22 Mayıs 2009 Cuma

İnsan ve Tekamül

BAŞLARKEN:

Bu çalışma 28. kitap olarak ortaya konulmak istenmektedir. İnsanlık peygamberler tarafından mayalanan düşünselliklerle hayata renk katan bir yönelişe sürüklenmiş ve bu güne gelinmiştir. İnsan kendini kendine anlatan peygamberleri çok önemsemiştir. Tarihin çok büyük kısmı bu nedenle insanlığın öğretilenleri hazmetmesi ve kurulan sistemin yetersizliğinin ortaya çıkması için geçmiştir. Böylece insanlık kendisine model veren peygamberlere güvenmekten çok kendine güvenmesinin gerektiğini öğrenmiştir. Yakın Çağ ve bilimsel yaklaşım modeli insanın kendine güvenini ve düşünselliğini geliştirmiştir. Tabii bu tüm dünya için olmasa da dünyanın gelişmiş kesimleri için doğrudur.

İnsanlığın ve Hazreti Amonun yaklaşımı tohumlama sistematiğine dayanır. Yani mütekamil örnekleme ile insanlığa aşılanan bireylerin insanlığı değiştireceği ve iyileştireceği umulur. Bugün bizim avantajımız teknolojik berekete ermiş bir dünyada ekonomik değil sosyolojik temelli bir yaşam düzenini tarif edebilme becerisini yaratabilmektir. Dolayısıyla aradığımız yönetsellikten ziyade tüm insanlığın mutluluğuna yönelen bir yaklaşımı açık kalplilikle anlaşılır kılmaya çalışmaktayız.

Toplumların iyileştirilmesi kamil örnekleme ile realize edildiğinden “mütekamil” insan yaklaşımını anlamaya çalışacağız. Yapmış olduğumuz diğer çalışmalar bize rasyonaliteyi, demokrat olma bilincini, stratejiyi, politikayı ve diğerlerini öğretti. Bunların bileşkesinde insanın duruşunu kendisine yakışan bir yapılanmaya yöneltmek örgütsel ve doktriner yaklaşımlarla olacaktır. Doktrini bilinçli ve anlaşılır seçmek bize doğma değil disiplin yaratacaktır. Bu nedenle bu çalışma topyekun bilinci etkileyebilme özelliği ile önemlidir.

İnsan doğasının şüphe ve reddeden öğeleri dengelenmedikçe üretkenliği de yöneliş anlamında değerlenecektir. Bu da tekamülün önemli bir parçasıdır. İnsanı değerli kılan kendine özgü yorumudur. Bu insana özgürlük disiplini içinde verildikçe insan zenginleşir. İşte gerçek hazine budur.



İNSANIN TOPLUMSAL FONKSİYONELLİĞİ :

Bu bölüm insanın yaşamsal duruşunu anlaşılır kılmak maksadıyla yazılmaktadır. Bu bölüm yaşamı bugünkü olduğu kadar gelecek içinde anlaşılır yapmak zorundadır. Böylece tekamül kapsamında insanın sosyal ve bireysel duruşlarına zemin teşkil edecek anlaşılırlık açıklık kazanacaktır.

Hayatın renkliliği ve yaşanabilirliği mutlaka tercih edilen standartlar çerçevesinde ortaya çıkar. İnsanın kamil versiyonu kendi alışkanlıkları ile bütünlük sağladığı hayatın eseridir. Hiçbir düşünsellik mükemmel olarak görülemez. Bunu aramak sürdükçe yaşam anlamlı ve bereketli olur.

İnsan tekamülünü tarihsel örneklemeleri ile anlaşılır kılmak ve buradan hareketle geleceğe örneklemeler üretmek görevimizdir. Ancak böyle olursa tekamül anlam kazanır.

a. Çocukluk Çağı:

Hayatın en güzel çağı çocukluk dönemidir. Zira ebeveynlerimiz bizi bu dönemde kollamak ve hayata alıştırmak bakımından gayret içindedirler. Çocukluğun sevgi ve saygı temelli bir aile oluşumuna dayanması gerekir. Özellikle babanın anne ve çocuk üzerinde ruhsal bir denge oluşturması gerekir. Anne baba ilişkilerinin sağlıklı bir yapı içinde olması kendilerini kabul etme bilincine dayandığını anlamalıyız. Bunu gerçekleştirmek kadının görevidir. Kadın hayatı bu perspektiften göremiyorsa evlenmek değil yaşamak hakkına bile sahip olmamalı bence.

Kadın cazibenin ve aile içindeki etkileşimin merkezidir. Onun duyarlılığı ve bilgisi çok önemlidir. Kendi zevkleri paralelinde sorumluluklarını yerine getirmek ve aileyi mutluluk üreten bir fonksiyonelliğe götürmek bir tasarım, bir yöneliş ve en önemlisi bir isteklilik olayıdır. Kadınla erkek konuşmayı ve bütünleşmeyi bu perspektifte ele alabilmelidir. Özellikle kadınların bu perspektifi yaratmaları zaman alabilir ama bunu desteklemek gerektiğini anlamalıyız.

Çocuk sorumluluklarını ve hayat stratejisini realize etmeyi bu bakımdan önemseyebilecek yöneliş kazanmalıdır.

b. Gençlik Çağı Fonksiyonelliği:

Gençlik alışkanlıkların belirginleştiği ve karakterin oluşum periyodunun canlandığı, enerjik, sorumluluğu kısmen oturmuş bir zaman dilimidir. Bu zaman dilimini toplumlar iyi dengelemelidir. Eğitim yönelişleri yanında sosyal duruşa temayül ve bireysel duruş etkinlikleri ile spor ve sanat hayatı doldurmalıdır. Spor bir dinlenme ve zevk işlevselliği yaratmalı, sanat zevk ve estetiği ruha nakşetmelidir.

Dolayısıyla gençleri eğitmek yanında bireysel duruş fonksiyonelliği yaratarak zamanı rasyonel kullanmak önemlidir. Konuşma yeteneklerinin gelişmesi işlevselliği sanat kapsamında etkilendirilirse düşünsellik daha fazla pozitif verilere ulaşacaktır. Toplumların gençlerin sosyalitesinde duygusallık ile estetik dengeleri ön planda tutmak önemlidir. Gençlerin hayata hazırlanma yönelişleri, stratejik düşünsellik hep bireysel duruş seçeneklerini motive edecek unsurlardır.

Gençleri organize etmek ve zamanı üretkenliğe çevirmek özel tasarım ve yönetim etkinliği gerektirir. Bu nedenle toplumları örgütlemek ve buna uygun altyapıyı geliştirmek gerekir.

c. Ergenlik Fonksiyonelliği:

Gençlik döneminin en önemli etkisi kendi cinselliği fizyolojik belirginlik içinde tanırken psikolojik etkilerin sosyolojik olgulara yön vermesini disipline eden kültürel olgularla ortaya çıkmaktadır.

Ergenlik dönemi daha çok psikolojik bir başkalaşım olarak algılanmalıdır. Artık birey eşeysel bir anlam ortaya koymakta ve varlığının fizyolojik temelini anlamaya çalışmaktadır. İnsanlık soyunun zaman boyutundaki etkinliği sadece var olma değil aynı zamanda gelecek yaşamsal tasarımın bir parçasını yaratmak olarak görülmelidir.

Ergenlik dönemi hassasiyetleri seks ve cinsellikten öte eşeyselliğin sosyolojik dinamiklerinin öğrenilmesi gereken bir dönem olarak görülmelidir. Böyle bir etkinlik bireyi kendi cinselliğinde manidar bir etki unsuru olarak anlama imkanı yaratacaktır. İnsanlar seksi bir şekilde öğreneceklerdir. Bu nedenle Batının yaptığı gibi bir serbesti anlayışının doğru olmadığına inanıyorum. Dengeleri ve yaklaşımları doğal olgular değil sosyolojik gerçeklere dayalı akıl ve duygu üretimi veya duygu etkilenimi yapmalıdır.

d. Lise Seviyesi Eğitim Beklentileri:

Bizim varsayımımızda herkesin asgari lise tahsili yapması öngörülmüştür. Bu seviyede bir eğitim bireysel duruş ekseninde yeterliliği yaratarak fonksiyonelliği sağlayabilmelidir. İnsanları hayata alıştırma bazında sosyalizasyon ve sportif etkinlikler zamanı pozitif üretkenlikle doldurmalıdır.

Birey fırsat bazında yönelişlerini doygunlaştırabilmelidir. Toplumun sosyalite, sanat ve spor açısından örgütlenmesi gerektiği açıktır. Bunu eğitim tasarım dengeleriyle bütünleştirmek çok daha fazla etkinlik yaratabilir.

Herkesin her şeyi bildiği gerçeği mümkün olmasa bile herkesin her şey hakkında kanaatinin ve yorum yapabilir seviyede bir alışkanlığının olduğu durum yaratılabilir. İnsanlara anlaşılabilirlik bazında eğitim ortamını uygunluğa getirmek ve öğrenmeyi kısa zamanda çok daha etkin hale getirmeye özen ve zaman ayırmak gerekir.

Lise seviyesi eğitim programlamasında bilimsel sahaların derinlikleri yerine kuramsal alanları anlaşılır gelecek şekilde tedbir almalıdır. Matematiği anlaşılır ve uygulanabilir yapmak topyekun kaliteyi ortaya koyan bir husustur.

e. Üniversite Fonksiyonelliği:

Üniversite yöneltici ve yönetici insan kimliği oluşturma bilincini olgunlaştıran aynı zamanda bir bilimsel sahada derinlik kazandırarak ihtisas veren bir merkezdir. Üniversite evrensel kabul görmüş bilgi ve düşüncenin öğrencileri işletilerek öğretildiği bir yerdir. Öğrenme, yorumlama ve anlama deneyimleri gelişmiş öğrencilerden oluşan bir kitleye kendi sahasında yeterliliğini ispatlamış bir öğretici tarafından yönlendirme yapılarak eğitim gerçekleşir.

Üniversitenin liseden farkı lisede kabule dayalı öğrenme tekniği uygulanırken üniversitede şüphe bazlı araştırmalı bir teknikle öğrenme sağlanır. Böylece öğrenci araştırmayı, tasarlamayı ve bilgiyi yorumlamayı öğrenecektir.

Üniversite sosyalitesi itibarıyla öğrencileri sanat, spor, sosyalite ve düşünsel tartışma oluşumları ile zenginleştirilmiş bir ortamda yaratmalıdır. Burada öğrenci fiziksel, zihinsel ve psikolojik olarak tutarlı hale gelebildiği gibi konuşma, düşündüğünü realize etme, cins ve karşı cinsle arkadaşlık deneyimleri kazanabilmeli ve bireysel duruşunu sağlamlaştırarak kendi kendine yeterli olabilecek duruma gelebilmelidir.

f. İleri İhtisas Fonksiyonelliği:

Master usta demektir. İhtisasın ustası ne demektir? Ben bu işin erbabıyım demektir. Bu nasıl olur? İhtisasın dalları ve derinliği hakkında düşünsel ve tatbiki olarak yeterlilik kazanmakla olur. Bu oluşum üniversitelerde yaygın olarak araştırma görevlisi fonksiyonelliği ile sağlanmaya çalışılmaktadır. Böylece birey hem detayda hem kuralda ihtisasın özel yapılanmasına aşinalık kazanmaktadır.

