin işlevsellik sorunu olacaktır.
o. Toplumsal Devinim ve Tekamül:
Bireysel bazda “bireysel duruş”, kurumsal aktivite bazında “sosyal duruş” toplumsal devinim elemanları olarak görülmelidir. İnsanların topyekun kalitesi ve etkinlik yaratma disiplinleri toplumsal başarının anahtarı olmaktadır.
İnsanlar hem kendileri hem de kurumları için tekamül esas stratejiler ürettikçe ve bunlar yaygınlaşıp gerçekleştikçe tekamül sağlanacak ve böylece insanlık sürekli gelişen formasyon kazanacaktır.
29 Haziran 2009 Pazartesi
İnsan Psikolojisi ve Doğa
BAŞLARKEN :
İnsanın üç boyutu; fizyoloji, psikoloji ve sosyolojidir. Fizyoloji vücudumuzun varlığı ile ortaya çıkan olguları, psikoloji bireysel ve çevresel faktörlerle var olan canlılık dengelerini, sosyoloji ise toplumsal ve etkisel dengeleri ifade eder.
Biz “insan fizyolojisi ve doğa” çalışmasında yaşamsal varlığın temel mekanizmalarını incelemeye çalıştık. O yaptığımız çalışma yeterli mi? Hayır. Mutlaka uzmanlarının her bir konu sahasını çok daha detaylı analiz etmesi gerekecektir.
Psikoloji bir canlılık etkenliğidir. Davranış, hürriyet ve iletim dengelerini inceler. Bu bakımdan insanın en önemli yönünü oluşturur. Zira zamanı ve yönelişi bu oluşum dengelemektedir.
Bunun bir doğası var mı? Mutlaka var ve bu anlaşıldıkça insanın mutluluk perspektifi çok daha anlamlı bir hal alacaktır.
Ruhun etkisi kapsamında değineceğimiz hususlar ise kendi kalıbı içinde çok daha uzun bir bilgi analiz perspektifi yaratacaktır.
İNSANIN PSİKOFORMASYONU:
İnsanı iki açıdan anlamaya çalışmalıyız. Birincisi canlılığın psikolojik oluşumu, ikincisi ruhun etkileşimi. İkisini bu çalışmada tek bir çatı altında toplamamın nedeni ruhun da psikolojik oluşuma etki etmekte olmasıdır. Dolayısıyla insan diğer canlılardan farklılık katan düşünsellik ve konuşma tezahürleri ile duygusal etkileşim kriterleri daha çok ruh yanının etkisi olarak ele alınmalıdır.
Ruhu canlılıktan nasıl ayıracağız kısmına gelince, ruhu olgunluğu, mizacı ve karar mekanizması dinamikleri çerçevesinde görerek davranış etkeni olarak ayrı bir duruş şeklinde görmeye çalışacağız.
Ruh ve beden ayırımı kendi başına bir ayırım olsa da psikolojik oluşum beden yanında unsurlarla harekete geçer. Bu nedenle canlılık özellik ve nitelik kazanır. Böyle olunca duyularla etkilenen kısmı bedene, duygularla etkilenen kısmı ruha ayıracağız.
a. Davranış Karmaşıklığı:
İnsan ve çevresi arasında sürekli bir etkileşim hemen hiç kesilmeyen karşılıklı bir alışveriş vardır. Psikolojinin konusunu oluşturan davranışlar ve iç yaşantılar bu karşılıklı alışverişten meydana gelir. Davranışlarda düşünsel, duygusal ve sosyal oluşların birbiriyle ilintili olarak nasıl meydana geldiği çevreden gelen etkilerin nasıl bir takım içsel yaşantılara yol açtığı bunların nasıl çevreyi ya da çevredeki insanları etkilediği önemlidir. İnsan davranışlarının anlaşılması ve yorumlanması kolay değildir. Çünkü her davranış ve yaşantıyı etkileyen çok çeşitli etmen vardır.
İnsan davranışlarından en önemlisi bunların çok nedenli ve karmaşık oluşudur. Her olayın ondan önceki bir takım koşullarla ilişkili olduğu açıktır. Psikoloji de davranışların önkoşullarına uyarıcı ve uyarıcılara karşılık gelen davranışlara tepki denir. Böylece psikolojiden neden – sonuç ilişkileri yani önkoşullar ve bunları izleyen olaylar, uyarıcı-tepki (U-T) formülü ile açıklanır.
Psikolojik olayların nedenlerini bulmak kolay olmaz, çünkü davranışlar üzerinde dışarıdan olduğu kadar organizmanın içinden de gelen bir çok etmenlerinde rolü olur. Sadece dıştan gelen uyarıcıları bilmekle bir insanın davranışlarını yorumlamak önceden tahmin etmek zordur. Bireyin davranışlarını daha iyi anlayabilmek için onun iç durumunu yani organizma içinden gelen etkileri de bilmek gerekir. Bu bakımdan ruhsal olayları U-T formülüne göre, U-O-T daha iyi açıklar. Bu formülde “o” harfi canlı varlık anlamına gelen organizma sözü yerine geçer.
Her hangi bir uyarıcı karşısında bireyin nasıl davranacağını kestirebilmek için onun hakkında bazı bilgilere sahip olmak gerekir. Bu etmenler şöyle özetlenebilir:
· Önce organizmanın biyolojik özellikleri dikkate alınmalıdır.
· Organizmanın geçmiş yaşamı önemlidir.
· Organizmanın o andaki içsel durumu da davranışı etkiler.
· Nihayet içinde bulunulan fiziksel ya da sosyal çevrenin de etkisi dikkate alınmalıdır.
b. Uyarıcılar-Organizma ve Tepkiler:
Birinci bilinmesi gereken husus insan kendi tutarlılıklarına kendi karar veren bir canlıdır. Bu nedenle en vahşi bir hayvandan en uysal bir canlıya kadar değişik spektrumda davranış sergiler.
Organizma çevreden gelen etkilere duyarlıdır ve bu etkilere tepkide bulunur. Canlı varlık ve çevresi arasında hiç eksilmeyen bir alışveriş vardır. Bütün yaşam boyunca bu durum süre gider. Bu bakımdan uyarıcılar-organizma ve tepkiler psikolojik yaşamın belli başlı öğeleridir.
. Uyarılma: İnsan çevresindeki olup biten şeylerin nasıl farkına varıyor? Çevrenin organizmayı etkilemesi göz, kulak, burun ve dil gibi duyu organları aracılığıyla mümkün olmaktadır. Dış çevreden duyu organlarına gelen bütün uyarıcılara uyaran denir. Bunlar duyu organlarını etkileyen ışık, ses, koku ve tat gibi çeşitli fiziksel ve kimyasal değişikliklerdir.
Organizma açlık, susuzluk, diş ağrısı, karın tokluğu gibi bedenden gelen fizyolojik uyarıcılarında etkisindedir. Bunlara iç çevre uyarıcıları denir.
Dıştan veya içten gelsin uyarıcılar davranışların önemli nedenleri arasındadır. Çevrenin bireyi etkilemesi bireyin çevresini tanımasını mümkün kılan mekanizmaya duyum mekanizması denir.
. Tepkide bulunma: Çeşitli uyarıcıların etkisi altında kalan organizma türlü tepkilerde bulunur. Bu tepkiler fiziksel, fizyolojik ve psikolojik olayların iç içe oluşumundan meydana gelir. Bunlar bazen konuşma, gülme, yumruk atma gibi daha çok fiziksel; bazen yorulma, terleme, kızarma, sararma gibi daha çok fizyolojik; bazen ise düşünme, hayal kurma, kuşkulanma ve sevinme gibi daha çok psikolojik bir nitelik gösterir.
Bu tepkiler açık ve kapalı olmak üzere de iki bölüme ayrılabilir. Açık tepkiler konuşma, yürüme, yazı yazma ve bir iş görme gibi çoğu zaman çevrede bir takım değişikliklere yol açan ve başkaları tarafından gözlenebilen devimler biçimindedir. Organizma böylece çevreden aldığı uyarımlar sonucu çevreyi etkileyecek bir takım tepkilerde bulunur. Açık tepkiler bir gözlemci tarafından görülebilen ve ölçülebilen davranışlar olarak ta tanımlanabilir.
Bireyin tepkileri kapalı iç yaşantılar biçiminde de belirir. Buna örnek olarak sevinmeyi, kıskanmayı ve umutlanmayı ileri sürebiliriz. Bu gibi durumlarda dıştan bakılınca insan hareketsiz gibidir. Gerçekte ise hareket insanın içinde dengelenmektedir. Kapalı tepkiler başkaları tarafından doğrudan doğruya gözlemlenemez. Bunlar ancak açık davranışların gözlemlenmesi sonunda kısmen var denebilir. Örneğin bir dostumuz sokakta karşılaştığımız zaman bize soğukça bir selam verse, bilmediğimiz herhangi bir sebepten dolayı bize gücenmiş ve kırılmış olduğu sonucuna varırız.
. Birleştirici iç oluşumlar:
Uyarıcılar ve gözle görülebilir açık tepkiler arasında beyinde olagelen birleştirici bir takım düşünsel ve bilişsel iç oluşumlar vardır. Bilim henüz bunların iç yüzünü anlayamamıştır. İç oluşumların psikolojik yanına bilinç denir.
Organizma içinde cereyan eden olaylar, psikolojik canlılık, biyo kimyasal etkilemeler ve elektriksel değişimlerle canlılık kazanır. Bir anlamda organik oluşumların biyo kimyasal tepkimelerinin yarattığı psikolojik canlılığı elektriksel bir yapılanma ile sistematize olmasıdır.
İnsanların duygu temelli ruh etkisini anlamak biraz daha zaman alacaktır. Zira duygusal manadaki etkimelerin uyarıcı – tepki işlemindeki fonksiyonelliği çok karmaşıktır.
c. Sinir Sistemi:
İnsanı çevresi ile ilişkide bulunduran ve bedenin çeşitli organları, dokuları ve hücreleri arasında işbirliğini sağlayan aygıta sinir sistemi denir. Birey bu sayede dış çevresi ile alışverişte bulunur. Bedenin çeşitli kısımlarını birbirine bağlayan sinir iplikçikleri organizmanın bir bütün halinde ahenkli olarak çalışmasını sağlar. İnsan böylece çevresine uyumsal tepkilerde bulunabilir.
Duyum ve devim mekanizmalarının çalışması ancak sinir sistemi ile mümkün olur. Duyu organları sinirlerle beyin üzerinden işlevsellik yaratırlar.
Devim mekanizmasına gelince. İnsan konuşabilmektedir. Konuşma eyleminde çalışan her kes beyinden veya omirilikten gelen devimsel(motor) sinire bağlıdır. Psikolojik yönden kaslardaki en önemli olguda bunların birer sinirle beyine bağlanmış olmasıdır.
d. Nöronlar, Sinapslar, Sinir sistemi bölümleri:
· Nöronlar : sinir sistemini meydana getiren hücrelere nöron denir. Bir nöronda en önemli özellik bunun herhangi bir yerinin etkilenmesiyle meydana gelen uyarının öteki kısımlara yayılmasıdır.
· Sinaps: Nöronlar uzantılar aracılığıyla birbirlerine değinir. Bir nöronun başka bir nöronla ilişkisine sinaps denir.
Sinir sistemini üç bölüme ayırmak mümkündür. Kafatasının ve omurganın içini dolduran kısma merkez sinir sistemi, etrafta kalan kısma ise çevresel sinir sistemi, üçüncü kısmı otonom sinir sistemi meydana getirir.
e. Sinir Merkezleri:
Merkez sinir sistemi, kafatasının ve omurganın içini dolduran sinir merkezleri olmak üzere iki kısma ayrılır.
Kafatası içindeki sinir merkezleri üç kabukla çok iyi şekilde korunmuştur. Dışarıdan içeri doğru önce katı kabuk denilen davul zarı gibi dayanıklı bir kılıf vardır. Bunun altında dokunuşu örümcek ağına benzeyen başka bir zar vardır. Üçüncü zara ince kabuk denir. İnce kabuk ile örümcek ağı kabuğu arasında tuzlu ve saydam bir sıvı vardır. Buna beyin suyu denir.
Kafatasını dolduran bu sinir merkezlerini öteden beri ön beyin, orta beyin ve arka beyin olmak üzere üç kısma ayırmak adet olmuştur. Omuriliğin üst kısmından başlamak üzere beyne kadar olan kısma arka beyin denir. Burada bütün kafatası sinirlerinin girip çıktığı omurilik soğanı ile beyincik bulunur. Orta beyin öteki canlı yaratıklara göre insanda çok ufaktır. Bunun görme ve işitme ile ilgili olduğu değerlendirilmektedir. Bütün duysal ve devimsel sinirler de buraya girip çıkar. Bütün öteki yaratıklara nispetle özellikle insanlarda gelişmiş olan kısım önbeyindir. Genel olarak beyin denildiği zaman bu kısım hatıra gelir.
(1) Beyin (Celebrum) :
Kafatası boşluğunun yukarı kısmında bulunan beyin, sinir merkezlerinin en büyüğüdür. İnsanda beyin tüm sinir merkezlerinin ağırlığının yarısını oluşturur. Beyin birbirinin ayna görüntüsü biçiminde iki yarıküreye ayrılmıştır. Bu yarımkürelerin yüzeyinde bir takım girintiler , çıkıntılar ve kıvrımlar bulunur. Beynin üst tabakası kül rengindedir ve sinir hücrelerinden oluşmuştur. Beynin alt tabakası beyazdır ve sinir hücrelerinin uzantılarından meydana gelmiştir. Beyaz tabaka beynin muhtelif kısımlarını birbirine bağlar.
Beyin görme işitme gibi duysal algıların duygulanma, düşünme, hatırda tutma, istemli hareketlerde bulunma gibi en karmaşık eylemlerin ve bilinç ile kişiliği meydana getiren yetilerin merkezidir. Bu çeşitli yetiler beyin yüzeyinde belli bölgelerde toplanmıştır. Beyin yarımkürelerinin bir arızaya uğraması zekayı, belleği, düşünerek ve istemli olarak davranma gücünü yok edebilir. Beyinde nöronlar çok geniş ölçüde ve çok karmaşık biçimde birbirleriyle ilişki halindedir.
(2) Talamus ve Hipotalamus:
Son zamanlarda önbeyin ile orta ve arka beyin arasında, yani beynin iç kısımlarında bulunan organlar üzerinde önemli araştırmalar yapılmaktadır. Genel olarak bu bölgede inceleme yapmak zordur. İşte burada omurilik soğanının üst kısmı ile beynin iki yarı küresi arasında gömülü durumda bulunan talamus organı vardır. Burası omurilikten gelip beynin belli merkezlerine giden ve beyinden gelip omuriliğe giden duysal ve devimsel sinirlerin gelip geçtiği yerdir.
Talamusun hemen altında hipotalamus denilen bir organ bulunur. Bütün beynin ancak yüzde birinden az bir kısmını oluşturduğu halde hipotalamusun önemli fonksiyonları vardır. Merkez sinir sisteminin en çok kan damarları ile örtülü kısmı olup bütün organizmanın kimyasal durumuna karşı en duyarlı yeridir. Hipotalamusun aynı zamanda hem beyin hem de hipofiz guddesi ile sıkı sinirsel ilişki halindedir. Hipotalamusun esas itibarıyla metabolik çalışmanın, beden ısısını düzenleyen otonom fonksiyonların merkezi olduğu anlaşılmaktadır. Hipotalamus vücudun besin ve su ihtiyaçlarına karşı da duyarlıdır. Bu türlü viseral ve somatik eylemlerin düzene konması mekanizmasına homeostasis denir. Böylece beden ısısı, kanda su ve şeker miktarı gibi hususlar yaşamaya en elverişli seviye ve miktarlarda tutulur. Hipotalamusun güdüleme durumu, öfke, korku, cinsel heyecan gibi duygusal tepkiler üzerinde de önemli tesirleri olduğu anlaşılmaktadır.
(3) Beyincik:
Beynin arkasında kafatası boşluğunun alt ve arka kısmında bulunan beyincik, beynin dörtte biri kadardır. Bunun görevi bedenin dengesini ve hareketler arasında işbirliği ve ahengi sağlamaktır.
Beyinciğin yeni keşfedilmiş bir başka fonksiyonu da devimsel öğrenme anılarının saklandığı merkez olmasıdır.
(4) Beyin Soğanı:
Omiriliğin beyin içine girmiş bir kısmıdır. Ön iki çift kafatası sinirinden son yedi çifti ile solunum aygıtına ait sinirler, beyin soğanından çıkar. Bunların bir kısmı burada çaprazlaşır. Bu bedenin sol kısmında olan bir felcin niçin beynin sağ tarafındaki bir arızadan ileri geldiği olgusunu açıklar. Beyin soğanının; nefes alma, yutma, sindirim ve kalp çarpması gibi eylemler üzerinde önemli etkileri olduğu saptanmıştır. Beyin soğanında bulunan ve bir ağ manzarası gösteren retikiler formasyonların, uyku ve uyanıklık hali ile ilgili olduğu sanılmaktadır. Bu bölgeye şiddetli bir vuruş insanı derin uyku veya koma haline sokmaktadır.
(5) Omurilik:
Omurga halkalarının meydana getirdiği oluk içinde beyinden 45 cm kadar aşağı doğru uzanır. Beyinde olduğu gibi beyaz ve külrengi kısımları vardır. Ama beyindeki durumun aksine omiriliğin içerisinde x harfine benzer bir biçimdedir. Külrengi madde sinir merkezlerinin ana cevheridir. Duysal sinirler ilettikleri uyarımı buraya bırakır, devimsel sinirlerde kasları ya da bezleri harekete geçirecek emirleri buradan alırlar.
Omurilik hem bir sinir merkezi hem de iletici bir organdır. Bir sinir merkezi olarak kendiliğinden meydana gelen ve istemli olmayan refleksleri yönetir. İletici organ olarak ta bir takım duysal ve devimsel uyarımların beyne yada kaslara gitmesini sağlar. Kol ve bacak gibi bedenin önemli organlarının sinirleri omuriliğe bağlıdır.
f. Sinirler:
Genellikle sinir iplikçikleri bir ipte olduğu gibi birleşik kalın kordonlar meydana getirir. Bunlara sinirler denir.
Sinirler kaynaklarına göre ikiye ayrılır; Kafatası sinirleri(12 çift olup beyinden çıkarlar. Bunların başlıcaları gözler , kulaklar, yüz, burun, dil ve bedenin yukarı kısmındaki akciğer, kalp, mide gibi organlarla bağıntıyı sağlar) Omirilik sinirleri(omurga halkalarının çift deliklerinden çıkıp kollara, bacaklara ve gövdenin muhtelif kısımlarına dağılır. Hepsi 31 çifttir.)
Sinirler gördükleri vazifelerine göre de ikiye ayrılırlar. Duysal sinirler( Duyu organlarından sinir merkezlerine doğru gider. Bunlar organizmanın çevresinden gelen uyarımları bir sinir akımı halinde sinir merkezlerine ulaştırırlar.) Devimsel sinirler( Merkezden verilen harekete geçme emirlerini kaslara ve bezlere iletir.)
g. Otonom Sinir Sistemi:
Birbirine sinir iplikçikleri ile bağlı düğüm gibi sinir yığınlarından(gongliyenlerden ) meydana gelir. Bunlar beyin kökünden çıkar, omurganın iki yanında bir çift kordon olarak uzanır.
Otonom sinir isteminin görevi iradenin kontrolünde olmayan kan damarları, kalp, mide, bağırsak gibi iç organların yani bitkisel yaşamın çalışmalarını düzene koymaktır. Bu sistem aslında bir devimsel sinir sistemidir. Bu sistemden çıkan sinir iplikçikleri düz kaslara ve iç bezlere gider.
Otonom sinir istemi iki gruba ayrılır. Bu sistemin kafatasına yakın yukarı kısmı (kranyal) ile kuyruk sokumuna aşağı kesimine(sokral) parasempatik sistem denir. Parasempatik sistem salgı bezlerinin, sindirim sisteminin(mide ve bağırsakların) damarların iç zarlarını meydana getiren düz kasların faaliyeti ile ilgilidir. Bu bölüm, beslenme, nefes alıp verme, bedenden lüzumsuz maddeleri dışarı atma, büyüme, beden hücrelerini yenileme, çoğalma gibi bedenin bitkisel faaliyetlerini düzene koyar.
Otonom sinir sisteminin yukarı ve aşağı kesimleri arasında kalan bölüme sempatik sistem denir. Bu sistemden çıkan sinirler de aynı iç organların düz kaslarına ve bezlere gider. Ancak bu sistem daha ziyade aşırı heyecan ve stres hallerinde, ani bir tehlike karşısında organizmada meydana gelen kalp çarpıntısı, bez faaliyetleri gibi değişikliklerle ilgilidir.
Sempatik ve parasempatik bölümler bazen birbirini tamamlayıcı çoğu zamanda birbirine zıt faaliyette bulunur. Örneğin kalp vuruşları parasempatik bölümden gelen uyarılarla yavaşladığı halde sempatik bölümden gelen uyarılmalarla hızlanır. Mide çalışması parasempatik bölümden gelen sinirlerle faaliyete geçtiği halde sempatik bölümden gelen sinirlerle çalışması engellenir. Parasempatik bölüm bedenin sağlığını devam ettirir, gelişmesine yol açar ve bitkisel faaliyetleri düzene sokar.
Otonom sinir sistemi merkez sinir sistemi ile ilişkili olduğu halde bunun faaliyeti istemli değildir. Yani otonom sinir sisteminin denetlediği organ faaliyetlerini genel olarak kontrolümüz altına alamayız. Çok az insan nabız atışını ya da mide çalışmasını yavaşlatıp hızlandırabilir. Bu iki sistem arasındaki ilişki psikomatik olayları yani psikolojik olaylarla bitkisel yaşam arasındaki bağlantıyı açıklar. Örneğin utanma sırasında yüzün kızarması ve terleme, imrenme sırasında ağzın sulanması, öfkenin sindirimi etkilemesi gibi olaylar böylece açıklanır.
h. Endoktrin Sistemi:
Sinir sisteminin sağlıklı olması bedendeki öteki organların ve sistemlerin iyi çalışmasına bağlıdır. Bu sistemin beslenmesi için lüzumsuz maddelerin dışarı atılması gerekir. Bedenin herhangi bir yerinde meydana gelecek bozukluk merkez sinir sistemini de etkiler.
Bedendeki fizyolojik tepkiler üzerinde bez salgılarınında rolü olur. Bezler ya bir takım kanallara ya da doğrudan doğruya kana kimyasal madde salgılar. Bedendeki fizyolojik faaliyetlerin büyük bir kısmı sinir sistemi ve bez faaliyetlerinin işbirliği ile meydana gelir. Bu bakımdan bedenin iç ekonomisini dengede tutan, geniş ölçüde nöro hümoral sistemdir denilebilir.
Endoktrin sistemi salgılarını doğrudan doğruya kana ya da lenfotik sisteme akıtan kanalsız iç bezlerden oluşur. Endoktrin sistemi ile sinir sistemi sıkı bir şekilde birbirine bağlıdır. Bu iç bezler hormon adı verilen kimyasal maddeleri kana salma yoluyla sinir sistemindeki hücreleri etkiler. Her bezin kendine mahsus görevleri vardır.
(1) Troid(Kalkan Bezi) :
Boğazın ön ve üst kısmında bulunan troid, tiroksin adı verilen bir hormon salgılar. Bunun heyecan haliyle bir ilişkisi olduğu sanılmaktadır. Troid bezi çok faal ise insan çok etkin, kaygılı ve kararsız olur. Böyle bir insan önemsiz nedenlerle çabuk heyecanlanır ve sinirleri gergin bir durumda olur. Troid bezi salgılarının beyin soğanındaki retiküler sistemi de etkilediği sanılmaktadır.
Troid salgılarının azlığı ise insanda genel bir duygusuzluk ve dalgınlık haline yol açar. Böyle bir insanın davranışları yavaştır. Bu durumda dikkatsizlik, çalışmaya hevessizlik ve kilo alma eğilimi belirir. Troid salgısının eksikliği çocukluktan itibaren devam ediyorsa bireyde zeka geriliği ve bedende deformasyon meydana gelir.
(2) Adrenaller(Böbreküstü Bezleri):
Bedenin arkasında ve böbreklerin üstünde bulunan bu iç bezlerin iki türlü salgısı vardır. Adrenallerin iç kısımlarından gelen ve adrenalin(epinephrin) adı verilen salgı kuvvetli heyecan durumlarında bedende bazı fizyolojik tepkilere yol açar. Örneğin korku uyandıran bir durum karşısında sempatik sinir sisteminden gelen bir uyarılma ile adrenaller kana fazla miktarda adrenalin salgılar. Bunun sonucu olarak kalp daha hızlı çalışmaya başlar, karaciğer kana daha çok miktarda şeker verir ve kaslara daha çok kan gider. Böylece birey daha yoğun bir çalışma temposuna girer.
Adrenallerin dış kısmında (korteks) topluca kortin adı verilen bir takım salgılar bedenin sodyum ve su oranını dengede bulundurur ve kana oksijen sağlama gücünü taşır. Sodyum sinirlerin uyarılması bakımından önemli olduğu için bu salgıların yetersizliği düşük tansiyona sebep olur. İnsan çabuk yorulur ve halsizlik hisseder.
(3) Gonadlar(Cinslik bezleri):
Erkek ve dişi cinslik bezlerine gonadlar denir. Bunlar çocuklukta çok faal olmayıp özellikle erinlik çağında etkin bir duruma girer. Gonadlar cinsel duygu ve gelişmelerle ilgilidir. Kızlarda göğsün gelişmesi aylık adetin görülmeye başlaması, erkeklerde sakal ve bıyığın çıkması, sesin değişmesi gibi iki cinsi birbirinden ayıran fizyolojik değişikler gonadların salgıları sonucu meydana gelir.