Doktora seviyesinde eğitim girilen yeterlilik sınavı ile bu işin uzmanı ya da mütehassısı oldun demektir. Doktora seviyesinde eğitim masterdan ileri olarak tasarlayan-çözümleyen bir bilinç ortaya konulduğunu anlatmaktadır.

Doçent-profesör gibi duruşlar doktoranın ötesinde bu sahadaki tecrübe birikimini yansıtan özellik taşır. Bir birey kendi senelerini üretkenliğe dönüştürmeden profesör olamaz. Bu nedenle profesörlüğü hakka ve gerçeğe dayandırmak gerekir. Düz beyinli muhafazakarlar bunu anlamadıkları için üretken olmayı ve beceriyi insan oluşumunda görememişlerdir. Aslında üretkenlik emek ve dikkat ile birlikte ortaya çıkmaktadır.

g. Evlilik Fonksiyonelliği:

ADN çalışmaları içinde karşı cinslerin arkadaşlık perspektifinde derinlik kazanmasını sağlayacak açıklamalar ve perspektif bulunmaktadır. Öncelikle karşı cinslerin arkadaşlık ve duygusal derinlik üzerinde birbirlerini tercih etmeleri ve birbirlerine anlam katmaları evliliği çekilebilir, zamanı dengeleyebilen ve zevkleri paylaşabilen bir sistematiğe ulaştıracaktır. Evin yönetselliği ve birlikte üretkenlik çok küçük detaylara dönüşecektir. Hele evliliğin çocukla bütünleşen duygusallığı ve heyecanı çok anlamlı ve zaman dengeleyen bir oluşum ile kendini tanıma ve geliştirme süreci yaratacaktır.

İnsan etkileşimi beceri olarak gördükçe işi zevke düşünceyi eğlenceye çevirecektir. Böylece birliktelik haz ve keyfin yaygınlaşmasını sağlayan çekicilik kazanacaktır. Duygusal derinlik düşünsellik ve sanat insanın kendini yenileme ve sürekli tazeleme imkanı veren unsurlar olacaktır. Hayatı yeniden değerlendirdikçe tazelenen zevkler ve istekler ortaya çıkacaktır. Seksi anlamlı ve sanat içerikli gördükçe renklenecek duygusallıklar hayata anlam katacaktır.

h. İş Hayatı Fonksiyonelliği:

İnsanın hayatla ekonomik bileşkesi anlamlı ve anlaşılır olduğunda yaşamsal stres kendisini dengeleyen bir üretkenliği ortaya koyacaktır. Bireysel duruş ile yaşamsal verilerin fonksiyonelliği anlam kazandığında kalite sürekli gelişecektir. İnsan kalitesinin limiti yoktur. Bu nedenle gayret zaman ve beceri paylaşımlı düşünsellik hayatı sürekli geliştirici etki oluşturacaktır.

Her insanın başarmak ve belli kalite standardını yakalamak yeterliliği hayatın renkliliğidir. Bu nedenle insan derinlemesine ve duygusallık etkilemesine bağlı olarak faydasını ve varlığını anlamlı boyutlara çekecek dengeleri artan yönde geliştirecektir.

Yaşamsal işlevsellik toplumsal örgütlenme ve organizasyon bilincini arttıracak ve dengeler tekamül edecektir. İnsanın işlevselliği belirginlik kazandıkça üretkenlik ve fayda bilinci yaygınlaşacaktır.

i. İhtisaslaşma Fonksiyonelliği:

Toplumlar kurumsallaştıkça insanların ihtisaslaşma verileri derinleşecek ve bunlar zevklerle de anlam kazanacaktır. Toplumsal dengeleri anlamlı kılan ihtisaslaşma insanların işe yararlıkları bazında kendine güven yaratacak ve böylece toplumun bir parçası olma bilinci gelişecektir.

İnsan emeğinin fayda ölçüsü zaman içinde daha anlaşılırlık kazanacaktır. Üretkenlik ile fayda anlayışı verimlilik düşüncesiyle sürekli rasyonalite yaratacağından yönetsellik ve yönetilme dengeleri derinlik ve anlaşılırlık değerleri oluşturacaktır.

İnsanın hayattaki katkı ve parçası olma istekliliği arttıkça kalite ve performans etkisi gelişecektir. Sanatın ve estetiğin yaratacağı derinleşme insanı ihtisaslaşmada daha da teşvik edici unsur haline gelecektir. Hayatı ve zamanı doldurma ve fayda oluşturma bilinci hem kalite hem de üretkenlik yönleriyle insanları anlamlı ve dengeli kılacaktır.

İhtisasların birbirlerini etkileme ve kendi diplomatik olgunlaşmaları hayattaki renkliliği arttıracak ve insanlar kendi olmaktan mutluluk duyacaktır. İnsanların farklılık ve ait olma özellikleri arttıkça kendilerine güvenleri gelişecektir.

j. Sosyalizasyon Fonksiyonelliği:

Sosyalizasyon yaşamı renklendiren, iletişim ve arkadaşlık disiplinlerini yaratan böylece bireyin zaman bazında üretkenliğine olanak sağlayan bir anlayıştır. Zamanın ve çevrenin pozitif alana dönüşümü insanın etkinliğini ve düşünselliğini daha önemlisi liderliğini geliştirecektir.

Sosyal olmak bilinci zaten insanlıkta pozitif tema olarak anlaşılmaktadır. Bu durumda sosyalizasyon bilincini kuvvetlendirerek örgütlenme becerisini yönetmek gerekmektedir.

k. Siyasi Duruş Fonksiyonelliği:

İnsan kendini bir şekilde yöneten veya yönetilen olmaya yakın hissedecektir. Bu onun fonksiyonel oluşumuna yön verecek bir anlayışı ortaya koyacak gerek bunun işlevselliği bazındaki duruşunu ve anlayışını gerekse toplumsal paylaşım bileşkesindeki hak beyanı bu açıdan değerlendirilebilecektir. Bu mantıksal duruş kendisine savunulacak bir değer gibi gelecek ve bu değerin mücadelesini vermek bakımından toplumun ortaya koyduğu fonksiyonelliğin parçası olmayı deneyecektir.

Siyaset tabii ki yönetsellik bazındaki tercihleri kapsamaya devam edecektir. Bunun tüm insanlık boyutundaki çabayı ve lokal değişim ve fonksiyon tercihlerini yine bu siyasi fonksiyonelliğin içinde tartışacak ve yaşayacaktır.

Her bireyin haklılığı açısından bir duruş özelliği kazandıracak olan bu durum toplumsal mutabakat gibi insanlığı sürekli kalite mertebesinde ve verimlilik açısından rasyonel olmaya ve sürekli tekamül etmeye zorlayacaktır.

l. Bireysel Duruş Fonksiyonelliği:

Bireysel duruşun insan için fark yaratmak temelli bir çaba ve fayda üretme mekaniği olduğunu iyi anlamamız gerekir. Bireysel duruş; alışkanlıklar, yorumlama tarzları, bilgi ekseni, beceri özgünlükleri gibi sahalarda belirginlik görülen bir oluşumu başlatacaktır. Böylece insan eğitim tarzı topyekun irade oluşumu yanında bireyselliği de yönetir duruma gelecektir.

İnsanın toplum örgütlenmesi yanında bireysel yaşam aktivasyonu yönlendirmesini sağlayacak olan bu yöneliş bireyin kendine güvenini ve rasyonalitesi hakkında bir işlevselliği ortaya koymaya çalışacaktır. İnsanlar bireysel duruşlarıyla övünecekler ve onları daha da derinleşen ve kabiliyetleri yükselen bir amaca çekecektir. Böylece bireysel kalite ve üretkenlik bazındaki verimlilik tartışılır duruma gelecek ve yaratılan bu rasyonalite insan kapasitesini fayda ve derinlik bazında etkileyecektir.

m. Sosyal Duruş Fonksiyonelliği:

Sosyal duruş; toplumun organizasyon yapılanmasında alınan rolü açıklamaktadır. Sosyal duruş toplumsal oluşun bir açıklayıcı ihtisas ve yönetsel yetenek açılımıdır. Sosyal duruş bir liderlik ve topyekun işlevsellik ölçüsü ortaya koymaktadır. Sosyalizasyon olgularında sosyal duruşun yaratacağı fonksiyonellik çok etkili bir olaydır. Bu doğal oluşumu faydaya ve anlaşılırlığa yöneltmek istemekteyiz.

Sosyal duruşun insan genel duruşuyla ve bireysel duruşla yakından ilişkisi vardır. Genel duruş; tüm fiziki ve psikolojik etkilerin unsurlarını kapsamaktadır. İnsanlar liyakat ve sadakat dengesinde karar verebilirliklerini dengeledikçe ve her insanın rasyonel oluşumu geliştikçe sosyal duruş kalite fonksiyonu yaratacaktır. Bu da tekamül açısından insanın dengeli ve özellikli olmasını ortaya koyacaktır.

İnsanın sabır ve yetişme özelliklerinin zaman bazındaki göstergesi sosyal duruşun önemli parametreleri şeklinde ortaya çıkacaktır.

n. Kurumsal Fonksiyonellik:

Toplumsal oluşum ortaya koyduğu yapılanma organizasyon işlevselliği ile açıklanmaktadır. Organizasyon işlevselliğinin temel yapı taşları kurumlardır. Kurumların rasyonel oluşları yanında ihtisas temelli arayış ve tekamül fazlarının da yaratılması önemlidir. Rasyonalite-verimlilik ve bireylerin sosyal duruşlarının dinamikleri kurumsal fonksiyonelliği ortaya koyar.

Dolayısıyla kurumsal fonksiyonellik organizasyon yapısındaki tekamülün ana öğesini oluşturur. Bu öğe bireyin ihtisası yanında diplomatik anlayışını da kapsamalıdır. Bu durumda toplumsal örgütlenme idealize edilmiş bir formasyon kazanacaktır.

Kurumsal fonksiyonellik aynı zamanda toplumsal kalite unsurunun tekamül ayağıdır. Bu nedenle insanlık için önem taşıyan bir bakış açısıyla anlaşılırlığı geliştirilmelidir. Yönetsellik ve performans bu oluşumun önemli diğer elemanlarıdır. Böylece devlet unsuru anlaşılırlık kazanacaktır.

o. İnsan Kalitesi ve Formasyon Bilinci:

Bu bölümü özellikle önemsemek gerekir. Zira insanın mekanik bir yapı içinde ortaya konulduğu diğer başlıklar onun bireysel ait olma ve varlık unsuru özelliklerini yok saydığımız anlaşılmasın. İnsan duygusallığını yaşam perspektifinde oluşturan bencillikler mutlaka zaman boyutunda dengelenecektir. Ama insanın kaprisi dahil tercihlerinin irrasyonalitesi her zaman oluşları etkileyecektir.

İnsan kalitesini ortaya koyan değerlerin başında hayata karşı direnç ve hayatı yaşamsallığı ile ortaya koyma disiplini gelir. Bu başta giyim – kuşam ve tarz olarak ortaya çıksa da ana gösterge oluşumları etkileme becerisidir. Bu hem yaradılış hem de var oluş gerçeklerini yansıtan temel bir tezahür olarak algılanmalıdır.

İnsanın hayat bileşkesinin açılımını tam ve doğru olarak yapabilmek hiçbir zaman mümkün olamayacaktır. Bu nedenle insanlar özgürlüklerini ve ruhlarının getirdikleri ile bütünleşen bir mantaliteyi her zaman yaşatabilmelidirler.

İnsan tekamülünü sağlayan ana etken olarak özgürlükleri görmek gerekir. İnsan duyarlılığı bir anlamda özgürlüklerinin eseridir.

p. Orta Yaş Fonksiyonelliği:

İnsanın hayatla ortaya koyduğu anlaşılabilirlik orta yaş dengeleriyle anlam kazanır. Orta yaş tecrübenin yeterliliği anlaşılabilirliğin anlamlılığı demektir. Toplumları orta yaş grubu etkiler ve performansını ortaya koyar. Bu nedenle toplumsal varlığın değeri ve anlamı bu grubun yetişme ve etkin olma değerini taşır.

Eğitsel manada dengelenen, yaşamsal manada ortaya çıkarılabilen ve en önemlisi kazanılan sosyalite ile orta yaş fonksiyonelliği oluşur. Bu fonksiyonellik gerek siyaseten ve gerekse sosyal duruş varlığı ile kendine özgürlük taşır ve taşımalıdır.

Bu grubu kaynaştırmak ve birbirini tamamlayıcı bir özellik katmak rasyonaliteyi çok pozitif etkiler. Sosyalizasyon bilincinde bu yapılanma çok önemli görülmeli ve desteklenmelidir.

İnsan tekamülünün işlevsel başarısı bir anlamda orta yaş fonksiyonelliği ile anlaşılırlık kazanır. Bunu böyle görmek ve önemsemek gerekir.

q. Üst Seviye Yönetici Fonksiyonelliği:

Üst seviye yöneticiliği mutlaka kendine özgü bir birikimin yorumlama kabiliyetine sahip olma yeteneği ister. Yaşamın ve ihtisasın birikim ölçüsü bunun yönetsel yorumunda yatar. Bu bir ölçüde üretkenliği yaratan öğelerin felsefik yorumlanmasını anlamına gelir.

Üst seviye yöneticilerin tekamül olgusu çok daha kolay gözlemlenebilir. Bu nedenle bireyi etkinleştiren öğeleri anlamlı kılmak ve bu özel yeteneklerin ortaya çıkması için özel çaba sarfetmek gerekir. Üst seviye yöneticisi sadece ihtisas performansı değil aynı zamanda verimlilik bazında rasyonalite,üretkenlik ve kalite açılarından üretim ve faydayı yorumlayabilme etkinliği ortaya koyabilmelidir. Sadece personel yönetimi bile başlı başına kurumsal bir yetenektir. Bunun lojistik, araştırma-geliştirme, işletim gibi performansları hakkında da işlevsellik, geniş tecrübe ve bilgi birikimini isteyeceğini unutmamak gerekir.

r. Yaşlılık – Emeklilik Fonksiyonelliği:

Kurumların işlevselliğinin personel ve işletim dinamikleri bir dizi yönetsellik tercihleri ile ortaya çıkar. Kurumların yönetsel dinamiklerini oluşturan yönetim kadrolarının zaman içinde yenilenmesi eski kadrolarla oluşturulan dengelerin bazen bozulmasına neden olabilir. Kurumlar işlevselliklerini kendi tasarımcılarıyla zaman boyutunda dengelemeyi düşünmelidirler. Ancak unutmamak gerekir ki becerisini ortaya koyan dinamikler kendilerinin en iyisini yapmışlardır ama bu belki de anlaşıldığı ölçüde yeterlilik yaratamamıştır.

Sistemlerin faydalı dinamiklerini görebilmek bakımından kurumlar kendilerini aşırı tutuculuğa çekmeyecek tarzda eskilerden faydalanmalıdır. Ben kendi durumumu değerlendirerek söyleyeyim Deniz Kuvvetlerini işletme tekamülü açısından etkileyebilecek bu kadar birikim sağlamışken bunu faydaya çevirememeyi çok büyük kayıp olarak görüyorum.

Emeklilik zamanını ihtisas ve sosyalizasyon dengeleri içinde stresten uzak ancak rasyonel biçimde realize etme yönelişlerini desteklemek gerekir.



TARİHSEL DOKTRİNER FONKSİYONELLİK ETKİSİ :

İnsanların birlikte yaşayabilmesi kolay bir olay değildir. İnsan düşünebilen bir varlıktır ama beklenti ve düşüncelerinin özü ve sınırı belirsizdir. Bu oluşum Hazreti Adem’den bu yana değişerek gelişerek süregelmektedir. Hazreti Şit’in yönetsellik yönünden getirdikleri hakkında pek bilgimiz yok ama inisiye yani sıtla donatılma olayının MU zamanında Hazreti Şit tarafından başlatıldığını sanıyorum. Hazreti İdris yönetselliği kendi üzerinde toplayarak tarıma ve mücadeleye yönelik toplumsal örgütlenmeyi ortaya koymuş olmalı. Nitekim Nuh tufanından sonra insanlığı toplu hareket etmeye yönelten örnek bu şekilde yaratılmıştır. Tanrısal bir gücü simgeleyen lider ve kendilerine yönetsel sırların verildiği diğer yöneticiler.

Bu bölümde tarihsel olarak bu fonksiyonelliği inceleyecek ve bugün için ihtisas ve beceriye dayandırılan kabiliyeti gizli planda yürüten Masonluk sisteminin getirdiği faydaları anlamaya çalışacağız.

Toplumların eko-sosyal yapılanmalarının dinamiklerini doktrine etmek topyekun düşünselliği yaratmak bakımından önemli ve gereklidir. Dolayısıyla insanların doktriner hareketliliğini toplumsallaştırmanın gereği ve önemi büyüktür.

a. Ezoterik – Batıni Doktrinler :

İnsanoğlu zeka pırıltılarını ilk göstermeye başladığı günden bu yana nereden geldiğini, ne olduğunu ve nereye gideceğini sürekli düşünmüş, cevabı bulduğunu zannettiği anda, bulduğu bu kutsal cevap için başka bir kutsal cevaba inananlarla savaşmış, onları öldürmekten çekinmemiştir. Kitleler bu kutsal cevaplara, diğer bir deyişle dinlere konulan kurallar çerçevesinde bağnazca bağlanırken kutsal cevabın gerçek anlamını kendilerine saklayan ilk Ezoterik öğretinin yaratıcısı rahipler sıradan insanların yetersiz bilgileri ile bu cevabı anlayamayacaklarını düşünerek bir sırlar sistemi oluşturmuşlardır.

Ezoterik – Batıni sırların sadece bu sırları elde etmeye hak kazanan belli bir zümreye verilmesi, bu doktrinin hem zayıf yanını hem de bugüne kadar ulaşıp günümüz uygarlığının oluşmasında büyük rol oynamış güçlü yanını aynı anda içinde barındırır. Öğretilerin ancak belli bir eğitim ve bireysel gelişimden sonra sırlarını ortaya koyması kitlelerden kopuk doktrinler olarak kalmasına neden olmuştur. Öte yandan sırların semboller dili bünyesinde son derece iyi saklanması ve sembollere her çağda gelişen uygarlık doğrultusunda farklı anlamlar yüklenebilmesi tüm insanlık tarihi boyunca bu sırları saklayarak günümüze kadar ulaştıran kardeşlik örgütlerinin var olmasını mümkün kılomıştır.

Bu sırlar nelerdir? Günümüz uygarlığının oluşumunda büyük etkisi olan ve çağımızın laik bir akıl çağı olmasını sağlayan bu doktrinin içeriği nedir?

Ezoterik – Batıni doktrinler, felsefi alanda Panteizm olarak ifade edilir. Tek tanrılı dinlerde yaradan- yaratılan ikilemi varken Panteizm de bu ikilem yoktur. Varolan her şey Tanrıdan zuhur etmiştir ve onunla özdeştir.

Evren ve tanrı birdir. Tanrı yaradan değil varolandır ve evrenin toplamıdır. Onsuz ve sonsuz olan tanrı makrokosmosta da mikro kosmosta da bulunur. Tanrısal nurun bir özü olan ruh hiçbir zaman ölmez. Ve yegane amacı ayrıldığı ana kaynağa yani tanrıya dönmektir. Bununda tek yolu evrensel bir yasa olan evrim yani tekamüldür.

Aslolan ruh ve ruhun tekamülüdür. Madde onun kullanıp attığı, bir üst düzeye geçme aracı ve zaman içerisindeki var oluşunun ifadesidir. Ruh-can-beden üçlüsünü barındıran insan mikro kosmostur. Mikro kosmos, baba-ana ve oğul veya öz-cevher ve hayatı kapsayan makrokosmozun yani tanrının özdeşidir.

Ruhun tekamülünü yani çıktığı ana kaynağa dönmesini sağlayan evrensel yasa, yeniden doğuş yasasıdır. Eb alt düzeydeki var oluşun ifadesi olan cansız varlıklardan, en üst düzeydeki kamil insana kadar ruhun ulaşmasını sağlayan yeniden doğuş zinciri ancak ruhun mükemmelliğe ulaşmasını ve tanrıya dönmesi ile kurulabilmektedir.

Evren, tanrı ile özdeş olduğu ve tanrıdan başka hiçbir varoluş bulunmadığı için iyilik ve kötülük kavramları da tanrının ifadeleridir. Ancak aslolan sevgidir, iyiliktir. Tanrısal fışkırmanın bilinen en üst düzey ifadesi olan insan iyi ve kötünün savaştığı alandır. Aslolan iyilik olduğu, evrenin tümü sevgi üzerine kurulu bulunduğu için ancak iyi bir insanın ruhu, kamil insana dönüşebilmektedir ve tanrı ile bütünleşebilir. Yaşamı boyunca iyi olmayanlar bulundukları düzeyde yeniden doğarlar. Kötü davranan insan ise bir önceki aşaması olan hayvansal varlığa geri döner. Ne tür bir hayvan olarak doğacağı bir önceki yaşamındaki tavırlarına bağlıdır.

Tek tanrılı dinler her şeyi bilen ve tek yaratıcı olan tanrının kendisine tapılması ihtiyacı içinde olduğu için evreni yarattığını iddia etmektedirler.

Ezoterik doktrinler ise tanrının tek amacının kendisini daha iyi tanımak olduğunu ileri sürmektedirler. Tanrısal bir zuhur olan insan dolayısıyla tanrının bir ifadesidir.

Ezoterik doktrinlere göre, tanrısal bilincin artmasının en öncelikli aracı kamil insan olduğu için yegane hedef kamil insanlar yetiştirmek olmalıdır. Kamil insanları yetiştirmek ise ancak üst düzeyde bir öğretiyi algılayabilecek seçilmiş insanların eğitilmesi ile mümkündür. İşte bu kamil insanları yetiştirmek için binlerce yıldan bu yana çeşitli örgütler kurulmuş ve bir sırlar sistemi oluşturulmuştur.

Bu öğretinin kullandığı dil “semboller dili” olagelmiş ve bu sembollerin simgesel anlatımlarının imkanlarından yararlanılmış, hemen her kavimde her millette binlerce sene korunarak uygarlıktan uygarlığa aktarılması mümkün olmuştur.