(4) Hipofiz:
Beynin arka ve alt kısmında bulunan hipofiz, iç salgı bezlerinin en önemlisi sayılır. Çünkü bütün bezlerin faaliyetini düzene koyar. Zayıfladığında insan kişiliğinde bazı bozukluklar görülür.
i. Devim Sistemi (Kaslar):
Çevreyi etkilememizi mümkün kılan el kol hareketleri ve yürüme gibi fiziksel davranışlar bedendeki çizgili kasların çalışmasıyla meydana gelir. Bu kaslar iskeletin muhtelif kısımlarını hareket ettirirler. Bu kaslar aynı zamanda dil, göz kapağı, ses kordonları gibi doku parçalarını
da hareket ettirirler.
Kaslar birbirlerini destekleyenler ve birbirine zıt olarak çalışanlar olmak üzere iki kısma ayrılır. Herhangi bir davranışın meydana gelebilmesi için bir grup kas muhtelif derecelerde büzülür, başka bir grup kas ise gene değişik ölçülerde gevşer.
İç organlardaki fizyolojik değişimleri sağlayan düz kaslardır. Düz kaslar büzülüp gevşeme yoluyla iç organların boyutlarını değiştirir, böylece bir takım fizyolojik hareketler meydana gelir.
Böylece tepkiler çizgili kasların, düz kasların ve çeşitli bezlerin çalışması ile meydana gelir.
(1) Refleks:
Reflekste davranışların biyolojik temeline dayalı mekanizma organizmada kendi yaşamını koruyucu en uygun davranışları meydana getirir.
Reflekslerin merkezi omiriliktir. Dıştan bakınca refleks uyaran ve bir tepkinin birbirini izlemesinden meydana gelir. Bu otomatik bir harekettir.
(2) Tropzim Olayı(En ilkel davranış):
Tek hücreli hayvanlarda görülür. Örneğin amip kendisini besleyecek yararlı bir madde ile karşılaştığında buna doğru hareket eder. Aynı şekilde zararlı bir madde ile karşılaşınca aksi istikamette kaçınma hareketi yapar. Buna tropzim olayı denir.
j. Beynin Formasyonel Varlığı:
Beyin bireyin işlevselliğinin mekezidir. İnsan bilinci ruh ile beynin fonksiyonelliğinin eseridir. Ruh organizmada başından itibaren hakimiyet kurar. Böylece ruh ve beden bütünleşir. Ruh ve bedenin bütünlüğü insanın bu dünyadaki formasyonu olur. Ruhun beyin üzerindeki etkileşimini duygulama olarak algılamaktayız. Duyulama fonksiyonu ile duygulama fonksiyonunu beyinde bütünleştiren ruhtur. Böylece insan tek bir form halinde ortaya çıkar.
Vücudun fonksiyonelliğini beyin ve sinir sistemi sinkronize etmektedir. Ancak ruhun etkisini hislerimiz ve mizacımızla anlar hale gelebiliriz. Beyin bu bakımdan çok karmaşık ve anlaşılırlığı zor bir yapıdır. Beyin bir hafıza, bir işletim sistemi, bir kararlılık mekanizması fonksiyonelliği ile düşünüldüğünde tüm hayatı kuşatan oluşların merkezi durumundadır. Bilginin salt komut olmadığı, bunu duygulama yoluyla çözümlediği ve bu çözümün şartlara göre yorumlandığı bir fonksiyonellik mükemmel bir uyuşum kriteryası yaratır.
İnsanı düşünsel manada işlevselliği ile anlayabilmek, onun konuşma-etkileşim formasyonu içinde var etmek beynin görev yapısının karmaşasını anlamamız bakımından önemlidir.
k. Davranışları Etkileyen Etmenler:
Davranışları hem fiziksel ve toplumsal çevreden hem de insanın içinden gelen nedenleri vardır. Bir kimsenin herhangi bir andaki davranışı, sadece onu o anda etkileyen çevresel uyarıları bilmekle açıklanamaz. Birey düşünüşünü çoğu zaman içinden alan dinamik bir varlıktır. O sadece çevresinden gelen uyaranlara tepkide bulunmakla kalmaz, yani ancak dürtüldüğü zaman harekete geçen bir otomat değildir. Davranışların belki daha önemli etkenleri ihtiyaçlardan doğan içsel yaşantılardır. İşte organizmayı çeşitli davranışlara sürükleyen iç etmenler; ilgi, dürtü, istek, iştah, emel, amaç, ideal, tutku v.b. kelimelerle anlatılır. Bunlar fizyolojik ya da psikolojik olabilir. Bunların hepsine birden genel olarak güdü adı verilir. Güdüler davranışları dış uyaranlardan daha kuvvetli olarak etkiler.
Güdü terimi ile yakından ilişkili olarak ihtiyaç ve dürtü terimleri kullanılır. Bu terimler bazen eş anlamlı bazen de birbirinden az çok farklı olarak kullanılır. Psikolojide “ihtiyaç” terimi insanın gelişimi ve çevresiyle uyumsal bir ilişki kurabilmesi için gereken önemli koşulların eksikliği anlamına kullanılmaktadır.
Organizma içinde en elverişli yaşama koşullarının kendiliğinden devamını sağlayan doğal mekanizmaya “homestatik mekanizma” denir.
Bireyin fizyolojik ve psikolojik eylemlerinin büyük bir oranı varlığını sürdürmeye, kendini gerçekleştirmeye yarayacak en elverişli koşulları belli sınırlar içinde bulundurma amacını güder.
Homestatik denge durumunun bozularak eksiklik duyulmasına ihtiyaç, bu eksikliği gidermek için organizmada beliren güce dürtü(drive); organizmanın ihtiyacı gidermek için belli bir yönde etkinlik göstermesi eğilimine de güdü (motive) denir. Güdülerde bir takım davranışlara yol açar.
İhtiyaç --- dürtü --- güdü ---- Davranış
Organizmayı belirli davranışlara sürükleyen içsel olayların tümüne güdülenme durumu denir. Güdülenme halinde; - Organizmanın genel etkinliği artar, - Güdülenmiş organizma belli bir doğrultuya yönelir.
Başgüdü: Gerçekleşim: Freud seks güdüsünü, Adler ise üstünlük güdüsünü baş güdü göstermiştir. Bugün gerçekleşim (actualization) baş güdü olarak kabul edilmektedir.
Fizyolojik Güdüler: Özgül olarak fizyolojik sayılan organik güdülerde gerçekleşim, yani yaşama ve var olma güdüsüne hizmet eder. Bunlar özellikle beden dokusunun canlı kalması için gereken ihtiyaçlardan meydana gelir. Fizyolojik ihtiyaçlardan doğanlara evrensel ve birincil güdüler de denir.
Toplumsal – Psikolojik Güdüler: gerek benliğin savunulması ile, gerekse başka kişilerle ilgili güdülere psikolojik ve toplumsal güdüler denir. Sosyal güdüler yaşantılar sonunda meydana gelir ve ileriki yaşlarda davranışları daha çok etkiler. Bu yüzden bu güdüler organik güdülerden farklı olarak toplumdan topluma az çok değişirler.
Bağlılık ihtiyacı – Bir gruba bağlanma, kendini daha büyük bir grubun parçası hissetme ihtiyacıdır.
Güvenlik İhtiyacı
Saygınlık Kazanma İhtiyacı
Cinsel Güdü
Özgürlük ve özerklik ihtiyacı
Saldırganlık Güdüsü
Hazza varma, elemden kaçma. Bunlarda etken olan güdülemelerdir.
l. Büyüme ve Gelişme:
Çocuk zaman ilerledikçe hem büyür hem de gelişir. Büyüme nicelik artış anlamına gelir. Gelişme daha kapsamlı bir tabir olup büyümeyi de içine alır. Özgül anlamda gelişme sözünden büyümeden farklı olarak yapısal ve nitelik bakımından değişikliklerde kastedilir.
Bireyin gelişmesi kısmen öğrenme, kısmen de olgunlaşma yoluyla olur. İnsan gelişiminde olgunlaşma ve öğrenme içi içe oluşur. Olgunlaşma öğrenmenin temelidir. İnsan olgunlaşma sayesinde daha önce öğrenemediği ve beceremediği bir çok şeyleri yapabilir ve öğrenebilir duruma girer.
Başlıca gelişme kanunları:
- Gelişme sürekli bir oluşumdur.
- Gelişmenin hızı her dönemde aynı değildir.
- İnsanın değişik yanlarının gelişimi değişik zamanlarda hızlanır.
- Yetenek ve becerilerin gelişimi belli bir sıra izler.
- Gelişmede belli yönelimler vardır.
. Büyüme baştan ayaklara doğru bir sıra izler
. Gelişmede içten dışarı, merkezden etrafa doğru giden bir yönelim dikkat çeker.
- Gelişimi hem iç hem de dış faktörler etkiler.
- Gelişimin çeşitli yanları birbirini etkiler.
m. Ruh ve Ruhun Dinamik Formasyonu:
İnsan hem yetinmeyi hem de arsızlığı birlikte yaşatan bir özel duruma sahiptir. Bu tanrısal bir özelliktir ve ruh bunu oluşturur. Yetinme disiplini öğretir, arsızlık gelişmeyi sağlar. Böylece tekamül ortaya çıkar.
İnsanın öteleyici iki yanı vardır. Biri hayal gücü, diğeri mantığıdır. Öğrenme hayal gücünü geliştirir. Mantık ise yönetselliği ve gelişmeyi sağlar. Böylece uyumlu ve dengeli toplumsal varlık bilinci doğar.
Ruhun birinci dinamik etkisi; kavrama ve belli güdüleri duygulama yoluyla harekete geçirmedir. Böylece temel ve bireye özgü yöneliş tarzı ve davranış disiplini doğar.
Bireyin ruhunun ikinci dinamik etkisi; isteklerin çözümlenme etkileşimidir. Böylece birey üretmeyi ve verimliliği öğrenir.
Ruhun üçüncü dinamik olgusu; var oluş etkenliğidir. Bu olgu; kişilik, sosyal duruş ve stratejik duruş ile ilgili sonuç yaratır.
Ruhun dördüncü dinamik olgusu; üstünlük bilincine dayanır. Bu oluşum liderlik, yönetme bilinci, sahip olma arzusu, öğrenme gibi sonuçları idealize eder.
Ruhun beşinci dinamik olgusu; fizyolojik-psikolojik denge içinde uyumlu yaşama etkisini arama bilinci yaratmasıdır. Böylece insan daha iyiyi ve daha güzeli arama temayülü gösterir.
Netice olarak ruh karar dinamiklerinin tekamülüne dayalı bir varlık bilincini yaşamsal olarak hayata geçirir. Bu hayatın ruhla gelen başkalığı budur.
n. Duygu – Duygulama:
Sevgi, nefret, korku, ümit, sevinç, keder, neşe, kuşku ve sıkıntı günlük konuşmalarda pek çok kullanılan sözcüklerdir. Bu türlü yaşantılar duygusal yaşam deyimi altında toplanır.
Aslında duygular, düşünceler ve devimler psikolojik olayların birbirinden ayrılması çok güç olan temel öğeleridir. Duygu, düşünce ve devim arasında kesintisiz bir ilişki, bir iç içe oluş vardır.
Duygular davranış ve yaşantımızla birlikte meydana gelir ve bunların bir yanıdır. Karşılaşılan durumlar ne derece temel ihtiyaçları doyurursa o kadar kıvanç duyulur, mutlu olunur. Bu ihtiyaçlar ne kadar doyumsuz kalırsa o kadar elem olur. Bütün duygular az ya da çok elem veya haz uyandırır. Haz ve elemin organizma üzerinde birbirine zıt etkileri olur. Genel olarak haz düşünmeyi çabuklaştırır, elem ise ağırlaştırır. Haz hareket ve faaliyeti uyarır. Elem ve keder ise etkinliği azaltır.
Haz ve elem duygusal yaşamın iki niteliğidir. Duygular en olumlu olanlardan, en olumsuzlara kadar bir ölçek üzerinde sıralanabilir. Bu ölçeğin ortasına düşen şaşkınlık, merak ve bekleyiş gibi ne kıvançlı ne de acılı olmayan duygularda bulanır.
Duygular bir de yeğinlik(şiddet) bakımından birbirinden farklılık gösterir. Çok şiddetli ve hafif duygular vardır. İnsan yerine göre bir olay karşısında ya biraz memnun olur veya davranışlarını kontrol edemeyecek derecede sevinir, üzülür veya derin bir kedere kapılabilir. Bu iki uç arasında derece farkları gösteren daha az ya da çok yeğin duygu halleri görülebilir.
Korku ve öfke gibi birçok duygu organizmanın yararında değil zararına olan uyarıcılar karşısında meydana gelmektedir.
Duygular aynı zamanda gerginlik uyandıranlar veya gevşek olanlar olarak ta sınıflandırılabilir. Bekleyiş organizmada çok gergin bir duygu hali yaratır. Şaşkınlık, ilgi, merakta çeşitli ölçülerde gerginlik uyandıran duygulardır. Sevinç ve şefkat ikisi de olumlu, yani haz veren duygular oldukları halde sevinç şefkate göre daha çok gerginlik yaratan bir duygudur. Öfke ve kıskançlık hem elem veren hem de şiddetli gerginlik uyandıran duygulardır. Duygular böylece haz ve elem, az yada çok yeğinlik, gerginlik ve gevşeklik bakımından üç halde nitelendirilebilir.
o. Bireyin Biyolojik Yanı; Soya Çekim:
Dünyada herkes biliyor ki hiç kimse kimsenin benzeri değildir. Gerek fizyolojik gerekse psikolojik veriler bakımından herkes birbirinden farklıdır. Bilim adamları bu olgunun rastlantısal bir sonuç olduğunu düşünmektedirler. Halbuki bu Allahın yaratış kudretinin bir tezahürüdür.
Kadının yumurtasının doğuştan gelen fonksiyonelliği bellidir. Bu durumda rastlantısallığı mekanize eden erkeğin testislerinde her gün oluşan milyonlarca sperme dayandırmak gerekmektedir. Bugün biliyoruz ki dişi – erkek DNA moleküllerinin taşıdığı farklılıklardan ruhun tercih ettiği bir özellikler bütünü ortaya çıkmaktadır. Biz dünyaya bilemediğimiz ruhu bildiğimiz yöntemlerle çağırmaktayız. Ve o ruh başta soya çekim olmak üzere geleceğin ışığını yansıtan bir unsur olacaktır.
Soya çekim bir evrensel yasadır. Ruh bu soya kişilik katacak ve onun sosyal örgüsü içinde yaşayacaktır. Bu oluşumu Allahın kontrol ve tekamül yönlendirmesi olarak düşünmemiz gerekir. Hiçbir şekilde kutsanmamış ruh veya insan yoktur. Tanrısal dinamikleri anlamak bireyde görülen değer ve olguları analiz edebilmekle mümkün olabilir.
İnsan kişiliği formasyonu soya çekimden ayrı olarak çevre fonksiyonelliği ile de ilişkili özellik taşır. Ruhun kendini tanıması dönemi olan çocukluk ve gençlik çağları çevre – soya çekim anlayışlarıyla açıklanmaya çalışılsa da kendine özgülüğü anlatamaz. Bu tanrısal kudretin ve her bir insanın kendine özgülüğünün açık kanıtıdır.
İnsanı insan yapan özellik kendinde olan farklılıktır. Bütün hayat bu farklılığın peşinde koşarak geçer. İşte bu konuyu stratejik bir vizyona çevirmek ve çabayı birikim yapan değerler dönüştürmek amaç ve istekliliğimizdir.
Mutlaka insanın büyük kaderi olan yaradılış öyküsü yaşamımızın en önemli belirtisidir. Kendimizi tanımak ve önerilen yaşamımızı benimsemek vaz geçilmez uyarlılık yaşamı olmalıdır.
p. Konuşma Fonksiyonelliği:
Bugün dünyada yaşayan insanların % 95 i sadece ihtiyaçları için konuşur. Bu tam manasıyla bir rezalettir.
Konuşma ihtiyaçtan doğmuş, duygusallığı anlaşılır yapabilmek çabasıyla genişlemiş, toplumsallığı ve derinlemesine sosyolojiyi yaratabilmek üzere bugünkü halini almıştır. Konuşma insanın doğasının en önemli unsurudur. “Kendini Tanı” isimli bir kitapta insanların kendilerinin ne kadar yüce bir varlık olduklarını göstermek için konuştukları yazıyordu. Bunun insan ruhunun tatminkarlığı ile yani tanrısal yönü ile ilişkili bir açıklamayı taşıdığını kabul etmeliyiz. O halde insan; ihtiyaçları için konuşacak, bilgi derinliğini anlatmak için kendini anlaşılır yapacak ve kendini göstererek liderlik özelliğini çalıştırmak için gayret içine girecektir. Bu durumda bizim insanı konuşturacak bir sosyalizasyon tasarımı yapmamız dünyadaki tatminkarlığın dengelerini olumlu yönde değiştirebilecektir.
İnsanlara sanat ile duygu tasviri kapsamında alışkanlıklar yüklemek gerekir. Bugün eğitim olgularında sadece bilgi temelli sürükleme vardır ki bu insan doğasını pasifize etmekten başka bir şey değildir. Bilgi önemlidir ama yorumlama ve ifade ederek anlaşılırlık ortaya koymak insan için çok daha değerlidir.
Yönetselliğin temel unsurlarından biri ilkeler belirleyebilmektir. Konuşma dengeleri ile insanları ikna etme becerisi bir tekamül unsurudur. İnsanları cebren harekete geçirme yaklaşımı bugün ne kadar ilkelse ikna etme becerisindeki tekamülün etkisizliği de o kadar eksiktir. Bu durumda konuşma teknikleri açısından duyarlılık ve eğitsellik süratle geliştirilmeli ve yaygınlaştırılmalıdır. Bu yaklaşım insanların tatminkarlıklarına önemli derecede katkı sağlayacaktır. Konuşmak söylediklerini dinletmek ve gerçekten bir şeyler söylemek insan entelektüelitesini gösteren bir sonuçtur. O zaman tekamül konuşturmak ve konuştuğunu anlaşılır kılmaya dayandırılmalıdır.
q. Düşünme Fonksiyonelliği:
Düşünme karşılaşılan bir problemi zihinde çözebilme gücü olarak tanımlanabilir. Düşünebilmek için zihinde geçmiş yaşantıların izlerinin ( imge ve tasarımlarının) bulunması gerekir. Bunlar düşünmenin ham maddesini oluşturur.
- Kavramlar (Konsept) :
Zihinde yaşanmış olayların izleri önce bireysel ve somuttur. Zihin bunlar üzerinde çalışır. Zaman ile ve bir çok yeni yaşantı izleriyle bu somut ve bireysel tasarımlar soyutlaşır ve derece derece genelleşir.
Zihinde zamanla biriken imge ve tasarımlar üzerinde daha ileri bir takım işlemler yapılır. Bunlar soyutlandıktan sonra zihinde birbirleriyle karşılaştırılır. Bu karşılaştırılmada zihinde birbirine benzeyen ortak niteliklere sahip olan tasarımlar gruplandırılarak genel tasarımlara varılır. Bunlara kavram denir.
- Yargılar :
Çeşitli gözlemler ve yaşantılar sonunda zihindeki somut veya soyut tasarımlar arasında bunları bazen birbirine yaklaştıran, bazen de uzaklaştıran bağlar kurulur. Böylece bir takım yargılar meydana gelir.
- Uslamlama:
Düşünmenin bir türü de uslamlamadır. Uslamlama geçmiş yaşantılar sonucu zihinde meydana gelmiş yargılardan yararlanarak yeni yargılara varma süreci olarak tanımlanabilir. Bu yöntemle bilgiler çoğalır, yaygınlaşır ve derinleşir.
. Tümevarım yoluyla uslamlama: Birçok küçük, özgül gözlemler sonucunda elde edilen bilgileri bir araya getirerek bir genel yapıya varmaya tümevarım denir.
. Tümden gelim yoluyla uslamlama: Temel bir önermeden tikel bir önermeye kanunlardan olaylara etkenden etkiye geçme yolu olarak tanımlanır.
Netice olarak düşünsellik bir öğrenme-duygulama bileşkesi açıklığıdır. Bu oluşum ruhun yönetme ekseninde anlam bulur. Bizim eğitim ve sosyalizasyon dengelerini genişletme perspektifimiz dünyanın düşünsel kalıbını zorlamak anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ADN seviyesi düşünselliğin yaygınlık kazandırılması anlamına gelmektedir.
İNSAN PSİKOLOJİSİ ANALİZİ:
İnsanı insan yapan öğe hiç şüphesiz ruhudur. Ruhun kattığı fonksiyonellik bize düşünme derinliği sağlar. Böylece hayat anlam kazanır. Her insan yaşadığı sürece hayat kapsamında insanlarla iç içedir. Bu iç içelik bir duruş ve varlık etkileşimi ortaya koymaktadır. İnsanın kendi varlık bilinci ve duruş etkileri çevrelerin etkisi ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu etkileşim insan doğasını yaratmaktadır.
İnsanın bir etkileşim unsuru olarak görülmesi ve onu bu durumunda belirgin hale getirmek bu bölümün amacını teşkil etmektedir. İnsan duyarlılığını ve böylece kendi değerlerini anlamasını sağlayacak bu bilgileme insanın duruş gücünü teşkil edecektir. Ben hayatımda hep kendimi merak etmişimdir. Okuduğum kitaplarda kendimi anlatan hiçbir şey bulamadığım için hep kavramları kendime göre yorumladım. Şimdi bu yorumlamaları anlaşılır kılarak hazırlamaya çalıştığım bu kitap okuyanlara öncelikle kendilerini anlama fırsatı verecektir. Şu gerçek ki ben sadece başlangıcı yapmaktayım. Eminim ki konunun uzmanları çok daha güzellerini yaratacaklardır. Böylece insanlık kendini öğrenme unsurlarına kavuşacaktır.
a. Duyumlar:
Çevreden organizmayı etkileyen herhangi bir güce uyaran ya da uyarıcı nesne denir. Ele batan iğne, göze çarpan ışık, renk ve şekiller, kulağa gelen sesler birer uyarandır. Aslında uyaranlar çevrede olup biten enerji değişiklikleridir. Bunlar mekanik, ısısal ve kimyasal olabilir. Bu fiziksel ve kimyasal değişiklikler yeteri kadar kuvvetli olursa duyu organlarını etkiler. İnsan her an çevresinden gelen uyaranların etkisi altındadır.
Çevreden insana çarpan bütün uyarıcılar belli duyu organlarında kimyasal ya da elektriksel değişikliklere neden olurlar. Bu değişikliğin meydana getirdiği sinir akımının belli sinir yollarından geçerek beyne ulaşmasına duyum diyoruz. Bu fizyolojik bir olay kabul edilir. Çevreden gelen bu etkilerin böylece duyulabilmesi yetisine de duyu denir.
Bir duyumu doğurabilecek en düşük değerde bir uyarılmaya “eşik” denir. Eşik değerden daha az yeğinlikte olan uyarılmalar hiçbir duyum meydana getirmez. Eşikler başlangıç ve ara olmak üzere iki bölüme ayrılır. Başlangıç eşiği duyum ile duyumsuzluk arasındaki farktır. Yani mümkün olan en düşük seviyede bir uyarılmadır.
b. Dikkat ve Algı:
Duyu organları yardımıyla çevreyi incelemeye gözlem denir. Gözlemde önce dikkat sonra algı olmak üzere iki evre söz konusudur.
Dikkat psiko-fizik enerjinin bir nokta üzerine toplanması demektir. Bu da gözlerin bir noktaya dikilmesi, bazı kasların büzülüp gevşemesi gibi bir olayı ya da nesneyi iyice kavramak üzere organizmanın hazır bir duruma getirilmesidir.
Duyu organlarımıza çarpan bir uyaranı duymak mümkün olsaydı, bunların hepsi birden açıkça kavramazdı. Organizma bu çeşitli etkiler arasında bir seçim yapmak zorundadır. Dikkat halinde bilincin kapıları bir takım uyaranlara kapanıp psiko-fizik güç ancak ilgi duyulan sınırlı alan üzerinde toplanır.
Dikkat sık sık bir konudan başka bir konuya atlar. Buna dikkatte kayma olayı denir. Sürekli dikkat denilen durum dikkatin belli bir konunun sınırları içinde bir noktadan ötekine kaymasından ibarettir.
Aynı zamanda iki şeye dikkat etmek kolay olmaz, hatta bunun mümkün olmadığı ileri sürülür.
Duyumlar algılama fiilinin fiziksel ve fizyolojik yanlarıdır. Duyumlar bağımsız olaylar değildir. Hemen her duyumla birlikte bir algılama yapılır. Böylece psikolojik olayların en yalın öğeleri duyumlar değil algılamalardır.
Algılamada iki olgu dikkati çeker. Algılamada beyne iletilen uyarımlar; gruplar halinde örgütlenir, aynı zamanda bir anlam taşır.
c. Öğrenme:
Herkes her an bir şey öğrenmekte, herkes zaman zaman başkalarına da bir şeyler öğretmeye çalışmaktadır. Öğrenme yalnız okul duvarları içinde geçmez, hayatın her alanında ve anında meydana gelir. Öğrenme insan davranışlarının ayrılmaz parçasıdır.
İnsanları hayvanlardan ayıran en önemli özelliklerden biri insanda öğrenme yeteneğinin çok daha üstün oluşudur. Hayvanlar daha çok içgüdüleri ile yaşarlar.
İçgüdüler öğrenilmeden yapılan ve nedenleri bireyin kendisi tarafından bilinmeyen kalıtsal davranışlar olarak tanımlanır. Hayvan davranışlarının çoğu içgüdüseldir. Biyolojik bakımdan iç güdüler doğuştan olan ve sinir sisteminde sinoptik bağların meydana getirdiği bir takım sinirsel örüntüler olarak açıklanabilir. Bu örüntüler sonucu bazı davranışların hiç öğrenilmeden yapılması mümkün olabilmektedir.
Öğrenme deyince aklımıza ilk önce ezberleme veya belleme gelir. Ancak öğrenme bilgi edinmeden ibaret değildir. Öğrenme düşünsel, devimsel, duygusal ve sosyal olmak üzere birkaç bölüme ayrılır.
Zararlı-zararsız ve yalın-karmaşık gibi bölümleri de olabilmektedir.
- Öğrenme bir davranış değişikliğidir:
En geniş anlamda öğrenme; davranışlarda meydana gelen değişiklik olarak tanımlanabilir. Öğrenme bir çeşit gelişmedir. Gelişme de bireyin hayatında başlangıçtan sona kadar yavaş, ama sürekli olarak meydana gelen bir takım değişmelerdir. Bu değişmelerden bir kısmı zamanla kendiliğinden meydana gelmektedir ki buna “olgunlaşma” denir.
- Öğrenme çevreye uyum sürecidir:
Öğrenme bir uyum olarak ta tanımlanabilir. Bu bakımdan öğrenme; davranışları, ihtiyaçları daha iyi karşılayacak biçimde düzene koyma ya da yeni bir durum karşısında bunları yeniden örgütleme anlamına gelir.
Davranışları değiştirmek için alışılagelen davranışların ihtiyaçları istenildiği gibi karşılayabilmesi gerekir. Yani öğrenme için bir miktar engelleme ve mutsuz olma söz konusudur.
- Öğrenmenin biyolojik temeli:
Yeni davranışların öğrenilmesi sinir sistemi ile mümkün olmaktadır. Sinir sistemi daha çok gelişmiş olan canlılarda öğrenme gücü daha üstündür. Öğrenme, beyinde bir takım kimyasal, elektriksel değişiklikler ve sinir sisteminde yeni sinoptik bağların kurulması ile açıklanmaya çalışılmaktadır. Aslında ruh ile öğrenme biyolojisi arasında bir öteleme dengesi mevcuttur. Bilgi beyinde duygulama olarak yüklenirken ruh etkileşim dinamikleri ile bu hem yöneten hem de kullanan durumundadır.
Beyinde olup bitenlerle ilgili çok az şey bilinmektedir. Beyinde bazı oluşumların cereyan ettiği ancak arada geçen tepki zamanı ile anlaşılmaktadır. Bu bakımdan zihinde geçen oluşumlara deneysel psikologlar “vardanık olaylar” demektedirler.
- Öğrenme olayının çeşitli açılardan incelenmesi:
· Çağrışım yoluyla öğrenme:
Bazıları öğrenmeyi iki olay arasında ya da özgül olarak uyarıcılar ve tepkiler arasında bir bağ kurma süreci olarak açıklarlar. Aristo başlıca dört çağrışım kanunu olduğunu ileri sürer.
. Zamanda yakınlık : zaman bakımından birbirine yakın olan şeyler birbirlerini hatırlatır.
. Uzayda yakınlık : Aynı yerde olan şeyler birbirlerini bilinç altına çeker.
. Benzerlik: Birbirine benzeyen şeyler birbirlerini hatırlatır.
. Karşıtlık: Zıt olan şeylerde birbirlerini bilinç altına çekebilir.
Modern yaklaşımlar zamanda yakınlık konusu üzerinde durmuşlar ve buna “bitişiklik kanunu” demişlerdir.
· Sınama ve Yanılma:
Birey bir problem ile karşılaşınca türlü tepki ve davranışlarda bulunur. Bu tepkilerden hangileri problemin çözülmesine yardım ederse o davranışı benimser ve işe yaramayan tepkiler tekrar etmez.
Bu işlemin belli başlı adımları:
. Önce bireyin bir ihtiyacının engellenmesi söz konusudur.
. Sınama ve yanılma yoluyla öğrenmek için güdülenmiş olmaktan başka türlü davranışlarda bulunmak gerekir.
. Bu çeşitli hareketler içinde engeli aşmada işe yaramayan davranışlar tekrarlanmaz.
. Nihayet bu hareketler çok tekrarlanarak mükemmelleşir.
Sınama ve yanılmanın ilkeleri:
. Tekrar ve egzersiz
. Güdüleme durumu
. Davranışların sonucunun önemi.
Etki ilkesi: ödül ve ceza ilkelerinin önemini belirler.
· Klasik şartlanma:
Çağrışım yoluyla öğrenmenin biraz değişik şekli şartlanma ile öğrenmedir.
Zil sesi başlangıçta nötr uyarıcı iken şartlanmadan sonra “şartlı uyarıcı” haline gelmektedir. Yiyeceğe karşı salya akması “doğal tepke” salya salgısının zil sesinden sonra meydana gelmesine “şartlı tepke” denir. Buna aslının yerini alma ilkesi denir.
· Klasik şartlanma ile ilgili bazı kavramlar ve süreçler:
. Genelleme: Belli bir problem durumu karşısında başvurulan her hangi bir davranış istenilen başarılı sonucu verirse çeşitli benzer hallerde tekrarlanır.
. Geçiş: Belli bir alanda kazanılan bilgilerden diğer alanlarda yararlanılırsa buna geçiş yoluyla öğrenme denir.
. Ayırt etme: Pekiştirilmeyen davranışlar karşısında yani uyarıcı durumun etkisinden olan ayrılıklarına dikkat edilmelidir.
. Deneysel çözülme, Sönme: Bir edimi yada tepkiyi tekrarlamak her zaman U-T bağını kuvvetlendirip bir alışkanlığın meydana gelmesini sağlamaz.
. Kendiliğinden geri gelme: Deneysel çözülme yoluyla sönen davranışlar bir süre sonra yeniden canlanır.
· Operant Şartlanma:
Yalnız tepkiler değil edimlerinde şartlanabileceği ileri sürülmüştür. Tepkiler belirli çevresel uyarıcılara karşılık yapılan hareketlerdir. Edimler ise gözlemlenebilir çevresel uyarıcılardan bağımsız, içten gelerek kendiliğinden yapılan hareketlerdir.
Kısmi ödüllenme programları:
. Belli aralıklarla ödüllemeler.
. Belli oranlarda ödüllemeler.
. Değişik aralıklı ödüllemeler.
. Değişik oranlı ödüllemeler.
- Öğrenmede zihinsel etmenler:
Özellikle anlayışın ve kavrayışın yani zihinsel ve anlıksal etmenlerin öğrenmeyi etkilediği düşünülmektedir.
· İşaret öğrenmesi: Organizmada davranışlar bir amaca yöneliktir. Bireyler ya bir şeye doğru yaklaşmakta ya da bir şeyden kaçmaktadırlar.
. Ödül beklentisi deneyimi
. Yer öğrenmesi deneyimi
. Gizli öğrenme
- Öğrenmede içgörü:
İnsan daha önce karşılaşmadığı yeni ve karmaşık durumlarda dikkate değer ilişkileri çok zaman içsel olarak bir anda kavramaktadır. Bu durum daha ileri bir öğrenme şeklidir ki kavramlarla düşünmeyi gerektirir. Buna anlayarak öğrenme de denir.
d. Bellek :
Öğrenme olayının gerçekleşmesini sağlayan başka yanlar ve bunların sonuçları vardır. Geniş anlamda çevreye uyma oluşumu olarak tanımlanan öğrenme olayını bütünüyle üç evreye ayırmak mümkündür.
(1) Çevremize uyum devamlı olarak karşılaşılan problemleri çözmekle mümkün olur. Bir problemi çözmede ilk iş içinde bulunulan koşulları görebilmek durumu algılamaktır.
(2) İkinci adım günlük problemleri çözmede bulunan yolların bellekte saklanmasıdır. Bu da belleme yeteneği ile olur.
(3) Nihayet üçüncü adım bulunan ve bellekte saklanan çözüm yolları veya davranışları tekrar ve gezersizlerle kolayca ve otomatik olarak yapabilecek bir duruma girme gerekir. Buna da alışkanlık denir.
Aslında bellemeyi öğrenmeden ayırt etmek zordur. Belleme öğrenmenin ayrılmaz bir yanıdır. Bellek geçmiş yaşantıların öğrenilmiş şeyleri akılda tutabilme gücü olarak tanımlanabilir. Şu bölümlerde incelenir:
(1) Bir şeyin bellekte yer etmesi ve böylece istenildiği zaman anımsanabilmesi için o şeyin önce algılanması gerekir. Böylece ilk evrede bir takım izlenimlerin kazanılması söz konusudur.
(2) Algılama sonucu elde edilen izlenimlerin zihinde tutulması ikinci evreyi meydana getirir. Bunun nöronlar ve nöronlar arası ilişkilerde bir takım değişikliklerle oluştuğu ileri sürülmektedir.
(3) Her öğrenilen şeyin zihinde izi kalır. Yaşanmış olayların zihinde kalan izleri sayesinde daha önce görülmüş, algılanmış nesne ve olaylarla karşılaşıldığı zaman bunların daha önce görülmüş olduğu anımsanır. Buna tanıma denir. Tanıma belleğin ilkel bir belirtisidir.
(4) Birkaç kez görüp zihnimizde iyice yer etmiş olan nesne ve olayları istediğimiz zaman zihnimizde canlandırabiliriz. Buna anımsama denir. Anımsayabilmek için daha esaslı kavramış, daha iyi öğrenmiş olmak gerekir.
(5) İyi öğrenilmiş şeyler çok tekrar edilirse alışkanlık meydana gelir. Alışkanlıklar o kadar iyi bellenmiş bilgi ve davranışlardır ki bunları hiç düşünmeden otomatik olarak tekrarlar ve yaparız.
e. Alışkanlıklar:
Çok iyi öğrenilmiş, düşünülmeden, otomatik olarak yapılan hareketlere alışkanlık denir. Alışkanlıklar kişiliğin önemli bir yanını oluşturur. Bir davranışın alışkanlık haline gelebilmesi için; hem doyum sağlayıcı, yani bir ihtiyacı giderici olması, hem de çok tekrar edilmeiş olması gerekir.
Günlük dilde belleme(ezberleme) daha çok fikirsel tasarımlara ve sözcüklere dayanan bir öğrenme anlamına gelir. Alışkanlık ise söze dayanmayan devimsel becerilerle ilgili olarak kullanılır. Psikolojik bakımdan bellek ve alışkanlık arasında sıkı bir ilişki vardır. Alışkanlıklar bellemenin bir ürünüdür. Alışkanlıklar çok iyi bellenmiş fikirler, devimler ve duyuşlardan meydana gelir.
Hem bilgiler hem de beceriler alışkanlık haline gelebilir. Bilgiler zihinde birikmiş tasarımlar ve kavramlar anlamına gelir. Beceriler ise bir takım devimlerin hızla birbirini izlemesinden meydana gelir. Becerinin devimsel olduğu kadar düşünsel yanları da vardır. Becerileri: devimsel, yarı devimsel ve yarı düşünsel, düşünsel olmak üzere üç bölüme ayırmak mümkündür.
Alışkanlıklar bütün içsel yaşantılar için söz konusu olabilir. Algılama ve dikkat etme alanında da alışkanlık haline gelmiş tutumlar vardır. Aslında tutumu alışkanlık haline gelmiş duyuş ve görüş tarzları olarak tanımlarız.
f. Unutma:
Öğrendiklerimizin bir çoğunu anımsayamayız, bir kısmını da hayatımızın sonuna kadar unutmayız. Unutma öğrenmenin tersi olarak tanımlanabilir.
(1) Atrofi(Körelme) kuramına göre unutma anıların beyinde ve sinir sistemindeki izlerinin zamanla azalıp kaybolmasından ileri gelmektedir. Kullanılmayan ve tekrar edilmeyen bilgi ve beceriler zamanla yok olmakta nöronlar arasındaki bağlar gevşemektedir.
(2) Deneysel çözülme ya da silinme: Bireylerin davranışları ödüllenmedikçe bunları tekrar etmemekte ve bunun sonucu olarak unutulmaktadır.
(3) Geriye ket vurmaktan ileri gelmektedir. Bu olay yeni öğrenilen bilgilerin eski öğrenilenleri karıştırması, eski anıların bilinç alanına çıkmasını engellemesi ile açıklanmaktadır. Geriye ket vurmayı azaltmak yeni edinilen bir bilginin eski bilgileri unutturmasının önüne geçmek için araya bir dinlenme zamanı koymak gerekir.
(4) Anıları baskı altına alıp bilinç dışına itme yoluyla meydana gelmesi. Bir çok anıların zihnimizde saklı olmasına rağmen unutulmalarının bunları anımsayamamaktan ileri geldiğini destekleyen gözlemler şunlardır.
i. unuttuğumuz olguların beklemediğimiz bir anda rastgele çağrışımlarla kendiliğinden hatırlanması.
ii. Bir defa öğrenilip unutulan bir materyalin yeniden gayret sarf edilerek kısa zamanda öğrenilmesi
iii. Rüyada, yüksek hararetli hastalık hallerinde, hipnotize edilmiş durumda ya da ilaç tesiri altında çoktan unutulmuş sayılan çocukluk anılarının canlanması gibi haller, öğrenilen şeylerin organizmada sürekli bir iz bıraktığı kuramını desteklemektedir.
g. Düşünme:
Düşünme karşılaşılan bir problemi zihinde çözebilme gücü olarak tanımlanabilir. Düşünebilmek için zihinde geçmiş yaşantıların izlerinin(imgelerinin ve tasarımlarının) bulunması gerekir.
- Kavramlar:
Zihinde yaşanmış olayların izleri önce bireysel ve somuttur. Yani bu tasarımlar belli bir nesnenin, olayın, belli bir yaşantının izleridir. Ama zihin bunlar üzerinde çalışır. Zaman ile ve bir çok yaşantıların etkisiyle bu somut ve bireysel tasarımlar soyutlaşır ve derece derece genelleşir. Soyutlama nesnelerin gerçekten ayrılması mümkün olmayan beyazlık, ağırlık, yumuşaklık veya sevimlilik gibi niteliklerin zihinde ayırt edilerek üzerinde düşünme sürecidir.
Zihinde zamanla biriken imge ve tasarımlar üzerinde daha ileri bir takım işlemler yapılır. Bunlar soyutlandıktan sonra zihinde birbirleriyle karşılaştırılır. Bu karşılaştırmada zihinde birbirine benzeyen ortak niteliklere sahip olan tasarımlar gruplandırılarak genel tasarımlara varılır. Bunlara kavram denir. Kavramların kapsadıkları niteliklerin tümüne içlem denir. İçlem ve kapsam arasında ters bir orantı vardır. Kavramların içlemini meydana getiren özelliklerin sayısı arttıkça kapsamları yani kapsadıkları tasarımların çeşidi azalır. Kavramlar sayesinde yaşantılar sonucu meydana gelen sayısız imge ve tasarımlar sınıflandırılmış yani bir takım bölümlere ayrılmış olur.
- Yargılar:
Çeşitli gözlemler ve yaşantılar sonunda zihindeki somut veya soyut tasarımlar arasında, bunları bazen birbirine yaklaştıran bazen de uzaklaştıran bağlar kurulur. Böylece bir takım yargılar meydana gelir. Bu işleme de yargılama denir. Yargılar gerçek ve değer yargıları olarak iki kategoriye ayrılabilir. Değer yargıları öznel, objektif gerçekle ilişkisi az olan yargılardır.
- Uslamlama :
Uslamlama geçmiş yaşantılar sonucu zihinde meydana gelmiş yargılardan yararlanarak yeni yargılara varma sürecidir. Bu yöntemle bilgiler çoğalır, yaygınlaşır ve derinleşir.
Uslamlamanın algılama ve öğrenme ile sıkı bir ilişkisi vardır. Ancak algılama ve öğrenmeye göre uslamlamada dil daha önemli bir rol oynamaktadır. Uslamlama yoluyla düşünmede sözcüklere bağlanmış fikirler, yargılar ve bilgiler birbirleriyle karşılaştırılarak yeni bilgi ve sezişlere varılmaktadır. Uslamlamanın iki türü vardır. Tümevarım yoluyla, tümden gelim yoluyla uslamlama.
h. İmgeleme (Hayal Kurma):
Günlük dilde hayal kurma dediğimiz imgelemeye otistik düşünme de denir. Düşünmenin bir uçta mantıksal, öteki uçta otiksel olmak üzere bir boyut üzerinde derecelendirilerek sıralanabilecek şekilleri vardır. Bütün insanlarda düşünme üzerinde duygu ve arzuların az çok etkisi olur. Ancak mantıksal düşünmenin en ilkel şeklinde objektif durum; duygular, istekler, inançlar ve ihtiyaçlardan mümkün olduğu kadar arınmış olarak mantıksal bağları ile incelenir. Arzular, ihtiyaçlar ve duyguların kuvvetle etkilediği düşünme tarzına “otistik düşünme” denir. Bu türlü zihin çalışmasında gerçek koşullar ve mantıksal bağlar o kadar dikkate alınmaz.
Rüya görme ve hayal kurma otistik düşünmenin şekilleridir. Bu türlü zihin çalışmalarında arzular ve istekler düşünme sürecini etkiler. Gerçek koşullar dikkate alınmadan, ihtiyaçları tatmin etmek üzere insan olmayacak şeylerin olabileceğini düşünür. Hayal kurma doyum veren bir eylemdir. Bunun için ne zaman günlük gailelerin baskısından kurtulup boş vakit bulunsa zihin hayal kurmaya başlar.
- İmgeleme süreci:
Serbest düşünmede daha önce yaşanmış olan olayların zihnimizdeki imgeleri, arzularımıza uygun olarak birbirini izler. Zihinde biriken yaşantıların imgeleri ve tasarımları çözümlenir, soyutlanır ve bunlardan yeni bireşimler meydana gelir. Daha önce görülmeyen yeni örgütlenmeler olur. Yeni buluş ve icatlar yaratıcı imgelemin ürünleridir. Bununla beraber yaratıcı imgelem ana öğelerini insan belleğinin deposundan alır. Zihinde bulunan tasarımlar çeşitli yollarla çalışır.
i. Bireşim Yolu: İki veya daha fazla tasarım parçaları bir araya getirilir.
ii. Katma yolu: Zihindeki bir bütün tasarıma başka tasarımlardan parçalar katılır.
iii. Ayırıp Atma Yolu: Bir bütün tasarımdan bazı parçaları, ayrıntıları ya da nitelikleri ayırıp atma yoluyla yeni imgeler elde edilir.
iv. Büyültme veya Küçültme:
v. Nitelikleri Değiştirme:
- Aydetik İmgeleme Gücü:
Bazı kimselerin eşyanın imgesini zihinlerinde hemen gerçekte olduğu gibi canlandırabilmesine denir. Çocuklarda ve sanatçılarda daha çok rastlanmaktadır.
i. İletişim:
İnsan hayatında dilin büyük bir önemi vardır. İnsanlar birbirleriyle konuşma yoluyla anlaşabiliyorlar, uzaktakiler ise yazışma yoluyla birbirlerine istedikleri fikir ve duyguları iletiyorlar. Konuşma ve yazma dilin iki biçimidir. İnsanlar birbirlerine yalnız dil yoluyla değil, başka yollarla da istek, düşünce ve duygularını iletebilirler.
İnsan konuşmayı doğduktan sonra sosyal etkileşme sonucu olarak öğrenir.
İnsan gelişiminin önemli bir yanını düşünce ve fikirlerin gelişimi oluşturur. Bunun organizmada sadece bir takım sinirsel bağlarla açıklanamayacağı dilin gelişmesinin düşünsel yaşam üzerinde çok etkili olduğu anlaşılmaktadır. Düşünmek ile konuşmak arasında çok sıkı bir ilişki olduğu düşünmenin sessiz konuşmak konuşmanın ise düşünceleri seslendirmek olduğu ileri sürülmektedir. İnsan bazen düşünerek konuşur, bazen ise konuşarak düşünür. Bir insanla konuşurken insanın aklına yeni fikirler geldiği olur. Platon; “ruh düşünürken konuşur gibidir, adeta kendi kendine sorular sorar bunları cevaplandırır. Bazen bunları tasdik eder bazen ise inkar eder.” Demiştir.
Dil sadece düşünsel yaşamla değil aynı zamanda devimsel yaşamla da ilişkilidir. Bazı duygusal halleri yaratmada da başvurulan bir araçtır.
j. Zeka – Duygusal Zeka:
Zeka, bir genel zihin gücü olarak tanımlanır. Bu genel zihin gücü insanın herhangi bir başarı alanında aynı derecede kendini gösterir. Zekanın çevre şartlarında az çok bağımsız olduğu da ileri sürülmektedir. Son yapılan çalışmalarda çevresel koşulların zekayı belli bir ölçüde etkilediğini ortaya çıkarmıştır.
Zekayı bir genel yetenek olarak algılayanların görüşlerine tek etmen kuramları denir. Buna göre “zeka soyut düşünme yeteneğidir”. Ayrıca “edinilen bilgilerden yararlanarak problemi çözme yeteneği” olarak ta açıklanır. Bir başka tanım “yeni karşılaşılan durumların gereklerini, düşünme yeteneğinden yararlanarak karşılayabilme, yeni hayat koşullarına uyabilme gücü” şeklindedir. Son yıllarda zekaya; “öğrenme gücü”, “genel kabiliyet”. “akademik yetenek” diyenlerde çoğalmaktadır.
Çift etmen kuramına göre zihinsel güç bir genel yetenek ile bir çok özel yetikliklerden meydana gelmiştir. Bu genel yeteneğe zeka denmekte, “karmaşık durumlarda ilişkileri görebilme gücü” olarak tanımlanmaktadır.ona göre insan ne kadar zeki olursa bir durumda o kadar çok ilişkiler kurar ve karmaşık bir problemi en kestirmeden çözecek yolu bulur. Bu genel gizil güç her alanda aynı biçimde kendini gösterir.
Çok etmen kuramına göre zeka; günlük davranışlarımızı düzene koyan fikirsel gizilgüç bir tek genel yetenek olmaktan ziyade bir çok özel yetikliklerin bir araya gelmesinden oluşmuştur. Zekanın mekanik, sosyal ve soyut olmak üzere üç şekli vardır. Zeka bir çok fikirsel yeteneklerin karışımından meydana gelir.
(1) Sözel anlayış: Kelimeleri tanıma ve anlama yeteneği.
(2) Sözel akıcılık: Sözel ve yazılı olarak uygun kelime ve ifadeleri çabucak bulabilme gücü.
(3) Sayısal yetiklik: Basit aritmetik işlemleri çabucak yapabilme gücü.
(4) Uzay ilişkilerini anlama,
(5) Bellek: Mekanik belleme gücü.
(6) Algısal hız: Karmaşık bir nesnenin ayrıntılarını görebilme.
(7) Mantıksal düşünme.
Duygusal zekaya gelince: her insanın ruhunun çevre ile etkileşiminin bir kaynaşma gücü vardır. Bu kaynaşmanın temel duyguları saygı-sevgi-sorumluluk bilincidir. Bu üç duygulamanın kuvvetine göre insan çözümleme gücünde farklı isteklilik doğar. İşte duygusal zeka çözümleme istekliliğini başarma gücünü gösterir.
k. Yetenekler:
Kişilerin psikolojik özelliklerini değerlendirmede psikometri teknikleri deyimi ile anlatılan bir takım bilimsel ölçme metotları geliştirilmiştir. Bu metotlarla bireyin genel düşünsel yetenekleri, özel yetiklikleri, eğitimi ve kişiliği gibi çeşitli gibi çeşitli nitelikleri, onun kendi durumunda olan başkalarıyla karşılaştırılmasına olanak verecek biçimde ölçülebilmektedir.
Bu ölçmelerde bireyin belli nitelik ya da özellikleri sayısal olarak değerlendirilir. Örneğin zihin gücü 100, dışa dönüklüğü 20, atılganlığı 30, sinirliliği 15 gibi. Kişisel niteliklerin nüfus içinde normal eğri meydana getirecek biçimde dağıldıklarını bilmek bu işte yardımcı olur. İnsanlar çeşitli yetenek ve yetiklikleri bakımından birbirinden farklılık gösterirler.
l. Kişilik ve Benlik:
Kişilik; bir insanın bütün ilgilerinin, tutumlarının, yeteneklerinin, konuşma tarzının, dış görünüşünün ve çevresine uyum biçiminin özelliklerini içeren bir terimdir. Bununla beraber, dikkate değer bir husus, kişiliğin kendine özgü ve ahenkli bir bütün olmasıdır.
(1) Kişiliğin davransal tanımları:
Davranışçı psikologlar; kişiliği, bir insanın kendine özgü ve az çok her zaman gözlemlenebilen davranış ve alışkanlıklarının tümü olarak tanımlarlar. Bir başka deyişle; bir insanın alışkanlıklarının, alışkanlık sistemlerinin tümüdür.
(2) Sosyal uyarıcı olarak kişilik:
Buna göre kişilik; insanın sosyal uyarıcı olma bakımından nitelikleridir. Kişilik; bir bakıma insanın toplumda oynadığı çeşitli roller ve bu rollerin başkaları üzerinde bıraktığı etkilerin tümüdür.
(3) Derinlik psikologlarına göre kişilik:
Bunlara göre insanın gözlemlenebilir ve ölçülebilir bütün özellikleri bir takım iç etmenlerden ileri gelmektedir. Bireyin çevresine kendine özgü bir biçimde uymasını sağlayan psikofizik iç güçlerin dinamik bir örüntüsü olarak tanımlanmaktadır.
Frued’a göre kişilik id, ego ve süperego olmak üzere birbirini etkileyen üç bölümden meydana gelmiştir. İd; kişiliğin çekirdeğini oluşturan ham tabiattır. Burası içgüdüler, iç tepkiler, iştah, istekler ve ihtiraslar gibi bir çok dinamik güçlerin kaynaştığı bir yerdir. Burada haz prensibi egemendir. Biyo psikolojik ihtiyaçlar doyum peşindedir. İd’in önemli bir kısmı baskı altına alındığı için bilince açık değildir.