Sembollerin dili ile öğretisini inisiyelerine kuşaktan kuşağa aktaran hakkında bilgi bulabildiğimiz ilk kardeşlik örgütü Naacal Kardeşliğidir. Bu örgüt insalığın ilk bilinene büyük uygarlığının beşiği olan günümüzden 12000 yıl önce sulara gömülen Pasifikteki MU kıtasında kurulmuş bulunana yönetici rahipler örgütüdür.

b. MU Uygarlığı ve Naacaller:

Batık MU kıtası ve MU uygarlığı hakkındaki bilgilerin çok büyük bir bölümü 19 yy da yaşamış olan İngiliz Araştırmacı James Churchward’ın incelemeleri neticesinde gün yüzüne çıkmıştır. İngiliz albay 1880 li yıllarda Hindistan ve Tibette bulunduğu sıralarda bu kıta hakkında ilk bilgileri edinmiş emekliliğinden sonrada Orta Amerika’da araştırmalarını tamamlayarak bu batık uygarlık hakkında yazmıştır.

Bilim dünyası gerek Churchward’ın ortaya çıkardığı MU kıtasının, gerekse bir diğer batık kıta olan Atlantis’in varlıklarını kuşkuyla karşılamaktadır. Ancak yine bilim dünyası bu iki kıtanın battığı öne sürülen tarih olan 12 bin yıl önce dünyada büyük bir jeolojik olayın yaşandığını onaylamaktadır. Kaldı ki dünyanın hemen her yerindeki kavim ve milletlerin tufan efsaneleri de büyük bir felaketin yaşandığını doğrulamaktadır.

Churchward’a göre MU kıtası doğudan batıya 8 bin km, kuzeyden güneye 5 bin km uzunluğunda dar bir ada kıtaydı. Naacal tabletleri bu kıtanın uygarlığın beşiği olduğunu öne sürmektedir. Yaklaşık 70 bin yıllık bir uygarlık geçmişine sahip olan MU zaman içersinde tüm dünyada bir çok koloniler ve büyük imparatorluklar oluşturmuştur.

MU uygarlığının kolonileştirdiği ve daha sonra bağımsızlaştırdığı iki devlet Atlantis ve Uygur imparatorluklarıdır. Ayrıca bugün antik Mısır, Çin, Hint ve Maya uygarlıkları diye bilinen uygarlıkların kökeninde MU uygarlığı yatmaktadır.

15 bin yaşında oldukları belirlenen Naacal tabletlerine göre evrenin başlangıcında sadece ruh vardı. Daha sonra bu ruhtan bir kaosun var olduğu uzay var oldu. Zamanla kaos yerini giderek düzene bırakmaya başladı ve uzaydaki şekilsiz ve dağınık gazlar bir araya geldi. Bu gazlar güneş sistemlerini ve gezegenleri oluşturmak için katılaştı.

MU dilinde Ra kelimesi güneş anlamına geliyordu. MU’nun kolonisi olan Mısırda da güneş tanrıya Ra adı verilmiştir.

Naacal kardeşlerinin öğretilerini yaydıkları ve yeni üyeleri inisiye ettikleri mabetler, kıtanın her yerine ve kolonilere dağılmış vaziyette idi. Dev blok taşlardan yapılan bu mabetlerin damları yoktu ve bunlara şeffaf maketler deniyordu. Güneş ışıklarının inisiyeler üzerine doğrudan ulaşması için mabetlere dam yapılmıyordu. Günümüz Masonluğunda da aynı sembol kullanılmakta ve Mason mabetlerinin tavanları sanki üstü açıkmış gibi gökyüzünü sembolize eder biçimde düzenlenmektedir.

MU dininin dört temel kavramı vardır:

- Tanrı tektir, her şey ondan varolmuştur ve ona dönecektir.
- Ruh ile beden birbirinden ayrıdır. Beden ölür ve ayrışırken ruh ölmez.
- Ruh mükemmelliğe ulaşmak için değişik bedenlerde yeniden doğar.
- Mükemmelliğe ulaşan ruh tanrıya döner ve onunla birleşir.

Naacal öğretisine göre tanrı sevginin ta kendisidir ve tüm evreni de sevgi üzerine kurmuştur. Naacaller yalnızca üstad rahiplerin tanrıya ulaşabileceklerine inanırlardı.

Tanrının kendi asil nitelikleri olarak kabul edilen dört temel güç ateş, yel, su ve topraktır. Naacaller bu dört temel gücü gamalı haç ile sembolize etmişlerdir.

c. Atlantis ve Osiris, Maya-Uygur Kolonileri:

Atlanrtis Yunanlı filozof Platon aracılığıyla insanlığa duyurulmuştur. Mısırlı Rahipler inisiye ettikleri Platon’a bu sırrı vermişlerdi.

MU kolonisi Atlantis’te MU Kozmik dinini öğreten okulların bulunduğu ancak bağımsızlık sonrası ana dinden uzaklaşıldığı anlaşılmaktadır. Naacal tabletlerine göre Atlantisli rahipler kendi güçlerini arttırmak için ana dini yozlaştırmayı çıkarlarına uygun bulmuşlardır.

Atlantis’te dini yozlaştırma Osiris’in ortaya çıkışına kadar sürdü. Tabletlere göre Osiris genç yaşında doğduğu yeri terk ederek MU’ya gitti. Ve burada bilgelik okullarından birine gitti. MU kıtasında üstad rahip olana kadar kalan Osiris dini bir reform başlatma göreviyle ülkesine geri döndü. Osiris güçlü kişiliği ile halkı da yanına aldı ve yozlaşmış rahirleri itibarını yitiren mabetleri temizledi. Ölümünden sonra öğretisi Osiris dini haline geldi.

Osirisin Hazreti Şit olduğu ve ilk peygamber olarak 22 bin yıl önce yaşadığı anlaşılmaktadır.

MU uygarlığının Atlantis dışındaki en önemli kolonileri Maya ve Uygur kolonileridir.

Maya Amerika, Uygur ise tüm Avrupa ve Asya’yı kapsıyordu. Churchward tüm ari ırkların köklerinin Uygurlara dayandığını iddia etmektedir. MU ların kurduğu ilk koloni Uygur kolonisidir. Nuh Tufanından sonra Tibette bulunan Naacal kardeşlerin ile Babil kardeşlerinin kurtulabildikleri tabletlerde yazılıdır.

Uygur uygarlığının günümüze bir diğer etkisi de Zerdüştlük, Brahmanizm ve Budizm’in ana kaynağı olan Rama öğretisi oldu. Şamanizm de bunların bir versiyonudur.

d. Mısır ve Hermes Okulu:

Osirisin müridlerinden olan Hermes yada diğer adıyla İdris, Mısırda Osiris dinini yaydı. Mısır’ın ünlü ölüler kitabında “ilahi kelamın efendisi ve ilahi sırların sahibi” denilmektedir.

Günümüz Mısırologları Gize deki Keops, Kefen ve Mikerinos piramitlerinin yapım tarihi olarak M.Ö.3000 yıllarını verirler. Bu tarihin çok daha eski olduğu sanılmaktadır.

Hermes ve onun devamı olan başrahiplerin yönetimindeki Mısır Ezoterik doktirinin barınağı ve okulu olageldi. Yönetici Firavunların aynı MU’da ve Atlantis’te olduğu gibi inisiye edildikleri ve rahipler örgütünün sembolik lideri oldukları bilinmektedir. Tüm rahipler sırların dışarı çıkmaması ve öğretinin yozlaşmaması için ketumiyet yemini ederlerdi.

Kurulan sistem insanı zaaflarından arındıran bir özellik taşımaktadır. Çırak-üstad ve özel üstad statülerinde sırlara ulaşılabilmektedir.

e. Musa ve Yahudi Ezoterizmi:

Musa üç kat sır perdesinin altına saklanmış olan tek tanrıya inanan kardeşlik örgütünün inisiye bir üyesiydi. Musa’nın eski tek tanrılı inancı ihya etmesi ve meydana çıkardığı Musevi dininden önce Hıristiyanlık sonra da İslamiyet’in etkilenerek doğması ile dünya yeniden tek tanrılı dinlerin büyük çoğunlukla benimsendiği bir yer haline geldi.

Soyut Tanrı kavramına insanları inandırmak için Musa insanların bu tanrıdan korkmamalarını sağlamak zorundaydı. Tek yaratıcıya inanan ve ibadet edenlerin ödüllendirileceği inanmayanların ve kötülerin cezalandırılacaklarını söyleyen Musa tanrı eliyle cezalandırma yöntemini kendisi uyguladı.

Son derece iyi yetişmiş olması ve Osiris rahiplerince kabul edilecek nitelikte bir kişiliğe sahip olması Musa’nın güçlü bir aristokrat soydan geldiğinin göstergesidir. Osiris rahiplerinin firavunun yeğeni olan Musayı inisiye ederek yönetim çerçevesinde güçlendirmeye çalıştıkları tahmin edilmektedir.

İbranileri hemen her ortamda Mısır’lılara karşı koruyan Musa birgün bir İbraninin Mısırlı bir görevli tarafından dövüldüğünü görünce olaya müdahale etmiş ve onu öldürmüştü. İbranileri alarak Sinaya çekilen Musa Sabi “Elohim” inancı ile Osiris dinini birleştirerek “On emir “ ismi altında kendi öğretisinin temelini attı. Musa hiyoroglif dili kullandı. Tevratın Ezotorik yorumu “Kabala” üzerinde çalışarak diğer Yahudi gruplarından ayrıldılar.

Musa’dan 800 yıl sonra Tevrat’ı yeniden yazan Ezra tanrıyı suhur edilen değil tüm alemlerin yaratıcısı olduğu teziyle ortaya koymuştur. O güne kadar Tanrının birliğini savunan tek tanrılı inanç temellerinden değişmiş ve amaç insanların tanrıya ulaşması çabasından birer kul olan yaratılmışların ödül olarak cennete gitmelerine dönmüştür.

f. Antik Yunan Ezoterizmi – Pisagor-Eflatun(Platon):

Yunan uygarlığının kurucularında Örfe ile uygarlık yolunda çok önemli birer taş olan Ecilides, Çiçeron, Pisagor ve Platon gibi felsefe okulu ve din kurucuları hep Mısır’ın o ünlü mabedinde “Osiris mabedinde” inisiye edildiler.

Tufandan sonra çok büyük gerileme kaydeden insanoğlu yeniden başlamak zorunda kaldığı için ilkel kabileler dönemini bir kez daha yaşadı.

Örfe Apollona adanmış Delf mabedinin bakire rahibelerinden birinin oğludur. Bu mabette görevli rahibelerin bakire olması zarureti söz konusu rahibenin tanrı Apollondan hamile kaldığı iddiasını ortaya çıkarmıştır.

M.Ö.700 de Örfe Yunanistan’dan kaçıp Mısıra geçerek, Osiris rahiplerine sığındı. Burada inisiye olup 20 yıl geçirdikten sonra Yunanistan’a döndü. Burada çok tanrılı Zeus ve Diyonizos dinini kurdu.

Örfeik öğretiye göre tüm insanların en büyüğü olan Zeus tüm evrenin kendisinden var olduğu tanrıdır. Diyonizos ise onun oğludur. Yani tezahür etmiş ilahi kelamdır. İnsanlar Diyonizostan birer parçadır. Yeniden doğuşa inanan Örfe gerçek tanrının tek ancak ikincil tanrıların sonsuz sayıda ve çeşit çeşit olduklarını söyler.

M.Ö.570 lerde doğan Pisagor Delf mabedinde inisiye edildi. Sonra Mısıra gitti. Daha sonra Babil’e gitti. Buralarda Osiris yanında Rama, Zerdüşt dinlerini öğrendi. Daha sonra İtalya’daki Yunan kolonisi Cratura da kendi okulunu kurdu. Ezoterik doktirinin yanında fizik, psişik, dini ve siyasi tüm bilimler öğretiliyordu.