Ego; id’in yöneticisi, savunucusu ve koruyucusu gibidir. Ham doğayı temsil eden id’in istek, ihtiyaç ve iştihalarını gerçekleştirme yollarını kontrol eder. Böylece bireyi dış çevresinden gelecek tehlikelerden korumaya ve insanın başarısını ve güvenirliliğini sağlamaya çalışır. Burada haz prensibi değil gerçeklik ilkesi hüküm sürer. Ego dış çevreyle iç hayatın düzenleyicisi, arabulucusu gibidir.
Süperego: kişilik yapısında toplumun temsilcisidir. Süperego insanın içinde yaşadığı çevrede mevcut değer yargılarının bir takım yaşantılar sonunda benimsenmesi yoluyla zamanla meydana gelir. Fakat bir defa geliştikten sonra artık bireyin davranışlarını kontrol eden, sansür eden güçlü bir etken olur.
O halde kişiliğin konuşma ve davranma gibi gözlemlenebilir, ölçülebilir yanlarının temelinde tamamıyla içten gelen ve dıştan görülebilen yanlarını etkileyen karmaşık bir dinamikler örüntüsü vardır. İnsan kişiliğini anlayabilmek için iç güçlerin kendine özgü yapısını anlayabilmek gerekir.
Kişilik bir insanın duyuş, düşünüş, davranış tarzlarını etkileyen faktörlerin kendine özgü örüntüsüdür. Kişilik çok kapsamlı bir kavram olup bireyin biyolojik ve psikolojik, kalıtsal ve edinik bütün yeteneklerini, güdülerini, duygularını, isteklerini, alışkanlıklarını ve bütün davranış özelliklerini içine alır. Kişilik devamlı olarak içten ve dış çevreden gelen uyarıcıların etkisi altındadır. Bir diğer yanı da sürekli bir değişim süreci içinde olmasıdır.
Benlik; kendi kişiliğimize ilişkin kanılarımız ve kendi kendimizi görüş tarzımızdan oluşur. Bu bakımdan benlik kişiliğin öznel yanı olarak tanımlanabilir.
Ben ne yapabilirim ve ben neyim sorularının cevapları gerçek benliği, benim için neler değerlidir ve hayatta ne istiyorum sorularının cevapları ideal benliği meydana getirir.
m. Kişiler arası ilişkiler:
Sosyal psikolojinin önemli konularından biri de toplumu meydana getiren bireylerin birbirleri üzerine olan etkileridir. Buna kişiler arası ilişkiler denir.
Başkalarını görüş ve kavrayışımız, onlara karşı tavır ve tutumumuzu çok etkiler. Karşımızdakini nasıl görürsek ona göre davranırız. Başkalarını ya doğrudan doğruya tanırız, ya da başkalarında duyarız. Başkalarını tanımada görüşümüzü çarpıtan etmenlerden birisi psikolojik hazırlık durumudur. Bir insan ya da grup hakkında bize daha önce verilen bilgiler o insanı ya da grubu algılamamızı etkiler. Bir insanı nasıl umuyorsak öyle buluruz.
Kişiler arası ilişkileri olumlu ya da olumsuz etkileyen üç etmen vardır. Birincisi; insanın başkalarıyla olan iletişiminde saygı ilkesine yer vermesidir. İkincisi; karşısındakini mümkün olduğu kadar empatik bir anlayışla dinlemesidir. Üçüncü ilke bağdaşım ilkesidir. Buna göre kişilerin kendi içlerinden gelen duyguların farkında olmaları ve mümkün olduğu kadar oldukları gibi görünmeye düşündükleri ve duydukları gibi konuşmaya çalışmaları gerekmektedir.
n. Liderlik:
Liderlik sosyal rollerden biridir ve lider bir grupta diğerlerini en çok etkileyen kişi olarak tanımlanır. Liderlik günümüzün önemli sorunlarından biridir. Demokratik toplumlarda liderlerin rolü daha da önem kazanmıştır.
Liderleri otoriter ve demokratik olmak üzere iki kısma ayırmak mümkündür. Otoriter lider daha ziyade geleneksel toplumlarda tutulur. Böyle bir lider otoritesini ve sorumluluğunu işgal ettiği makamdan alır. Ortak özellikleri şunlardır.;
· Topluma uymaya büyük önem verme,
· Değişmez bir kişiliğe sahip olma ve değişiklikten hoşlanmama.
· İdare amir memur ilişkilerine önem verme,
· Gücü elinde tutan kişi ve gruplara dönük olma,
· Etosantrik, yani yabancı ve azınlık gruplarına müsamahasız olma,
· Tutucu ve geleneklerine bağlı görünme,
· Başkalarının cinslik suçlarına aşırı ilgi gösterme.
Bugün daha demokratik lider tipi tutulmaktadır. Demokratik toplumlarda insan liderlik görevini başkalarının kendisini seçmeleri ve bu görevde ona saygı göstermeleri sonucu elde eder. Tam demokratik bir grupta herkes gruba en çok katkıda bulunabileceği anda liderlik görevi ile karşılaşır.
o. Kültürlenme:
Her toplumun kendine özgü bir kültürü vardır. Kültür özellikleri yalnız milletten millete değişmez, aynı ülkenin kent ve köylerinde hatta aynı kentin değişik mahallelerinde oturan insanların kendilerine özgü kültürleri, gelenek ve görenekleri vardır. Bu değişik kültür ortamlarında yetişen insanlar, toplumlaşma yoluyla birbirlerinden ayrılırlar. Böylece bir toplumdan diğerine geçen birey yeniden uyum problemleriyle karşılaşır. İnsanın içinde doğduğu kültürden farklı bir kültürü benimsemesi sürecine kültürlenme denir. Bir bakıma kültürlenme toplumsallaşmanın değişik bir şeklidir. Toplumsallaşma ve kültürlenme hayat boyu devam eder.
p. Politizasyon:
İnsanın insanlara karşı takındığı rollerin farklılık dinamiklerine politizasyon demekteyim. İnsan zekası en az 100 ve daha fazla bireye karşı tek tek politik duruş belirleyebilecek yeteneğe sahiptir.
Politizasyonun temel davranış kriterleri ile belirginlik kazandığı düşünülebilir. Ama her insan toplum içinde gördüğü örneklemelere bakarak kendine farklı roller bağlamında bir denge rolü üretebilir. Politizasyon sosyal duruştan çok etkilenir. Sosyal duruş etkilerinide politizasyon önemsemelerini çok etkilemektedir.
Politizasyon bilincinin birinci dinamiği çıkar ve denge etkisinden oluşur. İkinci etki manevi haz etkisidir. Üçüncü faktör yakınlık ve beklentiler dinamikleriyle ilişkilidir. Dördüncü etkilenim sosyal duruşu besleme işlemidir. Nihayet beşinci etki bireysel duruşu tazeleme yönelişi oluşturur.
q. Rasyonalizasyon Bilinci:
Her insan bulabildiğinin en iyisini ister. Bu doğal bir oluşumdur. Güzelse en güzeli, zenginlikse en zengini.Hayatı tanıdıkça kendisini anlar toplumu öğrenir ve kendi rasyonalitesini yaratır. Yakın çağ toplumu insanı mekanik bir oluşa yöneltmiş ve rasyonalite çıkarcılıkla bütünleştirilmiştir. Halbuki rasyonalitenin içinde toplumsal çıkarların önemsenmesi de vardır. Bu genellikle entelektüel bireylerde daha ön plana çıkar.
Rasyonalizasyon, yani ölçülü akılcılık toplumsal ve bireysel çıkarlarla denge temayülü arama tercihinin arama kriterlerini verir. Böyle olunca toplum muhafazakar olduğu kadar devrimci nitelik kazanır ve sürekli tekamül eder.
r. Diplomatik Duruş Tercihi ve Etkisi:
Diplomatik duruş bilinci modern toplumun geliştirdiği hem var oluş hem de kimlik belirginliği yaklaşımıdır. Hem tüzel kimlikte hem de bireysel kimlikte önemli yer tutar. Diplomatik duruş belirginliği davranış ve politika eksenli bir tercihler kümesini yansıtır.
Birey geliştikçe kendi duruşları çerçevesinde davranış kimliği yaratma ihtiyacı hissedecektir. Bunun formülasyonunu diplomatik kimlik karakteri oluşturacaktır. Böylece birey hem kendisini daha rahat hissedecek hem de sosyalizasyon dinamiklerinde tutarlılık ortaya çıkacaktır.
s. Değerler Bilinci:
Birey yaşantısındaki öncelikleri fizyolojik güdülemeden kurtardıkça tekamül arayışını realize etmeye yönelecektir. İşte bu aşamada duygularını yönetebilmek için duyguların etkileşimine olanak veren bir değerler bilinci ortaya çıkacaktır.
Kültür ve toplumsallaşma değerler bilincini etkilerken aynı zamanda birey tekamül aşaması olarak değerleri önceliklendirmeyi öğrenecektir. Gerçekte bu kabiliyet bireyde her zaman vardı ama bireyin öncelikleri kısıtlı olduğundan değerler manzumesi belirginlik kazanmıyordu.
t. Dürüstlük ve Bireysel Duruş:
İnsanın rasyonel duruş dinamiklerinin en kolay tekamül ortamı dürüstlük tercihinde anlam kazanır. Dürüstlük diğer insanlar karşısında muteber olabilmenin tek yoludur. Dürüst olabilmek tutarlı olabilmek demektir.
İnsanın hayatla ilişkilerinde duygusal bir istikrar yaratabilmesi çok önemlidir. Duygusal istikrarı insan ailesinden öğrenir. Böylece dürüstlük temelini de aile yaratacaktır. Zira çocuk alışkanlıklarını bu temelde kazanmazsa gelecek onun için farklı dinamikler verecektir.
Bireysel duruş muteberliğini toplumsal anlayış desteklemelidir. Böyle olursa insan tekamül ettikçe değerleneceğini bilecek ve bundan asla vazgeçmeyecektir. Toplum değerlenen bireyi etkileyemiyorsa zaten tekamülü beceremiyor demektir.
u. Sosyal Duruş Etkisi:
Bireyin kendi hak edişini tanımasıyla başlayan yaşam deneyimi hayatı doğru olgularla dinamik dengeye oturtma becerisinin sonucu birey gerçekçi sosyal duruşuna kavuşur. Bu hak edilmiş bir öyküye sahipse zaten doğası kendisini gerçekçi manada ortaya koyabilecektir.
Toplumdaki sosyal mevki ile sosyal duruş etkisi belirginlik kazanır. Sosyal duruş bir anlamda reel etki unsuru olarak anlaşılmalıdır. İnsanın bulunduğu topluma yapabildiği katkıyı görebilmesi ve bunu stratejik bir vizyona büründürmesi toplumsal tekamülün varlığının işaretidir.
v. Ruhun Etkileşimi:
Ruh taşıdığı etkiyi dünyaya aksettirmek için kendine uygunluk arar. Bu uygunluğun temeli birinci derecede ruhun aradıklarıyla uyumlu sosyalizasyon imkanının yaratılması ile gerçekleşir. Ruh kendi tutarlılığında diğerlerine nazaran kendi farkını yaratma temayülü ile belirginlik kazanır. O zaman her ruh muteber, her ruh önemli olur.
Hayatın ruhlardaki farklılığı absorbe ederek dengelerle mütekamil ve açılımlı olduğunu görebilmemiz gerekir. Dünyadaki organizasyon gereksinimlerinin farklı ruh bileşkelerinde doğru doktrine edilerek realize ve rasyonalize edilebileceğini aramak zorundayız. İnsanları robotlaştırarak değil, belli disiplin kökeninde farklılaştırarak rasyonel olabiliriz. Ruhların yaradılış dinamikleri de buna imkan verir.
3.İNSAN PSİKOLOJİSİ VE DOĞA:
İnsan psikolojik varlık olarak hem fizyolojisini hem de sosyolojisini etkiler. Bu nedenle kendi motor gücünü psikolojik anlamlılığından almaktadır. Bu kitabın yazılış amacı insanı kendi tutarlılıklarında belirgin kılan dinamikleri insanın kendisinin anlamasını sağlamaktır.
Bu bölüm insanın hayatla ilişkisinde taşıdığı rollere yönelirken sahip olduğu nitelik ve özellikleri anlamasını sağlayacak açılımı vermeyi amaçlamaktadır.
İnsan psikolojisinin gerçekte “bir beygirlik bir motor gücünden bin beygirlik bir motor gücüne ulaştırılması” arayışının gerçekçi olduğunu görebilmek demektir. Yani insanın sahip olduğu tanrısal yeteneklere vakıf olmaya başlamak demektir.
Üretkenlik ve verimlilik temelli organizasyon dinamiklerini ancak psikolojik sağlığı yerinde olan insanlar başarabilir. Bu sağlıkta öncelikle bilinçlenmeyi dikte ettirir. Bu çaba işte budur.
a. Huy:
İnsanın tabiatını en genel anlamda anlatan sözcük huy kelimesidir. Huy kabaca insanın değişmez tabiatını aksettirir. Huylu – huysuz tabiri hayvanlar içinde yaygın olarak kullanılır. Huylu olmak sanki davranış olarak daha bizim doğamıza uygunluk belirtir.
Huy kişinin genel davranış temayülünün bir açıklaması olabilir.
b. Mizaç:
Bireyin biraz daha bilimsel derinlikte nitelikleri hakkında bilgi taşıyan bir sözcüktür. Mizaç denince ruhun aksettirdiği genel yaşam temayülü anlaşılmalıdır. Bu kapsamda birey sabit özelliklere sahiptir ve farklı davrandığında büyük rahatsızlık duyacaktır.
Sorumluluk yönünün ağır basması sosyal davranışa temayüllü oluşu, felsefi konulara yatkınlığı gibi hususlar hep mizaçta ortaya çıkan temayüllerdir.
c. Karakter:
İnsan mizaca göre toplumsal değerlere dayalı bir davranış kalıbı oluşturur. Bu kalıp genellikle davranış nitelikleri bakımından yapısal bir veçhe ortaya koyar. İşte buna karakter diyoruz.
Karakter kalıbı içinde davranış politikaları yoktur. Zira bunlar belirginlik gösterse de kişiden kişiye değişebilir.
d. Bilinçlenme:
Gerçek anlamda bilinçlenme lise seviyesi eğitimi gerekli görür. Bilinçlenme doğru yanlış kavramları üzerinde muhakeme yapabilecek kadar derinlik kazanmakla olur. Hayatın gerçek anlamda anlaşılması hakikaten zordur. Davranışlarımızı belki yönlendirebiliriz ama bilinçlenme yararlı insan olmak demektir.
Fikirleri savunabilir veya fikir üretebiliriz. Ama evrensel kalıplar hakkında malumat sahibi olmadan gerçek manada konuşmalarımız veya duruşumuz medeni ve çağdaş kalıplara sığmaz. Bu nedenle 18 yaş toplumlarda bilinçlenme yaşı olarak kabul görür. Bu yaş öncesinde birey yaptıklarından kısmen sorumlu tutulmaktadır.
e. Aşağılık Kompleksi:
Bireyin kendini üstün sandığı ama kabiliyetleri itibarıyla buna inanmadığı durumdur. Davranış olarak birey kendini daha üstün göstermeye çalışır ve gerçekler yerine hayal peşinde koşar.
Bu davranış yanlışlığının giderilebilmesi için bireyin gerek eğitim ortamında gerekse çalışma hayatında kendisini tanımasına fırsat verilmelidir. İnsan kendisini kolay tanıyamaz. Ama denemeler yoluyla kabiliyetleri hakkında tecrübe biriktirir ve bu tecrübeler bireyi daha anlaşılır kalıba sokar.
f. Üstünlük Saplantısı:
Her birey ruhunun ölçümsüzlüğü içinde kendini çok değerli görür. Yaradılışı üstünlük üzerine kurulmuştur. İnsanın içinde yatan aslan işte budur. Zamanla hayatı tanıdıkça insan kendi ile yargılarını düzeltebilir.
Gerçek manada İslamiyet kul statüsü ile Allah dışında bir tahakkümü reddettiğinden Müslüman aleminde birey bazında saplantı olarak bu temayül daha yaygındır.
Ben her bireyin üstün olduğunu ispatlamasına imkan ve fırsat verilmesi gerektiğine inanıyorum. İnsan içindekini değil yapabildiklerini kendine referans alabilmelidir. Yalan söylemenin de aslında bu saplantı ile yakından ilişkisi vardır.
g. İkna ve Etkileşim:
İnsanlar kolay ikna olmamışlardır. Nitekim dayak ve zorbalık bunun doğal oluşumudur. Bizim ikna tercihimiz evrensel değerlere ve gürbüz fikirlere dayanmaktadır. Bir insanın medeni olabilmesi için düşünebilmesi, bilmesi ve öğrenmeye açık olması gerekir. Dolayısıyla bugün Batı toplumunda bir dereceye kadar var olan konuşma etkileşimi süratle dünyaya yayılmalıdır.
İnsanın düşünebilmesinin temel özgesi küçükken kendisine sunulan ortamın buna müsait bir anlayış taşımasıyla mümkün olabilir. Yahudilerin çocuklar için özel hikayeler kullanmaları, Almanların anne yönlendirmesiyle dinleyen bir çocuk imajı yaratmaları, soyluların dadı veya mürebbiye marifetiyle çocuklarını özel yetiştirmeleri hep ikna ve düşünme yeteneği çabalarıdır. Bu durumda ikna etmek bir düşünsel başarı öyküsü gibi algılanmalı ve insan bunun için emek sarf etmelidir. Bu yaklaşım bireyin düşünsel derinliklerini etkileyecek ve onu tekamül ettirecektir.
h. Karar Verme:
Düşünsel yetenekleri incelerken ruh etkisinden bahsetmedik. Ruh etkisini iki açıdan gözlemlemek gerekir. Birincisi karar verme işleminde tatminkarlık, ikincisi kararın doğruluk beklentisinin yüksekliğine inanarak irade ile bunu bütünleştirmek.
Karar verme alışkanlıklar yanında olmak istenene de imkan tanıyan bir teşebbüstür. Bu nedenle insan bildikleri ve tecrübeleri bazında inancına dayalı karar verir. Karar vermek sadece kazanç maksimizesi değildir. Aynı zamanda uygunluk ve yetinme seviyesi çok önemlidir.
İnsanın karar verirken pişman olmaktan korkması da önemli bir etkendir. İnsanlar ne kadar çok karar verir ve ne kadar çok kararlarında haklı çıkarlarsa o kadar kendilerine güvenleri artacaktır.
i. Muhakeme ve Alternatif Yaklaşımlar:
Bir konunun avantajları ve dezavantajları açısından irdelenmesine muhakeme denir. Muhakeme sonucu ortaya alternatif hal tarzları çıkar. Alternatif hal tarzlarından çıkarlarımıza ve tercihimize uygun düşenini karar olarak seçer ve irademizle verdiğimiz kararı savunmaya çalışırız. Böylece hayat ile birey dengesinde yönetsellik ortaya çıkar.
İnsanın en büyük özelliği düşünebilmesi böylece stratejik bir duruş tesis edebilmesi ve muhakeme yeteneği ile insanları etkileyen yönetselliği becerebilmesidir. Bu yönetsel disiplinlerle liderliği ortaya koyar ki sosyalizasyon çerçevesinde yeteneklerin doğmasını sağlar.
j. Tercihler ve Zevkler:
Hayatın belki de en riskli aynı zamanda en heyecan verici tarafı verdiğimiz kararlarda kendimize özgülük taşıyan bir yan olmasıdır. Gerçekte bireysel kader bileşkesini yarattığımız halde tercihlerimizin çoğu alışkanlığa dönüşür.
Maceraperest kişiler bu tercih sıralamalarında heyecanın zevkini çıkarırlar. ADN tasarımındaki hayat dinamikleri mutlaka bir parça macera düşkünü olmayı benimsetecektir. Zira durağanlık alışkanlıkları, alışkanlıklar monotonlukları yaratır ki bunlar sıkıcı şeylerdir. İnsanın yaşamsal dinamikleri bir miktar belirsizlik taşıması gerektiği gibi heyecanda taşımalıdır. Riskleri bertaraf ettiğimiz durumda macera mutlaka zevke dönüşecektir.
k. Motivasyon Bilinci:
Ödül ve ceza insanları hedeflendirmek için kullanılan en özel yaklaşımlardır. Bugüne kadar ceza daha öncelikli olarak kullanıldı. Belki başka çaremiz yoktu ama bugün artık var. Ödüllendirme cezadan belki de 100 misli daha etkili değişim yaratma aracıdır.
Motive olmak motivasyonu kullanmak isteyen yönetim zihniyeti ile açıklık taşır. Her insan motive edilebilecek özelliklere sahiptir. Zaten böyle olmasa sosyalleşme mümkün olamazdı ve bugüne gelinemezdi.
l. Hiyerarşi Oluşumu ve Etkisi:
Dünyada organizasyon temelli oluşumun ana faktörü iş becerme fonksiyonelliği bazında oluşan hiyerarşik düzendir. İnsanlar bu düzene hazır olarak kendilerini adapte ederler.
Gelişmiş toplumların bu yeteneği daha üretken ve belirgindir. Yönetselliğin ve üretkenliğin gerek faktörü budur. Belki tarih tek usta formasyonunda üretkenliği asırlarca yaşadı ama bugün tüzel kişilik ve bunun üretkenliğinin ve verimliliğinin formasyonu hiyerarşi altında çalışma ile realize edilmektedir.
m. Ahlak ve Namus:
İnsanın sosyal olgularını realize eden bu iki değer psikolojik olarak ta anlaşılır ve mantıklı anlam taşımalıdır. Böylece insan iyimser-kötümser olma yanında iyi niyetli olarak toplumun iyiliğini isteyen yönlenmeye kavuşur.
Ulus devlet modeli sistematiği her ne kadar her bireye iyi olma ve böylece sistemin parçası olma şansı verse de fırsatlar yeterli dinamik taşımadığından bireysel tekamülü rehberleyen bir mekanizmaya sahip değiliz. Bizim yapmak istediğimiz düşünen, rasyonel tavırlı, üretken ve verimli birey tiplemesine sahip dünyayı oluşturmaktır.
n. Kötü Alışkanlık Bilinci:
Toplumlar genel olarak kötü alışkanlıkları benimsemekten uzak tutucu etkenler var olsa da insan başı bozukluğu ve kendi başına buyrukluğu kötü alışkanlıkları koruyucu bir kılıfa sokmaktadır. Bu durumda insan hoşnutsuzluğuna kendi direnci olmadan kapılıp gitmekte ve kendisini imha etme anlayışını gerçekçi bulmaktadır.
İnsanların hayatla dirençlerini çoğaltmak sosyalizasyon ve yaradılış mutlak bilgileriyle mümkün olabilir. Ayrıca toplumun bu bağlamda örgütlenmesine de gereksinim vardır. Gerçekte hayat çok güzel ve anlamlıdır.
o. Yaşam Duruşu Etkisi:
İnsanın hayatla etkileşim yaratma potansiyelini bugün sadece ailenin sosyal duruşu belirlemektedir. Özellikle fakir ailelerin çocukları kendilerini ezilmiş ve kimsesiz bulmaktadırlar. Sözde eğitim fırsat eşitliği vardır ama gerçekte bu çok adil değildir.
Şehrin kültürel dinamiklerini anlaşılır kılarak realizesi daha anlamlı olacak bir fırsat tümdenliği doğacaktır ki insanlar yaşam duruşlarını haklı olarak kabullenmeyi tercih edeceklerdir. Bu realize edilmeden dünyanın hiçbir sorunu çözülemez.
p. Kabullenme Bilinci:
İnsanların reaksiyon gösterme dinamikleri kabullenmeyi reddetme anlamını taşır. Toplumsal ilişkilerde özellikle bireysel çıkarlar çatıştığında öfke, intikam ve kin doğar. İnsanların hoşgörü ve alçakgönüllü olmaları ihtiyacı bu çatışmaları önlemeyi hedefler.
İnsanlar makul olmayı ve kendi bireyselliklerinde anlamlı olmayı öğrenmelidirler. Bunu sağlamak bireysel duruş etkisi ile anlam kazanabilir. Bireysel duruş bileşkesi insana kabullenme perspektifini öğretecektir. Böylece çatışmalar minimize olacak ve insanların taşıdığı riskler azalacaktır.
q. Pişmanlık Etkisi:
İnsanları en çok hırpalayan konuların başında pişmanlık gelmektedir. Bu yeterince takviye edilmemiş sosyal ve düşünsel yaşantının tezahürüdür. Gereksiz yere mal veya varlık kaybetmek insanı çaresizliğe ve yalnızlığa iter. Böyle olunca pişmanlık insanı hem hayattan hem de sağlıktan eder.
Pişmanlığı minimize etmenin temel direnci sosyalizasyondur. Dolayısıyla verilen kararlarda diğerlerinin fikirleri, dostların düşünceleri insana haklılık marjı yaratır ki pişmanlık böylece ortadan kalkabilir.
r. Heyecan:
Hayatı renkli ve yaşanabilir kılan ana etken yaşamaktan duyduğumuz haz ve mutluluk bilincidir. Yaşamı pozitif olgular dengesinde görmek ve heyecan duymak insanın sağlık göstergesidir. Mağara devri yaşantısı ile ADN göstergeleri bileşkesi çok farklılık gösterir. Bu nedenle ADN heyecanı vazgeçilmez yapmayı öngörür.
s. Gurur ve Onur:
İnsan kendi ait olduğu ortamda varlık bileşkesinde ihtiyaçlarını dengelemiş, yarınını kaygısız bekleyen, bugününü pozitif olgularda mutlu ve neşeli yaşayan ve böylece üretken ve verimli olan bir denge kurabilmeli ve bununla gurur duyabilmelidir. Bu hayatın yaşamsal ve yönetsel dinamiklerini anlamlı ve onurlu yaşama zevkini yaratan sonucu doğuracaktır.
t. Erdem:
Erdem; doğruluk, alçakgönüllülük, iyilik ve yiğitlik eksenlerinde dengeli olma sonucudur. Yani insanın kendisini mükemmel hissettiği bir sonuçtur. Erdem bir hedef bir azim öyküsüdür.