Pisagor enstitüye girmek isteyen adayları çok uzun süre sınayarak ancak layık olduklarına inandıklarını alıdı. Enstitünün girişinde Hermesin bir heykeli bulunmaktaydı ve kaidesinde “inanmayan uzak dursun” yazıyordu. Enstitüye girmeye layık olanlar bazı denemelere tabi tutuluyordu. Bu sınavlar Mısırdaki inisinasyon sınavlarını andırsa da bunların çok daha yumuşatılmış şekilleriydi.

Sınavlardan geçen ve yapılan özel bir törenle kardeşliğe alınan adaya acemi ya da çırak anlamına gelen “Novice” deniliyordu.

Pisagor müritlerinin evlenmesi zorunlu idi. Tanrının eril ve dişil ikilemini kabul eden ekol bunun uzantısı olarak evlilik müessesesini ve aileyi kutsal kabul ediyordu. Yine aynı görüş doğrultusunda enstitüye hem erkekler hem de kadınlar inisiye edilebiliyorlardı. Müritlerden evlilik konusunda uymaları beklenen yegane kural kendisi gibi bir inisiye ile evlenmeleri idi. Çünkü inisiye edilmemişlerde “erdemi” bulmak zor idi.

İkinci derece müritlerine “Nomoteth” unvanı verilir ve derecedeki inisiyelere “kutsal sayılar bilimi” öğretilirdi.

Pisagorla inisasyonun zirvesine varan üçüncü derece kardeşlere üstad olarak dördüncü ve son derece tevdi edilirdi. Üstadların vazifesi kendi iç varlıklarının derinliklerine inerek tanrısal ışığı görmek, hakikati zekada, fazileti ruhta ve temizliği bedende tahakkuk ettirmektir. İkincil vazifeleri ise alt derecedeki kardeşlerine gözetimcilik ve rehberlik yapmak, idari işleri yürütmektir. Ulaştıkları seviyeyi tüm yaşama aktarmaları beklenen üstadların unvanları aydın kişi anlamına gelen “entelektüel”dir.

Platon M.Ö.427 de Atina’da doğdu. Platonun ilk öğretmeni Sokrattır. Platon Delf mabedinde inisiye oldu ve oradan Mısıra gitti. Üçüncü dereceye kadar inisiye olduktan sonra İtalya ya geçti. Gerçeğin sezgi yoluyla kavranabileceğini anlayan Platon her şeye rağmen gerçeği bulmaktaki tek yolun mantık olduğunu savunan Sokratın etkisindeydi. Platonun ezoterik öğretiye katkısı da akılcılığı öğreti içinde sağlam bir zemine oturtması olmuştu.

Atina’ya gelen Platon “Akademia”yı kurdu. Burada diyaloglarını yazdı. Gerçek, güzel, iyi gibi soyut kavramları halka anlattı. İyiyi, doğruyu ve gerçeği arayan kişinin ruhu arınır ve ölümsüzlüğe ulaşır demekteydi.

Diyalogları ve İdealar Kuramı ile kendisinden sonra gelen nesilleri büyük ölçüde etkilemiştir.



g. Farklı Bir İnisiye : İsa:

İsa’nın doğduğu sırada o gün bilinen dünyanın büyük bir bölümü Roma İmparatorluğunun egemenliği altındaydı. Dinsel açıdan çok tanrılı inanç sistemini kabul eden Romalılar kendi tanrılarına karşı hoşgörülü olunması halinde işgal ettikleri toprakların halklarının inançlarına karışmıyorlardı. İnançlarında özgür bırakılan kavimler yönetimin başına büyük dertler açmıyorlardı. Bir tek istisna Yahudilerdi.

Yahudiler son derece katıydılar. Onlara göre tek tanrı vardı ve onun dışında başka tanrı olduğunu söylemek en büyük günahtı. Bu durum Romalılarca kendi tanrılarının aşağılanması olarak görüldü. İmparator Septim Severus Yahudiliği yasakladı. Baskı arttırıldı. Hıristiyanlıkta aynı baskıdan kurtulamadı. Ta ki imparatorluğu yıkılmaktan kurtarmak için Hıristiyanlığı seçen Bizans İmparatoru Constantin dönemine kadar.

İşte İsa böyle bir ortamda dünyaya geldi. Roma baskılarından yılmış olan Yahudi halkı kurtuluşu mucizelerde arıyor ve kendilerine Tevrat’ta geleceği bildirilen kurtarıcı Mesihi dört gözle bekliyorlardı.

İsa, Musa’nın öğretisinin Ezoterik yönünü yüzyıllardır bünyesinde barındıran Eseniler arasında dünyaya geldi. Yahudilikteki dinsel yozlaşmadan uzak kalabilmek için Eseniler Yahuda çölündeki Kumran’a çekilmişlerdi. İsa’nın bir Eseni olduğu doğduğu tarih olduğu iddia edilen 25 Aralık gününden bellidir. Bu tarih Eseniler’in Elokim adına düzenledikleri kutsal ayin günüdür.

Esenilerde inisasyon üç derecelidir. Gözetimden sonra iki yıl çömez, ikinci derecede de iki yıl, sonra İsrail’in kutsal seçkini yada Işığın Oğlu adı verilen üçüncü dereceye gelmek yeteneğe bağlı idi.

Ruhun ölümsüzlüğüne, insanın tekamülüne, tüm insanlığın kardeşliğine ve iyilik yapmanın önemli ilke olduğuna inanırlardı. Ayinlerde temizlik esastı. İnsan sevgisinin ön plana çıkarılması, yalandan nefret edilmesi, mülkiyetin ortaklığı Esenilerin başlıca özellikleriydi.

Eseniler genellikle bekar yaşarlardı. İsa’da bu geleneği bozmadı. İsa Tibetteki Ezoterik öğreti kaynağından istifade etti. Kamil bir insan olan İsa tanrının oğlu sembolü ile anlatılmaya çalışıldı. “Kimse yeniden doğmadıkça Tanrı katını göremez” sözü Ezoterik bir göürştür.

Yuanna İncili doktrinin iç yüzünü, Ezoterik yönünü ortaya koymaktadır. Şovalye tarikatlarınca kabul edilen İncil budur. Masonlarda bunu önemser.

Hıristiyanlık; iyilik, doğruluk, güzellik gibi kavramlarla insanların kardeşliği gibi duyguların geniş kitlelerce kabul görmesini sağlamıştır.

Constantin M.S. 313 yılında Milan fermanını yayınlayarak önce Hıristiyanların inançlarında özgür olduğunu kabul etti. Sonra da Hıristiyanlığı devlet dini olarak ilan etti.

h. İslamiyet ve Batıniler:

Hazreti Muhammet Kabe mabedinin yönetimini elinde tutan rahiplerin soyundan gelir. Muhammetin ailesine ve savubdukları dini inanca tek tanrı inanırları anlamına gelen “Hanif din” inanırları deniyordu.

İslamiyetin Kuran dışındaki en önemli kanun koyucusu Hanif dini uygulanmakta olan ilkeleriydi.

Halife Ömer Mısırı fethettiğinde İskenderiye kitaplığını yaktı. Halka Müslüman olmaktan başka şans tanımadı. Ezoterik birikim daha sonra Aleviliği yarattı. Alevilik Tanrı-evren-insan üçlemesinden oluşan varlık birliğine inanır.

Yeni Platoncu filozofların etkileri kuşaktan kuşağa yayılarak sürdü. Filozoflar bu akıma Tasavvuf, kendilerine de Sufi adını verdiler.

İsmaililerin hedefi filozof Farabi’nin deyimi ile “gerçek akıl devletini, kardeşliğe ve eşitliğe dayanan bir cumhuriyeti” kurmaktı. M.S. 209 da Fatımiler Mısırda kuruldu. Sistem inisiye edilmiş yönetici şeyhlere dayanıyordu. İsmaililik Pisagorcuğun bir nevi devamı gibidir. İsmaili öğretisi 7 dereceli bir tekamülü içermekteydi. Müminler, müleddefler, dailer(çağıran), Dai-yi Ekber, Tazket kapısı, Hakikat kapısı, yedinci derece en mükemmel dereceydi.

İsmaililerin bir tür bugünkü devamı Dürzülerdir.

i. Mutasavvuflar, Aleviler, Bektaşiler:

Sabilik Uygur imparatorluğuna kadar dayanan Babil okulu öğretisinin halka malolmuş şekliydi. Büyük İskender’in bu toprakları fethi sırasında Pisagorculukla tanışmış ve Sabi öğretisi yeni bir ivme kazanmıştı. İsmaililik böylece doğuyordu.

Sabilik MU dininin Tanrının sembolü olan güneşi tanrının yerine koymuş bir güneş kültüdür. Sabiler Hermesi, Pisagoru, Örfeyi de birer yarı tanrı olarak görüyorlardı. Namaz kılma, oruç tutma, kurban kesme ve hac hep Sabi kökenlidir. Günde yedi kez namaz kılınırken İslamiyet bunu beşe indirmiştir.

Türklerde etkili Sufi olarak Ahmet Yesevi; müridinin şeyh ünvanını alabilmesi için dokuz aşamayı geçmesi gerekiyordu. Tövbe edenler, bilginler, Zahidler, Sabirler, Salihler, Razılar, Şakirdler, Muhibler, Arifler.

Arif kişi içine dönmeli ve sezgi yoluyla kendinde var olan tanrıyı içinde aramalıdır. Kendini bilme, gerçeği kavrama, Tanrıya ulaşım arifliğin üç aşamasıdır.

Alevi inancına göre her ruh şu on dört aşamayı geçmek zorundadır. Cansız bedenlerin ruhu, bitkilerin ruhu, hayvanların ruhu, şeytanların ruhu, cinlerin ruhu, inanmayanların ruhu, inananların ruhu, dindarların ruhu, ermişlerin ruhu, evliyaların ruhu, peygamberlerin ruhu, meleklerin ruhu, evrensel ruh, evrensel hikmet.

Hacı Bektaş Veli Yesevi tarikatında Babalığa kadar yükseldi. Bektaşilikte ruh ölümsüzdür. Ruh gövdeye sonradan girmiştir ve geldiği Tanrısal kaynağa geri dönecektir. Dört kapı öğretisine göre birinci gurup sofular, ikinci grup tarikat yolunu tutanlar, üçüncü grup tanrı hakkındaki sırları bilenler – ermişler, dördüncü grup tanrı ile birleşmiş olanlar. Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat kapıları olarak adlandırılır.

Ahilik bir meslek örgütü olmanın yanı sıra giriş – davranış töreleri ve sırları olan Batıni bir kuruluştur. Ahiliğin altı ilkesi; elini açık tut, sofranı açık tut, kapını açık tut, gözünü bağlı tut, beline sahip ol, diline sahip ol.

Ahilikte 9 dereceli sistem vardır. Yiğitlik, yamak, çırak, kalfa, usta, ahi, halife, şeyh, şeyhul Mesayık.

Mevlananın en önemli özelliği Batıni doktrini şiirlerle anlatmasıdır. Tanrıya ulaşmanın yolunun aşk olduğunu savunur. Aşk ışıktır, nurdur, Mevlevi Farsçada dönen anlamına gelir.