Erdem için yaşanır ve böyle olursa hayat önem ve anlam yaratır. Erdemi küçümsemek yanlış, onu kovalamak ve yakalamak doğrudur.
İnsanın üç boyutu; fizyoloji, psikoloji ve sosyolojidir. Fizyoloji vücudumuzun varlığı ile ortaya çıkan olguları, psikoloji bireysel ve çevresel faktörlerle var olan canlılık dengelerini, sosyoloji ise toplumsal ve etkisel dengeleri ifade eder.
Biz “insan fizyolojisi ve doğa” çalışmasında yaşamsal varlığın temel mekanizmalarını incelemeye çalıştık. O yaptığımız çalışma yeterli mi? Hayır. Mutlaka uzmanlarının her bir konu sahasını çok daha detaylı analiz etmesi gerekecektir.
Psikoloji bir canlılık etkenliğidir. Davranış, hürriyet ve iletim dengelerini inceler. Bu bakımdan insanın en önemli yönünü oluşturur. Zira zamanı ve yönelişi bu oluşum dengelemektedir.
Bunun bir doğası var mı? Mutlaka var ve bu anlaşıldıkça insanın mutluluk perspektifi çok daha anlamlı bir hal alacaktır.
Ruhun etkisi kapsamında değineceğimiz hususlar ise kendi kalıbı içinde çok daha uzun bir bilgi analiz perspektifi yaratacaktır.
İNSANIN PSİKOFORMASYONU:
İnsanı iki açıdan anlamaya çalışmalıyız. Birincisi canlılığın psikolojik oluşumu, ikincisi ruhun etkileşimi. İkisini bu çalışmada tek bir çatı altında toplamamın nedeni ruhun da psikolojik oluşuma etki etmekte olmasıdır. Dolayısıyla insan diğer canlılardan farklılık katan düşünsellik ve konuşma tezahürleri ile duygusal etkileşim kriterleri daha çok ruh yanının etkisi olarak ele alınmalıdır.
Ruhu canlılıktan nasıl ayıracağız kısmına gelince, ruhu olgunluğu, mizacı ve karar mekanizması dinamikleri çerçevesinde görerek davranış etkeni olarak ayrı bir duruş şeklinde görmeye çalışacağız.
Ruh ve beden ayırımı kendi başına bir ayırım olsa da psikolojik oluşum beden yanında unsurlarla harekete geçer. Bu nedenle canlılık özellik ve nitelik kazanır. Böyle olunca duyularla etkilenen kısmı bedene, duygularla etkilenen kısmı ruha ayıracağız.
a. Davranış Karmaşıklığı:
İnsan ve çevresi arasında sürekli bir etkileşim hemen hiç kesilmeyen karşılıklı bir alışveriş vardır. Psikolojinin konusunu oluşturan davranışlar ve iç yaşantılar bu karşılıklı alışverişten meydana gelir. Davranışlarda düşünsel, duygusal ve sosyal oluşların birbiriyle ilintili olarak nasıl meydana geldiği çevreden gelen etkilerin nasıl bir takım içsel yaşantılara yol açtığı bunların nasıl çevreyi ya da çevredeki insanları etkilediği önemlidir. İnsan davranışlarının anlaşılması ve yorumlanması kolay değildir. Çünkü her davranış ve yaşantıyı etkileyen çok çeşitli etmen vardır.
İnsan davranışlarından en önemlisi bunların çok nedenli ve karmaşık oluşudur. Her olayın ondan önceki bir takım koşullarla ilişkili olduğu açıktır. Psikoloji de davranışların önkoşullarına uyarıcı ve uyarıcılara karşılık gelen davranışlara tepki denir. Böylece psikolojiden neden – sonuç ilişkileri yani önkoşullar ve bunları izleyen olaylar, uyarıcı-tepki (U-T) formülü ile açıklanır.
Psikolojik olayların nedenlerini bulmak kolay olmaz, çünkü davranışlar üzerinde dışarıdan olduğu kadar organizmanın içinden de gelen bir çok etmenlerinde rolü olur. Sadece dıştan gelen uyarıcıları bilmekle bir insanın davranışlarını yorumlamak önceden tahmin etmek zordur. Bireyin davranışlarını daha iyi anlayabilmek için onun iç durumunu yani organizma içinden gelen etkileri de bilmek gerekir. Bu bakımdan ruhsal olayları U-T formülüne göre, U-O-T daha iyi açıklar. Bu formülde “o” harfi canlı varlık anlamına gelen organizma sözü yerine geçer.
Her hangi bir uyarıcı karşısında bireyin nasıl davranacağını kestirebilmek için onun hakkında bazı bilgilere sahip olmak gerekir. Bu etmenler şöyle özetlenebilir:
· Önce organizmanın biyolojik özellikleri dikkate alınmalıdır.
· Organizmanın geçmiş yaşamı önemlidir.
· Organizmanın o andaki içsel durumu da davranışı etkiler.
· Nihayet içinde bulunulan fiziksel ya da sosyal çevrenin de etkisi dikkate alınmalıdır.
b. Uyarıcılar-Organizma ve Tepkiler:
Birinci bilinmesi gereken husus insan kendi tutarlılıklarına kendi karar veren bir canlıdır. Bu nedenle en vahşi bir hayvandan en uysal bir canlıya kadar değişik spektrumda davranış sergiler.
Organizma çevreden gelen etkilere duyarlıdır ve bu etkilere tepkide bulunur. Canlı varlık ve çevresi arasında hiç eksilmeyen bir alışveriş vardır. Bütün yaşam boyunca bu durum süre gider. Bu bakımdan uyarıcılar-organizma ve tepkiler psikolojik yaşamın belli başlı öğeleridir.
. Uyarılma: İnsan çevresindeki olup biten şeylerin nasıl farkına varıyor? Çevrenin organizmayı etkilemesi göz, kulak, burun ve dil gibi duyu organları aracılığıyla mümkün olmaktadır. Dış çevreden duyu organlarına gelen bütün uyarıcılara uyaran denir. Bunlar duyu organlarını etkileyen ışık, ses, koku ve tat gibi çeşitli fiziksel ve kimyasal değişikliklerdir.
Organizma açlık, susuzluk, diş ağrısı, karın tokluğu gibi bedenden gelen fizyolojik uyarıcılarında etkisindedir. Bunlara iç çevre uyarıcıları denir.
Dıştan veya içten gelsin uyarıcılar davranışların önemli nedenleri arasındadır. Çevrenin bireyi etkilemesi bireyin çevresini tanımasını mümkün kılan mekanizmaya duyum mekanizması denir.
. Tepkide bulunma: Çeşitli uyarıcıların etkisi altında kalan organizma türlü tepkilerde bulunur. Bu tepkiler fiziksel, fizyolojik ve psikolojik olayların iç içe oluşumundan meydana gelir. Bunlar bazen konuşma, gülme, yumruk atma gibi daha çok fiziksel; bazen yorulma, terleme, kızarma, sararma gibi daha çok fizyolojik; bazen ise düşünme, hayal kurma, kuşkulanma ve sevinme gibi daha çok psikolojik bir nitelik gösterir.
Bu tepkiler açık ve kapalı olmak üzere de iki bölüme ayrılabilir. Açık tepkiler konuşma, yürüme, yazı yazma ve bir iş görme gibi çoğu zaman çevrede bir takım değişikliklere yol açan ve başkaları tarafından gözlenebilen devimler biçimindedir. Organizma böylece çevreden aldığı uyarımlar sonucu çevreyi etkileyecek bir takım tepkilerde bulunur. Açık tepkiler bir gözlemci tarafından görülebilen ve ölçülebilen davranışlar olarak ta tanımlanabilir.
Bireyin tepkileri kapalı iç yaşantılar biçiminde de belirir. Buna örnek olarak sevinmeyi, kıskanmayı ve umutlanmayı ileri sürebiliriz. Bu gibi durumlarda dıştan bakılınca insan hareketsiz gibidir. Gerçekte ise hareket insanın içinde dengelenmektedir. Kapalı tepkiler başkaları tarafından doğrudan doğruya gözlemlenemez. Bunlar ancak açık davranışların gözlemlenmesi sonunda kısmen var denebilir. Örneğin bir dostumuz sokakta karşılaştığımız zaman bize soğukça bir selam verse, bilmediğimiz herhangi bir sebepten dolayı bize gücenmiş ve kırılmış olduğu sonucuna varırız.
. Birleştirici iç oluşumlar:
Uyarıcılar ve gözle görülebilir açık tepkiler arasında beyinde olagelen birleştirici bir takım düşünsel ve bilişsel iç oluşumlar vardır. Bilim henüz bunların iç yüzünü anlayamamıştır. İç oluşumların psikolojik yanına bilinç denir.
Organizma içinde cereyan eden olaylar, psikolojik canlılık, biyo kimyasal etkilemeler ve elektriksel değişimlerle canlılık kazanır. Bir anlamda organik oluşumların biyo kimyasal tepkimelerinin yarattığı psikolojik canlılığı elektriksel bir yapılanma ile sistematize olmasıdır.
İnsanların duygu temelli ruh etkisini anlamak biraz daha zaman alacaktır. Zira duygusal manadaki etkimelerin uyarıcı – tepki işlemindeki fonksiyonelliği çok karmaşıktır.
c. Sinir Sistemi:
İnsanı çevresi ile ilişkide bulunduran ve bedenin çeşitli organları, dokuları ve hücreleri arasında işbirliğini sağlayan aygıta sinir sistemi denir. Birey bu sayede dış çevresi ile alışverişte bulunur. Bedenin çeşitli kısımlarını birbirine bağlayan sinir iplikçikleri organizmanın bir bütün halinde ahenkli olarak çalışmasını sağlar. İnsan böylece çevresine uyumsal tepkilerde bulunabilir.
Duyum ve devim mekanizmalarının çalışması ancak sinir sistemi ile mümkün olur. Duyu organları sinirlerle beyin üzerinden işlevsellik yaratırlar.
Devim mekanizmasına gelince. İnsan konuşabilmektedir. Konuşma eyleminde çalışan her kes beyinden veya omirilikten gelen devimsel(motor) sinire bağlıdır. Psikolojik yönden kaslardaki en önemli olguda bunların birer sinirle beyine bağlanmış olmasıdır.
d. Nöronlar, Sinapslar, Sinir sistemi bölümleri:
· Nöronlar : sinir sistemini meydana getiren hücrelere nöron denir. Bir nöronda en önemli özellik bunun herhangi bir yerinin etkilenmesiyle meydana gelen uyarının öteki kısımlara yayılmasıdır.
· Sinaps: Nöronlar uzantılar aracılığıyla birbirlerine değinir. Bir nöronun başka bir nöronla ilişkisine sinaps denir.
Sinir sistemini üç bölüme ayırmak mümkündür. Kafatasının ve omurganın içini dolduran kısma merkez sinir sistemi, etrafta kalan kısma ise çevresel sinir sistemi, üçüncü kısmı otonom sinir sistemi meydana getirir.
e. Sinir Merkezleri:
Merkez sinir sistemi, kafatasının ve omurganın içini dolduran sinir merkezleri olmak üzere iki kısma ayrılır.
Kafatası içindeki sinir merkezleri üç kabukla çok iyi şekilde korunmuştur. Dışarıdan içeri doğru önce katı kabuk denilen davul zarı gibi dayanıklı bir kılıf vardır. Bunun altında dokunuşu örümcek ağına benzeyen başka bir zar vardır. Üçüncü zara ince kabuk denir. İnce kabuk ile örümcek ağı kabuğu arasında tuzlu ve saydam bir sıvı vardır. Buna beyin suyu denir.
Kafatasını dolduran bu sinir merkezlerini öteden beri ön beyin, orta beyin ve arka beyin olmak üzere üç kısma ayırmak adet olmuştur. Omuriliğin üst kısmından başlamak üzere beyne kadar olan kısma arka beyin denir. Burada bütün kafatası sinirlerinin girip çıktığı omurilik soğanı ile beyincik bulunur. Orta beyin öteki canlı yaratıklara göre insanda çok ufaktır. Bunun görme ve işitme ile ilgili olduğu değerlendirilmektedir. Bütün duysal ve devimsel sinirler de buraya girip çıkar. Bütün öteki yaratıklara nispetle özellikle insanlarda gelişmiş olan kısım önbeyindir. Genel olarak beyin denildiği zaman bu kısım hatıra gelir.
(1) Beyin (Celebrum) :
Kafatası boşluğunun yukarı kısmında bulunan beyin, sinir merkezlerinin en büyüğüdür. İnsanda beyin tüm sinir merkezlerinin ağırlığının yarısını oluşturur. Beyin birbirinin ayna görüntüsü biçiminde iki yarıküreye ayrılmıştır. Bu yarımkürelerin yüzeyinde bir takım girintiler , çıkıntılar ve kıvrımlar bulunur. Beynin üst tabakası kül rengindedir ve sinir hücrelerinden oluşmuştur. Beynin alt tabakası beyazdır ve sinir hücrelerinin uzantılarından meydana gelmiştir. Beyaz tabaka beynin muhtelif kısımlarını birbirine bağlar.
Beyin görme işitme gibi duysal algıların duygulanma, düşünme, hatırda tutma, istemli hareketlerde bulunma gibi en karmaşık eylemlerin ve bilinç ile kişiliği meydana getiren yetilerin merkezidir. Bu çeşitli yetiler beyin yüzeyinde belli bölgelerde toplanmıştır. Beyin yarımkürelerinin bir arızaya uğraması zekayı, belleği, düşünerek ve istemli olarak davranma gücünü yok edebilir. Beyinde nöronlar çok geniş ölçüde ve çok karmaşık biçimde birbirleriyle ilişki halindedir.
(2) Talamus ve Hipotalamus:
Son zamanlarda önbeyin ile orta ve arka beyin arasında, yani beynin iç kısımlarında bulunan organlar üzerinde önemli araştırmalar yapılmaktadır. Genel olarak bu bölgede inceleme yapmak zordur. İşte burada omurilik soğanının üst kısmı ile beynin iki yarı küresi arasında gömülü durumda bulunan talamus organı vardır. Burası omurilikten gelip beynin belli merkezlerine giden ve beyinden gelip omuriliğe giden duysal ve devimsel sinirlerin gelip geçtiği yerdir.
Talamusun hemen altında hipotalamus denilen bir organ bulunur. Bütün beynin ancak yüzde birinden az bir kısmını oluşturduğu halde hipotalamusun önemli fonksiyonları vardır. Merkez sinir sisteminin en çok kan damarları ile örtülü kısmı olup bütün organizmanın kimyasal durumuna karşı en duyarlı yeridir. Hipotalamusun aynı zamanda hem beyin hem de hipofiz guddesi ile sıkı sinirsel ilişki halindedir. Hipotalamusun esas itibarıyla metabolik çalışmanın, beden ısısını düzenleyen otonom fonksiyonların merkezi olduğu anlaşılmaktadır. Hipotalamus vücudun besin ve su ihtiyaçlarına karşı da duyarlıdır. Bu türlü viseral ve somatik eylemlerin düzene konması mekanizmasına homeostasis denir. Böylece beden ısısı, kanda su ve şeker miktarı gibi hususlar yaşamaya en elverişli seviye ve miktarlarda tutulur. Hipotalamusun güdüleme durumu, öfke, korku, cinsel heyecan gibi duygusal tepkiler üzerinde de önemli tesirleri olduğu anlaşılmaktadır.
(3) Beyincik:
Beynin arkasında kafatası boşluğunun alt ve arka kısmında bulunan beyincik, beynin dörtte biri kadardır. Bunun görevi bedenin dengesini ve hareketler arasında işbirliği ve ahengi sağlamaktır.
Beyinciğin yeni keşfedilmiş bir başka fonksiyonu da devimsel öğrenme anılarının saklandığı merkez olmasıdır.
(4) Beyin Soğanı:
Omiriliğin beyin içine girmiş bir kısmıdır. Ön iki çift kafatası sinirinden son yedi çifti ile solunum aygıtına ait sinirler, beyin soğanından çıkar. Bunların bir kısmı burada çaprazlaşır. Bu bedenin sol kısmında olan bir felcin niçin beynin sağ tarafındaki bir arızadan ileri geldiği olgusunu açıklar. Beyin soğanının; nefes alma, yutma, sindirim ve kalp çarpması gibi eylemler üzerinde önemli etkileri olduğu saptanmıştır. Beyin soğanında bulunan ve bir ağ manzarası gösteren retikiler formasyonların, uyku ve uyanıklık hali ile ilgili olduğu sanılmaktadır. Bu bölgeye şiddetli bir vuruş insanı derin uyku veya koma haline sokmaktadır.
(5) Omurilik:
Omurga halkalarının meydana getirdiği oluk içinde beyinden 45 cm kadar aşağı doğru uzanır. Beyinde olduğu gibi beyaz ve külrengi kısımları vardır. Ama beyindeki durumun aksine omiriliğin içerisinde x harfine benzer bir biçimdedir. Külrengi madde sinir merkezlerinin ana cevheridir. Duysal sinirler ilettikleri uyarımı buraya bırakır, devimsel sinirlerde kasları ya da bezleri harekete geçirecek emirleri buradan alırlar.
Omurilik hem bir sinir merkezi hem de iletici bir organdır. Bir sinir merkezi olarak kendiliğinden meydana gelen ve istemli olmayan refleksleri yönetir. İletici organ olarak ta bir takım duysal ve devimsel uyarımların beyne yada kaslara gitmesini sağlar. Kol ve bacak gibi bedenin önemli organlarının sinirleri omuriliğe bağlıdır.
f. Sinirler:
Genellikle sinir iplikçikleri bir ipte olduğu gibi birleşik kalın kordonlar meydana getirir. Bunlara sinirler denir.
Sinirler kaynaklarına göre ikiye ayrılır; Kafatası sinirleri(12 çift olup beyinden çıkarlar. Bunların başlıcaları gözler , kulaklar, yüz, burun, dil ve bedenin yukarı kısmındaki akciğer, kalp, mide gibi organlarla bağıntıyı sağlar) Omirilik sinirleri(omurga halkalarının çift deliklerinden çıkıp kollara, bacaklara ve gövdenin muhtelif kısımlarına dağılır. Hepsi 31 çifttir.)
Sinirler gördükleri vazifelerine göre de ikiye ayrılırlar. Duysal sinirler( Duyu organlarından sinir merkezlerine doğru gider. Bunlar organizmanın çevresinden gelen uyarımları bir sinir akımı halinde sinir merkezlerine ulaştırırlar.) Devimsel sinirler( Merkezden verilen harekete geçme emirlerini kaslara ve bezlere iletir.)
g. Otonom Sinir Sistemi:
Birbirine sinir iplikçikleri ile bağlı düğüm gibi sinir yığınlarından(gongliyenlerden ) meydana gelir. Bunlar beyin kökünden çıkar, omurganın iki yanında bir çift kordon olarak uzanır.
Otonom sinir isteminin görevi iradenin kontrolünde olmayan kan damarları, kalp, mide, bağırsak gibi iç organların yani bitkisel yaşamın çalışmalarını düzene koymaktır. Bu sistem aslında bir devimsel sinir sistemidir. Bu sistemden çıkan sinir iplikçikleri düz kaslara ve iç bezlere gider.
Otonom sinir istemi iki gruba ayrılır. Bu sistemin kafatasına yakın yukarı kısmı (kranyal) ile kuyruk sokumuna aşağı kesimine(sokral) parasempatik sistem denir. Parasempatik sistem salgı bezlerinin, sindirim sisteminin(mide ve bağırsakların) damarların iç zarlarını meydana getiren düz kasların faaliyeti ile ilgilidir. Bu bölüm, beslenme, nefes alıp verme, bedenden lüzumsuz maddeleri dışarı atma, büyüme, beden hücrelerini yenileme, çoğalma gibi bedenin bitkisel faaliyetlerini düzene koyar.
Otonom sinir sisteminin yukarı ve aşağı kesimleri arasında kalan bölüme sempatik sistem denir. Bu sistemden çıkan sinirler de aynı iç organların düz kaslarına ve bezlere gider. Ancak bu sistem daha ziyade aşırı heyecan ve stres hallerinde, ani bir tehlike karşısında organizmada meydana gelen kalp çarpıntısı, bez faaliyetleri gibi değişikliklerle ilgilidir.
Sempatik ve parasempatik bölümler bazen birbirini tamamlayıcı çoğu zamanda birbirine zıt faaliyette bulunur. Örneğin kalp vuruşları parasempatik bölümden gelen uyarılarla yavaşladığı halde sempatik bölümden gelen uyarılmalarla hızlanır. Mide çalışması parasempatik bölümden gelen sinirlerle faaliyete geçtiği halde sempatik bölümden gelen sinirlerle çalışması engellenir. Parasempatik bölüm bedenin sağlığını devam ettirir, gelişmesine yol açar ve bitkisel faaliyetleri düzene sokar.
Otonom sinir sistemi merkez sinir sistemi ile ilişkili olduğu halde bunun faaliyeti istemli değildir. Yani otonom sinir sisteminin denetlediği organ faaliyetlerini genel olarak kontrolümüz altına alamayız. Çok az insan nabız atışını ya da mide çalışmasını yavaşlatıp hızlandırabilir. Bu iki sistem arasındaki ilişki psikomatik olayları yani psikolojik olaylarla bitkisel yaşam arasındaki bağlantıyı açıklar. Örneğin utanma sırasında yüzün kızarması ve terleme, imrenme sırasında ağzın sulanması, öfkenin sindirimi etkilemesi gibi olaylar böylece açıklanır.
h. Endoktrin Sistemi:
Sinir sisteminin sağlıklı olması bedendeki öteki organların ve sistemlerin iyi çalışmasına bağlıdır. Bu sistemin beslenmesi için lüzumsuz maddelerin dışarı atılması gerekir. Bedenin herhangi bir yerinde meydana gelecek bozukluk merkez sinir sistemini de etkiler.
Bedendeki fizyolojik tepkiler üzerinde bez salgılarınında rolü olur. Bezler ya bir takım kanallara ya da doğrudan doğruya kana kimyasal madde salgılar. Bedendeki fizyolojik faaliyetlerin büyük bir kısmı sinir sistemi ve bez faaliyetlerinin işbirliği ile meydana gelir. Bu bakımdan bedenin iç ekonomisini dengede tutan, geniş ölçüde nöro hümoral sistemdir denilebilir.
Endoktrin sistemi salgılarını doğrudan doğruya kana ya da lenfotik sisteme akıtan kanalsız iç bezlerden oluşur. Endoktrin sistemi ile sinir sistemi sıkı bir şekilde birbirine bağlıdır. Bu iç bezler hormon adı verilen kimyasal maddeleri kana salma yoluyla sinir sistemindeki hücreleri etkiler. Her bezin kendine mahsus görevleri vardır.
(1) Troid(Kalkan Bezi) :
Boğazın ön ve üst kısmında bulunan troid, tiroksin adı verilen bir hormon salgılar. Bunun heyecan haliyle bir ilişkisi olduğu sanılmaktadır. Troid bezi çok faal ise insan çok etkin, kaygılı ve kararsız olur. Böyle bir insan önemsiz nedenlerle çabuk heyecanlanır ve sinirleri gergin bir durumda olur. Troid bezi salgılarının beyin soğanındaki retiküler sistemi de etkilediği sanılmaktadır.
Troid salgılarının azlığı ise insanda genel bir duygusuzluk ve dalgınlık haline yol açar. Böyle bir insanın davranışları yavaştır. Bu durumda dikkatsizlik, çalışmaya hevessizlik ve kilo alma eğilimi belirir. Troid salgısının eksikliği çocukluktan itibaren devam ediyorsa bireyde zeka geriliği ve bedende deformasyon meydana gelir.
(2) Adrenaller(Böbreküstü Bezleri):
Bedenin arkasında ve böbreklerin üstünde bulunan bu iç bezlerin iki türlü salgısı vardır. Adrenallerin iç kısımlarından gelen ve adrenalin(epinephrin) adı verilen salgı kuvvetli heyecan durumlarında bedende bazı fizyolojik tepkilere yol açar. Örneğin korku uyandıran bir durum karşısında sempatik sinir sisteminden gelen bir uyarılma ile adrenaller kana fazla miktarda adrenalin salgılar. Bunun sonucu olarak kalp daha hızlı çalışmaya başlar, karaciğer kana daha çok miktarda şeker verir ve kaslara daha çok kan gider. Böylece birey daha yoğun bir çalışma temposuna girer.
Adrenallerin dış kısmında (korteks) topluca kortin adı verilen bir takım salgılar bedenin sodyum ve su oranını dengede bulundurur ve kana oksijen sağlama gücünü taşır. Sodyum sinirlerin uyarılması bakımından önemli olduğu için bu salgıların yetersizliği düşük tansiyona sebep olur. İnsan çabuk yorulur ve halsizlik hisseder.
(3) Gonadlar(Cinslik bezleri):
Erkek ve dişi cinslik bezlerine gonadlar denir. Bunlar çocuklukta çok faal olmayıp özellikle erinlik çağında etkin bir duruma girer. Gonadlar cinsel duygu ve gelişmelerle ilgilidir. Kızlarda göğsün gelişmesi aylık adetin görülmeye başlaması, erkeklerde sakal ve bıyığın çıkması, sesin değişmesi gibi iki cinsi birbirinden ayıran fizyolojik değişikler gonadların salgıları sonucu meydana gelir.
(4) Hipofiz:
Beynin arka ve alt kısmında bulunan hipofiz, iç salgı bezlerinin en önemlisi sayılır. Çünkü bütün bezlerin faaliyetini düzene koyar. Zayıfladığında insan kişiliğinde bazı bozukluklar görülür.
i. Devim Sistemi (Kaslar):
Çevreyi etkilememizi mümkün kılan el kol hareketleri ve yürüme gibi fiziksel davranışlar bedendeki çizgili kasların çalışmasıyla meydana gelir. Bu kaslar iskeletin muhtelif kısımlarını hareket ettirirler. Bu kaslar aynı zamanda dil, göz kapağı, ses kordonları gibi doku parçalarını
da hareket ettirirler.