Yunus Emre de aşkı esas alan bir anlatım kullanmıştır.

j. Batı Dünyası ve Ezoterizm; İsmaililer ve Templierler:

M.S. 874 den 1256 ya kadar Ortadoğu’da İsmaililer son derece etkin oldular. 1164 yılında İsmaili İmamı 2. Hasan Ramazan ayının ortasında şeraiti kaldırdığını açıklamıştı. Oruç yanı sıra namaz kılma ve diğer ibadet zorunluluklarının kalktığını duyurmuştu. İslam dininin öngördüğü zorunlu ibadetlere Selçuklu yönetiminin Bağdat hilafeti üzerindeki baskısını kaldırması sonucu geçilebildi.

İslamiyet’in ortaya çıkışından sonra sürekli yayılması ve doğudan Selçuklular ile Anadolu’ya, Batıdan da Murabıtlar ile İspanyaya kadar ulaşması Hıristiyan dünyasında büyük bir endişenin doğmasına yol açtı. Tüm ticaret yolları Müslümanların ellerindeydi.

10. yy da Avrupa’da feodal derebeyleri çok güçlüydü. Aralarındaki çatışmalar dur durak bilmiyordu. Papalar uzunca bir süredir doğuya sefer düzenlenmesini istiyorlardı. Doğunun zenginlikleri taşınacak ve Avrupa’daki Hıristiyan çatışmaları kutsal toprakların kurtarılması amacına yöneltilecekti.

Papa II: Urbanus doğu Hıristiyanlarına yardıma koşanlara cennet vaat ederek kısa sürede etrafına çok sayıda yandaş topladı. Bunlar giysilerine haç işareti diktirdi. Bu kuvvetlere haçlılar dendi.

1099 da Haçlı Kuvvetleri Kudüs önüne geldi. Fatımiler tarafından yönetilen Kudüsü alarak Müslüman ve Yahudileri kılıçtan geçirdiler. Avrupadaki ticaret canlanırken İslam dünyası geriledi.

Templier Şövalyeleri 1118 yılındaa “İsa’nın Fakir Askerleri” adı altında kuruldu. Hugs De Payens ve diğer şövalyeler, davet üzerine Hasan Sabahı Alamut kalesinde ziyaret ettiler. Burada Sabahın kurduğu sistemi gözleriyle gören şövalyeler, örgüt ve Batıni doktrin hakkında da ilk ağızdan bilgiler aldılar. Kudüse geldikleri sırada Katolik inancın en önde gelen savunucuları arasında yer alan Templierler Hasa Sabah ve Dailerini tanıdıktan, İsmaili öğretisini derinlemesine inceledikten sonra akılcılığı ön plana çıkaran Ezoterik doktrine bağlandılar. Templierlerdeki bu inanç değişikliği kurdukları güçlü örgüt sayesinde tüm Avrupa’ya yayıldı.

Şövalyeler Hıristiyan görünme zorunluluğu ile Ezoterik inançlarını bir arada tutabilmek için Yohanna incilini seçtiler. Şövalyelerin bir diğer adı da Sen Jan Şövalyeleridir. Üç dereceli bir inisinasyon sistemi kurdular. Şövalyeler birbirlerine kardeş diye hitap ederlerdi. Serving Brathers, Chaplaini, Knight üç derecenin isimleridir.

Selahattin Eyyubinin 1187 yılında Kudüs’ü ele geçirmesinden sonra şövalyeler dağıldı. Templierler Londrayı mesken seçince etkilenme yapısı değişti. Daha sonra Mason localarına geçtiler.

1570 yılında Almanya’da Rose Croix Kardeşleri cemiyeti kuruldu. Hermes, Kabala, Platon kısaca tüm ezoterik ekollerin bir sentezi olarak kurulan Rose Croix akılcılığı ön plana çıkardı. Dünyanın kaderini etkileyen zirveye Martin Luther ile ulaştı. Rose Croixler Masonlarla sürekli irtibat içinde oldular.

k. Ezoterizmin Zaferi: Humanizm ve Rönesans:

İtalya’da Platon Akademisinin önderliğindeki akademisyenlerin Yunan Klasiklerini gün yüzüne çıkarması tüm yaşamda ve özellikle bilim ve sanatta yeni bir atılımı beraberinde getirdi. Önde gelen temsilcilerinden birisinin Dante olduğu Ezoterik öğreti yepyeni bir dönemin başlamasını sağladı. Rönesans. Yeniden doğuş anlamına geliyordu. Rönesans düşünürlerinin en büyük hedefi Yunan – Roma uygarlığı ile Hıristiyanlık arasında bir iletişim bir ilişki kurmak ve iki uygarlığı aynı potada eriterek yepyeni bir dünya kurmaktı.

Bizanstan İtalya’ya göçenlerin beraberinde getirdikleri Yunanca eserler ile İtalya manastırlarındaki Roma eserlerinin anlaşılır bir dille İtalyancaya çevrilemesi ulusal bir edebiyat ve tarih anlayışının doğmasını sağladı. Eski uygarlıklarla Hıristiyanlık arasında bir süreklilik olduğu ispat edilmeye çalışıldı. Toplumdan ziyade birey ön plana çıktı ve giderek insani değerler bütün diğer değerlerin üstünde tutulmaya başlandı. İnsanın üstünlüğü ve saygınlığı üzerine çeşitli yapıtlar yazıldı. Hümanizm akımı ile insana insan olmaktan gurur duyması öğretildi.

Papalar ve Katolik devletlerin kralları Masonların birbirine ketumiyet yemini ile bağlı olmalarından ve toplantılarının gizli yapılmasından endişe duyuyorlardı. Fransa da büyük devrimin gerçekleştirilmesi sistemin giderek laikleşmesi hep Masonların işiydi.

1815 yılında İngiltere’de yeni bir Büyük Loca Yasası yayınlandı. Tanrı ve din hakkındaki ilk bölüm şöyle değiştirildi.

“Sıfatı dolayısıyla bir Mason ahlak kurallarına uymakla görevlidir. Eğer mesleği iyi anlamışsa hiçbir zaman bir tanrı tanımaz ya da dinsiz olmayacaktır. Tanrının her şeyi insanlardan daha başka gördüğünü o herkesten daha iyi anlamak zorundadır. Çünkü insan dış görünüşü görür, Tanrı ise gönülleri. Bir insan dini tapınış tarzı ne olursa olsun tarikatten çıkarılmaz. Yeter ki yerle göğün yüce mimarına inansın ve ahlakın kutsal görevlerini yerine getirsin.”

Bu yasa ile Hıristiyanların yanı sıra Yahudi ve Müslümanlarında örgüte katılmaları mümkün oldu. Böylece Masonluk özgür düşüncenin filizlendiği her ülkede varlığını gösterdi ve tüm dünyaya yayıldı.

l. Masonluk ve Ezoterizm:

Ezoterik doktrin Masonlukta daha 1. derece olan çırak derecesinde inisiyelere verilmeye başlanır. Locanın yöneticisi olan Ustadı Muhterem toplantıyı açarken “Bir Mason arasıra günlük hayatın kaygılarından uzaklaşmalı ve düşünceye dalmalıdır. İşte o zaman düşüncelerimiz evrenin ulu mimarı dediğimiz Yüce varlığa doğru yükselmeye başlar. Dileriz ki o Yüce Varlıkla aramızdaki mesafeyi daha çabuk aşabilmek için ortak çalışmalarımız bize yeni kuvvetler versin.” Bu açıklamadan da görüldüğü gibi Masonlukta hedef ahkikate varmak Yüce varlığa erişmektir.

Masonlukta başkan yani Üstadı Muhterem tanrısal iradenin loca içerisindeki ifadesidir. Bu nedenle kendisine mutlak itaat zorunludur. Localar sembolik olarak güneşin ilk ışıklarının ortaya çıktığı yani tanrısal aydınlanmanın var olabildiği anda çalışmaya başlar.

Masonlar tüm insanlık için bir ülkü mabedi yapmak amacıyla çalışırlar. Masonluğun bu görevi ancak tüm insanların mükemmele ulaşmasıyla son bulacaktır. İnsanlar akıllarını kullanarak iyiyi, doğruyu ve güzeli aramakla yükümlüdür. Masonlar kendilerini “Işığın Çocukları” olarak nitelendirirler. Yüce varlığa inanmak ancak dinlerin bünyelerindeki her türlü doğmadan uzak kalmak Mason olmak için aranılacak şartlardandır.

Çıraklıktan kalfalığa geçilir. Üçüncü derece üstadlıktır.

Masonluk tabiat üstü kuvvetleri ve mucizeleri reddeder. Aklın uygun koşullar altında dışardan gelecek her türlü engellemeye karşın tekamül edeceğini savunur. Akıl tekamülün birinci aracıdır. Tekamülün amacı ise Hakikati aramaktır.

Masonluk eski çağlardan bu yana dini ve siyasi her türlü yobazlığa, putlara karşı çıkmıştır. Ve her türlü doğmayı yıkmak en önemli görevleri arasındadır. Her şey sürekli bir gelişme ve değişim içindedir. Bu durum evrene hakim olan evrim ve hareket kanunları ile açıklanabilir. Tanrı nurdur, ruhtur, Hakikattir, Adalettir, çalışmadır ve Aşktır.


2. İNSAN TEKAMÜLÜ VE SOSYAL OLGULAMA BİLİNCİ:

Hazreti Şit ile duygusallık merkezli tekamül anlayışlı tohumlama sistematiği Hazreti İdris ile Nuh tufanı sonrası sistematiğe kazandırılmıştır. Böylece Hazreti İdris karakter bazlı yapısal oluşum önlendirmesi yanında inisiye sistematiği ile tekamül etmiş insan yaklaşımını toplumsal yönetselliğe kazandırmıştır.

Hazreti Musa, Hazreti İsa ve Hazreti Muhammed bu inisiye sistematiğini toplumsal duyarlılığa dönüştürmeyi çözüm olarak göstermişler böylece bugün Masonluk ötelemesi yanında toplumlar inisiye edilmeden de yönetsel dengeler üretmeyi öğrenmişlerdir. Demek ki insanlık teknolojik gelişim yanında toplumsal özellikler paralelinde bireysel tekamülü başarabilecek etkinliğe ulaşmak üzeredir.

Bu bölüm toplumsal doğa ile insan doğası bileşkesinde Kamil insan perspektifini anlatmaya çalışacaktır. Salih amel yaşamsal dinamiklerde dengeli yaşamayı öğretirken duygusallık kriterleri bazında tekamülü burada anlamaya çalışacağız.

a. Tekamül Düşüncesi:

Tekamül gelişme anlamını taşısa da olgunlaşma, beklenene yaklaşma gibi etkileri de üzerinde taşımaktadır. İnsanın kendine güven derecesi ile toplum üzerindeki etkinliği bağlamındaki olgusunu anlatmaya çalışır. Askerlikte tekamül göreve ve yıllardaki tecrübeye dayanılarak yaratılır. Gemide subay önce branş, sonra bölüm ve nihayet komuta kademelerinde görev yaparak tekamülün zaman ve eylemde gerçekleşmesi sağlanır.

Doktorun tekamülü ihtisası ve tecrübesidir. Bugünkü ortamda ihtisas alanları kendi ustalarını tekamül etkeni olarak gösterselerde gerçek tekamül hayatla bütünleşen deneyimlerde yatar.

Mason’luk Yakın Çağın modern toplumunda tekamülü inisiye odaklı yaratmış ve bugüne gelinmesini sağlamıştır. İslamiyet zaman bazında değişmezliğe dayalı yapılanmasıyla belki de en değişik inisiye olgusunu kullanmıştır.

Dolayısıyla tekamül bugünkü bildiklerimize dayalı olarak Batının ihtisası ile Doğunun inisiye düşünceleriyle bütünleştirilerek anlaşılır yapılabilir.

b. Tekamülün Getirdiği Faydalar:

İnsanların toplu halde ve aile formasyonu altında ortaklaşa yaşamaları kendi bireysel duruşlarında politik fonksiyonellik yaratır. Politik fonksiyonelliğin istikrarlı bir duruş kabiliyeti haline gelmesi tekamülün belirginliğini sağlar.

Yakın çağ öncesi şartlarda tarım ekonomisi dengeleri ve örgütlenme fonksiyonelliğinde inisiye yolu ile insanlara politik duruş bilinci enjekte edilmiş böylece yönetsellik etkinliği kaynaşma ve en önemlisi sadakat hissi oluşmuştur. İtaat bir doğal olgu olmasına rağmen özgür veya indoktrine edilmemiş insan da oluşumu tersliklere ve redde tabidir. Bu öenmli sorunu Türkler yaşlılara itaat, Latinlerde ise soylulara itaatle bütünleştirerek toplumsal sosyalizasyon olgularını yaratmışlardır.

Tekamül mutlaka karakter ile bağlantılı, zeka ile kaynaşımlı, ruhun getirdikleriyle belirginlik taşıyan özel bir durumdur. Çocukluğunda yaramaz olanların daha sosyallik kazandıkları, küçükken hayatla tanışanların daha duyarlı olarak geleceğe yöneldikleri aşikardır. Bunlarla beraber itaat ve saygı elemanlarını kültürle bütünleştiren öğeler insanın tekamülüne fırsat verirler.

c. Tekamül Etkileme Fonksiyonu:

Tarih içinde insanlığı etkilemiş büyük düşünürlerin çevre değişim ve yalnızlık bağlantılı etkilerle tekamülü uç noktalara götürdükleri gerçektir. Duygulara ve belli bir eğitim birikimine tabi tekamül olguları bu etkilerden yararlanmaktadır. Benim yaşadıklarım ise ayrı bir olaydır. İnsanlığın bunu gerçekleştirme becerisi sanıyorum ki benim yazdıklarımın hepsine çok daha geniş perspektif yaratabilecek tecrübe mevcut bulunmaktadır.

Türkiye’de “oğlum askere gitsin adam olsun gelsin” görüntüsü anlamlı ve tekamüle örnek çok değerli bir olaydır. Demek ki toplumsal tekamülü bireysel duruş fonksiyonelliği ile birlikte ve kamp oluşları ile ele almak gerekir.

Bireyin kendi başına kendi duygusallığı ile yaşama yönelmesi belkide özgürlükler bilincinde en sağlıklı yoldur. Ama muhafazakar değerler ve toplumun kültürel olguları bu şekilde kendini yaşatamaz. Böyle olunca insanlar çok yalnız ve tecrübesiz kalırlar.

Aile ve akraba formasyonu sosyalizasyon ve tekamül kontrol fonksiyonelliği açısından önemli bir bağ yapısı oluşturmaktadır. Bu nedenle özgürlük alanlarında belirgin bir disiplini yaratmalıdır.

d. Yaradılış Tekamül Dengesi:

Ruhun duygu bağlamlı önceki yaşantılardan taşıdığı kırpıntılar mutlaka buradaki karakter yapısına etki etmektedir. Doğulan yerin sosyal duruş etkisi hak ediş bilinciyle ele alındığında kendimizi daha kolay anlayabilir duruma gelebiliriz.

İnsanlığın birey bazındaki tekamülünün ana fonksiyonu sorumluluk bilincidir. İslamiyet’in sorumluluk temelli açılımı hem eğitsel manada hem de duygusal manada tekamülü yönlendirmektedir. Bu durumda Hazreti Allahın yol gösterdiği hususlar, insanın tekamül-sosyalizasyon – mutluluk temelli anlam ve özellik taşımaktadır. Bu kapsamda hayatı düşündüğümüz de tekamülü doğal sorumluluk bilinci ile sosyal duruş olguları çerçevesinde ele almamız doğru olur.

Çocuğun çocukluğunu, gencin gençliğini yaşaması ve hayata doluluk getirmesi en doğru bilinçlenmedir. Bu durumda sorumluluk ölçüleri ile sosyal duruş hedefleri arasında bir denge kurulması ve insanı bu olgunluğa yöneltecek tekamülü yaratmaya çalışmak en doğrusudur.

e. Ruhsal Tekamül Düşüncesi:

İnsanlığın yeniden doğuşun tekamül etkisi yarattığı düşüncesi mutlaka doğru olmalıdır. Kainatın ve zamanın insan hayatıyla bileşkesinde dünyadaki tüm yaşam zamanlarının örneklerini insanın yaşamış olma olasılığını yaratmaktadır. Eğer bu doğruysa her birimizin ruhunun milyonlarca yıldır eğitildiğini düşünmemiz belki de doğru olur.

İnsanın içinde yatan aslanın tatminkarlık marjları insanın tanrısallığını göstermesi yanında tekamül limitlerini de ortaya koymaktadır. Bu durumda bireysel duruş tanımlaması ruha ulaşmak isteyeceği limitleri açık olan bir tekamül menzili verebilecektir.

Ruhun tekamülü olayının duygusal derinlikte yattığını değerlendiriyorum. Bu durumda insanın ihtisaslaşması ile ruhun tekamül etkinliği arasında bir ilişki olmalıdır. İnsan ruhunun tekamül arayışına verilecek olan açıklık zaman disiplini ve zamanın etkin kullanılması alışkanlıklarıyla mümkün olabilir. Böyle bir alışkanlık bilinçlenmesi insanı sürekli gelişen ve tekamülü hazırlayan bir mahiyete sokabilir. İnsanların duygusal eğitimleri de yaşamın bu konudaki fırsatları olarak görülmelidir.

f. Duygusallık ve Tekamül:

Duyguyu ruhsal bir hayat etkileşimi olarak ele almıştık. Duygusallığı tekamül etkisinde geliştiren en önemli duygu sorumluluk duygusudur. Dolayısıyla insan önce kendisine karşı sonra eşine ve çocuklarına karşı taşıdığı ve kazandığı sorumluluk bilinci mutlaka çok önemli bir tekamül olgusudur.

Saygı ve sevgi duygusallığı sosyalizasyon bilincinin ruhu dengelediği duygusallık ortamını yaratmaktadır. Yaşanılan her türlü duygu tezahürü bir tecrübe bilinci oluşturur. Ve bu tekamül dengesinde uyumu yönelişi etkileyen bir sonuç yaratır. O zaman duygusal dengeleme ve eğitim performansı insan sağlığının göstergeleri olarak ele alınmalıdır. İnsanlığı yalnızlığa hapseden inisiye yaklaşımları aslında insanın kendisini öğrenmesine olanak verir. Ben eminim ki inisiye edilmiş insanların duygusallıkları artmakta itaat temelli dengeler çoğalmakta ve güvenilirlik katsayısı çoğalmaktadır.

Tekamül mutlaka yaşanılan hayatın bir parçası olmalı ve her insana bu fırsatı belli imkanlarla sunabilmelidir. Böylece insanlar tekamül konusunda gelecekte çok daha fazla deneyime sahip olabileceklerdir.

g. İnsan İçin Olgunluk Göstergeleri:

İnsanın bilgi derinliği ve bilgiye hakimiyet açısından olgunluğu sınavlarla anlaşılabilmektedir. Ancak bu özellikle sorumluluk ve yönetsel ekseninde yeterliliği yaratmamaktadır. Eğitimin cehaleti aldığı eşekliğin baki kaldığı doğru bir sözdür. O zaman insana olgunlaşması ve davranış disiplininde dengelenmesi bakımından fırsat vermek gerekir.

Olgunluğun birinci göstergesi; sorumluluk bilincidir. Kendisine söylenmeden gerekeni görebilmek ve yapabilmek bunun açıklık kazanmasını sağlayabilir.

İkinci gösterge; yaşam disiplinidir. Dengeli ve anlamlı değerlerle hayatı donatabilen birey bu göstergeyi başarmış olacaktır.

Üçüncü gösterge; bireysel duruşun yansımalarıdır. İnsan bireysel duruşunda yeteneklerini kullanmayı dengeleyebiliyor ve hayatı bunlarla özleştirebiliyorsa bu sahada bereket yaratmış demektir.

Dördüncü gösterge; üretkenlik bilincidir. Hayatı fayda üretmek bakımından rasyonel değerlerle donatmak bu göstergeyi anlaşılır kılar.

Beşinci gösterge; mutluluk bileşenidir. Eğer insan yönelişlerinde kendini ve çevresini mutlu edebilecek değerlere sahipse bu olgunluğun göstergesi olur.

h. Yönetsellik ve Tekamül İlişkisi:

İnisiye anlayışı ve öğreti disiplini insana politik duruş kazandıran öğelere sahiptir. Aynı zamanda irtibat ile sosyal bir yönetim dengesi oluşmaktadır. Bu kitlelerin yönetselliğinin vazgeçilmez gerekliliğidir. İnsanların kanunlarla, tüzüklerle indoktrine edildiği imajı belki doğrudur ama yönetsellik ayrı bir örgütsel yapıya ihtiyaç gösterir. Böylece toplumsal dinamikler koordineli bir özellik taşır duruma gelinir.

Masonluğun dünya yönetselliğine kattığı güven dinamikleri de ayrı bir etki olarak görülebilir. Ben bu irtibat fonksiyonelliğini daha biraz şeffaflaştırarak korumak gerektiğine inanıyorum. Her ne kadar liderlik önemli ise de liderliği yönetmek ve koordinasyon sağlamakta yönetsellik bakımından önemlidir.

Toplumların yaşam standartlarını yükselttiğimiz zaman yönetsel olguların irtibat sağlayıcı elemanları da belirginlik açısından zaaf yaratmayacaklardır. Dünyanın devletlerce yaşama dinamikleri ihtisas yanında prensiplerle de kendisini var edecektir. Böylece tekamül vasfı yönetselliğe koruyucu bir mekanizma sağlayacaktır.

i. Tekamül için Kategorileşme Örneği:

Sosyal duruş olgularını kategorize edebilmek çırak-kalfa-usta-üstad yapılanmasına uygun olarak anlaşılırlık taşır. Belki de zaman içinde bireysel ve sosyal duruş etkinliğini sağlayan insanların bu kategorilerde anlaşılırlığı beklenebilir.

Her yaşamsal organizasyon kendi içinde bir ihtisas bir de tekamül vasfı taşır. Tekamülü ve ihtisası yönlendirici etkiler yaratılarak organizasyonların verimliliği rasyonalite kazanabilir. Dolayısıyla teşkilatlanma bilincinde ihtisas kadar tekamül de göz önünde bulundurulmalıdır.

Tecrübenin çokluğu ile becerinin etkinliği farklı farklı olgulardır. Biz tekamülü beceri etkinliği ile anlaşılır kılmalıyız. Zira tecrübe tasarım eksikliğinin başarısızlıklarını gösterir. Tecrübeden faydalanmak önemli tecrübeye güvenmek yanlıştır. Derinliği ve dengeyi görebilmek bir yetenekle açıklanabilecek durumdur.

j. Eğitsel Manada Tekamül:

Yönetsel tasarım bir zeka ve bilgi ortamı tezahürüdür. Bu kişinin dikkati ve ilgisiyle denge kuran, bilgi ve beceriyle hayata geçen bir olgudur. Yönetsellik bir eğitim birikimi tecrübe ile yorumlama becerisinde açıklık kazanabilir. Bu durumda tekamülü beceri geliştirme, eğitimde deneyim kazanma olarak algılamak gerekir.