Kaslar birbirlerini destekleyenler ve birbirine zıt olarak çalışanlar olmak üzere iki kısma ayrılır. Herhangi bir davranışın meydana gelebilmesi için bir grup kas muhtelif derecelerde büzülür, başka bir grup kas ise gene değişik ölçülerde gevşer.
İç organlardaki fizyolojik değişimleri sağlayan düz kaslardır. Düz kaslar büzülüp gevşeme yoluyla iç organların boyutlarını değiştirir, böylece bir takım fizyolojik hareketler meydana gelir.
Böylece tepkiler çizgili kasların, düz kasların ve çeşitli bezlerin çalışması ile meydana gelir.
(1) Refleks:
Reflekste davranışların biyolojik temeline dayalı mekanizma organizmada kendi yaşamını koruyucu en uygun davranışları meydana getirir.
Reflekslerin merkezi omiriliktir. Dıştan bakınca refleks uyaran ve bir tepkinin birbirini izlemesinden meydana gelir. Bu otomatik bir harekettir.
(2) Tropzim Olayı(En ilkel davranış):
Tek hücreli hayvanlarda görülür. Örneğin amip kendisini besleyecek yararlı bir madde ile karşılaştığında buna doğru hareket eder. Aynı şekilde zararlı bir madde ile karşılaşınca aksi istikamette kaçınma hareketi yapar. Buna tropzim olayı denir.
j. Beynin Formasyonel Varlığı:
Beyin bireyin işlevselliğinin mekezidir. İnsan bilinci ruh ile beynin fonksiyonelliğinin eseridir. Ruh organizmada başından itibaren hakimiyet kurar. Böylece ruh ve beden bütünleşir. Ruh ve bedenin bütünlüğü insanın bu dünyadaki formasyonu olur. Ruhun beyin üzerindeki etkileşimini duygulama olarak algılamaktayız. Duyulama fonksiyonu ile duygulama fonksiyonunu beyinde bütünleştiren ruhtur. Böylece insan tek bir form halinde ortaya çıkar.
Vücudun fonksiyonelliğini beyin ve sinir sistemi sinkronize etmektedir. Ancak ruhun etkisini hislerimiz ve mizacımızla anlar hale gelebiliriz. Beyin bu bakımdan çok karmaşık ve anlaşılırlığı zor bir yapıdır. Beyin bir hafıza, bir işletim sistemi, bir kararlılık mekanizması fonksiyonelliği ile düşünüldüğünde tüm hayatı kuşatan oluşların merkezi durumundadır. Bilginin salt komut olmadığı, bunu duygulama yoluyla çözümlediği ve bu çözümün şartlara göre yorumlandığı bir fonksiyonellik mükemmel bir uyuşum kriteryası yaratır.
İnsanı düşünsel manada işlevselliği ile anlayabilmek, onun konuşma-etkileşim formasyonu içinde var etmek beynin görev yapısının karmaşasını anlamamız bakımından önemlidir.
k. Davranışları Etkileyen Etmenler:
Davranışları hem fiziksel ve toplumsal çevreden hem de insanın içinden gelen nedenleri vardır. Bir kimsenin herhangi bir andaki davranışı, sadece onu o anda etkileyen çevresel uyarıları bilmekle açıklanamaz. Birey düşünüşünü çoğu zaman içinden alan dinamik bir varlıktır. O sadece çevresinden gelen uyaranlara tepkide bulunmakla kalmaz, yani ancak dürtüldüğü zaman harekete geçen bir otomat değildir. Davranışların belki daha önemli etkenleri ihtiyaçlardan doğan içsel yaşantılardır. İşte organizmayı çeşitli davranışlara sürükleyen iç etmenler; ilgi, dürtü, istek, iştah, emel, amaç, ideal, tutku v.b. kelimelerle anlatılır. Bunlar fizyolojik ya da psikolojik olabilir. Bunların hepsine birden genel olarak güdü adı verilir. Güdüler davranışları dış uyaranlardan daha kuvvetli olarak etkiler.
Güdü terimi ile yakından ilişkili olarak ihtiyaç ve dürtü terimleri kullanılır. Bu terimler bazen eş anlamlı bazen de birbirinden az çok farklı olarak kullanılır. Psikolojide “ihtiyaç” terimi insanın gelişimi ve çevresiyle uyumsal bir ilişki kurabilmesi için gereken önemli koşulların eksikliği anlamına kullanılmaktadır.
Organizma içinde en elverişli yaşama koşullarının kendiliğinden devamını sağlayan doğal mekanizmaya “homestatik mekanizma” denir.
Bireyin fizyolojik ve psikolojik eylemlerinin büyük bir oranı varlığını sürdürmeye, kendini gerçekleştirmeye yarayacak en elverişli koşulları belli sınırlar içinde bulundurma amacını güder.
Homestatik denge durumunun bozularak eksiklik duyulmasına ihtiyaç, bu eksikliği gidermek için organizmada beliren güce dürtü(drive); organizmanın ihtiyacı gidermek için belli bir yönde etkinlik göstermesi eğilimine de güdü (motive) denir. Güdülerde bir takım davranışlara yol açar.
İhtiyaç --- dürtü --- güdü ---- Davranış
Organizmayı belirli davranışlara sürükleyen içsel olayların tümüne güdülenme durumu denir. Güdülenme halinde; - Organizmanın genel etkinliği artar, - Güdülenmiş organizma belli bir doğrultuya yönelir.
Başgüdü: Gerçekleşim: Freud seks güdüsünü, Adler ise üstünlük güdüsünü baş güdü göstermiştir. Bugün gerçekleşim (actualization) baş güdü olarak kabul edilmektedir.
Fizyolojik Güdüler: Özgül olarak fizyolojik sayılan organik güdülerde gerçekleşim, yani yaşama ve var olma güdüsüne hizmet eder. Bunlar özellikle beden dokusunun canlı kalması için gereken ihtiyaçlardan meydana gelir. Fizyolojik ihtiyaçlardan doğanlara evrensel ve birincil güdüler de denir.
Toplumsal – Psikolojik Güdüler: gerek benliğin savunulması ile, gerekse başka kişilerle ilgili güdülere psikolojik ve toplumsal güdüler denir. Sosyal güdüler yaşantılar sonunda meydana gelir ve ileriki yaşlarda davranışları daha çok etkiler. Bu yüzden bu güdüler organik güdülerden farklı olarak toplumdan topluma az çok değişirler.
Bağlılık ihtiyacı – Bir gruba bağlanma, kendini daha büyük bir grubun parçası hissetme ihtiyacıdır.
Güvenlik İhtiyacı
Saygınlık Kazanma İhtiyacı
Cinsel Güdü
Özgürlük ve özerklik ihtiyacı
Saldırganlık Güdüsü
Hazza varma, elemden kaçma. Bunlarda etken olan güdülemelerdir.
l. Büyüme ve Gelişme:
Çocuk zaman ilerledikçe hem büyür hem de gelişir. Büyüme nicelik artış anlamına gelir. Gelişme daha kapsamlı bir tabir olup büyümeyi de içine alır. Özgül anlamda gelişme sözünden büyümeden farklı olarak yapısal ve nitelik bakımından değişikliklerde kastedilir.
Bireyin gelişmesi kısmen öğrenme, kısmen de olgunlaşma yoluyla olur. İnsan gelişiminde olgunlaşma ve öğrenme içi içe oluşur. Olgunlaşma öğrenmenin temelidir. İnsan olgunlaşma sayesinde daha önce öğrenemediği ve beceremediği bir çok şeyleri yapabilir ve öğrenebilir duruma girer.
Başlıca gelişme kanunları:
- Gelişme sürekli bir oluşumdur.
- Gelişmenin hızı her dönemde aynı değildir.
- İnsanın değişik yanlarının gelişimi değişik zamanlarda hızlanır.
- Yetenek ve becerilerin gelişimi belli bir sıra izler.
- Gelişmede belli yönelimler vardır.
. Büyüme baştan ayaklara doğru bir sıra izler
. Gelişmede içten dışarı, merkezden etrafa doğru giden bir yönelim dikkat çeker.
- Gelişimi hem iç hem de dış faktörler etkiler.
- Gelişimin çeşitli yanları birbirini etkiler.
m. Ruh ve Ruhun Dinamik Formasyonu:
İnsan hem yetinmeyi hem de arsızlığı birlikte yaşatan bir özel duruma sahiptir. Bu tanrısal bir özelliktir ve ruh bunu oluşturur. Yetinme disiplini öğretir, arsızlık gelişmeyi sağlar. Böylece tekamül ortaya çıkar.
İnsanın öteleyici iki yanı vardır. Biri hayal gücü, diğeri mantığıdır. Öğrenme hayal gücünü geliştirir. Mantık ise yönetselliği ve gelişmeyi sağlar. Böylece uyumlu ve dengeli toplumsal varlık bilinci doğar.
Ruhun birinci dinamik etkisi; kavrama ve belli güdüleri duygulama yoluyla harekete geçirmedir. Böylece temel ve bireye özgü yöneliş tarzı ve davranış disiplini doğar.
Bireyin ruhunun ikinci dinamik etkisi; isteklerin çözümlenme etkileşimidir. Böylece birey üretmeyi ve verimliliği öğrenir.
Ruhun üçüncü dinamik olgusu; var oluş etkenliğidir. Bu olgu; kişilik, sosyal duruş ve stratejik duruş ile ilgili sonuç yaratır.
Ruhun dördüncü dinamik olgusu; üstünlük bilincine dayanır. Bu oluşum liderlik, yönetme bilinci, sahip olma arzusu, öğrenme gibi sonuçları idealize eder.
Ruhun beşinci dinamik olgusu; fizyolojik-psikolojik denge içinde uyumlu yaşama etkisini arama bilinci yaratmasıdır. Böylece insan daha iyiyi ve daha güzeli arama temayülü gösterir.
Netice olarak ruh karar dinamiklerinin tekamülüne dayalı bir varlık bilincini yaşamsal olarak hayata geçirir. Bu hayatın ruhla gelen başkalığı budur.
n. Duygu – Duygulama:
Sevgi, nefret, korku, ümit, sevinç, keder, neşe, kuşku ve sıkıntı günlük konuşmalarda pek çok kullanılan sözcüklerdir. Bu türlü yaşantılar duygusal yaşam deyimi altında toplanır.
Aslında duygular, düşünceler ve devimler psikolojik olayların birbirinden ayrılması çok güç olan temel öğeleridir. Duygu, düşünce ve devim arasında kesintisiz bir ilişki, bir iç içe oluş vardır.
Duygular davranış ve yaşantımızla birlikte meydana gelir ve bunların bir yanıdır. Karşılaşılan durumlar ne derece temel ihtiyaçları doyurursa o kadar kıvanç duyulur, mutlu olunur. Bu ihtiyaçlar ne kadar doyumsuz kalırsa o kadar elem olur. Bütün duygular az ya da çok elem veya haz uyandırır. Haz ve elemin organizma üzerinde birbirine zıt etkileri olur. Genel olarak haz düşünmeyi çabuklaştırır, elem ise ağırlaştırır. Haz hareket ve faaliyeti uyarır. Elem ve keder ise etkinliği azaltır.
Haz ve elem duygusal yaşamın iki niteliğidir. Duygular en olumlu olanlardan, en olumsuzlara kadar bir ölçek üzerinde sıralanabilir. Bu ölçeğin ortasına düşen şaşkınlık, merak ve bekleyiş gibi ne kıvançlı ne de acılı olmayan duygularda bulanır.
Duygular bir de yeğinlik(şiddet) bakımından birbirinden farklılık gösterir. Çok şiddetli ve hafif duygular vardır. İnsan yerine göre bir olay karşısında ya biraz memnun olur veya davranışlarını kontrol edemeyecek derecede sevinir, üzülür veya derin bir kedere kapılabilir. Bu iki uç arasında derece farkları gösteren daha az ya da çok yeğin duygu halleri görülebilir.
Korku ve öfke gibi birçok duygu organizmanın yararında değil zararına olan uyarıcılar karşısında meydana gelmektedir.
Duygular aynı zamanda gerginlik uyandıranlar veya gevşek olanlar olarak ta sınıflandırılabilir. Bekleyiş organizmada çok gergin bir duygu hali yaratır. Şaşkınlık, ilgi, merakta çeşitli ölçülerde gerginlik uyandıran duygulardır. Sevinç ve şefkat ikisi de olumlu, yani haz veren duygular oldukları halde sevinç şefkate göre daha çok gerginlik yaratan bir duygudur. Öfke ve kıskançlık hem elem veren hem de şiddetli gerginlik uyandıran duygulardır. Duygular böylece haz ve elem, az yada çok yeğinlik, gerginlik ve gevşeklik bakımından üç halde nitelendirilebilir.
o. Bireyin Biyolojik Yanı; Soya Çekim:
Dünyada herkes biliyor ki hiç kimse kimsenin benzeri değildir. Gerek fizyolojik gerekse psikolojik veriler bakımından herkes birbirinden farklıdır. Bilim adamları bu olgunun rastlantısal bir sonuç olduğunu düşünmektedirler. Halbuki bu Allahın yaratış kudretinin bir tezahürüdür.
Kadının yumurtasının doğuştan gelen fonksiyonelliği bellidir. Bu durumda rastlantısallığı mekanize eden erkeğin testislerinde her gün oluşan milyonlarca sperme dayandırmak gerekmektedir. Bugün biliyoruz ki dişi – erkek DNA moleküllerinin taşıdığı farklılıklardan ruhun tercih ettiği bir özellikler bütünü ortaya çıkmaktadır. Biz dünyaya bilemediğimiz ruhu bildiğimiz yöntemlerle çağırmaktayız. Ve o ruh başta soya çekim olmak üzere geleceğin ışığını yansıtan bir unsur olacaktır.
Soya çekim bir evrensel yasadır. Ruh bu soya kişilik katacak ve onun sosyal örgüsü içinde yaşayacaktır. Bu oluşumu Allahın kontrol ve tekamül yönlendirmesi olarak düşünmemiz gerekir. Hiçbir şekilde kutsanmamış ruh veya insan yoktur. Tanrısal dinamikleri anlamak bireyde görülen değer ve olguları analiz edebilmekle mümkün olabilir.
İnsan kişiliği formasyonu soya çekimden ayrı olarak çevre fonksiyonelliği ile de ilişkili özellik taşır. Ruhun kendini tanıması dönemi olan çocukluk ve gençlik çağları çevre – soya çekim anlayışlarıyla açıklanmaya çalışılsa da kendine özgülüğü anlatamaz. Bu tanrısal kudretin ve her bir insanın kendine özgülüğünün açık kanıtıdır.
İnsanı insan yapan özellik kendinde olan farklılıktır. Bütün hayat bu farklılığın peşinde koşarak geçer. İşte bu konuyu stratejik bir vizyona çevirmek ve çabayı birikim yapan değerler dönüştürmek amaç ve istekliliğimizdir.
Mutlaka insanın büyük kaderi olan yaradılış öyküsü yaşamımızın en önemli belirtisidir. Kendimizi tanımak ve önerilen yaşamımızı benimsemek vaz geçilmez uyarlılık yaşamı olmalıdır.
p. Konuşma Fonksiyonelliği:
Bugün dünyada yaşayan insanların % 95 i sadece ihtiyaçları için konuşur. Bu tam manasıyla bir rezalettir.
Konuşma ihtiyaçtan doğmuş, duygusallığı anlaşılır yapabilmek çabasıyla genişlemiş, toplumsallığı ve derinlemesine sosyolojiyi yaratabilmek üzere bugünkü halini almıştır. Konuşma insanın doğasının en önemli unsurudur. “Kendini Tanı” isimli bir kitapta insanların kendilerinin ne kadar yüce bir varlık olduklarını göstermek için konuştukları yazıyordu. Bunun insan ruhunun tatminkarlığı ile yani tanrısal yönü ile ilişkili bir açıklamayı taşıdığını kabul etmeliyiz. O halde insan; ihtiyaçları için konuşacak, bilgi derinliğini anlatmak için kendini anlaşılır yapacak ve kendini göstererek liderlik özelliğini çalıştırmak için gayret içine girecektir. Bu durumda bizim insanı konuşturacak bir sosyalizasyon tasarımı yapmamız dünyadaki tatminkarlığın dengelerini olumlu yönde değiştirebilecektir.
İnsanlara sanat ile duygu tasviri kapsamında alışkanlıklar yüklemek gerekir. Bugün eğitim olgularında sadece bilgi temelli sürükleme vardır ki bu insan doğasını pasifize etmekten başka bir şey değildir. Bilgi önemlidir ama yorumlama ve ifade ederek anlaşılırlık ortaya koymak insan için çok daha değerlidir.
Yönetselliğin temel unsurlarından biri ilkeler belirleyebilmektir. Konuşma dengeleri ile insanları ikna etme becerisi bir tekamül unsurudur. İnsanları cebren harekete geçirme yaklaşımı bugün ne kadar ilkelse ikna etme becerisindeki tekamülün etkisizliği de o kadar eksiktir. Bu durumda konuşma teknikleri açısından duyarlılık ve eğitsellik süratle geliştirilmeli ve yaygınlaştırılmalıdır. Bu yaklaşım insanların tatminkarlıklarına önemli derecede katkı sağlayacaktır. Konuşmak söylediklerini dinletmek ve gerçekten bir şeyler söylemek insan entelektüelitesini gösteren bir sonuçtur. O zaman tekamül konuşturmak ve konuştuğunu anlaşılır kılmaya dayandırılmalıdır.
q. Düşünme Fonksiyonelliği:
Düşünme karşılaşılan bir problemi zihinde çözebilme gücü olarak tanımlanabilir. Düşünebilmek için zihinde geçmiş yaşantıların izlerinin ( imge ve tasarımlarının) bulunması gerekir. Bunlar düşünmenin ham maddesini oluşturur.
- Kavramlar (Konsept) :
Zihinde yaşanmış olayların izleri önce bireysel ve somuttur. Zihin bunlar üzerinde çalışır. Zaman ile ve bir çok yeni yaşantı izleriyle bu somut ve bireysel tasarımlar soyutlaşır ve derece derece genelleşir.
Zihinde zamanla biriken imge ve tasarımlar üzerinde daha ileri bir takım işlemler yapılır. Bunlar soyutlandıktan sonra zihinde birbirleriyle karşılaştırılır. Bu karşılaştırılmada zihinde birbirine benzeyen ortak niteliklere sahip olan tasarımlar gruplandırılarak genel tasarımlara varılır. Bunlara kavram denir.
- Yargılar :
Çeşitli gözlemler ve yaşantılar sonunda zihindeki somut veya soyut tasarımlar arasında bunları bazen birbirine yaklaştıran, bazen de uzaklaştıran bağlar kurulur. Böylece bir takım yargılar meydana gelir.
- Uslamlama:
Düşünmenin bir türü de uslamlamadır. Uslamlama geçmiş yaşantılar sonucu zihinde meydana gelmiş yargılardan yararlanarak yeni yargılara varma süreci olarak tanımlanabilir. Bu yöntemle bilgiler çoğalır, yaygınlaşır ve derinleşir.
. Tümevarım yoluyla uslamlama: Birçok küçük, özgül gözlemler sonucunda elde edilen bilgileri bir araya getirerek bir genel yapıya varmaya tümevarım denir.
. Tümden gelim yoluyla uslamlama: Temel bir önermeden tikel bir önermeye kanunlardan olaylara etkenden etkiye geçme yolu olarak tanımlanır.
Netice olarak düşünsellik bir öğrenme-duygulama bileşkesi açıklığıdır. Bu oluşum ruhun yönetme ekseninde anlam bulur. Bizim eğitim ve sosyalizasyon dengelerini genişletme perspektifimiz dünyanın düşünsel kalıbını zorlamak anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ADN seviyesi düşünselliğin yaygınlık kazandırılması anlamına gelmektedir.
İNSAN PSİKOLOJİSİ ANALİZİ:
İnsanı insan yapan öğe hiç şüphesiz ruhudur. Ruhun kattığı fonksiyonellik bize düşünme derinliği sağlar. Böylece hayat anlam kazanır. Her insan yaşadığı sürece hayat kapsamında insanlarla iç içedir. Bu iç içelik bir duruş ve varlık etkileşimi ortaya koymaktadır. İnsanın kendi varlık bilinci ve duruş etkileri çevrelerin etkisi ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu etkileşim insan doğasını yaratmaktadır.
İnsanın bir etkileşim unsuru olarak görülmesi ve onu bu durumunda belirgin hale getirmek bu bölümün amacını teşkil etmektedir. İnsan duyarlılığını ve böylece kendi değerlerini anlamasını sağlayacak bu bilgileme insanın duruş gücünü teşkil edecektir. Ben hayatımda hep kendimi merak etmişimdir. Okuduğum kitaplarda kendimi anlatan hiçbir şey bulamadığım için hep kavramları kendime göre yorumladım. Şimdi bu yorumlamaları anlaşılır kılarak hazırlamaya çalıştığım bu kitap okuyanlara öncelikle kendilerini anlama fırsatı verecektir. Şu gerçek ki ben sadece başlangıcı yapmaktayım. Eminim ki konunun uzmanları çok daha güzellerini yaratacaklardır. Böylece insanlık kendini öğrenme unsurlarına kavuşacaktır.
a. Duyumlar:
Çevreden organizmayı etkileyen herhangi bir güce uyaran ya da uyarıcı nesne denir. Ele batan iğne, göze çarpan ışık, renk ve şekiller, kulağa gelen sesler birer uyarandır. Aslında uyaranlar çevrede olup biten enerji değişiklikleridir. Bunlar mekanik, ısısal ve kimyasal olabilir. Bu fiziksel ve kimyasal değişiklikler yeteri kadar kuvvetli olursa duyu organlarını etkiler. İnsan her an çevresinden gelen uyaranların etkisi altındadır.
Çevreden insana çarpan bütün uyarıcılar belli duyu organlarında kimyasal ya da elektriksel değişikliklere neden olurlar. Bu değişikliğin meydana getirdiği sinir akımının belli sinir yollarından geçerek beyne ulaşmasına duyum diyoruz. Bu fizyolojik bir olay kabul edilir. Çevreden gelen bu etkilerin böylece duyulabilmesi yetisine de duyu denir.
Bir duyumu doğurabilecek en düşük değerde bir uyarılmaya “eşik” denir. Eşik değerden daha az yeğinlikte olan uyarılmalar hiçbir duyum meydana getirmez. Eşikler başlangıç ve ara olmak üzere iki bölüme ayrılır. Başlangıç eşiği duyum ile duyumsuzluk arasındaki farktır. Yani mümkün olan en düşük seviyede bir uyarılmadır.
b. Dikkat ve Algı:
Duyu organları yardımıyla çevreyi incelemeye gözlem denir. Gözlemde önce dikkat sonra algı olmak üzere iki evre söz konusudur.
Dikkat psiko-fizik enerjinin bir nokta üzerine toplanması demektir. Bu da gözlerin bir noktaya dikilmesi, bazı kasların büzülüp gevşemesi gibi bir olayı ya da nesneyi iyice kavramak üzere organizmanın hazır bir duruma getirilmesidir.
Duyu organlarımıza çarpan bir uyaranı duymak mümkün olsaydı, bunların hepsi birden açıkça kavramazdı. Organizma bu çeşitli etkiler arasında bir seçim yapmak zorundadır. Dikkat halinde bilincin kapıları bir takım uyaranlara kapanıp psiko-fizik güç ancak ilgi duyulan sınırlı alan üzerinde toplanır.
Dikkat sık sık bir konudan başka bir konuya atlar. Buna dikkatte kayma olayı denir. Sürekli dikkat denilen durum dikkatin belli bir konunun sınırları içinde bir noktadan ötekine kaymasından ibarettir.
Aynı zamanda iki şeye dikkat etmek kolay olmaz, hatta bunun mümkün olmadığı ileri sürülür.
Duyumlar algılama fiilinin fiziksel ve fizyolojik yanlarıdır. Duyumlar bağımsız olaylar değildir. Hemen her duyumla birlikte bir algılama yapılır. Böylece psikolojik olayların en yalın öğeleri duyumlar değil algılamalardır.
Algılamada iki olgu dikkati çeker. Algılamada beyne iletilen uyarımlar; gruplar halinde örgütlenir, aynı zamanda bir anlam taşır.
c. Öğrenme:
Herkes her an bir şey öğrenmekte, herkes zaman zaman başkalarına da bir şeyler öğretmeye çalışmaktadır. Öğrenme yalnız okul duvarları içinde geçmez, hayatın her alanında ve anında meydana gelir. Öğrenme insan davranışlarının ayrılmaz parçasıdır.
İnsanları hayvanlardan ayıran en önemli özelliklerden biri insanda öğrenme yeteneğinin çok daha üstün oluşudur. Hayvanlar daha çok içgüdüleri ile yaşarlar.
İçgüdüler öğrenilmeden yapılan ve nedenleri bireyin kendisi tarafından bilinmeyen kalıtsal davranışlar olarak tanımlanır. Hayvan davranışlarının çoğu içgüdüseldir. Biyolojik bakımdan iç güdüler doğuştan olan ve sinir sisteminde sinoptik bağların meydana getirdiği bir takım sinirsel örüntüler olarak açıklanabilir. Bu örüntüler sonucu bazı davranışların hiç öğrenilmeden yapılması mümkün olabilmektedir.
Öğrenme deyince aklımıza ilk önce ezberleme veya belleme gelir. Ancak öğrenme bilgi edinmeden ibaret değildir. Öğrenme düşünsel, devimsel, duygusal ve sosyal olmak üzere birkaç bölüme ayrılır.
Zararlı-zararsız ve yalın-karmaşık gibi bölümleri de olabilmektedir.
- Öğrenme bir davranış değişikliğidir:
En geniş anlamda öğrenme; davranışlarda meydana gelen değişiklik olarak tanımlanabilir. Öğrenme bir çeşit gelişmedir. Gelişme de bireyin hayatında başlangıçtan sona kadar yavaş, ama sürekli olarak meydana gelen bir takım değişmelerdir. Bu değişmelerden bir kısmı zamanla kendiliğinden meydana gelmektedir ki buna “olgunlaşma” denir.
- Öğrenme çevreye uyum sürecidir:
Öğrenme bir uyum olarak ta tanımlanabilir. Bu bakımdan öğrenme; davranışları, ihtiyaçları daha iyi karşılayacak biçimde düzene koyma ya da yeni bir durum karşısında bunları yeniden örgütleme anlamına gelir.
Davranışları değiştirmek için alışılagelen davranışların ihtiyaçları istenildiği gibi karşılayabilmesi gerekir. Yani öğrenme için bir miktar engelleme ve mutsuz olma söz konusudur.
- Öğrenmenin biyolojik temeli:
Yeni davranışların öğrenilmesi sinir sistemi ile mümkün olmaktadır. Sinir sistemi daha çok gelişmiş olan canlılarda öğrenme gücü daha üstündür. Öğrenme, beyinde bir takım kimyasal, elektriksel değişiklikler ve sinir sisteminde yeni sinoptik bağların kurulması ile açıklanmaya çalışılmaktadır. Aslında ruh ile öğrenme biyolojisi arasında bir öteleme dengesi mevcuttur. Bilgi beyinde duygulama olarak yüklenirken ruh etkileşim dinamikleri ile bu hem yöneten hem de kullanan durumundadır.
Beyinde olup bitenlerle ilgili çok az şey bilinmektedir. Beyinde bazı oluşumların cereyan ettiği ancak arada geçen tepki zamanı ile anlaşılmaktadır. Bu bakımdan zihinde geçen oluşumlara deneysel psikologlar “vardanık olaylar” demektedirler.
- Öğrenme olayının çeşitli açılardan incelenmesi:
· Çağrışım yoluyla öğrenme:
Bazıları öğrenmeyi iki olay arasında ya da özgül olarak uyarıcılar ve tepkiler arasında bir bağ kurma süreci olarak açıklarlar. Aristo başlıca dört çağrışım kanunu olduğunu ileri sürer.
. Zamanda yakınlık : zaman bakımından birbirine yakın olan şeyler birbirlerini hatırlatır.
. Uzayda yakınlık : Aynı yerde olan şeyler birbirlerini bilinç altına çeker.
. Benzerlik: Birbirine benzeyen şeyler birbirlerini hatırlatır.
. Karşıtlık: Zıt olan şeylerde birbirlerini bilinç altına çekebilir.
Modern yaklaşımlar zamanda yakınlık konusu üzerinde durmuşlar ve buna “bitişiklik kanunu” demişlerdir.
· Sınama ve Yanılma:
Birey bir problem ile karşılaşınca türlü tepki ve davranışlarda bulunur. Bu tepkilerden hangileri problemin çözülmesine yardım ederse o davranışı benimser ve işe yaramayan tepkiler tekrar etmez.
Bu işlemin belli başlı adımları:
. Önce bireyin bir ihtiyacının engellenmesi söz konusudur.
. Sınama ve yanılma yoluyla öğrenmek için güdülenmiş olmaktan başka türlü davranışlarda bulunmak gerekir.
. Bu çeşitli hareketler içinde engeli aşmada işe yaramayan davranışlar tekrarlanmaz.
. Nihayet bu hareketler çok tekrarlanarak mükemmelleşir.
Sınama ve yanılmanın ilkeleri:
. Tekrar ve egzersiz
. Güdüleme durumu
. Davranışların sonucunun önemi.
Etki ilkesi: ödül ve ceza ilkelerinin önemini belirler.
· Klasik şartlanma:
Çağrışım yoluyla öğrenmenin biraz değişik şekli şartlanma ile öğrenmedir.
Zil sesi başlangıçta nötr uyarıcı iken şartlanmadan sonra “şartlı uyarıcı” haline gelmektedir. Yiyeceğe karşı salya akması “doğal tepke” salya salgısının zil sesinden sonra meydana gelmesine “şartlı tepke” denir. Buna aslının yerini alma ilkesi denir.
· Klasik şartlanma ile ilgili bazı kavramlar ve süreçler:
. Genelleme: Belli bir problem durumu karşısında başvurulan her hangi bir davranış istenilen başarılı sonucu verirse çeşitli benzer hallerde tekrarlanır.
. Geçiş: Belli bir alanda kazanılan bilgilerden diğer alanlarda yararlanılırsa buna geçiş yoluyla öğrenme denir.
. Ayırt etme: Pekiştirilmeyen davranışlar karşısında yani uyarıcı durumun etkisinden olan ayrılıklarına dikkat edilmelidir.
. Deneysel çözülme, Sönme: Bir edimi yada tepkiyi tekrarlamak her zaman U-T bağını kuvvetlendirip bir alışkanlığın meydana gelmesini sağlamaz.
. Kendiliğinden geri gelme: Deneysel çözülme yoluyla sönen davranışlar bir süre sonra yeniden canlanır.
· Operant Şartlanma:
Yalnız tepkiler değil edimlerinde şartlanabileceği ileri sürülmüştür. Tepkiler belirli çevresel uyarıcılara karşılık yapılan hareketlerdir. Edimler ise gözlemlenebilir çevresel uyarıcılardan bağımsız, içten gelerek kendiliğinden yapılan hareketlerdir.
Kısmi ödüllenme programları:
. Belli aralıklarla ödüllemeler.
. Belli oranlarda ödüllemeler.
. Değişik aralıklı ödüllemeler.
. Değişik oranlı ödüllemeler.
- Öğrenmede zihinsel etmenler:
Özellikle anlayışın ve kavrayışın yani zihinsel ve anlıksal etmenlerin öğrenmeyi etkilediği düşünülmektedir.
· İşaret öğrenmesi: Organizmada davranışlar bir amaca yöneliktir. Bireyler ya bir şeye doğru yaklaşmakta ya da bir şeyden kaçmaktadırlar.
. Ödül beklentisi deneyimi
. Yer öğrenmesi deneyimi
. Gizli öğrenme
- Öğrenmede içgörü:
İnsan daha önce karşılaşmadığı yeni ve karmaşık durumlarda dikkate değer ilişkileri çok zaman içsel olarak bir anda kavramaktadır. Bu durum daha ileri bir öğrenme şeklidir ki kavramlarla düşünmeyi gerektirir. Buna anlayarak öğrenme de denir.
d. Bellek :
Öğrenme olayının gerçekleşmesini sağlayan başka yanlar ve bunların sonuçları vardır. Geniş anlamda çevreye uyma oluşumu olarak tanımlanan öğrenme olayını bütünüyle üç evreye ayırmak mümkündür.
(1) Çevremize uyum devamlı olarak karşılaşılan problemleri çözmekle mümkün olur. Bir problemi çözmede ilk iş içinde bulunulan koşulları görebilmek durumu algılamaktır.
(2) İkinci adım günlük problemleri çözmede bulunan yolların bellekte saklanmasıdır. Bu da belleme yeteneği ile olur.
(3) Nihayet üçüncü adım bulunan ve bellekte saklanan çözüm yolları veya davranışları tekrar ve gezersizlerle kolayca ve otomatik olarak yapabilecek bir duruma girme gerekir. Buna da alışkanlık denir.
Aslında bellemeyi öğrenmeden ayırt etmek zordur. Belleme öğrenmenin ayrılmaz bir yanıdır. Bellek geçmiş yaşantıların öğrenilmiş şeyleri akılda tutabilme gücü olarak tanımlanabilir. Şu bölümlerde incelenir:
(1) Bir şeyin bellekte yer etmesi ve böylece istenildiği zaman anımsanabilmesi için o şeyin önce algılanması gerekir. Böylece ilk evrede bir takım izlenimlerin kazanılması söz konusudur.
(2) Algılama sonucu elde edilen izlenimlerin zihinde tutulması ikinci evreyi meydana getirir. Bunun nöronlar ve nöronlar arası ilişkilerde bir takım değişikliklerle oluştuğu ileri sürülmektedir.
(3) Her öğrenilen şeyin zihinde izi kalır. Yaşanmış olayların zihinde kalan izleri sayesinde daha önce görülmüş, algılanmış nesne ve olaylarla karşılaşıldığı zaman bunların daha önce görülmüş olduğu anımsanır. Buna tanıma denir. Tanıma belleğin ilkel bir belirtisidir.
(4) Birkaç kez görüp zihnimizde iyice yer etmiş olan nesne ve olayları istediğimiz zaman zihnimizde canlandırabiliriz. Buna anımsama denir. Anımsayabilmek için daha esaslı kavramış, daha iyi öğrenmiş olmak gerekir.
(5) İyi öğrenilmiş şeyler çok tekrar edilirse alışkanlık meydana gelir. Alışkanlıklar o kadar iyi bellenmiş bilgi ve davranışlardır ki bunları hiç düşünmeden otomatik olarak tekrarlar ve yaparız.
e. Alışkanlıklar:
Çok iyi öğrenilmiş, düşünülmeden, otomatik olarak yapılan hareketlere alışkanlık denir. Alışkanlıklar kişiliğin önemli bir yanını oluşturur. Bir davranışın alışkanlık haline gelebilmesi için; hem doyum sağlayıcı, yani bir ihtiyacı giderici olması, hem de çok tekrar edilmeiş olması gerekir.
Günlük dilde belleme(ezberleme) daha çok fikirsel tasarımlara ve sözcüklere dayanan bir öğrenme anlamına gelir. Alışkanlık ise söze dayanmayan devimsel becerilerle ilgili olarak kullanılır. Psikolojik bakımdan bellek ve alışkanlık arasında sıkı bir ilişki vardır. Alışkanlıklar bellemenin bir ürünüdür. Alışkanlıklar çok iyi bellenmiş fikirler, devimler ve duyuşlardan meydana gelir.
Hem bilgiler hem de beceriler alışkanlık haline gelebilir. Bilgiler zihinde birikmiş tasarımlar ve kavramlar anlamına gelir. Beceriler ise bir takım devimlerin hızla birbirini izlemesinden meydana gelir. Becerinin devimsel olduğu kadar düşünsel yanları da vardır. Becerileri: devimsel, yarı devimsel ve yarı düşünsel, düşünsel olmak üzere üç bölüme ayırmak mümkündür.
Alışkanlıklar bütün içsel yaşantılar için söz konusu olabilir. Algılama ve dikkat etme alanında da alışkanlık haline gelmiş tutumlar vardır. Aslında tutumu alışkanlık haline gelmiş duyuş ve görüş tarzları olarak tanımlarız.
f. Unutma:
Öğrendiklerimizin bir çoğunu anımsayamayız, bir kısmını da hayatımızın sonuna kadar unutmayız. Unutma öğrenmenin tersi olarak tanımlanabilir.
(1) Atrofi(Körelme) kuramına göre unutma anıların beyinde ve sinir sistemindeki izlerinin zamanla azalıp kaybolmasından ileri gelmektedir. Kullanılmayan ve tekrar edilmeyen bilgi ve beceriler zamanla yok olmakta nöronlar arasındaki bağlar gevşemektedir.
(2) Deneysel çözülme ya da silinme: Bireylerin davranışları ödüllenmedikçe bunları tekrar etmemekte ve bunun sonucu olarak unutulmaktadır.
(3) Geriye ket vurmaktan ileri gelmektedir. Bu olay yeni öğrenilen bilgilerin eski öğrenilenleri karıştırması, eski anıların bilinç alanına çıkmasını engellemesi ile açıklanmaktadır. Geriye ket vurmayı azaltmak yeni edinilen bir bilginin eski bilgileri unutturmasının önüne geçmek için araya bir dinlenme zamanı koymak gerekir.
(4) Anıları baskı altına alıp bilinç dışına itme yoluyla meydana gelmesi. Bir çok anıların zihnimizde saklı olmasına rağmen unutulmalarının bunları anımsayamamaktan ileri geldiğini destekleyen gözlemler şunlardır.
i. unuttuğumuz olguların beklemediğimiz bir anda rastgele çağrışımlarla kendiliğinden hatırlanması.
ii. Bir defa öğrenilip unutulan bir materyalin yeniden gayret sarf edilerek kısa zamanda öğrenilmesi
iii. Rüyada, yüksek hararetli hastalık hallerinde, hipnotize edilmiş durumda ya da ilaç tesiri altında çoktan unutulmuş sayılan çocukluk anılarının canlanması gibi haller, öğrenilen şeylerin organizmada sürekli bir iz bıraktığı kuramını desteklemektedir.
g. Düşünme:
Düşünme karşılaşılan bir problemi zihinde çözebilme gücü olarak tanımlanabilir. Düşünebilmek için zihinde geçmiş yaşantıların izlerinin(imgelerinin ve tasarımlarının) bulunması gerekir.
- Kavramlar:
Zihinde yaşanmış olayların izleri önce bireysel ve somuttur. Yani bu tasarımlar belli bir nesnenin, olayın, belli bir yaşantının izleridir. Ama zihin bunlar üzerinde çalışır. Zaman ile ve bir çok yaşantıların etkisiyle bu somut ve bireysel tasarımlar soyutlaşır ve derece derece genelleşir. Soyutlama nesnelerin gerçekten ayrılması mümkün olmayan beyazlık, ağırlık, yumuşaklık veya sevimlilik gibi niteliklerin zihinde ayırt edilerek üzerinde düşünme sürecidir.
Zihinde zamanla biriken imge ve tasarımlar üzerinde daha ileri bir takım işlemler yapılır. Bunlar soyutlandıktan sonra zihinde birbirleriyle karşılaştırılır. Bu karşılaştırmada zihinde birbirine benzeyen ortak niteliklere sahip olan tasarımlar gruplandırılarak genel tasarımlara varılır. Bunlara kavram denir. Kavramların kapsadıkları niteliklerin tümüne içlem denir. İçlem ve kapsam arasında ters bir orantı vardır. Kavramların içlemini meydana getiren özelliklerin sayısı arttıkça kapsamları yani kapsadıkları tasarımların çeşidi azalır. Kavramlar sayesinde yaşantılar sonucu meydana gelen sayısız imge ve tasarımlar sınıflandırılmış yani bir takım bölümlere ayrılmış olur.
- Yargılar:
Çeşitli gözlemler ve yaşantılar sonunda zihindeki somut veya soyut tasarımlar arasında, bunları bazen birbirine yaklaştıran bazen de uzaklaştıran bağlar kurulur. Böylece bir takım yargılar meydana gelir. Bu işleme de yargılama denir. Yargılar gerçek ve değer yargıları olarak iki kategoriye ayrılabilir. Değer yargıları öznel, objektif gerçekle ilişkisi az olan yargılardır.
- Uslamlama :
Uslamlama geçmiş yaşantılar sonucu zihinde meydana gelmiş yargılardan yararlanarak yeni yargılara varma sürecidir. Bu yöntemle bilgiler çoğalır, yaygınlaşır ve derinleşir.
Uslamlamanın algılama ve öğrenme ile sıkı bir ilişkisi vardır. Ancak algılama ve öğrenmeye göre uslamlamada dil daha önemli bir rol oynamaktadır. Uslamlama yoluyla düşünmede sözcüklere bağlanmış fikirler, yargılar ve bilgiler birbirleriyle karşılaştırılarak yeni bilgi ve sezişlere varılmaktadır. Uslamlamanın iki türü vardır. Tümevarım yoluyla, tümden gelim yoluyla uslamlama.
h. İmgeleme (Hayal Kurma):
Günlük dilde hayal kurma dediğimiz imgelemeye otistik düşünme de denir. Düşünmenin bir uçta mantıksal, öteki uçta otiksel olmak üzere bir boyut üzerinde derecelendirilerek sıralanabilecek şekilleri vardır. Bütün insanlarda düşünme üzerinde duygu ve arzuların az çok etkisi olur. Ancak mantıksal düşünmenin en ilkel şeklinde objektif durum; duygular, istekler, inançlar ve ihtiyaçlardan mümkün olduğu kadar arınmış olarak mantıksal bağları ile incelenir. Arzular, ihtiyaçlar ve duyguların kuvvetle etkilediği düşünme tarzına “otistik düşünme” denir. Bu türlü zihin çalışmasında gerçek koşullar ve mantıksal bağlar o kadar dikkate alınmaz.
Rüya görme ve hayal kurma otistik düşünmenin şekilleridir. Bu türlü zihin çalışmalarında arzular ve istekler düşünme sürecini etkiler. Gerçek koşullar dikkate alınmadan, ihtiyaçları tatmin etmek üzere insan olmayacak şeylerin olabileceğini düşünür. Hayal kurma doyum veren bir eylemdir. Bunun için ne zaman günlük gailelerin baskısından kurtulup boş vakit bulunsa zihin hayal kurmaya başlar.
- İmgeleme süreci:
Serbest düşünmede daha önce yaşanmış olan olayların zihnimizdeki imgeleri, arzularımıza uygun olarak birbirini izler. Zihinde biriken yaşantıların imgeleri ve tasarımları çözümlenir, soyutlanır ve bunlardan yeni bireşimler meydana gelir. Daha önce görülmeyen yeni örgütlenmeler olur. Yeni buluş ve icatlar yaratıcı imgelemin ürünleridir. Bununla beraber yaratıcı imgelem ana öğelerini insan belleğinin deposundan alır. Zihinde bulunan tasarımlar çeşitli yollarla çalışır.
i. Bireşim Yolu: İki veya daha fazla tasarım parçaları bir araya getirilir.
ii. Katma yolu: Zihindeki bir bütün tasarıma başka tasarımlardan parçalar katılır.
iii. Ayırıp Atma Yolu: Bir bütün tasarımdan bazı parçaları, ayrıntıları ya da nitelikleri ayırıp atma yoluyla yeni imgeler elde edilir.
iv. Büyültme veya Küçültme:
v. Nitelikleri Değiştirme:
- Aydetik İmgeleme Gücü:
Bazı kimselerin eşyanın imgesini zihinlerinde hemen gerçekte olduğu gibi canlandırabilmesine denir. Çocuklarda ve sanatçılarda daha çok rastlanmaktadır.
i. İletişim:
İnsan hayatında dilin büyük bir önemi vardır. İnsanlar birbirleriyle konuşma yoluyla anlaşabiliyorlar, uzaktakiler ise yazışma yoluyla birbirlerine istedikleri fikir ve duyguları iletiyorlar. Konuşma ve yazma dilin iki biçimidir. İnsanlar birbirlerine yalnız dil yoluyla değil, başka yollarla da istek, düşünce ve duygularını iletebilirler.
İnsan konuşmayı doğduktan sonra sosyal etkileşme sonucu olarak öğrenir.
İnsan gelişiminin önemli bir yanını düşünce ve fikirlerin gelişimi oluşturur. Bunun organizmada sadece bir takım sinirsel bağlarla açıklanamayacağı dilin gelişmesinin düşünsel yaşam üzerinde çok etkili olduğu anlaşılmaktadır. Düşünmek ile konuşmak arasında çok sıkı bir ilişki olduğu düşünmenin sessiz konuşmak konuşmanın ise düşünceleri seslendirmek olduğu ileri sürülmektedir. İnsan bazen düşünerek konuşur, bazen ise konuşarak düşünür. Bir insanla konuşurken insanın aklına yeni fikirler geldiği olur. Platon; “ruh düşünürken konuşur gibidir, adeta kendi kendine sorular sorar bunları cevaplandırır. Bazen bunları tasdik eder bazen ise inkar eder.” Demiştir.
Dil sadece düşünsel yaşamla değil aynı zamanda devimsel yaşamla da ilişkilidir. Bazı duygusal halleri yaratmada da başvurulan bir araçtır.
j. Zeka – Duygusal Zeka:
Zeka, bir genel zihin gücü olarak tanımlanır. Bu genel zihin gücü insanın herhangi bir başarı alanında aynı derecede kendini gösterir. Zekanın çevre şartlarında az çok bağımsız olduğu da ileri sürülmektedir. Son yapılan çalışmalarda çevresel koşulların zekayı belli bir ölçüde etkilediğini ortaya çıkarmıştır.
Zekayı bir genel yetenek olarak algılayanların görüşlerine tek etmen kuramları denir. Buna göre “zeka soyut düşünme yeteneğidir”. Ayrıca “edinilen bilgilerden yararlanarak problemi çözme yeteneği” olarak ta açıklanır. Bir başka tanım “yeni karşılaşılan durumların gereklerini, düşünme yeteneğinden yararlanarak karşılayabilme, yeni hayat koşullarına uyabilme gücü” şeklindedir. Son yıllarda zekaya; “öğrenme gücü”, “genel kabiliyet”. “akademik yetenek” diyenlerde çoğalmaktadır.
Çift etmen kuramına göre zihinsel güç bir genel yetenek ile bir çok özel yetikliklerden meydana gelmiştir. Bu genel yeteneğe zeka denmekte, “karmaşık durumlarda ilişkileri görebilme gücü” olarak tanımlanmaktadır.ona göre insan ne kadar zeki olursa bir durumda o kadar çok ilişkiler kurar ve karmaşık bir problemi en kestirmeden çözecek yolu bulur. Bu genel gizil güç her alanda aynı biçimde kendini gösterir.
Çok etmen kuramına göre zeka; günlük davranışlarımızı düzene koyan fikirsel gizilgüç bir tek genel yetenek olmaktan ziyade bir çok özel yetikliklerin bir araya gelmesinden oluşmuştur. Zekanın mekanik, sosyal ve soyut olmak üzere üç şekli vardır. Zeka bir çok fikirsel yeteneklerin karışımından meydana gelir.
(1) Sözel anlayış: Kelimeleri tanıma ve anlama yeteneği.
(2) Sözel akıcılık: Sözel ve yazılı olarak uygun kelime ve ifadeleri çabucak bulabilme gücü.
(3) Sayısal yetiklik: Basit aritmetik işlemleri çabucak yapabilme gücü.
(4) Uzay ilişkilerini anlama,
(5) Bellek: Mekanik belleme gücü.
(6) Algısal hız: Karmaşık bir nesnenin ayrıntılarını görebilme.
(7) Mantıksal düşünme.
Duygusal zekaya gelince: her insanın ruhunun çevre ile etkileşiminin bir kaynaşma gücü vardır. Bu kaynaşmanın temel duyguları saygı-sevgi-sorumluluk bilincidir. Bu üç duygulamanın kuvvetine göre insan çözümleme gücünde farklı isteklilik doğar. İşte duygusal zeka çözümleme istekliliğini başarma gücünü gösterir.
k. Yetenekler:
Kişilerin psikolojik özelliklerini değerlendirmede psikometri teknikleri deyimi ile anlatılan bir takım bilimsel ölçme metotları geliştirilmiştir. Bu metotlarla bireyin genel düşünsel yetenekleri, özel yetiklikleri, eğitimi ve kişiliği gibi çeşitli gibi çeşitli nitelikleri, onun kendi durumunda olan başkalarıyla karşılaştırılmasına olanak verecek biçimde ölçülebilmektedir.
Bu ölçmelerde bireyin belli nitelik ya da özellikleri sayısal olarak değerlendirilir. Örneğin zihin gücü 100, dışa dönüklüğü 20, atılganlığı 30, sinirliliği 15 gibi. Kişisel niteliklerin nüfus içinde normal eğri meydana getirecek biçimde dağıldıklarını bilmek bu işte yardımcı olur. İnsanlar çeşitli yetenek ve yetiklikleri bakımından birbirinden farklılık gösterirler.
l. Kişilik ve Benlik:
Kişilik; bir insanın bütün ilgilerinin, tutumlarının, yeteneklerinin, konuşma tarzının, dış görünüşünün ve çevresine uyum biçiminin özelliklerini içeren bir terimdir. Bununla beraber, dikkate değer bir husus, kişiliğin kendine özgü ve ahenkli bir bütün olmasıdır.
(1) Kişiliğin davransal tanımları:
Davranışçı psikologlar; kişiliği, bir insanın kendine özgü ve az çok her zaman gözlemlenebilen davranış ve alışkanlıklarının tümü olarak tanımlarlar. Bir başka deyişle; bir insanın alışkanlıklarının, alışkanlık sistemlerinin tümüdür.
(2) Sosyal uyarıcı olarak kişilik:
Buna göre kişilik; insanın sosyal uyarıcı olma bakımından nitelikleridir. Kişilik; bir bakıma insanın toplumda oynadığı çeşitli roller ve bu rollerin başkaları üzerinde bıraktığı etkilerin tümüdür.
(3) Derinlik psikologlarına göre kişilik:
Bunlara göre insanın gözlemlenebilir ve ölçülebilir bütün özellikleri bir takım iç etmenlerden ileri gelmektedir. Bireyin çevresine kendine özgü bir biçimde uymasını sağlayan psikofizik iç güçlerin dinamik bir örüntüsü olarak tanımlanmaktadır.
Frued’a göre kişilik id, ego ve süperego olmak üzere birbirini etkileyen üç bölümden meydana gelmiştir. İd; kişiliğin çekirdeğini oluşturan ham tabiattır. Burası içgüdüler, iç tepkiler, iştah, istekler ve ihtiraslar gibi bir çok dinamik güçlerin kaynaştığı bir yerdir. Burada haz prensibi egemendir. Biyo psikolojik ihtiyaçlar doyum peşindedir. İd’in önemli bir kısmı baskı altına alındığı için bilince açık değildir.
Ego; id’in yöneticisi, savunucusu ve koruyucusu gibidir. Ham doğayı temsil eden id’in istek, ihtiyaç ve iştihalarını gerçekleştirme yollarını kontrol eder. Böylece bireyi dış çevresinden gelecek tehlikelerden korumaya ve insanın başarısını ve güvenirliliğini sağlamaya çalışır. Burada haz prensibi değil gerçeklik ilkesi hüküm sürer. Ego dış çevreyle iç hayatın düzenleyicisi, arabulucusu gibidir.
Süperego: kişilik yapısında toplumun temsilcisidir. Süperego insanın içinde yaşadığı çevrede mevcut değer yargılarının bir takım yaşantılar sonunda benimsenmesi yoluyla zamanla meydana gelir. Fakat bir defa geliştikten sonra artık bireyin davranışlarını kontrol eden, sansür eden güçlü bir etken olur.
O halde kişiliğin konuşma ve davranma gibi gözlemlenebilir, ölçülebilir yanlarının temelinde tamamıyla içten gelen ve dıştan görülebilen yanlarını etkileyen karmaşık bir dinamikler örüntüsü vardır. İnsan kişiliğini anlayabilmek için iç güçlerin kendine özgü yapısını anlayabilmek gerekir.
Kişilik bir insanın duyuş, düşünüş, davranış tarzlarını etkileyen faktörlerin kendine özgü örüntüsüdür. Kişilik çok kapsamlı bir kavram olup bireyin biyolojik ve psikolojik, kalıtsal ve edinik bütün yeteneklerini, güdülerini, duygularını, isteklerini, alışkanlıklarını ve bütün davranış özelliklerini içine alır. Kişilik devamlı olarak içten ve dış çevreden gelen uyarıcıların etkisi altındadır. Bir diğer yanı da sürekli bir değişim süreci içinde olmasıdır.
Benlik; kendi kişiliğimize ilişkin kanılarımız ve kendi kendimizi görüş tarzımızdan oluşur. Bu bakımdan benlik kişiliğin öznel yanı olarak tanımlanabilir.
Ben ne yapabilirim ve ben neyim sorularının cevapları gerçek benliği, benim için neler değerlidir ve hayatta ne istiyorum sorularının cevapları ideal benliği meydana getirir.
m. Kişiler arası ilişkiler:
Sosyal psikolojinin önemli konularından biri de toplumu meydana getiren bireylerin birbirleri üzerine olan etkileridir. Buna kişiler arası ilişkiler denir.
Başkalarını görüş ve kavrayışımız, onlara karşı tavır ve tutumumuzu çok etkiler. Karşımızdakini nasıl görürsek ona göre davranırız. Başkalarını ya doğrudan doğruya tanırız, ya da başkalarında duyarız. Başkalarını tanımada görüşümüzü çarpıtan etmenlerden birisi psikolojik hazırlık durumudur. Bir insan ya da grup hakkında bize daha önce verilen bilgiler o insanı ya da grubu algılamamızı etkiler. Bir insanı nasıl umuyorsak öyle buluruz.
Kişiler arası ilişkileri olumlu ya da olumsuz etkileyen üç etmen vardır. Birincisi; insanın başkalarıyla olan iletişiminde saygı ilkesine yer vermesidir. İkincisi; karşısındakini mümkün olduğu kadar empatik bir anlayışla dinlemesidir. Üçüncü ilke bağdaşım ilkesidir. Buna göre kişilerin kendi içlerinden gelen duyguların farkında olmaları ve mümkün olduğu kadar oldukları gibi görünmeye düşündükleri ve duydukları gibi konuşmaya çalışmaları gerekmektedir.
n. Liderlik:
Liderlik sosyal rollerden biridir ve lider bir grupta diğerlerini en çok etkileyen kişi olarak tanımlanır. Liderlik günümüzün önemli sorunlarından biridir. Demokratik toplumlarda liderlerin rolü daha da önem kazanmıştır.
Liderleri otoriter ve demokratik olmak üzere iki kısma ayırmak mümkündür. Otoriter lider daha ziyade geleneksel toplumlarda tutulur. Böyle bir lider otoritesini ve sorumluluğunu işgal ettiği makamdan alır. Ortak özellikleri şunlardır.;
· Topluma uymaya büyük önem verme,
· Değişmez bir kişiliğe sahip olma ve değişiklikten hoşlanmama.
· İdare amir memur ilişkilerine önem verme,
· Gücü elinde tutan kişi ve gruplara dönük olma,
· Etosantrik, yani yabancı ve azınlık gruplarına müsamahasız olma,
· Tutucu ve geleneklerine bağlı görünme,
· Başkalarının cinslik suçlarına aşırı ilgi gösterme.
Bugün daha demokratik lider tipi tutulmaktadır. Demokratik toplumlarda insan liderlik görevini başkalarının kendisini seçmeleri ve bu görevde ona saygı göstermeleri sonucu elde eder. Tam demokratik bir grupta herkes gruba en çok katkıda bulunabileceği anda liderlik görevi ile karşılaşır.
o. Kültürlenme:
Her toplumun kendine özgü bir kültürü vardır. Kültür özellikleri yalnız milletten millete değişmez, aynı ülkenin kent ve köylerinde hatta aynı kentin değişik mahallelerinde oturan insanların kendilerine özgü kültürleri, gelenek ve görenekleri vardır. Bu değişik kültür ortamlarında yetişen insanlar, toplumlaşma yoluyla birbirlerinden ayrılırlar. Böylece bir toplumdan diğerine geçen birey yeniden uyum problemleriyle karşılaşır. İnsanın içinde doğduğu kültürden farklı bir kültürü benimsemesi sürecine kültürlenme denir. Bir bakıma kültürlenme toplumsallaşmanın değişik bir şeklidir. Toplumsallaşma ve kültürlenme hayat boyu devam eder.
p. Politizasyon:
İnsanın insanlara karşı takındığı rollerin farklılık dinamiklerine politizasyon demekteyim. İnsan zekası en az 100 ve daha fazla bireye karşı tek tek politik duruş belirleyebilecek yeteneğe sahiptir.
Politizasyonun temel davranış kriterleri ile belirginlik kazandığı düşünülebilir. Ama her insan toplum içinde gördüğü örneklemelere bakarak kendine farklı roller bağlamında bir denge rolü üretebilir. Politizasyon sosyal duruştan çok etkilenir. Sosyal duruş etkilerinide politizasyon önemsemelerini çok etkilemektedir.
Politizasyon bilincinin birinci dinamiği çıkar ve denge etkisinden oluşur. İkinci etki manevi haz etkisidir. Üçüncü faktör yakınlık ve beklentiler dinamikleriyle ilişkilidir. Dördüncü etkilenim sosyal duruşu besleme işlemidir. Nihayet beşinci etki bireysel duruşu tazeleme yönelişi oluşturur.
q. Rasyonalizasyon Bilinci:
Her insan bulabildiğinin en iyisini ister. Bu doğal bir oluşumdur. Güzelse en güzeli, zenginlikse en zengini.Hayatı tanıdıkça kendisini anlar toplumu öğrenir ve kendi rasyonalitesini yaratır. Yakın çağ toplumu insanı mekanik bir oluşa yöneltmiş ve rasyonalite çıkarcılıkla bütünleştirilmiştir. Halbuki rasyonalitenin içinde toplumsal çıkarların önemsenmesi de vardır. Bu genellikle entelektüel bireylerde daha ön plana çıkar.
Rasyonalizasyon, yani ölçülü akılcılık toplumsal ve bireysel çıkarlarla denge temayülü arama tercihinin arama kriterlerini verir. Böyle olunca toplum muhafazakar olduğu kadar devrimci nitelik kazanır ve sürekli tekamül eder.
r. Diplomatik Duruş Tercihi ve Etkisi:
Diplomatik duruş bilinci modern toplumun geliştirdiği hem var oluş hem de kimlik belirginliği yaklaşımıdır. Hem tüzel kimlikte hem de bireysel kimlikte önemli yer tutar. Diplomatik duruş belirginliği davranış ve politika eksenli bir tercihler kümesini yansıtır.
Birey geliştikçe kendi duruşları çerçevesinde davranış kimliği yaratma ihtiyacı hissedecektir. Bunun formülasyonunu diplomatik kimlik karakteri oluşturacaktır. Böylece birey hem kendisini daha rahat hissedecek hem de sosyalizasyon dinamiklerinde tutarlılık ortaya çıkacaktır.
s. Değerler Bilinci:
Birey yaşantısındaki öncelikleri fizyolojik güdülemeden kurtardıkça tekamül arayışını realize etmeye yönelecektir. İşte bu aşamada duygularını yönetebilmek için duyguların etkileşimine olanak veren bir değerler bilinci ortaya çıkacaktır.
Kültür ve toplumsallaşma değerler bilincini etkilerken aynı zamanda birey tekamül aşaması olarak değerleri önceliklendirmeyi öğrenecektir. Gerçekte bu kabiliyet bireyde her zaman vardı ama bireyin öncelikleri kısıtlı olduğundan değerler manzumesi belirginlik kazanmıyordu.
t. Dürüstlük ve Bireysel Duruş:
İnsanın rasyonel duruş dinamiklerinin en kolay tekamül ortamı dürüstlük tercihinde anlam kazanır. Dürüstlük diğer insanlar karşısında muteber olabilmenin tek yoludur. Dürüst olabilmek tutarlı olabilmek demektir.
İnsanın hayatla ilişkilerinde duygusal bir istikrar yaratabilmesi çok önemlidir. Duygusal istikrarı insan ailesinden öğrenir. Böylece dürüstlük temelini de aile yaratacaktır. Zira çocuk alışkanlıklarını bu temelde kazanmazsa gelecek onun için farklı dinamikler verecektir.
Bireysel duruş muteberliğini toplumsal anlayış desteklemelidir. Böyle olursa insan tekamül ettikçe değerleneceğini bilecek ve bundan asla vazgeçmeyecektir. Toplum değerlenen bireyi etkileyemiyorsa zaten tekamülü beceremiyor demektir.
u. Sosyal Duruş Etkisi:
Bireyin kendi hak edişini tanımasıyla başlayan yaşam deneyimi hayatı doğru olgularla dinamik dengeye oturtma becerisinin sonucu birey gerçekçi sosyal duruşuna kavuşur. Bu hak edilmiş bir öyküye sahipse zaten doğası kendisini gerçekçi manada ortaya koyabilecektir.
Toplumdaki sosyal mevki ile sosyal duruş etkisi belirginlik kazanır. Sosyal duruş bir anlamda reel etki unsuru olarak anlaşılmalıdır. İnsanın bulunduğu topluma yapabildiği katkıyı görebilmesi ve bunu stratejik bir vizyona büründürmesi toplumsal tekamülün varlığının işaretidir.
v. Ruhun Etkileşimi:
Ruh taşıdığı etkiyi dünyaya aksettirmek için kendine uygunluk arar. Bu uygunluğun temeli birinci derecede ruhun aradıklarıyla uyumlu sosyalizasyon imkanının yaratılması ile gerçekleşir. Ruh kendi tutarlılığında diğerlerine nazaran kendi farkını yaratma temayülü ile belirginlik kazanır. O zaman her ruh muteber, her ruh önemli olur.
Hayatın ruhlardaki farklılığı absorbe ederek dengelerle mütekamil ve açılımlı olduğunu görebilmemiz gerekir. Dünyadaki organizasyon gereksinimlerinin farklı ruh bileşkelerinde doğru doktrine edilerek realize ve rasyonalize edilebileceğini aramak zorundayız. İnsanları robotlaştırarak değil, belli disiplin kökeninde farklılaştırarak rasyonel olabiliriz. Ruhların yaradılış dinamikleri de buna imkan verir.
3.İNSAN PSİKOLOJİSİ VE DOĞA:
İnsan psikolojik varlık olarak hem fizyolojisini hem de sosyolojisini etkiler. Bu nedenle kendi motor gücünü psikolojik anlamlılığından almaktadır. Bu kitabın yazılış amacı insanı kendi tutarlılıklarında belirgin kılan dinamikleri insanın kendisinin anlamasını sağlamaktır.
Bu bölüm insanın hayatla ilişkisinde taşıdığı rollere yönelirken sahip olduğu nitelik ve özellikleri anlamasını sağlayacak açılımı vermeyi amaçlamaktadır.
İnsan psikolojisinin gerçekte “bir beygirlik bir motor gücünden bin beygirlik bir motor gücüne ulaştırılması” arayışının gerçekçi olduğunu görebilmek demektir. Yani insanın sahip olduğu tanrısal yeteneklere vakıf olmaya başlamak demektir.
Üretkenlik ve verimlilik temelli organizasyon dinamiklerini ancak psikolojik sağlığı yerinde olan insanlar başarabilir. Bu sağlıkta öncelikle bilinçlenmeyi dikte ettirir. Bu çaba işte budur.
a. Huy:
İnsanın tabiatını en genel anlamda anlatan sözcük huy kelimesidir. Huy kabaca insanın değişmez tabiatını aksettirir. Huylu – huysuz tabiri hayvanlar içinde yaygın olarak kullanılır. Huylu olmak sanki davranış olarak daha bizim doğamıza uygunluk belirtir.
Huy kişinin genel davranış temayülünün bir açıklaması olabilir.
b. Mizaç:
Bireyin biraz daha bilimsel derinlikte nitelikleri hakkında bilgi taşıyan bir sözcüktür. Mizaç denince ruhun aksettirdiği genel yaşam temayülü anlaşılmalıdır. Bu kapsamda birey sabit özelliklere sahiptir ve farklı davrandığında büyük rahatsızlık duyacaktır.
Sorumluluk yönünün ağır basması sosyal davranışa temayüllü oluşu, felsefi konulara yatkınlığı gibi hususlar hep mizaçta ortaya çıkan temayüllerdir.
c. Karakter:
İnsan mizaca göre toplumsal değerlere dayalı bir davranış kalıbı oluşturur. Bu kalıp genellikle davranış nitelikleri bakımından yapısal bir veçhe ortaya koyar. İşte buna karakter diyoruz.
Karakter kalıbı içinde davranış politikaları yoktur. Zira bunlar belirginlik gösterse de kişiden kişiye değişebilir.
d. Bilinçlenme:
Gerçek anlamda bilinçlenme lise seviyesi eğitimi gerekli görür. Bilinçlenme doğru yanlış kavramları üzerinde muhakeme yapabilecek kadar derinlik kazanmakla olur. Hayatın gerçek anlamda anlaşılması hakikaten zordur. Davranışlarımızı belki yönlendirebiliriz ama bilinçlenme yararlı insan olmak demektir.
Fikirleri savunabilir veya fikir üretebiliriz. Ama evrensel kalıplar hakkında malumat sahibi olmadan gerçek manada konuşmalarımız veya duruşumuz medeni ve çağdaş kalıplara sığmaz. Bu nedenle 18 yaş toplumlarda bilinçlenme yaşı olarak kabul görür. Bu yaş öncesinde birey yaptıklarından kısmen sorumlu tutulmaktadır.
e. Aşağılık Kompleksi:
Bireyin kendini üstün sandığı ama kabiliyetleri itibarıyla buna inanmadığı durumdur. Davranış olarak birey kendini daha üstün göstermeye çalışır ve gerçekler yerine hayal peşinde koşar.
Bu davranış yanlışlığının giderilebilmesi için bireyin gerek eğitim ortamında gerekse çalışma hayatında kendisini tanımasına fırsat verilmelidir. İnsan kendisini kolay tanıyamaz. Ama denemeler yoluyla kabiliyetleri hakkında tecrübe biriktirir ve bu tecrübeler bireyi daha anlaşılır kalıba sokar.
f. Üstünlük Saplantısı:
Her birey ruhunun ölçümsüzlüğü içinde kendini çok değerli görür. Yaradılışı üstünlük üzerine kurulmuştur. İnsanın içinde yatan aslan işte budur. Zamanla hayatı tanıdıkça insan kendi ile yargılarını düzeltebilir.
Gerçek manada İslamiyet kul statüsü ile Allah dışında bir tahakkümü reddettiğinden Müslüman aleminde birey bazında saplantı olarak bu temayül daha yaygındır.
Ben her bireyin üstün olduğunu ispatlamasına imkan ve fırsat verilmesi gerektiğine inanıyorum. İnsan içindekini değil yapabildiklerini kendine referans alabilmelidir. Yalan söylemenin de aslında bu saplantı ile yakından ilişkisi vardır.
g. İkna ve Etkileşim:
İnsanlar kolay ikna olmamışlardır. Nitekim dayak ve zorbalık bunun doğal oluşumudur. Bizim ikna tercihimiz evrensel değerlere ve gürbüz fikirlere dayanmaktadır. Bir insanın medeni olabilmesi için düşünebilmesi, bilmesi ve öğrenmeye açık olması gerekir. Dolayısıyla bugün Batı toplumunda bir dereceye kadar var olan konuşma etkileşimi süratle dünyaya yayılmalıdır.
İnsanın düşünebilmesinin temel özgesi küçükken kendisine sunulan ortamın buna müsait bir anlayış taşımasıyla mümkün olabilir. Yahudilerin çocuklar için özel hikayeler kullanmaları, Almanların anne yönlendirmesiyle dinleyen bir çocuk imajı yaratmaları, soyluların dadı veya mürebbiye marifetiyle çocuklarını özel yetiştirmeleri hep ikna ve düşünme yeteneği çabalarıdır. Bu durumda ikna etmek bir düşünsel başarı öyküsü gibi algılanmalı ve insan bunun için emek sarf etmelidir. Bu yaklaşım bireyin düşünsel derinliklerini etkileyecek ve onu tekamül ettirecektir.
h. Karar Verme:
Düşünsel yetenekleri incelerken ruh etkisinden bahsetmedik. Ruh etkisini iki açıdan gözlemlemek gerekir. Birincisi karar verme işleminde tatminkarlık, ikincisi kararın doğruluk beklentisinin yüksekliğine inanarak irade ile bunu bütünleştirmek.
Karar verme alışkanlıklar yanında olmak istenene de imkan tanıyan bir teşebbüstür. Bu nedenle insan bildikleri ve tecrübeleri bazında inancına dayalı karar verir. Karar vermek sadece kazanç maksimizesi değildir. Aynı zamanda uygunluk ve yetinme seviyesi çok önemlidir.
İnsanın karar verirken pişman olmaktan korkması da önemli bir etkendir. İnsanlar ne kadar çok karar verir ve ne kadar çok kararlarında haklı çıkarlarsa o kadar kendilerine güvenleri artacaktır.
i. Muhakeme ve Alternatif Yaklaşımlar:
Bir konunun avantajları ve dezavantajları açısından irdelenmesine muhakeme denir. Muhakeme sonucu ortaya alternatif hal tarzları çıkar. Alternatif hal tarzlarından çıkarlarımıza ve tercihimize uygun düşenini karar olarak seçer ve irademizle verdiğimiz kararı savunmaya çalışırız. Böylece hayat ile birey dengesinde yönetsellik ortaya çıkar.
İnsanın en büyük özelliği düşünebilmesi böylece stratejik bir duruş tesis edebilmesi ve muhakeme yeteneği ile insanları etkileyen yönetselliği becerebilmesidir. Bu yönetsel disiplinlerle liderliği ortaya koyar ki sosyalizasyon çerçevesinde yeteneklerin doğmasını sağlar.
j. Tercihler ve Zevkler:
Hayatın belki de en riskli aynı zamanda en heyecan verici tarafı verdiğimiz kararlarda kendimize özgülük taşıyan bir yan olmasıdır. Gerçekte bireysel kader bileşkesini yarattığımız halde tercihlerimizin çoğu alışkanlığa dönüşür.
Maceraperest kişiler bu tercih sıralamalarında heyecanın zevkini çıkarırlar. ADN tasarımındaki hayat dinamikleri mutlaka bir parça macera düşkünü olmayı benimsetecektir. Zira durağanlık alışkanlıkları, alışkanlıklar monotonlukları yaratır ki bunlar sıkıcı şeylerdir. İnsanın yaşamsal dinamikleri bir miktar belirsizlik taşıması gerektiği gibi heyecanda taşımalıdır. Riskleri bertaraf ettiğimiz durumda macera mutlaka zevke dönüşecektir.
k. Motivasyon Bilinci:
Ödül ve ceza insanları hedeflendirmek için kullanılan en özel yaklaşımlardır. Bugüne kadar ceza daha öncelikli olarak kullanıldı. Belki başka çaremiz yoktu ama bugün artık var. Ödüllendirme cezadan belki de 100 misli daha etkili değişim yaratma aracıdır.
Motive olmak motivasyonu kullanmak isteyen yönetim zihniyeti ile açıklık taşır. Her insan motive edilebilecek özelliklere sahiptir. Zaten böyle olmasa sosyalleşme mümkün olamazdı ve bugüne gelinemezdi.
l. Hiyerarşi Oluşumu ve Etkisi:
Dünyada organizasyon temelli oluşumun ana faktörü iş becerme fonksiyonelliği bazında oluşan hiyerarşik düzendir. İnsanlar bu düzene hazır olarak kendilerini adapte ederler.
Gelişmiş toplumların bu yeteneği daha üretken ve belirgindir. Yönetselliğin ve üretkenliğin gerek faktörü budur. Belki tarih tek usta formasyonunda üretkenliği asırlarca yaşadı ama bugün tüzel kişilik ve bunun üretkenliğinin ve verimliliğinin formasyonu hiyerarşi altında çalışma ile realize edilmektedir.
m. Ahlak ve Namus:
İnsanın sosyal olgularını realize eden bu iki değer psikolojik olarak ta anlaşılır ve mantıklı anlam taşımalıdır. Böylece insan iyimser-kötümser olma yanında iyi niyetli olarak toplumun iyiliğini isteyen yönlenmeye kavuşur.
Ulus devlet modeli sistematiği her ne kadar her bireye iyi olma ve böylece sistemin parçası olma şansı verse de fırsatlar yeterli dinamik taşımadığından bireysel tekamülü rehberleyen bir mekanizmaya sahip değiliz. Bizim yapmak istediğimiz düşünen, rasyonel tavırlı, üretken ve verimli birey tiplemesine sahip dünyayı oluşturmaktır.
n. Kötü Alışkanlık Bilinci:
Toplumlar genel olarak kötü alışkanlıkları benimsemekten uzak tutucu etkenler var olsa da insan başı bozukluğu ve kendi başına buyrukluğu kötü alışkanlıkları koruyucu bir kılıfa sokmaktadır. Bu durumda insan hoşnutsuzluğuna kendi direnci olmadan kapılıp gitmekte ve kendisini imha etme anlayışını gerçekçi bulmaktadır.
İnsanların hayatla dirençlerini çoğaltmak sosyalizasyon ve yaradılış mutlak bilgileriyle mümkün olabilir. Ayrıca toplumun bu bağlamda örgütlenmesine de gereksinim vardır. Gerçekte hayat çok güzel ve anlamlıdır.
o. Yaşam Duruşu Etkisi:
İnsanın hayatla etkileşim yaratma potansiyelini bugün sadece ailenin sosyal duruşu belirlemektedir. Özellikle fakir ailelerin çocukları kendilerini ezilmiş ve kimsesiz bulmaktadırlar. Sözde eğitim fırsat eşitliği vardır ama gerçekte bu çok adil değildir.
Şehrin kültürel dinamiklerini anlaşılır kılarak realizesi daha anlamlı olacak bir fırsat tümdenliği doğacaktır ki insanlar yaşam duruşlarını haklı olarak kabullenmeyi tercih edeceklerdir. Bu realize edilmeden dünyanın hiçbir sorunu çözülemez.
p. Kabullenme Bilinci:
İnsanların reaksiyon gösterme dinamikleri kabullenmeyi reddetme anlamını taşır. Toplumsal ilişkilerde özellikle bireysel çıkarlar çatıştığında öfke, intikam ve kin doğar. İnsanların hoşgörü ve alçakgönüllü olmaları ihtiyacı bu çatışmaları önlemeyi hedefler.
İnsanlar makul olmayı ve kendi bireyselliklerinde anlamlı olmayı öğrenmelidirler. Bunu sağlamak bireysel duruş etkisi ile anlam kazanabilir. Bireysel duruş bileşkesi insana kabullenme perspektifini öğretecektir. Böylece çatışmalar minimize olacak ve insanların taşıdığı riskler azalacaktır.
q. Pişmanlık Etkisi:
İnsanları en çok hırpalayan konuların başında pişmanlık gelmektedir. Bu yeterince takviye edilmemiş sosyal ve düşünsel yaşantının tezahürüdür. Gereksiz yere mal veya varlık kaybetmek insanı çaresizliğe ve yalnızlığa iter. Böyle olunca pişmanlık insanı hem hayattan hem de sağlıktan eder.
Pişmanlığı minimize etmenin temel direnci sosyalizasyondur. Dolayısıyla verilen kararlarda diğerlerinin fikirleri, dostların düşünceleri insana haklılık marjı yaratır ki pişmanlık böylece ortadan kalkabilir.
r. Heyecan:
Hayatı renkli ve yaşanabilir kılan ana etken yaşamaktan duyduğumuz haz ve mutluluk bilincidir. Yaşamı pozitif olgular dengesinde görmek ve heyecan duymak insanın sağlık göstergesidir. Mağara devri yaşantısı ile ADN göstergeleri bileşkesi çok farklılık gösterir. Bu nedenle ADN heyecanı vazgeçilmez yapmayı öngörür.
s. Gurur ve Onur:
İnsan kendi ait olduğu ortamda varlık bileşkesinde ihtiyaçlarını dengelemiş, yarınını kaygısız bekleyen, bugününü pozitif olgularda mutlu ve neşeli yaşayan ve böylece üretken ve verimli olan bir denge kurabilmeli ve bununla gurur duyabilmelidir. Bu hayatın yaşamsal ve yönetsel dinamiklerini anlamlı ve onurlu yaşama zevkini yaratan sonucu doğuracaktır.
t. Erdem:
Erdem; doğruluk, alçakgönüllülük, iyilik ve yiğitlik eksenlerinde dengeli olma sonucudur. Yani insanın kendisini mükemmel hissettiği bir sonuçtur. Erdem bir hedef bir azim öyküsüdür.
Erdem için yaşanır ve böyle olursa hayat önem ve anlam yaratır. Erdemi küçümsemek yanlış, onu kovalamak ve yakalamak doğrudur.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