Görev başı eğitimi kavramı yaygın bir kabul görür. Nedeni bireyin göreve hazırlanma olanağı vermesidir. Eğer yeterlilik belirlenir ve eğitsellik yeterlilikle dengelenirse tekamül ortaya kolay çıkacaktır.

Yönetim becerisi staj veya tatbikat ile örneklenerek yaratılırsa daha etkili bir tekamül yaratmaktadır. Ama unutmamak gerekir ki sorumluluk bilinci olmayan uygulama gerçek başarı göstergesi yaratmaz.

k. İnsan Fonksiyonelliğinin Uygunluğu:

İnsanı hayatla bütünleştiren fonksiyonelliği fizyolojik ve ahlaki boyutlarda uygunlukla belirli olmalıdır. Allahın peygamberlerinin ve insana hayatla birlikte uygun görülen yapılanma içinde yaşamak önemlidir. Tarihsel boyutta Kuran-ı Kerimde Allahın cezalandırdığı kavimler ve Nuh tufanı her insanın bilincinde yer etmeli ve bunun mayasının önemli olduğu anlaşılmalıdır.

İnsanı doğası ile toplumsal doğayı bütünleştirmek bu uygunluğu zaten ortaya koyabilmektedir. Sosyalizasyon olguları içindeki denge kültürlerde tekamül ettirilerek hayat saygınlığı yüksek boyutlara çekilmelidir. Ehli mümin kavramı toplumsal bir saygınlık aracı olarak ele alınmalıdır. Bilimi ve düşünselliği önemsemek gerekir.

İnsanın kendi kalitesi ile kültürel öngörüler arasındaki dengeyi anlamak ve bunu değerlendirmek önemlidir. Uygunluğu önemsemek toplumsal kurallarla ve bu kurallara bağlılıkla ortaya konulabilir. Bu durumuyla toplumsal muhafazakarlık yararlı bir araç olabilecektir.

l. Hayat – Tekamül Dengesi:

Çocukların ebeveynlerin etkisinde yöneliş kazanması gibi toplumun yöneliş disiplini de tekamül ereğine uygun temayülle olmalıdır. Sosyalizasyonun bir amacı da toplumsal temayülü etkilemek olmalı ve böylece toplumsal olgunluk potansiyeli yaratılmalıdır.

Nasihat değil ama ikna etkinliği sosyalizasyon ile yaygınlaştıkça hem bireysel kalite performansı gelişecek hem de toplumsal kalite etkinliği artacaktır. Amacımız insanları olgun ve deneyim temelli yorumlamaların etkisinde yaşatmak zevk ve estetik bilinci yanında felsefi ve anlamsal zenginlik oluşturmaktır. Bugün için bireysel yalnızlık temelli olgunlaşma etkinliği kaynaşan düşünsellik aracıyla derinlik kazanacak ve böylece tekamül etkisi insan hayatını daha fazla etkileyecektir.

m. Tekamülün Toplumsal Etkilenimi:

Sosyalizasyon bilinci tekamülü hızlandırıcı etki yapacaktır. Zira birbirini etkileyen insanlar birbirlerini etkilerken tekamül hızları artacaktır. Tekamülü etkileyen en önemli faktör düşünselliği kritize edebilmektir. Bu da sosyalizasyon ile ortaya çıkacak bir olağan durumdur.

İnsanın tekamülü ile ikna yeteneğinin işlevselliği arasında önemli bir ilişki vardır. Bu nedenle insanların konuşmaları, kendilerini anlatmaları ve insanların kendilerine eleştiri yöneltmeleri bir çok açıdan tekamülü zenginleştirir. İnsanı konuşturmak, yorumlama yapmasına olanak vermek onun doygunluğunu ortaya koyar. İnsanın kendini çevreye kabul ettirme temayülü bireysel tekamülün ikinci unsuru olacaktır.

Sosyalizasyon kuralları saygı ve iletişim dengelerini önemsemelidir. Bu oluşum tekamülü hazırlayan ve toplumsal etkileşim yaratan önemli bir oluşumdur.

n. Eğitim – Tekamül – Deneyim:

Eğitimin aktif uygulanırlığı düşünselliği ve bilgi ile tutarlılığı dengeleyen bir yorum kabiliyetini yarattığı gerçektir. Böylece insan öğrenir ve öğrendikleriyle hayatı ve karşılaştığı problem sahalarını anlama yeteneğini geliştirir. Eğitimi, gelecek faydalı ve mutlaka önemli olarak görmek gerekir.

İnsanın açık ve gizli hedefi tekamül etmek olmalıdır. Bunu sağlayacak beyinsel potansiyel herkeste vardır. Bunu hedef alınca bilim sahalarını tanımak ve bu sahalardaki derinliğin konuyla ilgili detaylara hakimiyeti arttıracağını anlamalıdır. Tekamül bir anlamda detaylardaki derinliğin insana verdiği güven duygusunun tezahürüdür. Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu sözü bu açıdan önemlidir. Biz bu nedenle Ehli mümin kavramını ortaya koymuş bulunmaktayız.

Deneyim hangi tekamül veya hangi eğitim olgusunda olursa olsun mutlaka daha iyi ve eleştirel gözle analizi bize daha etkin olma fırsatı verir. Tasarımın deneyimi bile bir nevi tekamül olgusuna sahiptir. Ben önüme çıkan her fırsatı tekamül anlamında benimsedim ve bunu değerlendirdim. Demek ki tekamülün en etkin olayı bu temayüldür.

o. Felsefe ve Tekamülün İlişkisi:

Felsefe bir olguyu düşünsel olarak bilgilerle anlaşılırlık kazandırma yönelişidir. Felsefe bize derinlik ve ilgililik açısından tekamül ve ihtisas imkanı sunar. İnsanların sosyalizasyon temelli etkileşimi de bir anlamda felsefe olgusunu körüklemelidir. Felsefe yapmak konuyu ilişki açısından irdelemekle olur. Bizim bir çok konuda yürüttüğümüz fikirler felsefeye örnek ve temel oluşturmalıdır. Her şeyin felsefesi olur. Mutlak doğrular tartışılmaz. Ama kaç tane mutlak doğru vardır.

Benim yöneliş doğrularımı belirleyen dünya gerçekleri ile olması gereken beklentilerin uyuşturulmasından başka bir şey değildir. Demek ki tekamül düşüncesi başlangıçtaki stratejik kabullerle yakından ilişkilidir. Bu bir anlamda konuyla ilgili felsefik anlamıyla mütalaa yapabilmeyi gerekli kılar.

p. Tekamülün Erişilebilirliği:

Bugüne kadar insan sosyal ve bireysel duruşların etkisinde organizasyon oluşumunda kendini kabullenme yönelişi ama içindeki aslanı bastırma gerçeği ile yaşadı. Bizim aradığımız bireysel duruşu anlaşılır kılarak insanın kendisine tekamül enginliği yaratabilmesidir. Ben öyle zannediyorum ki yazma kabiliyeti ve bunun ihtisas bazında örgütsel etkileşimi tekamülü hızlandıracaktır.

Bugün insanların yatay bağlamda etkileşimi hemen hemen yoktur. Halbuki kimbilir hangi kurumda hangi birey ne kadar yanlış değerlendirme ile yanlış kararlar alınmasına fırsat vermektedir. Halbuki sosyalizasyon dengelerinde muhafazakar olgularla evrimci etkileri kaynaştırıcı tedbirler ne kadar kolaylık sağlayacaktır.

Tekamül zamanın faydaya dönüşüm kalıbıdır. Bu sosyal ve organizasyonel bir fonksiyonellik taşıdıkça insanlığın tekamülü gerçekleşecektir.

q. Tekamülün Saygınlığı:

İnsanların birbirini kabullenmelerini kültürel bir olgu haline getirmek şarttır. Bu nedenle bireysel ve sosyal duruş olgularına açıklık getirmek gerekir. Ehli mümin kavramı bile tekamül dengesinde yeterlilik taşımamasına rağmen gereklilik bazında ortaya konmuş bir kavramdır. Eğitimin kategorilenmesi bir başka tekamül saygınlığı unsurudur.

İnsanlar önce emeğe ve toplumsal oluşumlarda ortaya çıkan belirginliğe saygı göstermeyi öğrenmelidir. Demokrasi bir anlamda bize toplumsal olguları kavrama fırsatı vermekte ve bireyi topyekun gelecekten sorumlu tutmayı amaçlamaktadır. Siyasetle insanı ilişkilendirmek ise ayrı bir tekamül fırsatı verir.

Tekamülü birey önce kendinde hissedebilmelidir. Düşünsellik – öğrenme ve sosyalizasyon fonksiyonelliği tekamülü saygın kılmak üzere anlaşılmalıdır. Bunu sağlamadan insanların tekamüle ve kendi yeteneklerine güvenme olgunluğu yaratılamaz.

r. Tekamül ve Sosyal Yetenekler:

Üniversitelerin belli kurumsal oluşları örgütlenerek tartıştıkları bir yapıya kavuşturulmaları tekamül etkinliğinde sosyal bir yetenek kazandırır. Şehirlerde de gerek ihtisasların detaylarında gerekse hobiler ve kültürel olgular anlamınd asosyal yetenekler yaratılmalıdır. Sivil toplum örgütleri bu anlamda siyasi ve sosyal olgunluğu yönlendiren oluşumlardır. Bireyi bu yeteneklerin içinde daha kolay tekamül ettirmek mümkündür.

Bir taşra şehrinde dünyanın bir çok yeriyle bireysel veya kurumsal manada iletişim kurabilme olanaklarına sahibiz. Bu tekamülü hızlandırmak açısından önemli bir yetenektir.

İnsanların deneyim ve yorumlamaları daha ulaşılabilirlik kazandıkça insanlar üretkenliklerini arttıracaklar aynı zamanda tekamüle yetenek katacaklardır. Gelişmişlik bir anlamda daha kolay sorunları çarelere kavuşturma imkanı ile ortaya çıkar. İnsanların yalnızlığına ve tekamülüne fırsat vermek toplumsal olguları geliştirmek demektir.

s. Tekamülün Ereği:

Benim anlayabildiğim kadarıyla anlaşılabilirliğin ve izafiyetin limiti ve sonu yoktur. Bu durumda insanlar tekamül hedeflerini limitsiz düşünmelidirler. Emek ve istek bileşkesi tekamülün açıklığını ve anlaşılırlığını anlatır. Bu nedenle sosyal olguları geliştirdikçe derinleşecek ihtisas fırsatları gibi görmek gerekir.

Nasıl bir hayat tasvirinin seçkinliği bazında bile sonsuz seçeneği varsa hayattaki itici gücü oluşturan insan beyni ve ruhunun da seçkinliği bazında bile sonsuz seçeneği vardır. Bu nedenle insan kendi farklılığını ararken tekamül ortaya çıkacak ve insanın tekamülü dünyaya yansıyan bir pencere gibi algılanacaktır.

Ruhun dünyadan toparladıkları duygusal bağlamda etkileşimler olmalıdır. Bu nedenle yaşamsallığı ve üretkenliği duygularımızla bütünleştirmek zorundayız. Bu bize Altın Çağın bireysel fonksiyonelliğinin anahtarını verecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder